Zaman zaman karşılaşıyoruz ve duyuyoruz.Risale-i Nur dairesi içine girildiği halde mürşid aranmalı ve mürşide ihtiyaç vardır söylemlerine. Halbuki en büyük mürşid Kur'andır.Risale-i Nurlarda Kur'anın menevi bir tesfsiri ve dersi olması vesilesiyle o mürşid-i azamın veresesi nevinden mürşidlik vazifesini yapmaktadır.Risale-i Nurlara müntesip olan zatlar daire içinde mürşid bulmalıdır.Bu mürşid ise ancak ve ancak Risale-i Nurlar ve Risale-i Nurların şahs-ımanevisi olmalıdır.Bu manada sözü Risale-i Nurlara bırakalım ve oradan devam edelim inşallah.
Hem Üstadımız Risale-i Nurlarda şu ifadelere yer veriyor.
Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.
Lillâhilhamd, Risaletü'n-Nur, bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mucize-i Kur'âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalarla körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senânız tam yerindedir.(Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 2)
Evet, "Ümmetimin âlimleri ısrâiloğullarının peygamberleri gibidir."(el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 2:64)fermân etmiş. Gavs-ı Âzam şâh-ı Geylânî, ımam-ı Gazâlî, ımam-ı Rabânî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve harika zatlar, bu hadisi, kıymettar irşâdatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadına göndermiş.
şimdi ise, aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı mânevî hükmünde bulunan Risaletü'n-Nur'u ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i ferid mânâsında olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var.(Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 2)
Evet, bu asrın ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürşidi olan Risaletü'n-Nur'un heyet-i mecmuası, sair şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-i ilmiyeye münasip olarak, birkaç nevide ve bilhassa hakaik-i imaniyenin izharında, intişarında azîm kerametleri olduğu gibi, üç keramet-i zâhiresi bulunan Mucizât-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve Âyetü'l-Kübrâ gibi çok risaleleri dahi herbiri kendine mahsus kerametleri bulunduğunu çok emâreler ve vâkıalar bana kat'î bir kanaat vermiş. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine imanını kurtarmak için bir mürşid gibi yetiştiğine, müteaddit vâkıalar şüphe bırakmıyor. "Bir saat tefekkür, bir sene ibadet-i nâfile hükmünde..." Bir misali, Nurun Hizb-i Ekberidir diye müşahede ettim ve kanaat getirdim.HAşıYE 2.(Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 4)
HAşıYE 2 Âyetü'l-Kübrâ'nın üçüncü menzilinin başında, Ahmed-i Fârûkî Risale-i Nur hakkında demiş ki: "Mütekellimînden biri gelecek, bütün hakaik-i imaniyeyi kemâl-i vuzuh ile beyan ve ispat edecek." Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, belki Risale-i Nur'dur. Ehl-i keşif, Risale-i Nur'u ehemmiyetsiz olan tercümanı suretinde keşiflerinde müşahede etmişler, "bir adam" demişler..(Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 4)