Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

09.02.2008, 19:27

3. Söz´ü açıklarmısınız?

3. Sözü bana biraz izah eder misiniz... şimdiden Allah razı olsun...

3.söz (ıbadetin lüzumu ve önemi hakkındadır).
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

2

10.02.2008, 05:41

Konuyu sorularla ele alalım inşallah...

Soru-1: Dünya ve ahiret saadetinin ancak ibadet ile sağlanabileceğini nasıl açıklarsınız?

Soru-2: ıbadet insanı başıboşluk ve gayesizlikten nasıl kurtarır?

Soru-3: Bazı insanların, onda dokuz ihtimalle zararsız olan ibadet yolunu terk edip, onda dokuz zarar ihtimali olan başıboşluk yolunu tercih etmelerinin sebepleri nelerdir?

Soru-4: Allah´a asker ne şekilde olunur?

Soru-5: ıbadetin insana kazandırdıklarıyla ibadet yapmamanın kaybettirdikleri nelerdir?

Soru-6: ıbadetin görünüşte ağırlığına rağmen, gerçekte ibadet etmemeye göre rahat ve hafif oluşu nasıl izah edilir?

Soru-7: ınsan ibadete niçin muhtaçtır; niçin ibadetsiz yaşayamaz, huzur bulamaz?

Soru-8: ıbadet etmeyen insan niçin kâinata saygısızlıkta bulunmuş olur?
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

3

10.02.2008, 09:37

Devamını siz mi getireceksiniz..Yoksa iştirak edebilir miyiz..

4

10.02.2008, 12:10

Allah razı olsun Webmaster abi... Sorularla sormak daha iyi olucak..

Ruhefza abla iştirak edebilirsiniz tabiki... herkezin fikirlerini bilgilerini bekliyoruz...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

5

10.02.2008, 20:40

Biz sorularla konunun işlenmesinde yardımcı olmaya çalıştık.

Müzâkereye herkes katılabilir...
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

6

23.02.2008, 22:28

Soru-1: Dünya ve ahiret saadetinin ancak ibadet ile sağlanabileceğini nasıl açıklarsınız?

“ıbâdet” kelimesinin tam mânâsını bilmekle, bu ve diğer suâller kendiliğinden açıklığa kavuşacaktır. Maalesef bizde, ibâdet denince, sâdece namaz-niyaz akla gelir olmuş! Hâlbuki, “Allah’ın emrettiği şekilde ve Allah için yapılan kulluğa, ibâdet denilir. Meselâ, “savaş” veyâ “aç kalmak”. Meselâ, “hayvan boğazlamak” veyâ “taşınmak”. Bu fiiller, Allah emrediyor diye yapılsa, ve Allah’ın gösterdiği şekilde olursa, o zaman isimleri şu şekle dönüşüverir : “cihad, oruç, kurban, hicret”. Yâni, savaş değil, CıHAD ; aç kalmak değil, ORUÇ ; veyâ göçmek değil, HıCRET oluverir. Bizler de, hayvan olmaktan çıkar, insan oluveririz. Zira, hayvanlar da birbirini boğazlarlar, kavga-döğüş ederler, bâzen aç kalırlar, bâzen başka bölgeye taşınırlar vs.. Demek ki, yaptığını bilerek yapan, ettiğini bilerek eden, kulluğunu kul-köle olarak ifâ eden bir mü’min için, şu sözü söylemek lâzımdır : “Mü’minin 24 saati, ibâdettir.”

Hattâ, ıslâmiyet yeni intişâr ettiği günlerden bir gün, bir yehudi, bir müslümana gelerek sormuş ki; “-Biz, şu vakitlerde ibâdet eder, bu tür işler yaparız. Peki ya sizin dîninizde ibâdet nasıldır? Günde kaç saat ibâdet edersiniz?” Elcevâb : “Bizim yirmidört saatimiz de ibâdettir!”

Bu bilgiler ışığında, yukarıdaki soruyu tekrar sorarsak,

Soru-1: Dünya ve ahiret saadetinin ancak ibâdet ile sağlanabileceğini nasıl açıklarsınız?

Âhıret’e inanmış bir insan, meselâ Bakara Sûresi’nin hemen üçüncü âyetinde “onlar ki, Gayb’e imân etmişlerdir..” buyuruluyor. Kimdir bunlar? “Mü’minler, yâni hidâyete ve doğru yola ermiş olanlar. ışte bunların sıfatlarından bahsedilirken, “gayb’e inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeyleri paylaşırlar” buyuruyor Rabbimiz. Nedir bu gayb? şudur : (genel olarak, kâfirlerin inkâr ettikleri) Kabir ve Berzah hayatı, Öldükten sonra dirilmek, Mahşer meydânında haşr olmak, dünyâdaki amellerimizden mahkeme olunmak, Sırat köprüsü, Cennet & Cehennem vs.. hattâ Allah’ın varlığı, melekler, şeytanlar da bu cümledendir. Ki, bunlarsız, ne din olur, ne de iman. ımânın şartları bunlardan ibârettir, dînin şartları da bunlar üzerine binâ edilmiştir. Bu esaslardan bir tânesini kabûl etmediğimiz takdirde, muhakkak “kâfir” oluruz. Meselâ “cehennem yoktur!” desek, şuna benzer ki, “imtihan salonu var, sınav soruları var, sınav süresi var, soruları hazırlayan bir üst heyet var, sınav günü ve sonuçların açıklanacağı gün var, bundan sonra üniversiteye girmek var, dolgun maaşlı bir iş hayatı var, sigorta var … ama sınavı kazanamamak diye bir şey yok!”

Bir talebe için, “sınavda başarı, iyi bir bölüme yerleşmek, mezuniyet, güzel bir meslek, para kazanmak vs..” gibi gerçek saadet olan şeylere kavuşmak, ne ile mümkündür? Elbette “doğru çalışmak, çok çalışmak, bilerek çalışmak”.

Bir mü’min için de, “dünyâ hayatında huzur, emniyet, bereket, kardeşlik, namus, şeref gibi değerlere sâhip olmak ve âhıret hayatında ise cennet köşkleri, cennet nimetleri, cennet hayatı gibi ihsanlara ulaşmak”, ancak ve ancak, bu uğurda çalışarak, yâni, bütün bu şeylerin ve bizlerin Yaratıcısı’na yönelik kulluk (ibâdet) vazifelerimizi edâ etmekle kazanılabilir.

Zâten, bu inanç sistemi, ya olduğu gibi kabûl edilir, ya da tamâmen reddedilmek lâzım gelir! Bir insan, (gayb’e) âhırete inanacak, ama namaza kıymet vermeyecek? “Allah vardır” diyecek, ama Allah’ı bize bildiren Kur’ân’a inanmayacak? Belki (işine gelen) bir kısmına inanacak? Cennete inanacak ama cehennemin dibinde kavrulup, orada terk edileceğine inanmayacak? “Allah öyle şey yapmaz kullarına” diyecek? Yâni, cennet hûrileri, süt ırmakları, Kevser havuzları olabilir, ama azâb olamaz, ateş olamaz?

Bediüzzaman Hazretleri buyurdu ki :

<< Ya aklını (başından) çıkar at, (tam bir) hayvan ol, (düşünmekten) kurtul.
Veya aklını imanla başına al, Kur'ân'ı(n ikâz ve ihtârlarını can kulağı ile) dinle (ve amel et), yüz derece hayvandan ziyâde ve fâni dünyâda dahi sâfi lezzetleri kazan..>>
Unutmayalım ki, Allah’ın rızâsını kazanmaktan başka, peşinde koşacağımız her türlü şey, bu dünyâ ile birlikte, bu dünyâda kalacaktır. Öyle ki, bir rüyâdan veyâ kâbustan uyanıyor gibi, kazandığımız veyâ kaybettiğimiz her şey, aslında ne kazanılmış, ne de kaybedilmiş olacaktır! Bu noktada, çok büyük bir hakikatle karşı karşıyayız. Sağlıklı iken veyâ hasta iken, zengin iken veyâ fakir iken, diri iken veyâ ölü iken, aslında sâdece imtihân esnâsında karşılaştığımız şıklara doğru cevâbı verip veremeyeceğimiz hakikati ile karşılaşmış bulunmaktayız. Evvelimiz, “su damlası” ; âhırımız “leş torbası” .. Ve ikisinin arasında yaşıyoruz. Acaba bu kadar kıymetsiz bir beden, nasıl oluyor da rûhumuza ve aklımıza hükmedebiliyor? Demek ki nefsimizin arzûlarını besleye-besleye, onu öyle bir hâle koyuyoruz ki, bize ne namaz kıldırıyor, ne zekât verdiriyor, ne Kur’ân okutuyor, ne de diğer ibâdetlere müsaade ediyor! Nefsimiz de biliyor ki, bu ibâdetler, onun elindeki silâhları alacak ve rûhumuz kuvvetlenmeğe başlayacak. O zaman da, şeytanın secde etmeyi kat’iyyen reddettiği “insan” kazanmaya başlayacak. şeytan, Âdemoğlu’nun bu hayvandan aşağılık hâline göre karar verdiği için, ona secde etmemişti.
Fakat, Rabbine itaatkâr olarak ibâdetini yerine getiren bir insan, git gide melekleşecektir ve ne için kendisine secde edilmesi gerektiğini isbat edecektir! Ve mükâfat : CENNET! Ya da, bütün yaradılışı boşa çıkartarak, küfre saparak, etini-butunu tatmin etmekten öteye gidemeyerek, ahlâksız ve şerefsiz bir dünyâ hayatından sonra ; Rabbine ve Peygamberine karşılık ıblisi haklı çıkarttığı için : CEHENNEM!



Allah yardımcı olan abiden razı olsun.... son cümle beni çok tatmin etti....
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

7

27.02.2008, 22:10

Soru-8: ıbadet etmeyen insan niçin kâinata saygısızlıkta bulunmuş olur?

Vergi kaçıran, kaçak elektrik ve su kullanan, haksız kazanç sağlayan bir vatandaş, nasıl ki devletine ve milletine zarar verir ; aynı şekilde, zekâtını vermeyen, oruç tutmayan, Kur’ân (anlayarak) okumayan, namazını (bilhassa cemâatle) kılmayan bir mü’min de, hem ıslâm Devleti’ne, hem de ıslâm Ümmeti’ne zarar vermiş olur.

“Ben bu kanunları tanımıyorum!” demiş olur ki; nasıl bir memleketin polisi var, askeri var, hekimi var, öğretmeni var, bürokratı var, avukatı var, itfaiyesi var, devlet memurları var, emeklileri var .. var da var. Bütün hepsinin birer sicil numarası var. Hepsi, devlet tarafından “sosyal sigorta” teminatı altına alınmış. Maaşları ödeniyor, sigortaları ödeniyor, senelik tatilleri ve sosyal hakları tesbit ediliyor .. Bir kimse, bütün bu intizamı görse, bilse fakat dese “yok canım, bu memlekette devlet mevlet yoktur, herkes kendi işini görüyor”.. Belki, bu ahmak budala, sadece “devlet yoktur” demekle kalmaz, milyonlarca vatandaşı da müşkül vaziyete koyar ve hepsinin teminatlarını, maaşlarını, sigortalarını, sağlık hizmetlerini ellerinden almış olur. Çünkü, “devlet yok muymuş!” telâşına kapılan milyonlar, bir koca göğdenin muntazaman işleyen parçacıkları olmaktan çıkarak, her biri kendi hâlinde başıboş seyyarelere dönüşüverirler! Ne büyük kargaşa ve keşmekeş! (Bu mantık noktasından hareketle, büyük devletler nasıl da parçalanıyor, bunu da idrâk edebiliriz) Madem ki devlet vardır, bizler de bu devletin birer memuru, vatandaşıyız, olvakit, bu devlete vergimizi ödeyeceğiz, kanunlara riâyet edeceğiz ve yerimizi bileceğiz. “Devlet vardır ama, benim vergimle mi ayakta duracak ki..” diyemeyiz! Sâdece devletin var olduğunu kabûl etmek yeterli değildir. Askerlik yapmalı, oy kullanmalı, hakkıyla yaşamalıyız. Dahası, devletin kanunlarına zıd hareket edenleri de, hem ikâz etmeli, hem de zâbıta kuvvetlerine şikâyet etmeliyiz.

şu koskaca kâinatta da, milyarlarca galaksiler ve her birinin içinde milyarlarca güneşler (yıldızlar) bulunan uçsuz bucaksız sistemler var olduğu hâlde ; yüzlerce unsur (element) her biri farklı yoğunluklarda, farklı işler gördükleri hâlde ; balıklar, kuşlar, böcekler, hayvanlar, ağaçlar, dağlar, sular, bulutlar, denizler .. her biri bir Âmir’in memurları gibi, bir diğerinin hakkına tecâvüz etmeden, kendine verilmiş vazifeyi hiç hatâsız yerine getirmekte olduğu hâlde ; her şeyin maaşı olan rızkı, şaşmadan ağzına konduğu hâlde ; bunlardan başka geceler-gündüzler, baharlar-güzler, yazlar-kışlar, mevsimler, günler, aylar, yıllar birbiri peşi-sıra, muntazaman işleyip döndüğü hâlde .. bir ahmak budala çıkar da, “bu memlekette (kâinatta) devlet mevlet (ALLAH) yoktur!” dese.. “her şey kendi kendini yaratmıştır, ineği inek, sineği sinek yaratmıştır, hepsinin yaratma gücü vardır, yarattıktan sonra da istediği şekilde evrimleştirme gücü vardır” dese, sâdece “ALLAH (hâşâ) yoktur!” demekle kalmaz, hem bütün mahlûkatın TC vatandaşlık numaralarını da iptâl etmiş olur ki, … (ışte buyüzden, eski yunanlı kâfir feylesoflar, ortaya 100binlerce tanrıdan müteşekkil “Esâtirî Dîn” (mytholojik din) fikrini atmışlardır. Su tanrısı, ateş tanrısı, savaş tanrısı, ziraat tanrısı, orman tanrısı, tanrıların tanrısı, tanrının çocuğu, tanrının şimşekleri falan..) (Bu noktadan hareketle de, Kıristiyanlık dinini bozup, niçin “baba-oğul-rûh” şeklindeki teslis (triniti) fikrine saptıkları “dalâlete düştükleri” idrâk edilebilir!) …bu şekilde bir mantık, şâyet geçerlilik kazanır ve her devlette uygulanmaya başlanırsa, netice kargaşa ve kaşmekeş olacaktır. ısbat ararsan, “Allah yoktur!” diyen idolojiler olan “komünizim, faşizim, kapitalizim” gibi sapık şeytânî sistemlerin, insanlığın başına giydirdiği belâları, tarihi aç oku : “Birinci Dünya Harbi, ıkinci Dünya Harbi, Sömürgecilik, Soykırımlar, ışgaller, Savaş, Kan..”

Tamam, dersek, kabûl edersek ki Allah var! Peki bu yeterli mi? Yani, Rabbimizin bizden istedikleri yok mu? Elbette var! O’nun te’sis etmek istediği “ılâhî Nizâm”, zâten kâinattaki her zerrede mevcuttur! Yıldız sistemleri, karınca kolonisi, kuş sürüsü, meyve ağaçları, nötron döngüsü vs.. hep, kayıtsız şartsız “Hâkimiyet Allah’ındır!” demektedirler. şayet, bir tânesi, kendi kafasına göre hareket etmeğe kalkışsa, o sistem ânında fesâda uğrar!

<< O ki, birbiri ile âhenkli yedi (kat) göğü yaratmıştır. Rahman olan ALLAH'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk, hiçbir nizâmsızlık göremezsin. Gözünü (zerreden, kürreye) çevir de bir bak (bakalım), bir bozukluk, bir çarpıklık (yarık, çatlak) görebiliyor musun?>> Mülk : 3

Âlemlerin Rabbi’nin şaşmaz nizâmı varken, kendi kafasına göre sistem kurmaya, rejim oluşturmaya, anayasa yazmaya ve idâre etmeğe kalkan, aslında ne demiş olur bilelim : << Ben de tanrıyım!” “Benim koyduğum yasalara itaat edeceksiniz!” “Başörtüyle okula giremezsiniz!” “Vizite kağıdı alıp, fâhişe olabilirsiniz!” “ıçki imâlatı serbesttir!”

Sonra, fesada uğramak kaçınılmazdır! Bu tür sistemler, sâdece bu sistemin yetiştirip beslediği azınlık zümreye iktidâr ve kazanç sağlamaktan başka ; geri kalan milyonlarca halka zulüm edecektir! Komünizim’de kızıl komiserler, Faşizim’de Naziler, Kapitalizim’de bankacı tefeciler ve fâizci masonlar halklara rağmen iktidâr ve kazanç sağlamışlardır! Devletler arasında görülen savaşlar ise, aslında bunların sâhip olduğu ideolojiler yüzünden gelişen ve oluşan çarpışmalar değildir! Esas sebep, birbirlerinin hissesine göz dikmekle alâkalıdır! Meselâ, Fransa Afrika’yı, Amerika Ortadoğu’yu, Rusya OrtaAsya’yı, ıngiltere Hindistanı, Almanya Balkanları yemeğe devam ettiği sürece, hiçbir kavga döğüş olmaz! Kızıl Komünistler, Mason Kapitalistler ve Nazi Faşistler, elele kolkola G8 zirveleri düzenlerler ve, “nasıl etsek de, daha bir usturuplu sömürsek bu milletleri” diye, ortak karar alırlar! Derler ki “ne öldürelim, ne yaşatalım ; ikisi arasında süründürelim, hep bize muhtaç olsunlar! Meselâ, kapitalistin sömürdüğü ülkenin halkı, komünizmi kendilerine karşı bir tehdit görsün ; veyâ faşist ülkenin halkı, liberalizimi kendine tehdit olarak görsün. Böylece hem, bu sömürü sistemleri, o ülkelerde daha bir köklü hâle gelir (çünkü kendini bir şeye karşı tehlike altında gören kitleler, ellerindeki yapmacık da olsa silah türünden şeylere, daha bir sıkı sarılırlar, böylece ülke içindeki muhaliflerini ezerek, daha geniş kitlelere ulaşırlar), hem de arada bir savaş çıkartarak, idâre edemedikleri genç nüfusları birbirine kırdırırlar, bozuk sistemler yüzünden mahvettikleri millî iktisadları (economi) silbaştan yazarlar, talanları ve dolanları, gizli cinâyetleri, örgütleri hep örtülü kalır! Vs….. Tehdit altındaki ülkelere silah satarlar, onlarla göstermelik dostluk birlikleri kurarlar! Yâni zulüm, kan, fesad..
<< Hâlbuki (anlamıyorlar ki) göklerde ve yerde, Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bu iki âlem de kargaşalık (ve nizamsızlık) içinde fesâda uğrar/yıkılıp giderdi! Bunun içindir ki, O, mutlak hükümrânlık tahtının Efendisi, O sınırsız kudret ve yücelik sahibi Allah, insanların isnâd ettikleri vasıflardan münezzeh olan bir Sübhân’dır ve tasvir yoluyla kendisine yakıştırdıkları her şeyin ötesinde, her şeyin üstündedir! >> Enbiyâ : 22
Müslümanlar, dünyânın “çivisi”dir! ıslâm Ümmeti şu dünyâda olmasa.. câmiler, ezânlar olmasa, Kur’ân okuyanlar, haccedenler, zekât verenler olmasa .. ve daha da önemlisi, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker edenler (Allah’ın emirlerini ve yasaklarını insanlara tebliğ edenler) olmasa, Allah, nice devirleri ve kavimleri helâk ettiği gibi, bizleri de silerdi vallâhî! Maalesef dünyânın bütün kâfirleri, elbirliği ile, ıslâm’ı söndürmek üzere toplu imhâ harekâtına geçmiş bulunmaktadırlar! ışte bu devirde, Rabbimize ibâdet (kulluk) ederek, O’nun muhteşem sisteminin birer gayretli temsilcisi olmakla (namazla, zekâtla, Kur’ân’la, tebliğle, sarıkla, cihâdla...) bu tebliği fiilî olarak sürdürür, daha da mühimi, şeytana ve onun ordusuna boyun eğmemiş oluruz. (Çünkü, Allah’a namaz kılmayan, şeytana namaz kılmış olur! Allah’a itaat etmeyen, şeytana itaat etmiş olur! Allah’ın elbisesini giymeyen, şeytanın elbisesini giymiş olur! Allah’ın TEVHıD dinine teslim olmayan, şeytanın sayısız dinlerinden birine teslim olur! Allah’la şahlanmayan, şeytanın uyduruk zevkleri ile şahlanır! Allah için adım atmayan, şeytan için adım atmış olur! Allah’ın yasaklarını çiğneyen küffârın karşısına dikilmeyenler, şeytanın safında, Allah’a ve Resûlullah’a karşı dikilmiş ve Âlemlerin Rabbi’nin dinine savaş açmış olur! ıçki içen, Allah’la savaştadır! Piyango oynayan, ıslâm’la savaştadır! Harem-Selâm yaşamayan, Hazret-i Peygamber’le savaştadır! Kur’ân varken, başka kanunlara göre evlenen, çalışan, yaşayan, üreyen herkes, Allah’ın düşmanı olmuştur!)

<< Mü’minler sâdece “ıman ettik” demeleri sebebiyle kendi hâllerine bırakılıvereceklerini, imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı zannettiler?>> Ankebut : 2

<< Eğer kâfir olur/ küfrederseniz şübhe yok ki Allah’ın size (zâten) ihtiyacı yoktur, bununla berâber kulları hesâbına küfre râzı olmaz, ve eğer şükrederseniz sizin hesâbınıza buna râzı olur, bir vizir ve günâh çeken de, diğerinin vizrini çekecek değildir, nihâyet dönüşünüz Rabbınız’adır. O vakıt O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir, çünkü o bütün sînelerin künhünü (kalblerde olanı) bilir>> Zümer : 7
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

8

26.03.2008, 22:07

Soru-2: ıbâdet, insanı başıboşluk ve gâyesizlikten nasıl kurtarır?

Bir insanın, işi gücü olmasa, evi barkı olmasa, âilesi evlâdı olmasa .. Vakt-i ömrünü kahvehânelerde veya parklarda sürterek geçirse, demez misin ki, “ne boş adam, hiçbir meşgalesi yok, ot gibi..”

Pekiyi, aynı insan, “yiyor, içiyor, uyuyor, rızkı için çalışıyor, çoluk çocuk büyütüyor, yaşlanıp ölüyor”
Tabii, bütün hayvanlar, böcekler, kuşlar, balıklar vs.. aynı şeyleri zâten yapıyorlar. Eğer insan, bunlardan farklı ve üstün ise, bu fark ve üstünlük nerededir?

Burada iki mühim nokta vardır. “Gâye” ve “Vâsıta”

Gâyemiz, hedefimiz, maksadımız nedir? Bizi bu hedefe ulaştıracak malzemeler, araçlar ve vâsıtalar nelerdir?

Meselâ, gâye : “sabah evden çıkıp, işyerine varmak.” Vâsıta : “metro”.

Meselâ, gâye : “para kazanmak” Vâsıta : “ticâret”

Meselâ, gâye : “Irak’a demokrasi getirmek” Vâsıta : “demokrasiye karşı çıkan ile savaş yapmak”

şimdi, bunları değerlendirelim.. Sabah evinden çıkan adam, önce otobüse, sonra metroya, sonra vapura, sonra taksiye, sonra minibüse, sonra tranvaya, sonra helikoptere vs.. binerse, ve akşama dönüp evine gelirse, buna ne denir? “Sen işe gitmedin mi be adam?” “Ne yapmaya okuttuk seni? ışine gücüne koş, hayâtını idâme ettir diye! Ama yazıklar olsun sana ki, bütün gün orada burada gezip, trende gemide gönül eğlendirip, manzara seyredip, akşama da eli boş geri dönüyorsun! Bir de buna çalışmak diyorsun. Ne gâyesiz adamsın böyle!..

Baktık ki, düzelme, değişme yok. Bu sefer başka bir şey ararız bu işin arkasında. Deriz ki “oğlum, bir derdin mi var, Yok! Rahatsız mısın, Yok! ışinden mi memnun değilsin, Yok! He, demek senin tek gâyen varmış, başıboş salınmak! Ne hâlin varsa gör gayrı..

Yada, bir tüccar.. Alıyor, satıyor, bir daha alıyor, gene satıyor, dükkâna mal yıkıyor, gönderiyor, yok ithâlat, yok ihrâcat .. Ama ortada hiç kazanç yok! “Ne kazandın bu sene? Ne kadar kârdasın? Girdi-Çıktı nedir? .. diye sorsak, “Yahu” diyecek “ben iş olsun diye ticâret yapıyorum, maksad oyalanmak ve insanlarla iş münâsebeti kurmak, o kadar.” “Herhangi bir kazançta veyâ kârda gözüm yok!”

ıyi ama, en azından sigortanı ödesen, ihtiyarlık ve hastalık zamanları için üç beş kuruş bir kenâra koysan, bak çoluk çocuğun yetişiyor, onların istikbâli için bir gayrımenkûl falan satın alsan.. Yâni böyle saçmasapan iş olur mu be adam! Deriz, sonra da başka bir şeyler düşünmeye başlarız. Yoksa sen bir taraflara mı karıştın, mitçi misin, casus musun, necisin? Yoksa harbi budala mısın? Amaaaan, neyse ne, ben söyleyeceğimi söyledim, var sen ne hâlin varsa gör..

Veyâ, bir ordu.. Gelmiş bir memlekete, yıllardır savaşıyor. Sebeb : “huzur getirecem, adâlet te’sis edecem, demokrasi kuracam” Pekiyi amma, sen bunları yapmıyorsun ki, senin yaptıkların “cinâyet, tecâvüz, tahribat, ölüm, yıkım, yine ölüm, yine yıkım!” Yok arkadaş, sen yalan söylüyorsun. Demek ki senin gâyen, huzur ve istikrar değilmiş. şayet öyle olaydı, bunca zamandır bir şeyler gelişirdi. Dikkat ettim, senin bu gâye ile girdiğin hiçbir memlekete, zinhar huzur gelmemiş! Hatta mevcut huzur da ilelebed gitmiş! Yeter artık, çık o topraklardan.. Deriz.

Baktık ki, yine aynı basma-kalıp lâfları söylüyor ve yine katl-i âmm’e devâm ediyor. Bu kez de biz başka türlü düşünmeye başlarız. Demek senin maksadın başka imiş. Sen ya sinsi bir Siyonist işgalci köpeksin, ya da resmen beyinsiz bir vahşisin!

Bütün bunlar ışığında, şimdi de kendimizi terâziye koyalım. Evet, gâyemiz ve hedefimiz var. Hattâ gâyelerimiz ve hedeflerimiz var. Bunlar bir zincirin iç-içe geçmiş halkaları gibiler. Meselâ ilk başta emekleme’lerimizin gâyesi yürüyebilmek idi. Yürüdükten sonra ise, gâye değişti, bu sefer etrâfı araştırmak yeni gâyemiz oldu. Ve bir evvelki hedef, şimdi vâsıtaya dönüştü. Daha sonra talebelik hayatı başladı ki, bundan maksad iyi bir tahsil görmek ve geçerli bir meslek sâhibi olmak idi. Fakat bu hedeflere erdikten sonra, önümüze para kazanmak ve ev geçindirmek hedefi çıktığından, bu sefer de evvelki gâyemiz olan “meslek”, şimdiki vâsıta oluverdi! Yâni hiçbir noktada durup da, “tamaaaam, işte şuânda maksûduma erdim, bundan sonra hep böyle sürüp gideceğim” diyemeyiz! Karşımıza emeklilik çıkacak, ihtiyarlık çıkacak, belki iflâs çıkacak Bu sefer, emekli olunca oturmak gâyesiyle aldığımız villayı, geçinmek için bir vâsıta hâline getirip kirâya vereceğiz. Ya da ömür boyu kendimize hedef edindiğimiz canımızdan kıymetli paralarımızı, bundan sonra gelen ağır bir “hastalığa şifâ bulmak maksadı”na vâsıta edeceğiz!

Demek ki, bütün bu dönme-dolaplar içinde, bambaşka ve çok üstün başka bir GÂYE var! Fakat, bunu keşfedemediğimizden, dönüp dolaşıp tekrar aynı noktaya geliyoruz. Ve bir de utanmadan hep aynı şeyi söylüyoruz : “Târih, tekerrürden ibârettir!” Evet, ama bu meselin bir de bağlı olduğu bir şart var! “ıbret almasını bilmeyen(gâfil)ler için târih, tekerrürden ibârettir.” Peki nasıl ibret alacağız? Tabii ki dönüp mâziye bakarak. (Buradan sonrası çok farklı meselelere girer.) ışte bir milletin sâhip olduğu bütün kökler, bağlar, damarlar (inkılab adı altında) kesilerek ve kopartılarak, o milletin yazısı değiştirilir, maneviyatı parçalanır, ahlâk anlayışı târumâr edilir, âile yapısı bozulur, kılık kıyâfeti yasaklanır, lisânı iptâl edilir ve ona “sen o değilsin! sen bir avrupalısın!” herzesi (saçmalığı) yıllarca ona din gibi telkin edilirse.. bu millet ne yapsın? (Bu da çok farklı bir meseledir)

ıstidradtan ana mevzûya dönersek, lâfı getirdiğimiz “GÂYE nedir?” Bu kadar büyük bir suâle, cevab vermek de ancak BÜYÜK’lerin işidir :


Fânîyim, fânî olanı istemem!

( Zâten her şeyimle tükenip, yok olup gideceğim, bu yüzden, aynı şekilde yok olup gidecek olan hiçbir şeyi istemiyorum! Dün ki hedeflerim, bugün yok oldu, bugün ki hedeflerim de yarın yok olacak. Okul, iş, askerlik, meslek, evlilik, araba, yat, kat, çocuk, emeklilik, hastalık .. Ölümlü bir fâni için, bir başka ölümlü fâni, nasıl “gâye” olabilir ki?..)
Âcizim, âciz olanı istemem!

( Bin bir türlü yetersizlik ve bilgisizlik içerisindeyim. Filanca gezegenden bir parça kopup gelse, ne yapacağımı bilemiyorum. Filanca kurtçuktan çıkıp bir virüsçük bana musallat olsa ne yapacağımı yine bilemiyorum. Öyle âcizim ki, iki hafta, yıkanmasam, tırnaklarımı kesmesem, bedenimi tıraş etmesem, yanıma bile yaklaşılmaz bir mahlûk hâline geliyorum! Bir lokma boğazımı tıkasa, bir ân ayağım kaysa .. beni kim kurtaracak acaba? şu nefes var ya, onu bir alamazsam, kızarıp bozarıp ölür giderim! O yüzden bir ciğerlik nefes için, değil dünyâyı, güneş sistemini bile verirdim! Ama gel gör ki, bu kadar kıymetli olmasına rağmen, teneffüs ettğim bu havayı, 30 sâniye sonra geri bırakmazsam, eh bu sefer de yine morarmaya başlarım! Yahu yesem de çıkartmasam, ölürüm! Yemesem, yine ölürüm! ıçmesem yaşayamam, ama içince de yaşayamıyorum! Nefes almak mı öldürür, yoksa vermemek mi, bunu da bilmiyorum! Dahası, şu burnumda ne için iki delik var? Parmaklarım nasıl oldu da üç büklüm oldu? Bunları öğreneyim de, cehâletimden kurtulayım diye ilimle fenle uğraştım. Bu sefer, daha çok câhil olduğumu farkettim ki, meğer bende ne sırlar varmış! Tek bir hücrenin bölünmesi ile oluşuyormuşum. ıyi ama, aynı moleküllerden oluşan bir şeyi, kaça bölersek bölelim, sâdece o şeyden müteaddid parçacıklar oluşur! Zâten su’dan oluşmış bir tohum, bölüne-bölüne, nasıl oldu da damar, kemik, zar, cilt, et, kan, tırnak, saç, göz, kas, sinir vs.. oluştu? Daha da bilinmezi, peki ama neticede etten, kemikten ve sudan ibâret bu bedenin içerisinde, “ses, koku, temas, görüntü, zevk, keder, gam, aşk, neşe, derd .. gibi hisler nasıl oldu da oldu yâni?.. Burnumu bile izah edemezken, ben bu kadar âcizken, nasıl olur da bana hiçbir şey veremeyecek olan, kendileri de benden daha câhil olanların icâd ettikleri sistemler, düzenler, rejimler, kanunlar, anayasalar, doktrinler, felsefeler, ilaçlar, haplar, serumlar .. sonu gelmez bunca “âcizlik ispat ediciler” nasıl olur da bana aczimden kurtuluş yolu olabilirler!?)

Rûhumu Rahmân'a teslim eyledim, gayrı istemem.

(ıyisi mi ben, etimin butumun arkasına gizlenmiş olan ve şu beden dediğim robotik makinaya elektrik misâli can veren rûhumu, fânilere ve âcizlere değil ; RAHMAN ve RAHıM olan YÜCE ALLAH’ıma teslim ediyorum. Sigorta sözleşmesini şu ânda imzâlıyorum. Primlerimi (namaz, zekât, hac) düzenli olarak ödeyeceğim! Anlaşma hükümlerini (Kur’ân âyetlerini) adım gibi ezberleyeceğim, ve artık hastalıkta-sağlıkta, darda-genişte, zenginlikte-fakirlikte .. her hâlimde RABB’ime müracaat edeceğim. Hayr da, şer de O’ndandır. Derd de, devâ da O’ndandır. Belâ da, Beraat de O’ndandır! Âciz ve Fâni olanların icâd ve keşfettikleri bütün beşerî ahlak ve adâlet sistemleri, bütün tedâvi ve şifâ usülleri, bütün ilaç ve araçları hep ama hep birer vesiledir, birer tesellidir. O, istemezse tek bir yaprak düşemez, tek bir zerre harekete geçemez “E=Mc2”. )

<<Hekim ilâçları, oğlum, bütün tesellidir. ılâç yutup iyi olmak, o bir tecellidir.>> Merhûm Âkif

ısterim, fakat bir Yâr-ı Bâkî isterim.

(Tabii hiç mi bir şey istemem? ısterim elbet, fakat, öyle bir şey isterim ki, (beni hayvandan ayıran) insanlığıma yakışır bir arzû olsun (sâdece mi’demi ve cinselliğimi doyurucu olmasın) ve nihâyetsiz istek ve arzûlarımı da mükemmelen tatmin edici olsun. Yâni ben bir Sonsuz Yâr istiyorum. Başlangıcı da olmayan, sonu da olmayan. Kendisi de diğer her şey dibi yaratılmış bir şey olmayan. Doğurulmamış ve doğurmamış olan. Ebedî ve Sermedî olan, EL BÂKÎ HÜVEL BÂKÎ olan..

Zerreyim, fakat bir şems-i Sermed isterim.

(Kabûl ettim ki, ben şu koca kâinat âlemi içerisinde, okyanustaki bir damla kadar bile değilim. Her birinde 250 milyar güneşin (yıldızın) birbirine değmeden ve yolunu şaşmadan, saatte 200bin kilometre hızla uçup gittiği galaksilerin ve bu galaksilerden de 300 milyardan fazlasını içinde barındıran kâinatın uzak bir köşesinde ancak bir “zerre” olduğumu kabûl ettim! Bununla berâber, bir zerrecik için istenecek en üstün şeyi istiyorum. Meselâ enerjisi ve kudreti bitmez-tükenmez olan bir Ebedî Güneş istiyorum ki, beni ebediyen ışıltıp, ısıtsın..)
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umûmen isterim.”

(Evet, belki hiçlikler içerisinde ben de bir hiçim! Yokluklardan bir yokluğum. Fakat, ne kadar varlık ve mevcûdat varsa, ben bunların hepsini birden istiyorum..) Böyle buyuruyor Bediüzzamân Said-i Nursî Hazretleri (rahmetullahi aleyh) Bir düşünelim, Veysel Karânîler, Ahmed Yesevîler, Yunus Emreler, Mevlânâlar, Gazâlîler, şâh-ı Nakşîbendîler, Akşemseddinler, Nizâmülmülkler, Hazret-i Ömerler, Hazret-i Aliler, Cihangir Sultanlar yetiştirebilen bir başka sistem daha var mıdır? Bunu görmemek hem körlüktür, hem de nankörlüktür!..

<< Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü (her mevsim) ölümünün ardından O canlandırıyor. ışte sizler de (kabirlerinizden) böylece çıkarılacaksınız.>> Rûm : 19

<< (Resûlüm!) De ki: Sizlere gökten (yağdırarak) ve yerden (çıkartarak) kim rızık veriyor? Ya da (işiten) kulaklara ve (gören) gözlere kim mâlik (ve hâkim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idâre ediyor? "ALLAAAAH" diyecekler. De ki: Madem öyle de (O’na ve emirlerine karşı âsi ve isyankâr olmaktan) korkmuyor musunuz?>> Yûnûs : 31

<< O ki, birbiri ile âhenkli yedi (kat) göğü yaratmıştır. Rahman olan ALLAH'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk, hiçbir nizâmsızlık göremezsin. Gözünü (zerreden, kürreye) çevir de bir bak (bakalım), bir bozukluk, bir çarpıklık (yarık, çatlak) görebiliyor musun?>> Mülk : 3

<< De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış (nasıl hârikulâde bir şekilde yoktan var ettiğine) bir bakın. ışte Allah bundan sonra (aynı şekilde) Âhiret hayatını da yaratacaktır. Muhakkak Allah, her şeye kudreti yetişen bir Kadiyr’dir.>> Ankebut : 20

<< Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun-eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sâhibi olmak isteğinden ibârettir. Bu (dünya)nın hâli, (tabiata hayat getiren) yağmurun şu hikâyesine benzer ki: yağmurun yeşerttiği nebatat ve bitkiler, toprağı eken(çiftçi)lere sevinç verir; ama sonra (bu mahsüller) kurur ve sen onların sarardığını görürsün; nihâyet toprak hâline gelir. Âhirette ise (kâfirler için) çetin bir azâb; (müttakîler için) Allah'tan mağfiret ve rızâ vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir..>>Hadid : 20

<< O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun mevzu’u edindiler de dünya hayatı(nın fâni gâye ve hedefleri) onları aldattı. Onlar, (bir gün olup da) bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve Âyetlerimizi bile-bile inkâr ettikleri gibi, Biz de (Mahkeme-i Kübrâ’nın kurulup, hesab-kitabın görüleceği ve sorgu-suâl edilecek) bugün(de) onları unuturuz.>> Ar’af : 51

<< (Resûlüm)! şüphesiz biz bu Kitâb'ı sana, insanlar için hak olarak indirdik. Artık her kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; her kim de (ıslâm’ın yolundan) saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde (bu hâlden mes’ul tutulacak bir) vekil değilsin.>> Zümer : 41

<< Doğrusu biz seni Hak (olan Kur'an şerîati) ile (mü’minleri cennetle) müjdeleyici ve (kâfirleri cehennem azâbı ile) ikâz edici olarak gönderdik. Sen cehennemlik(olacak şekilde isyân ve inkâr ederek, Rabbine küfredici)lerden mes’ul değilsin.>> Bakar : 119

Soruyu hatırlayalım : <<ıbâdet, insanı başıboşluk ve gâyesizlikten nasıl kurtarır? >> Nasıl kurtarmaz ki? Hayâtın ve Yaradılışın gâyesini bulmak, zâten gâyesizlikten kurtulmak değil midir? Rahman ve Rahim olanın emri altına girmek ve O’nun emirlerine itaat etmek, zâten başıboşluktan kurtulmak değil midir? O’na kulak vermeğe devâm edelim :
<< Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.>> Zâriyat : 56

<< Ve ölüm (vakti) gelip çatıncaya dek Rabbine ibâdet et(ki, mutlak bir inanca eresin).>> Hicr : 99

<< Bir de kâfirler dediler ki: “şu Kur'ân okunduğunda, ona (inanıp) kulak vermediğiniz gibi, ona karşı yaygara koparıp onun, başkaları tarafından anlaşılmasını da engelleyin. (Yalan yanlış ifâdeler kullanın, Kur’ân’da tesettür yoktur, Kur’ân’da namaz yoktur deyin, insanların kafalarını karıştırın veyâ Kur’ân kurslarına kilid vurun, okunmasına ve okutulmasına türlü engeller çıkartın vs..) Ancak böyle yaparak üstünlük sağlayıp onu bastırmayı umabilirsiniz.>> Fussilet : 26

<< Kendilerine apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman, hakkı (hakikati) inkâr etmeğe şartlanmış olan(zındık)ların yüzündeki inkârcı tavrı (hoşnutsuzluğu) hemen fark edebilirsin; kendilerine âyetlerimizi okuyanlara neredeyse saldıracak gibidirler! (Eyy sevgili habibim, o kâfirlere) De ki: “Peki, size şuânda hissettiklerinizden daha vahim olanı haber vereyim mi? Bu, Âhiret Günü'nün ateşi olan CEHENNEMdir ki, Allah onu, hakkı inkâra şartlanmış olanlara vaad etmiştir; varılacak ne kötü bir âkıbettir o!>> Hacc : 72

<< Kur’ân okunduğu zaman, (mânâsını düşünmek üzere) sükût edip (cân-ı gönülden) dinleyin ki, rahmet olunasınız, merhamet bulasınız.>> Ar’âf : 204


Uyan gafletten ey gâfil (insan), seni aldamasın (bu fânî) dünyâ!
Yakanı al (nefsin zâlim) elinden ki, seni sonra kılar (iki cihânda hem rezil hem) rüsvâ!
Ne sandın (acaba) sen bu gaddarı ki, ta böyle (ahmakça) onu sevdin?
Â’nı (Onu) her kim ki sevdiyse (senin gibi), (muhakkak) dinini eyledi yağma!

Niyâzî Mısrî Hazretleri
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

9

07.04.2008, 12:58

ıbâdet(ALLAHIN EMıRLERı YAPIP VE YASAKLARINDAN KAÇINMAK) ne büyük bir ticaret ve saadet;

fısk ve sefâhet(GÜNAHLAR VE EğLENCELER..DÜNYADA ıSTEDığıMıZ GıBı YAşAMAK.ıBADET ETMEMEK) ne büyük bir hasâret(ZARAR VERECEğıNı) ve helâket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Bir vakit, iki asker, uzak bir şehre gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler. Tâ yol ikileşir. Bir adam orada bulunur. Onlara der:

"şu sağdaki yol, hiç zararı olmamakla beraber, onda giden yolculardan ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür.

Soldaki yol ise, menfaati olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi, kısa ve uzunlukta birdirler.

Yalnız bir fark var ki; intizamsız, hükümetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silâhsız gider.

Zâhirî bir hiffet(GÖRÜNÜşDE BıR HAFıFLıK), yalancı bir rahatlık görür.

ıntizam-ı askerî altındaki sağ yolun yolcusu ise, mugaddî (GIDALI)hulâsalardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü (DÜşMANI)alt ve mağlûp edecek iki kıyyelik bir mükemmel mîrî silâhı taşımaya mecburdur."

O iki asker, o muarrif(TANITTIRCI..ıKı YOLU ANLATAN ADAMIN) adamın sözünü dinledikten sonra, şu bahtiyar nefer(ıYı GÜZEL DÜşÜNCELı ASKER) sağa gider.

Bir batman ağırlığı omzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur.

Öteki bedbaht nefer ise(KÖTÜ DÜşÜNCELı ASKER), askerliği bırakır. Nizâma (DÜZENE,KURALLARA)tâbi olmak istemez.

Sola gider. Cismi bir batman ağırlıktan(ASKERıN TAşIDIğI ÇANTA VE SıLAHI TAşIMAKTAN ) kurtulur.

Fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem her şeyden, her hâdiseden titrer bir sûrette gider. Tâ mahall-i maksûda(ıSTENıLEN YERE ) yetişir. Orada, âsi ve kaçak cezasını görür.
Askerlik nizâmını seven, çanta ve silâhını muhâfaza eden ve sağa giden nefer ise, kimseden minnet almayarak, kimseden havf etmeyerek(KORKMUYARAK), rahat-ı kalb ve vicdan ile gider. Tâ, o matlûb(ıSTENıLEN) şehire yetişir. Orada, vazifesini güzelce yapan bir nâmuslu askere münâsip bir mükâfat görür.

10

07.04.2008, 12:59

ışte ey nefs-i serkeş!(ıSYAN EDEN ,BAşIBOZUK NEFıS)

Bil ki, o iki yolcu, biri mutî-i kanun-u ılâhî,(ıLAHı KANUNA ıTAAT EDEN)

birisi de âsi ve hevâya (NEFSıN ıSTEKLERıNE,ARZULARINA)tâbi insanlardır.

O yol ise, hayat yoludur ki, âlem-i ervâhtan(RUHLAR ALEMıNDEN) gelip, kabirden geçer, âhirete gider.

O çanta ve silâh ise ibâdet ve takvâdır.(TAKVA YASAK şEYLERDEN VE GÜNAHLARDAN UZAK DURMAKTIR)

ıbâdetin, çendan(GÖRÜNÜşTE), zahirî bir ağırlığı var. Fakat, mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez.

11

08.04.2008, 08:12

Çünkü, âbid(KUL), namazında der: -Eşhedu en la ilahe illallah Yani, "Hâlık(YARATAN) ve Rezzâk(RIZIK VEREN), Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat, Onun elindedir. O hem Hakîmdir(HıKMETLı ış YAPAR), abes(BOş FAYDASIZ) iş yapmaz.

Hem Rahîmdir, ihsanı, merhameti çoktur" diye itikad ettiğinden,(ıNANDIğINDAN) her şeyde bir hazîne-i rahmet kapısını bulur. Duâ ile çalar. Hem herşeyi kendi Rabbinin emrine musahhar görür. Rabbine ilticâ eder;(SIğINIR) tevekkül ile istinad edip, her musîbete karşı tahassun eder. ımânı ona bir emniyet-i tâmme verir. (TAM EMNıYET VERıR)
Evet, her hakiki hasenât(HAYIR,ıYıLıK) gibi, cesâretin dahi menbaı (KAYNAğI)imândır, ubûdiyettir.

Her seyyiât(GÜNAH) gibi, cebânetin(KORKAKLIğIN) dahi menbaı dalâlettir.(ıMANSIZLIKTIR.DıNSıZLıKTıR.ıNKARCILIKT IR)
Evet, tam münevverü'l-kalb(KALBı TAM NURLANMIş) bir âbidi,(KULU) küre-i arz(YERKÜRE) bomba olup patlasa, ihtimâldir ki, onu korkutmaz.

Belki hârika bir kudret-i Samedâniyeyi,(SAMED OLAN ALLAHIN KUDRETıNıN TECELLıSıNı) lezzetli bir hayret ile seyredecek.

Fakat, meşhur bir münevverü'l-akıl(AKLI NURLANMIş..AMA KALBı NURLANMAMIş) denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?" der, evhâma (KURUNTUYA)düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.)

12

08.04.2008, 08:13

Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermâyesi hiç hükmünde. Hem nihayetsiz musîbetlere mâruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde birşey. Adetâ sermâye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir.

Bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere(ıNSAN RUHUNA) ibâdet, tevekkül(SANA DÜşENı YAPIP GERıSıNı ALLAHA BIRAKMAK..MESELA TARLADA ÇıftÇıLER KENDıLERıNE DÜşEN ışı YAPACAKLAR..GERıSıNı ıSE ALLAHA BIRAKACAKLAR..ışTE BU TEVVEKKÜLDÜR)
, tevhid, teslim ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder(ANLAR)

. Mâlûmdur ki, zararsız yol, zararlı yola velev on ihtimâlden bir ihtimâl ile olsa tercih edilir. Halbuki, meselemiz olan ubûdiyet(KULLUK YOLU) yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimâl ile bir saadet-i ebediye (EBEDı HUZURUN,HAYATIN,CENNETıN) hazînesi vardır.

Fısk ve sefâhet(GÜNAHLARIN) yolu ise hattâ fâsıkın(GÜNAH ışLEYENLERıN) itirafiyle dahi menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimâl ile şekâvet-i ebediye(EBEDıYEN PışMANLIğIN ZARARI) helâketi bulunduğu, icmâ(ıSLAM ALıMLERıNıN ORTAK KANATI ) ve tevâtür(YALAN ıHTıMALı OLMAYAN KUVVETLı HABER) derecesinde, hadsiz ehl-i ihtisâsın(ışıN EHLıNıN) ve müşâhedenin(BU GERÇEKLERı GÖZLERıYLE GÖREN KALB EHLıNıN) şehâdetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbarâtıyla muhakkaktır.(GERÇEKTıR)

Elhâsıl, âhiret gibi dünya saadeti dahi, ibâdette ve Allah'a asker olmaktadır. Öyle ise biz dâimâ, -Emirlerine itaate ve hayırlı işlerde başarıya ulaştırdığı için Allah'a hamd olsun.

- demeliyiz ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir