Giriş yapmadınız.

61

20.05.2008, 17:35

Alıntı sahibi ""ruhefza""

Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir mâsumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar.

Bu cümlede bizzat ihtiyar vardır..
ışte bizim o zorda kalışımız zaten bir çeşit lisandır..
Nasılki Rabbimiz bize şah damarımızdan yakındır..
Bizim her halimizi gören ve bilendir..
Bu ihtiyaç lisanı elbetteki ihtiyarımızladır..
ıhtiyaç olarak gördüğümüzü, ihtiyarımızla yani tercihimizi kullanarak isteriz tabiki..
ıstemediğimiz, ihtiyacımız olmayan şey dua olur mu ki..
Dua zaten istemektir..


Burada ihtiyar var diyosun abla.

O zaman lisan-ı ızdırari şeklindeki dua, ihtiyar dahilinde olmuyor işte.

Ya of ya. "Kul sıkışmayınca, Hızır (a.s.) yetişmez" manasına bakan yönünü anlıyorum ama diğer taraftan "insan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gönderilmiştir" hakikatindeki dua vazifesinin kapsamı içerisinde lisan-ı ızdırari ile yapılan dua var mıdır , yok mudur?

Ben anlatamıyorum ya :cry:

62

20.05.2008, 17:42

Duada ihtiyar var, kendini ıztırar haline sokmakta değil demek istemiştim..
Duada neden var, tabi benim anladığım kadarıyla, her zor durumda kalan dua etmezki..

63

20.05.2008, 17:47

Alıntı sahibi ""talhagenc""



"insan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gönderilmiştir" hakikatindeki dua vazifesinin kapsamı içerisinde lisan-ı ızdırari ile yapılan dua var mıdır , yok mudur?



Alıntı sahibi ""ruhefza""

Üçüncü nevi dua: ıhtiyaç dairesinde zîşuurların duasıdır ki, bu da iki kısımdır.

Eğer ıztırar derecesine gelse veya ihtiyac-ı fıtrîye tam münasebettar ise veya lisan-ı istidada yakınlaşmışsa veya sâfi, hâlis kalbin lisanıyla ise, ekseriyet-i mutlaka ile makbuldür. Terakkiyât-ı beşeriyenin kısm-ı âzamı ve keşfiyatları, bir nevi dua neticesidir. Havârık-ı medeniyet dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, mânevî bir dua neticesidir. Hâlis bir lisan-ı istidatla istenilmiş, onlara verilmiştir. Lisan-ı istidatla ve lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî ile olan dualar dahi, bir mâni olmazsa ve şerâit dahilinde ise, daima makbuldürler.


Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 290


Bu iki iktibası beraber düşündüm..

64

20.05.2008, 18:08

Alıntı sahibi ""talhagenc""


... "insan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gönderilmiştir" hakikatindeki dua vazifesinin kapsamı içerisinde lisan-ı ızdırari ile yapılan dua var mıdır , yok mudur?



Talha kardeşim, son yazımda sanırım bu noktaya temas ettim. Okursan katkların-ız ile bir sonuca varabiliriz.

Lisan-ı ızdırari aczi ve fakri gösterir. ıktidarın ve tasarrufun kendinide olmadığını anlatır.

Kali dua ise o aczini gördüğünü, fakrını anladığını, iktidarının olmadığını tasarrufun başkasında bulunduğunu anladığını bildirir. O zarureti giderecek ve ihtiyacatına tek cevap verebilecek olan Kadir ve Hakim bir Zat'a imanı gösterir. ışte, duanız olmasa ne ehemiyetiniz varın bir hikmeti gözüktü.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

65

20.05.2008, 21:03

Alıntı sahibi ""Ceka""

...
....

Oysa insan kali duaya da mükelleftir. Ama çoğu kez zaruretinin defini yanlış ilaçta görür ve onu ister. Hem dua ile beraber sebeblere müracat ile halinin define çalışır. Ancak, iktidarı şerçe kuşu kadar olmayan insan, bir türlü o sebeplerden ve yaptığı dualardan müspet bir sonuç göremez. Zarureti ziyadeleştiği noktada "umulmadık bir yerden, umulmadık bir vakitte hatta umulmadık bir şekilde" ihtiyacı görülür.

ışte ben anlıyorum ki lisan-ı ızdırari makbul bir duaya vesiledir. Rahmaniyete bakar. Rahman isminin idaresi altında tasarrufunu gösterir. Bir hikmeti budur.

Lisan-ı kal ile yapılan dua ise Rahimiyete bakar. Rahmeti celb eder. Bir hikmeti budur.

Lisan-ı ızdırari mahlukatın aczini gösterirken, insan, lisan-ı kal ile o aczini gördüğünü , iktidarının hiç hükmünde olduğunu ve tasarrufa yetkili olmadığını görmek ile mükelleftir. Herşeyin idaresi ve tasarrufu elinde olan Kadir ve Hakim bir zatın ancak o ihtiyacı giderebileceğini anlar ve ona müracat eder.

...
....


Anahtar kısım burası sanırım :roll: Lisan-ı ızdırari meselesinin açılması lazım, bu kısımda çok sırlar gizli bence...

66

21.05.2008, 01:35

Üçüncü nevi dua: ıhtiyaç dairesinde zîşuurların duasıdır ki, bu da iki kısımdır.

Eğer ıztırar derecesine gelse veya ihtiyac-ı fıtrîye tam münasebettar ise veya lisan-ı istidada yakınlaşmışsa veya sâfi, hâlis kalbin lisanıyla ise, ekseriyet-i mutlaka ile makbuldür. Terakkiyât-ı beşeriyenin kısm-ı âzamı ve keşfiyatları, bir nevi dua neticesidir. Havârık-ı medeniyet dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, mânevî bir dua neticesidir. Hâlis bir lisan-ı istidatla istenilmiş, onlara verilmiştir. Lisan-ı istidatla ve lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî ile olan dualar dahi, bir mâni olmazsa ve şerâit dahilinde ise, daima makbuldürler.

Sualin tam cevabı, Ruhefza kardeşimizin dikkat çektiği yukarıdaki paragrafın içinde bence. Zira bizim aradığımız, duadan beklenen bütün hususiyetler bu ifadelerin içinde mevcut. ızahta zorlanıyor olabiliriz; ancak anlamakta zorlanmadığımızı, zorlanmayacağımızı zannediyorum.
Aç bir insanı düşünüyorum... (Meselâ Afrika'daki açları...) Bu duruma ihtiyarları ile düşmüş değiller.(Yani açlık grevi yapmıyorlar) Eğer iman sahibi ise, rızkı için Rezzak-ı Kerîm'e dua eder. Onların bu duası ihtiyarîdir. Keyif için değildir; "ihtiyac-ı fıtrîye tam münasebattar"dır. Bütün sebeplere müracaat etmiştir. Rezzak-ı Hakîki'nin kim olduğunu bilmekte ve yalnızca ondan istemektedir. Açlıktan neredeyse ölmek üzere ve çaresiz(muztar)dir.
Gidilecek tek kapının, Rezzak-ı Kerîm'in kapısı olduğunun idrakindedir. Öyle bir gönül yangını ile dua eder ki, işte o dua "ekseriyet-i mutlaka ile makbuldür."
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

67

21.05.2008, 12:30

O zaman lisan-ı ızdırari ile dua etmek ihtiyar dahilinde değildir. O kadar aciz ve fakir bir duruma düşmemiz zaten başlı başına duadır, ayrıyeten kavli duaya gerek yoktur mu diyoruz şimdi?

68

21.05.2008, 14:24

Çiftçinin toprağı sürmesi de dua yerine geçip, umumiyetle kabul oluyorduya..

69

21.05.2008, 15:16

Alıntı sahibi ""talhagenc""



Risale-i Nur'un değişik yerlerinde lisan-ı ızdırari terimi kullanılmaktadır. Bunun tam olarak ne manaya geldiğini fehmedemedim ağabeylerim. Yarımdılarınızı istirham ediyorum. Allah razı olsun...

Aziz ağabeylerim ve muhterem kardeşlerim çok güzel yerlere temas etmişler ve "lisan-ı izdırari" meselesine münasip yerler eklemişler ve izahatlarda bulunmuşlar.

Acizane şu kadar diyebilirim ki ızdırar hali bir mecburiyet durumudur.Fıtri olaran Rabbimiz tarafından dercedilen bir halettir ki bu ızdırar hali çok şiddetli bir taleb ve Allah tarafından kabule şayan bir hal olmalıdır.

Düşünelim ki fıtri olarak ciğerlerimiz Allah tarafından yaratılmış ve onun ihtiyacı olan oksijen için bizler ihtiyari bir duruş yapmıyoruz.Ancak ciğerlerimizin ızdırar hali öyle bir lisan-ı ızdırari durumudur ki bu fıtri hal ve durum Rabbimiz tarafından karşılanmaktadır.Demek oluyor ki ciğerlerimiz ve diğer organlarımız yaratılışa bağlı olarak lisan-ı ızdırari hali ile Allah'tan istiyor ve Rabbimiz ise ihtiyarımıza bırakmadan bu duanın ve ızdırarın karşılığını veriyor.Ancak bizlerden ihtiyari olarak bu verilen nimetlerin şükrünü istiyor.Kul bu ızdırari dua ile kendisine verilen nimetlerin şükründe elbetteki tembellik ve nankörlük etmemelidir.

Bir yavruyu düşünelim.Hayvani olsun veya insani olsun.Onların acziyeti ve çaresizliği ızdırari bir hal olmalıdır.ışte bu lisan-ı ızdırari halleri öyle keskin bir vesile-i dua oluyor ki hiç bilmedikleri ve anlamadıkları bir tarzda en safi gıda ile beslendiriliyorlar.ışte yavruların beslenmelerinin ardında da lisan-ı ızdırari halini hissedebilirz.

Yine Sünuhat'ta geçen bir bahis vardır.Keçi kurttan kutulmak için bütün lisan-ı ızdırari hali ile atılır ve kudun karnını parçalar.

Risale-i Nurların değişik yerlerinde korkak olan tavuk misali de verilir.O korkak olan tavuk ızdırar halinde yavrularını kurtarmak için başını ite kaptırmıştır.Halbuki ızdırar hali dışında tavuk hakikaten korkaklıkla darb-ı mesel olmuştur.

Yine ağaçların beslenmesi de ızdırar haline bir örnek olabilir.Onların kanaatleri ve lisan-ı ızdırari duruşları da çok makbul ve vesile -i rızık olur.

O halde şöyle düşünebiliriz.Izdırar hali bir muzdariyet halidir.Çok makbul bir vesile-i rızık,cesaret,şecaat ve kolaylıktır.Rabbimize yakınlaşmanın ve kabule ulaşmanın en tesirli ve kısa yoludur.

Allah'ın şeriat-ı fıtriye kanunlarına binaen ateş yakar ve su boğar.Bu umumi bir adetullahtır.

Sanırım lisan-ı ızdırari halide buna yakın bir haldir ki kim o şartlara yakın ise suhulet görüyor ve neticesini çok tesirli ve en şiddetli olarak görüyor diye düşünüyorum.

şimdilik bu kadar selametle kalınız.

70

21.05.2008, 21:33

Allah razı olsun ağabeylerim. Benim lisan-ı ızdırariden yola çıkarak gelmek istediğim mesele şudur ki;

Alıntı sahibi ""Kastamonu Lahikası""



şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevi ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:

Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfât vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevi ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. şöyle ki:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfât-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahirzamanda Hazret-i ısâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, ıslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i ısa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakarlığın manevi ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.

Kaynak: http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3302



Bu yukarıdaki kısımda geçen mevzu yüzünden Haydar Baş gibi çok kimseler Risale-i Nur'a cahilane saldırıyorlar. Buradaki mevzunun lisan-ı ızdırari ile doğrudan alakalı olduğuna inanıyorum. Zira "ışte ben anlıyorum ki lisan-ı ızdırari makbul bir duaya vesiledir. Rahmaniyete bakar. Rahman isminin idaresi altında tasarrufunu gösterir. Bir hikmeti budur. " diyor Üstad Hazretleri. Yani demek istiyorum ki, o musibetzede ve bir nevi fetrette olan o Hıristiyan mazlumların o hali o derece makbul bir dua haline gelip onları cehennemden kurtarabiliyorsa, lisan-ı ızdırari ihtiyarsız hasıl olan ve mükellefiyet altında olmayan bir çeşit duadır.

Diğer yandan gayr-ı Müslim memleketlerdeki zalimleri ve mazlumları düşünelim. O mazlumları Allah'ı bilmedikleri ve şükür ya da dua etmedikleri halde o halleri lisan-ı ızdırari derecesine geldiğinden daha bu dünyadayken Allah onların lisan-ı ızdırari ile yaptıkları dualarını kabul ederek başlarındaki zalimden kurtarabiliyor. Öyleyse lisan-ı ızdırari teklifsiz gelen bir ihsan-ı ılahî'dir diye bildim.

Bahsini ettiğiniz şükür ve dua ise her Müslümana her daim farzdır. Benim burada nazarları çekmek istediğim yer, gayr-ı Müslimlerin durumlarıdır. Hatam olmuşsa düzeltilmesinş, eksiklerimin de tamamlanmasını talep ediyorum..

71

21.05.2008, 22:37

Yirmi Üçüncü Sözdeki dua bahsinde geçen yeri alalım ve birlikte tefekkür edelim inşallah.

Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyanıyla sabit olan budur ki: Bütün mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi, bütün kâinattan dergâh-ı ılâhiyeye giden, bir duadır:

Ya istidat lisanıyladır-bütün nebâtat ve hayvânâtın duaları gibi ki, herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.

Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır-bütün zîhayatların, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metâlibi istiyorlar.

Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki, muztar kalan herbir zîruh, kat'î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.

Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür.

Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir.(Yirmi Üçüncü Söz )

72

22.05.2008, 01:41

Alıntı sahibi ""talhagenc""

O zaman lisan-ı ızdırari ile dua etmek ihtiyar dahilinde değildir. O kadar aciz ve fakir bir duruma düşmemiz zaten başlı başına duadır, ayrıyeten kavli duaya gerek yoktur mu diyoruz şimdi?


Hayır, bence öyle demiyoruz Talha kardeşim. Bence lisan-ı ıztırarî ile dua etmek ihtiyar haricinde değil, ihtiyar dahilindedir. ıhtiyar haricinde olan dua ya "istidat lisanıyla"dır veyahut "ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla"dır.
"Lisan-ı ıztırarî"de ise dua eden muztar kalmıştır ve bu vesile ile ve ihtiyarı ile kabule şayan bir dua etmektedir. Yani kişi "muztar" kalmakla mecburen dua yapıyor manâsında anlamamak lâzım diye düşünüyorum. "muztar" kaldığı halde duaya yönelmeyebilir de. "Sahib-i Hakiki"sini anlamayabilir; dolayısıyla da dua etmeyebilir.
Tam burayı yazarken sanırım sizin anlatmak istediğinizi şimdi daha iyi anladım gibi. Yani kişi ihtiyarı ile dua etmediği halde onun o çaresizliği Rahmaniyet'in tecellîsini netice verir ve Cenab-ı Hakk o muztar hali bir dua kabul ederek karşılığını ihsan eder manâsında söylüyorsunuz sanırım.
Gecenin bu saatinde bunu sıhhatli düşünemiyeceğimi hissediyorum. Kardeşlerimizin katkıları ile biraz daha müzakereye ve düşünmeye devam inşallah!
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

73

22.05.2008, 07:33

Alıntı sahibi ""osmanoğlu""

...
Tam burayı yazarken sanırım sizin anlatmak istediğinizi şimdi daha iyi anladım gibi. Yani kişi ihtiyarı ile dua etmediği halde onun o çaresizliği Rahmaniyet'in tecellîsini netice verir ve Cenab-ı Hakk o muztar hali bir dua kabul ederek karşılığını ihsan eder manâsında söylüyorsunuz sanırım.


Aynen bunu diyorum abi..

74

22.05.2008, 11:42

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""


Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki, muztar kalan herbir zîruh, kat'î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.(Yirmi Üçüncü Söz )


Esasında yuykarıdaki Üstadımızın izahı bizlere kapı açıyor diye düşünüyorum.

lisan-ı ıztırari bir duadır diyor Üstadımız.Izdırar hali ise bir mecburiyet ve muzdariyet durumudur.

Muzdar kalan her bir ruh sahibinin kesin bir iltica ve sığınma hali ile dua ettiğini ve bilmediği bir koruyucusuna sığındığını belki de Merhametli olan Rabbine yöneldiğini söyler Üstad.Aşağıdaki Sünuhat'taki kısımlarla da birlikte tefekküre devam edelim inşallah.


"Hem darb-ı mesel olmuş, keçi, kurttan havfı, ıztırar vaktinde mukavemete inkılâp eder; boynuzuyla kurdun karnını deldiği vâkidir. ışte harika bir şecaat.."

"Evet, şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ıztırarî şecaati gibi fıtrî bir heyecan, demir güllede su gibi zulmün burudetli husumet-i kâfiranesine maruz kaldıkça herşeyi parçalar. Rus mojikleri buna şahittir."(Sünuhat)

75

22.05.2008, 12:11

Çanakkale Destanımız da lisan-ı ızdırarinin bir örneği sayılabilir mi?

76

23.05.2008, 16:47

Özür dilerim Talha kardeşim. Ben şöyle bir misal tasavvur ettim.

Evladımız bir anda bir yerden düşecek(hafazanallah). O anda bir refleks ile hiç imkanı yok iken kurtarıyoruz.

Sonra aklımız buna şaşıp kalıyor. Diyoruz, böyle bir şey nasıl olur. O ani düşüş yüz kat yavaşlasa belki o hareketi yapmak mümkün değilken veya bir insanın belki dakikalar ve belki saatler süren tefekkürü ile ancak planlayabileceği ve o halde dahi başarı yüzde bir iken, bir an-ı seyyalede , o kalbi feryadın en üste çıktığı çaresizlik hengamında onu havada tutup nasıl kurtardım?

ışte o anda evladımız düşüyor görüyoruz. O haldeki dehşet ve çaresizlik lisan-ı ızdıraridir. O gayr-ı ihtiyari hamle o lisan-ı ızdırari duasının makbuliyetini gösterir. Yapılmaz yaptırılır.


Bir de lisan-ı ızdırarinin başka bir yönü var. Hz. Yunus'un denizin ortasında kalması hali gibi. Esbab sukut etmiş. Ölüm kesin. O durumdaki hal ızdıraridir. Ama orda istenilen bir şey var. Onu ordan kurtaracak ve esbaba söz geçirebilecek Zat'ı görmek ve ona niyaz etmek.

ılkinde ani ve defi olduğu için orada işleyen eli olayın sonrasında tefekkür isteniyor. Belki bir uyarı taşıyor.

ıkincisi ise o anda bir lisan-ı kal istiyor.

Bir üçüncüsü daha var.

Mesela, rızkımız kesilmiş ve zor bir durumdayız. Rızk için tüm iktidarımız dahilinde Adetullaha müracat ederek rızkımızı arıyoruz. Bir iş yapıyoruz. Parasını aldığımız vakit biri hırsızlıyor. Çaresizlik içinde evin yolunu tutuyor ve aliemizi düşünüyoruz. Bakıyoruz ki kapının önünde on sene önce sana borcu olan bir adam peyda etmiş. Sana borcunu iade ediyor. "Hiç ummadığınız bir anda" ayetinin manası tecelli ediyor.

Yani, ben anlıyorum ki her halde insandan istenilen o ızdırari hali giderecek her şeye hakim ve kadir zatı görmek ve tanımak. Aczini ve fakrını görmek. Esbabıb tesirsiz olduğunu anlamak ve hakeza.

Bu noktada kafirler ile mü'minler ayrılıyor. Kafir bu işler tesadüfe veya aklına veriyor.

Ama Kastamonu lahikasında farklı bir durum var. Zira, ordakiler yarı fetrette yaşıyor. O zulümden çıkan lisan-ı ızdırari makbul bir dua haline geliyor. Fetrette oldukları için kalen o zulümden necata erdirecek zatı tam göremiyorlar ve anlamıyorlar.

Hem Allah o mazlumları taltif ile o zalim kafirlere galibiyetini ilan edip tam intikam alıyor. O mazlumların lisan-ı ızdırari ile duası makbul bir dua olmasından hesap günüde adalete muhalif olmuyor.

Ben böyle düşündüm ve kurguladım.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

77

23.05.2008, 23:39

Hz. Yunus Aleyhisselamın durumunu farklı algılıyorum abicim. Çünkü orada Hz Yunus Aleyhisselamın kavmini terk etmesi şeklinde bir zellesi ve buna mukabil bir imtihanı ve sonucunda pişmanlığı var. Bence o hususu karıştırmak isabetli olmayabilir.

Kastamonu Lahikasındaki meselede ise tam bir zulüm var. Hem de büyük bir zulüm. Allah'ı bilmeyi ve tanımayı engelleyecek tüm sebepler birleşmiş. Bu durumda mazlum konumundakilerde vicdan, kalp, akıl gibi hasseleri öldürecek filler bulunmadığından ve halleri itibariyle hem maddi hem de manevi açıdan muztar durumda olduklarından o halleri onlar adına makbul bir dua hükmüne geçerek onlara bir medar-ı kurtuluş olabiliyor demek ki.

Yani ızdırar hali itikada bakmaksızın bir nevi makbul dua oluyor diye kalben hissediyorum. Hissimden emin olmadığımdan müzakereye açıyorum. Yardımlarınızla inşallah hakikate ulaşmak istiyorum.

Not: Estağfurullah Cevat ağabeyim. Özür neye ve kime olabilir ki. Senin gibi muhlis bir ağabeyimin özür dilemesine sebep olduğumdan dolayı asıl ben özür dilerim...

78

24.05.2008, 16:36

Valla yalansız lisan-ı ızdırari meselesini bir türlü tam anlamadım. Kimse gücenmesin her yazan güzel yazmış. Ama ben onların yazdıklarını aynen almak yerine kendi aklımın anlıyacağı lisana getirmeye çalışıyorum. Anlamışta olabilirim, ama fehm başka ifham başka. ıfham olmadan fehmetmeyi fehmetmek kabul edemiyorum.

Bu yüzden ben isterdim ki şu kelime hakkında biraz daha izahlar yapılsın.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

79

24.05.2008, 17:01

Acaba bu terimi anlamamıza yardımcı olabilecek başka bir terim olabilir mi? Mesela adalet-i mahza ve adalet-i izafi terimlerini de lisan-ı ızdırariyi anlamaya çalışırken yardıma çağırsak faydası olur mu?

80

27.05.2008, 18:16

Sikke ve hatem derken bir kaç tefekkür kırıntısı daha derhatır oldu..

Bir malın üretimi, ya bizatihi o markanın kendi fabrikasında yapılır, ya da bu işi yapan başka bir fabrikaya, o malın üretimi fason olarak verilip yaptırılır..
Yani malın üretimini yapanın değilde, yaptıranın etiketi takılır o mal üzerine..
Bu kainatta yaradılmış olan şeylerdeki sikkeler, o kainattaki yaradılmış olan o san'atlı varlıkların, başka başka ellerden değil de, bizzat o kainatın Sahibinin eser-i desti olduğuna delildir..
Bir gün, ünlü bir kazak markasının mağazasına ayak üstü uğramıştık..
Oradaki mamüller, model olarak çok basit olduğu halde, halk arasında sırf markası adına çok tutuluyordu..
Kazak içindeki etiketi okuduk, çin'den ithaldi..
Tezgahtar kıza sorduk gayr-i ihtiyari;
"Koskoca firma Çin'den mi getiriyor bu kazakları
Kendi fabrikası yok mu?"
Türkiye'deki işçilik maliyetlerinden filan sözü açtı..
Bunları duyunca, artık o markanın çok tutulması bana çok şey ifade etmiyor..
Çünkü kazakları fason mal, başka bir firma da aynı malı para verip alarak satabilir, bu bana çok da orjinal olmadığı düşüncesini verdi..
ışte, bu kainatta ne varsa, bir ve tek Yaradıcının bizzat kudret elinden çıkması, o yaradılmışların, taklid edilmez olduğuna da delildir..

Bu konuyu değerlendir