Giriş yapmadınız.

1

31.01.2008, 11:43

Risale-i Nurda ilmi izahlarin gectigi yerler

Kiymetli abilerim,
Bildiginiz, akliniza gelen risalelerde gecen ilmi yerleri yazabilirseniz cok sevinirim. Ornegin atardamar,toplardamarlarin anlatildigi yerler, alyuvarlar-akyuvarlar gibi mesela.. daha ne varsa.

Allah razi olsun

Bu konularla ilgili ogrencilerimin de istifadesine sunabilecegim sunum calismalari yapmayi dusunuyorum.

2

03.02.2008, 07:35

Buyuk bir umitle hala bekliyorum. Siz de haklisiniz, hep isin kolayina kaciyorsun kulliyati bastan sona devir kendin cikar diyorsunuz herhalde.

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

3

03.02.2008, 13:15

Sâni-i Hakîm beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halk etmiştir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür; bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânına (dolaşımına) medârdırlar.

Kan ise, içinde iki kısım küreyvât(kürecikleri) halk edilmiş. Bir kısmı küreyvât-ı hamrâ (al yuvarlar, Kırmızı kan kürecikleri, kanın her mm.küpünde beş milyon kadar bulunurlar) tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine(hücrelerine) erzak dağıtıyor ve bir kanun-u ılâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor-tüccar ve erzak memurları gibi. Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar(akyuvarlar) ki, ötekilere nisbeten ekalliyettedirler(azınlıktadırlar). Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdâfaadır ki, ne vakit müdâfaaya girseler, Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile, süratli bir vaziyet-i acîbe alırlar.

Kanın heyet-i mecmûası ise, iki vazife-i umumiyesi var. Biri bedendeki hüceyrâtın tahribâtını tâmir etmek; diğeri hüceyrâtın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride (toplardamar) ve şerâyin (atardamar) nâmında iki kısım damarlar var ki; biri sâfî kanı getirir, dağıtır, sâfî kanın mecrâlarıdır. Diğer kısmı, enkazı toplayan bulanık kanın mecrâsıdır ki, şu ikinci ise, kanı, "ree" (akciger) denilen nefesin geldiği yere getirirler.

Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halk etmiştir: biri azot, biri müvellidü'l-humuza. Müvellidü'l-humuza (oksijen) ise, nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvîs eden(kirleten) karbon unsur-u kesîfini (katı elementi) kehribar gibi kendine çeker. ıkisi imtizâc (birleşir) eder, buhar-ı hâmız-ı karbon denilen (semli havaî (karbondioksit)) bir maddeye inkılâb ettirir; hem hararet-i garîziyeyi(vücüdun normal ısısını) temin eder, hem kanı tasfiye eder(temizler). Çünkü, Sâni-i Hakîm, fenn-i kimyâda(kimya ilminde) aşk-ı kimyevî tâbir edilen bir münâsebet-i şedîdeyi müvellidü'l-humuza (oksijen) ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u ılâhî ile, o iki unsur imtizâc ederler (birleşirler). Fennen sabittir ki, imtizâcdan(birleşme - aksiyon) hararet hâsıl olur. Çünkü, imtizâc, bir nevi ihtiraktır (yanmaktır). şu sırrın hikmeti şudur ki:

O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. ımtizâc vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi, bunun zerresiyle imtizâc eder(birleşir); birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallâk kalır. Çünkü, imtizâcdan evvel iki hareket idi; şimdi, iki zerre bir oldu. Her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîmin bir kanunu ile, hararete inkılâb eder. Zâten, "Hareket, harareti tevlid eder (çıkarır)" bir kanun-u mukarreredir (kat'i kanundur).

ışte bu sırra binâen, beden-i insaniyedeki hararet-i garîziye, bu imtizâc-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi; kandaki karbon alındığı için, kan dahi sâfî olur. ışte, nefes dahile(içeri) girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı(hayat ısısınız, Vücudun harareti) iş'âl ediyor (yayıyor). Çıktığı vakit, ağızda, mu'cizât-ı kudret-i ılâhiye olan kelime meyvelerini veriyor.

(Sözler)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

4

03.02.2008, 15:50

Biz de insanız, vaktimiz veya halet-i ruhiyemiz müsait olmayabiliyor. ınsanın hayatının her evresi bir değil. Yarım sayfa yazı yazabilmek için, 2 saat düşündüğüm, araştırdığım zamanları hatırlarım, bunu da sıkça yapardım. şimdi erindiğimden veya bıktığımdan değil, bazen kendim de ne halde olduğumu bilemediğimden üzerine eğilemiyorum. Birinci derece hassasiyetli durumlar dışında nadiren yazıyorum. Ben de memnun değilim bu durumdan, eskisi gibi eğilemediğim için meselelerin üzerine, ama ne yapalım.

Konuya dönecek olursak, bir yerde Üstad, insan vücudundaki yaşlanma ve yıpranmadan bahsediyordu. Anabolizma-katabolizma dengesinin yaşlandıkça bozulduğundan, yeniden yapım yavaşlarken, bozulmanın arttığından, cennette bunun olmadığından, sürekli genç kalınacağından bahsediyordu. O okuduğum bölümden ayrıca tıptaki kök hücre teknolojisine de işaret gördüm gibi. Yani yaşlanmayı durduramasa da, yavaşlatıyor, neyse... Yerini hatırlamıyorum şu an.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

5

04.02.2008, 08:31

Abdulkadir abim kizmayasin bana. Aceleci davranmis olabilirim ama ben foruma katilan abilerimin coklugunu dusundum ve bu abilerimin aralarinda eminim risalelere vukufiyeti cok iyi olanlarida vardir. Tam metin pesinde degildim. Sadece soyle bir bahis surada geciyordu galiba gibi seylerde de yeter. Artik tam yerini bulmak gibi az bir emek de ben sarfedeyim.
Allah razi olsun

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir