Mehdi Bediüzzmandan bir asır sonra gelecek... çünkü her 100 senede bir müceddid gönderiyor .Hicri 13. yy'ın müceddidi Bediüzzaman olduğuna göre hicri 14.yy'ın müceddidi mehdi olacaktır.... Sanıyorum bu şekilde daha net oldu... O geldiğindede Risale-i Nurdanda faydalanarak hizmetlerini eda edecektir......
kardeşim yanlış söyletiyorlar size.bakınız Sikke-i tasdik-i Gaybi eserinde Bediüzzaman kendisinin On dördüncü arsın Mücedditi olarak söylüyor.
Hazret-i Gavs'ın Keramet-i Gaybiyesini teyid eden bir âyetin işârâtındaki bir nükte-i i'câziyedir.
Kur'ân'dan tereşşuh eden o Sözler ve risaleler, Kur'ân-ı Hakîmin bir nevi, müstakim tefsiri ve hakaik-i imâniyenin istikametli ve kuvvetli delilleri olduğundan, o risaleler ve sözlere gelen şeref ve takdir ve tahsin, Kur'ân'a ve hakaik-i imâna aittir. Madem öyledir; bilâ-perva derim ki: "Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır." En'âm Sûresi, 6:59."sırrıyla, Kur'ân'da elbette bu istikametli tefsirinin istikametine işaret var. Evet var. Kur'ân o tefsirine hususî bakıyor. Çünkü, âyât-ı mühimmeden Sûre-i Hûd'daki"O gün insanlardan şakîler ve saidler vardır." Hûd Sûresi, 11:105." âyeti bulunan sayfanın karşısında 5"Emrolunduğun gibi dos doğru ol." Hûd Sûresi, 11:112"âyeti, fâ-yı atıf hariç olarak"Emrolunduğun gibi dos doğru ol." Hûd Sûresi, 11:112" makam-ı ebcedîsi bin üç yüz ikidir. Demek deki emr-i has içinde bulunan hitab-ı âmmın hadsiz müstakim efradları içinde, o bin üç yüz iki tarihinde bir ferdin bir cihette istikamet emrinin imtisali bir hususiyet kazanacak.
Demek on dördüncü asırda Kur'ân'dan iktibas edip, istikametsiz sakim yollar içinde sırat-ı müstakîmi gösterecek âsârı neşreden bir adamı, o hadsiz efrad içinde dahil ediyor.
Hem o istikametin bir hususiyeti var ki, tarihiyle işaret ediyor. Halbuki, o asırda şahsen istikamette mümtaz bir hususiyet kesb etmek çok uzaktır. Demek, şahsî istikamet değil. Öyleyse, o adamın teşebbüsüyle neşredilen esrar-ı Kur'âniye, o asırda istikamette imtiyaz kesb edecek. O adam şahsen gayr-ı müstakim olduğu halde, müstakimler içine ithali, o imtiyaza remzeder. Madem hakikat budur, ben kat'î bir surette itiraf ediyorum ki, hayatım istikametsiz gitmiş, kalbim sakametten kurtulmamış, o kudsî emrin imtisalinden belki yüz derece uzağım. Fakat ""Rabbinin nimetini de yâd et." Duhâ Sûresi, 93:11."sırrıyla o nimete bir şükür olarak derim ki: O bin üç yüz iki tarihi ise-Arabî tarih itibariyle olsa-Kur'ân okumaya başladığım aynı tarihe tevafuk eder. Ve-Rumî tarihi hesabıyla-ilme başladığım tarihe tevafuk eder. Öyleyse, o ima edilen ferd olabiliriz. Halbuki şahsen bütün hayatı sakim ve istikametsiz olan bir ferde istikametle ima edilse ve gayr-ı müstakim iken müstakimler içine ithal edilse, elbette o ferdin mazhar olacağı âsârın istikametine imadır. Ve o âsârın istikameti, o tarihte başlayıp dalalet yolları ve zulümat tarikleri içinde sırat-ı müstakîmi gösterecek, emrini imtisal edecek demektir. Evet, lillâhilhamd Risale-i Nur eczaları Kur'ân'ın bu mucizane ima-i gaybîsini bilfiil göstermiş, meydandadır.
şu âyetin gizli imasına ""şüphesiz Allah'a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin tâ kendisidir." Mâide sûresi, 5:56." âyeti teyid ediyor. Çünkü"inne" deki şeddeli nun bir sayılsa, tam evvelki âyete tevafuk ile, hizbü'l-Kur'ân'ın faaliyetine vasıta olan bir hâdiminin Kur'ân okumaya başladığı bin üç yüz iki tarihine, iki fark ile tevafuk etmekle beraber, şeddeli nun iki nun sayılsa, bin üç yüz elli eder ki, bu tarihte Kur'ân'dan muktebes olan Risale-i Nur etrafında toplanan, bütün kuvvetleriyle Kur'ân'ın hizmetlerine çalışan, hizbü'l-Kur'ân'ın faaliyeti ve dalâlet ve zındıkaya mânen galebe ettikleri bir zamana tevafuku ise, istikbalde tam galebelerine bir ima-i gaybîdir.(Sikke-i Tasdik-i Gaybî - Sekizinci şua)