Giriş yapmadınız.

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

1

29.12.2005, 19:43

Tevhid-i Kıble et..

Merhaba arkadaşlar..
Geçenlerde dikkatimi çeken bir meseleyi yazmak istiyorum. Üstadın Mektubat-ı Rabbani ile tefeül etmesi, imam-ı rabbaninin "Tevhid-i kıble et." demesi, bunun üzerine Üstadın Kuranı rehber tutması meselesi....
Bazı kelimeleri gözden kaçırdığım için bu meseleyi noksan olarak anladığımı fark ettim. benim gibi hata yapanlar olabilir diye yazıyorum..

Önceki anladığım mana şu şekilde idi:
-Üstad hakikate bir yol arıyor. ımam-ı Rabbanî'nin Mektubat kitabıyla tefeül ediyor.ımam-ı Rabbani "Tevhid-i kıble et." diyor. "Yani: Birini üstad tut, arkasından git, başkasıyla meşgul olma." Üstad ise "şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahval-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim? tahayyürde kaldım. Herbirinde ayrı ayrı cazibedar hasiyetler var. Biriyle iktifa edemiyordum." diyor.fakat Kuranın peşinden gidebileceğini fark ediyor. ve Kuranın peşinden gidiyor. Böylece Tevhid-i kıble etmiş oluyor.
Bu mana doğru olmakla beraber bir nokta noksan kalıyor.


-Üstad, ımam-ı Rabbaninin bu sözüne hemen zahiri mana vererek "Birini üstad tut, arkasından git, başkasıyla meşgul olma. " şeklinde anlıyor. bu cümlenin 1. manası bu şekilde.. ve bunu kendi istidadına uygun görmüyor. Fakat rahmet-i ilahiye ona bu tefeülün neticesinde imamın sözünden 2. bir manayı daha açıyor. Ona da üstad şu kelimelerle işaret ediyor. "Bu muhtelif turukların başı ve bu cedvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi, Kur'an-ı Hakîm'dir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur." ışte bu kelimelerin anlattığı mana şu şekilde oluyor:
"Tevhid-i kıble et." yani "kıbleleri tevhid et, birleştir. yani insanları hakikate ulaştıran birden fazla kıble var sen onları birle, tevhid et."Tevhid-i kıble" kelimesi bu manaya müsait bir terkiptir.
işte bütün bu "kıble" hükmündeki tariklerin menbaı güneşi Kurandır. Kuran'da tevhid oluyorlar. Kuranda birleşiyorlar. "tevhid-i kıble Kuran ile oluyor. Öyleyse sen Kuranı rehber tut." manası burada görünüyor. ışte üstad "Bu muhtelif turukların başı ve bu cedvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi, Kur'an-ı Hakîm'dir." cümlesi ile Kuranın bu birleştirme özelliğine dikkat çekiyor.
Sonra ise "Hakikî tevhid-i kıble bunda olur." diyor. çünkü bu ikinci mana, birinci manayı da içine alıyor. Yani kıbleleri tevhid edip , onları birleştiren Kuranın peşinde gidildiği zaman, zaten tek bir rehberin peşinde gidilmiş oluyor. Onun için Hakikî tevhid-i kıble bu tarzda oluyor.

Üstad bunu istidadına zıd görmüyor. çünkü bütün tarikatlerin cazibedar güzellikleri Kurandan dır. menba orasıdır. Eğer istidad müsait ise o güzelliklerin hepsi Kurandan istifade edilebilir. Üstadda öyle yapmıştır.

Risale-i nur velayetten matlub olan neticeleri verebil.ve Velayet-i Kübra nurlarına mazhardır.

2

29.12.2005, 20:52

allah razı olsun mihmandar kardeşim;

doğrusu ince bir noktayı yakalamışsın.


sizin de ifade ettiğiniz gibi, Risale-i nur bu meseleyi tam olarak halletmiştir.
zaten fiili olarak diğer yolların da kapandığı gözüküyor.

saygılar

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

3

29.12.2005, 21:07

Allah razı olsun ince bir noktayı yakalamışsınız.

Risale-i nurlar sahabe mesleğinde gidiyor. ''külle şeyin helikün illa vechehü'(yanlış yazmadım inş.) her yerde asa-yı musa gibi abı hayat çıkartıyor Allah'ın izniyle.
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

4

30.12.2005, 10:27

cezakAllahû hayr, evet, güzel ve latif bir nokta ve nükte.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

5

17.01.2006, 21:56

Bir zaman evvel bir arkadaşım bana ımam-ı Rabbaninin mektubatından bir parça göstermişti. Mehdiyet ve tecdid ile ilgili.. kendi aramızda bu mektubu yorumlamıştık. "fesubhanallah" demiştik.. Yukarıdaki "tevhid-i kıble" meselesini yazdıktan sonra hemen onun devamındaki üstadın diğer sözleri dikkatimi çekti. baktım ki üstad ile imamın sözleri birbirine paralel gidiyor. Sonra bu mektubun (28.Mektubun 3.Meselesi) mühim bir noktaya işaret ettiğine ve mühim bir nükteyi takip ettiğine kanaat getirdim. Onun için sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.

ılk önce ımamın ilgili mektubunu yazıyorum. daha sonra bu mektuba bakarak bu 28.Mektubun 3.Meselesini inceleyeceğiz.

Alıntı

........
şununda bilinmesi yerinde olur:
Nübüvvet mansıbı Hâtem'ür-rüsül Resulullah S.A. efendimizle mühürlenmiştir.Ona ve âline salat ve selam.. Lakin tebaiyet yolundan, onun tâbii olanlara bu mansıbın kemalatından kamil manada bir nasip vardır.Bu kemalat nasibi diğerlerine nazaran ashab tabakasında daha ziyadedir.Bu devlet,kıllet yolu ile çoğalarak tâbiîne, sonra da tebe-i tâbiine sirayet etmiştir.Bundan sonra, gizliliğe saklılığa geçmiştir.
Bundan sonra velayet kemalatının zıllıyyeti yayılıp üstün gelmeye ve şüyu bulmaya başlamıştır.
Ancak beklenen odurki: Aradan bin sene geçtikten sonra bu saklı devlet tecdid edile.. Ona bir üstünlük verilip şüyu' bulması, artırıla.... Böylece kemalatın aslı zuhur edip onun zılliyyetini örte.. Ve nisbet-i âliyenin mürevvici mehdi gelsin. Allah ondan Razı olsun.. (ımam-ı Rabbani - Mektubat - 260. mektuptan.)
.........

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

6

17.01.2006, 22:02

şimdi bu mektubu inceleyelim.

"Nübüvvet mansıbı Hâtem'ür-rüsül Resulullah S.A. efendimizle mühürlenmiştir.Ona ve âline salat ve selam.. Lakin tebaiyet yolundan, onun tâbii olanlara bu mansıbın kemalatından kamil manada bir nasip vardır."

Nübüvvet mansıbı. yani peygamberlik mertebesi ve makamı peygamber efendimizle birlikte bitmiştir. Fakat peygamber efendimize hakkıyla ittiba eden kişilerin, peygamberliğe mahsus kemalattan kamil manada nasipleri oluyor. Bu kişiler peygember olmadıkları halde peygamber kemalatına büyük bir mazhariyetleri oluyor.

"Bu kemalat nasibi diğerlerine nazaran ashab tabakasında daha ziyadedir."

Bu Nübüvvet mansıbına her mümin mazhar olabilir fakat bu mazhariyet en fazla Sahabelerde görülüyor. Velayet-i kübra sahibi olan sahabeler derecelerine göre bu mansıba bu makama mazhar oluyorlar.

"Bu devlet,kıllet yolu ile çoğalarak tâbiîne, sonra da tebe-i tâbiine sirayet etmiştir.Bundan sonra, gizliliğe saklılığa geçmiştir."

Bu devlet, yani bu "büyük saadet" olan kemalata mazhariyet, tabiin döneminde daha fazla insanlara yayılmış fakat mazhariyet derecesi azalmış. yani sahabe döneminde az kişi buna mazhar, fakat mazhariyet derecesi çok fazla iken tabiin döneminde mazhar olan kişilerin sayısı artıyor fakat mazhariyet derecesi azalıyor. yani kalite düşüyor. aynı şekilde tebe-i tabiin döneminde kişilerin sayısı daha da artıyor fakat mazhariyet derecesi iyice düşüyor. ışte islamın bu ilk üç asrı -ki selef-i salihin oluyorlar- Peygamberimize ittiba ile peygamberlik kemalatından nasipleniyorlar. fakat giderek azalıyor. onun için sahabeler tabiinden, tabiin de tebe-i tabiinden daha üstünler. Risale-i nurda "velayet-i kübra" veya "veraset-i nübüvvet" gibi isimlerle isimlendirilen bu kemalat, tebe-i tabiinden sonra daha görülmemeye başlıyor,saklılığa geçiyor.

"Bundan sonra velayet kemalatının zıllıyyeti yayılıp üstün gelmeye ve şüyu bulmaya başlamıştır."

evet ilk üç asırdan sonra artık nübüvvet kemalatından hakkıyla istifade olunmuyor. artık nübüvvetin bir kesif gölgesi olan velayet başlıyor.ki buna velayet-i suğra diyebiliriz. insanlar kemalatın aslına mazhar olamayıp kemalatın zılli yani gölgesi olan velayet kemalatına mazhar oluyor.

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

7

17.01.2006, 22:15

"Ancak beklenen odurki: Aradan bin sene geçtikten sonra bu saklı devlet tecdid edile.. Ona bir üstünlük verilip şüyu' bulması, artırıla.... Böylece kemalatın aslı zuhur edip onun zılliyyetini örte.."

ışte bu nokta çok mühim... ortalama -yanlış hatırlamıyorsam- 250-300 senelik "sahabe -tabiin -tebe-i tabiin" döneminden 1000 sene sonra , yani yaklaşık 1250-1300-1350 veya bu tarihlere yakın bir tecdid hareketi başlıyor. ımam- rabbaninin "saklı devlet, kemalatın aslı" dediği bu nübüvvet kemalatının tecdid tarihi Üstad Bediüzzamanın tecdid zamanlarına denk geliyor. Üstad rumi 1293 tarihinde doğduğuna göre bu tarihler onun tecdid tarihleridir.

Not: Eğer tarihlerde az veya çok sapma bile olsa önemli değil. çünkü bu imam-ı rabbaninin bir keşfidir. ve o tarihlere yakın büyük bir tecdid yapacağını söylüyor. Halbuki üstad dışında böyle tarikat harici bir yolla hakaik-i imaniyeyi tecdid eden kimse bu tarihe yakın olarak görülmüyor.

Bu tecdid meselesi geniş olarak incelenebilir külliyatta buna işaret eden yerler var, fakat yazı çok uzamasın diye kısa kesiyorum. Yanlız şu kadar söylemek istiyorum. sahabeler peygamberimize en yakın oldukları için onun hem nurundan hem de kemalatından külli olarak istifade etmişler. daha sonra gelen asır tabiin asrı ki peygamberimizin nurundan ve kemalatından istifade azalıyor. çünkü o nübüvvet kandilinden uzaklaşılıyor. sonra tebe-i tabiin.. sonra.. sonra.. derken o nur azala azala günümüze kadar geliyor.adeta "hiç yok" gibi oluyor. işte böyle bir zamanda, hatta bütün şerlerin ve çirkinliklerin istilası zamanında tekrar o kemalatı tecdid edebilmek için ne kadar o kemalata mazhariyet gerekir, siz kıyas edin...!..

sonra o kemalat yayılmaya başlayacak. şüyu' bulacak. Artık asıl kemalat olan nübüvvet kemalatı tekrar ortaya çıkıyor. velayet gizlenmeye başlıyor.

"Ve nisbet-i âliyenin mürevvici mehdi gelsin. Allah ondan Razı olsun.."

ışte o müceddid zat, velayet zılli ile veya uzaklaşma ile örtülmüş nübüvvet kemalatının üstündeki perdeleri kaldıracak doğrudan doğruya o kemalata bağlanacak. bundan daha âlî daha üstün bir bağ bir nisbet olması mümkün değildir. ve o zatın tecdidi ettiği bu "âli nisbet" diğer insanlara da yayılacak . bu intişar ve yayma işi de imamın tabiriyle "mürevvic" olan yani o kemalata revac veren Mehdi'ye ait oluyor.

Üstad da böyle demiyormu..? "ben mehdinin pişdarıyım." diyor. "mehdinin birinci vazifesini yani hakaik-i imaniye vazifesini yapıyorum" diyor. "o zat geldiği zaman Risale-i nuru program yapacak" diyor. Risale-i nuru kendine program yapan kişilere "nur talebesi" dendiğine göre, demekki risale-i nur talebelerinin ve hizmetlerinin şahs-ı manevisi mehdiyet vazifesi yapacak...

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

8

17.01.2006, 22:29

şimdi gelelim üstadın mektubuna:

Alıntı

"Dördüncü Nokta:
Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velayet-i kübra sahibi olan zâtlar, nefs-i Kur'andan bütün letaiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur'an onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki: Her vakit Kur'an-ı Hakîm, hakikatları ifade ettiği gibi, velayet-i kübra feyizlerini dahi ehil olanlara ifaza eder.

Evet zâhirden hakikata geçmek iki suretledir:
Biri: Tarîkat berzahına girip, seyr ve sülûk ile kat'-ı meratib ederek hakikata geçmektir.
ıkinci Suret: Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan, lütf-u ılâhî ile hakikata geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarîk şudur. Demek hakaik-i Kur'aniyeden tereşşuh eden Nurlar ve o Nurlara tercümanlık eden Sözler, o hâssaya mâlik olabilirler ve mâliktirler."


"Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velayet-i kübra sahibi olan zâtlar" diyerek imam-ı rabbaninin dikkat çektiği üç gruba üstadda dikkat çekiyor. onlar daki velayet-i kübra sahibi zatlardan bahsediyor. imam-ı rabbaninin tabiriyle nübüvvet kemalatına mazhar olan zatlardan. demek onlar bu kemalata Kuran ile mazhar omuşlar. Kur'andan velayet-i kübra feyizlerini alarak Nübüvvet kemalatına mazhar olmuşlar. Kur'an Peygamberimize gelen kitap olduğu için Ondan istifade etmek Resulullaha tebaiyyet oluyor. Ve peygamberimizin sünnetlerine ittiba ile de velayet-i kübra feyizlerini alacak hale geliyorlar. buraya dikkat...

"Evet zâhirden hakikata geçmek iki suretledir:
Biri: Tarîkat berzahına girip, seyr ve sülûk ile kat'-ı meratib ederek hakikata geçmektir.
ıkinci Suret: Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan, lütf-u ılâhî ile hakikata geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarîk şudur."


burada üstad hemen tarikat bahsine geçerek ımam-ı rabbaninin bahsettiği velayet zılline işaret ediyor. velayet-i kübranın üstünlüğü anlatılıyor.

"Demek hakaik-i Kur'aniyeden tereşşuh eden Nurlar ve o Nurlara tercümanlık eden Sözler, o hâssaya mâlik olabilirler ve mâliktirler."

Burada ise Üstad açıkca Risale-i nurun o velayet-i kübra yolu olduğunu söylüyor. bin senelik velayet yolunu değil, ilk üç asırda tecelli eden nübüvvet kemalatını yani velayet-i kübrayı takip ettiğini anlatıyor. ımam-ı rabbaninin tabiriyle o nübüvvet mansıbı üstad ile tekrar ortaya çıkıyor. tecdid ediliyor.

Bu parça 28.Mektubun 3.Meselesinin 4.noktası idi.. eğer bu 3.meseleye baştan itibaren bakılırsa üstadın bu meselede baştan sona ımam-ı rabbaninin anlattığı şeyi anlatmaya çalıştığını görürüz. şimdi sırasıyla bu meseleyi inceleyelim.

(devam edecek)

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

9

17.01.2006, 23:38

ılk önce bu meselenin en başındaki suale bakalım:

Alıntı

[şu mes'ele umum ihvanımın ekseri lisan-ı hal ile ve bir kısmının lisan-ı kal ile ettikleri umumî bir sualin, has ve hususî ve mahremce bir cevabıdır.]
Sual: Senin ziyaretine gelen herkese diyorsun ki: "Benim şahsımdan bir himmet beklemeyiniz ve şahsımı mübarek tanımayınız. Ben makam sahibi değilim. Âdi bir neferin müşir makamının evamirini tebliği gibi, ben de manevî bir müşiriyet makamının evamirini tebliğ ediyorum. Hem müflis bir adamın, gayet kıymetdar ve zengin elmas ve mücevherat dükkânının dellâlı olduğu gibi; ben dahi, mukaddes ve Kur'anî bir dükkânın dellâlıyım." diyorsun. Halbuki "Aklımız ilme muhtaç olduğu gibi, kalbimiz dahi bir feyiz ister, ruhumuz bir nur ister ve hâkeza çok cihetle çok şeyler istiyoruz. Seni hacatımıza yarayacak adam zannedip, senin ziyaretine geliyoruz. Bize âlimden ziyade bir sahib-i velayet, sahib-i himmet ve sahib-i kemalât lâzım. Eğer hakikat-ı hal dediğin gibi ise, ziyaretinize yanlış geldik." lisan-ı halleri diyor.
Elcevap: Beş noktayı dinleyiniz, sonra düşününüz. Ziyaretiniz beyhude mi, yoksa faideli midir? O vakit hükmediniz.


üstadın bu mektubun başında "umumî bir sualin, has ve hususî ve mahremce bir cevabıdır." demesi manidardır. farklı yorumlanabilir ama üstad burada yaptığı vazifenin islamiyet açısından ne kadar büyük olduğunu anlatıyor. Yukarıda zaten imam-ı rabbaninin mektubuna dayanarak kısmen yazmıştık. buna ehil olmayanlar yanlış anlayabilir diye "mahrem ve hususi" demiş olabilir. bu bir ihtimal..

Sual soranların asıl istedikleri "sahib-i velayet, sahib-i himmet ve sahib-i kemalât" bir zat. Üstad kendi şahsında bir şey olmadığını fakat risale-i nurda asıl velayetin , asıl kemalatın olduğunu onlara gösterecek. Onun için "Beş noktayı dinleyiniz, sonra düşününüz. Ziyaretiniz beyhude mi, yoksa faideli midir? O vakit hükmediniz." diyor.

Birinci nokta: Üstad burada kendi şahsını kıymetsiz gösterip bununla beraber vazifesinin kıymetli olduğunu anlatıyor. Bu kısmı geçiyorum

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

10

17.01.2006, 23:45

ıkinci nokta:

Alıntı

"ımam-ı Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sâni Ahmed-i Farukî (R.A.) demiş: "Hakaik-i imaniyeden bir tek mes'elenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve keramata müreccahtır. Hem bütün tarîkatların gayesi ve neticesi, hakaik-i îmaniyenin inkişafı ve vuzuhudur." Mâdem şöyle bir tarîkat kahramanı böyle hükmediyor; elbette hakaik-i îmaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan eden ve esrar-ı Kur'aniyeden tereşşuh eden Sözler, velayetten matlub olan neticeleri verebilirler."


Burada hakaik-i imaniyenin inkişafının ne kadar kıymetli olduğunu imam-ı rabbaninin sözüyle izah ediyor. Çünkü nübüvvet kemalatında en mühim hususiyet hakaik-i imaniyedir. Çünkü bizim iman ettiğimiz hakikatleri peygamberler bizzat görürler. Hakkalyakin bilirler. ımanın en nihai mertebesinde de resulullah vardır. Gerek Kuran ile gerek hadis ile bize ders vermiştir. işte bu hakaik-i imaniyenin tahkiki ve inkişafı yolunda atılan her adım bu büyük kemalattan bir nasiptir. bunu da en iyi Risale-i nur yapmıştır. tecdid etmiştir.
Bunun ehemmiyetini anlatmak için ımam-ı rabbani gibi bir zatı delil getirmiştir.

Bu şu demektir.: "Sizin bahsettiğiniz tarzda sahib-i kemalat ve sahib-i velayet olan imam-ı rabbani bile hakaik-i imaniyenin inkişafının, kerametlerden , ezvaktan üstün olduğunu söylüyor." demek hakaik-i imaniyeyi en iyi ders veren Risale-i nur metodu, tarikat dersi almakdan üstündür."

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

11

17.01.2006, 23:49

Üçüncü nokta:

Alıntı

Bundan otuz sene evvel, Eski Said'in gafil kafasına müdhiş tokatlar indi, اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Meded istedi, bir yol aradı, bir halaskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı Azam olan şeyh-i Geylanî Radıyallahü Anh'ın "Fütuh-ul Gayb" namındaki kitabıyla tefe'ül etti. Tefe'ülde şu çıktı: اَنْتَ فِى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبِيبًا يُدَاوِى قَلْبَكَ Acibdir ki; o vakit ben, Dâr-ül Hikmet-il ıslâmiye âzası idim. Güya ehl-i ıslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta ben idim. Hasta evvelâ kendine bakmalı, sonra hastalara bakabilir.

ışte Hazret-i şeyh bana der ki: "Sen kendin hastasın, kendine bir tabib ara!" Ben dedim: "Sen tabibim ol!" Tuttum, kendimi ona muhatab addederek, o kitabı bana hitab ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetli idi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar

kendimi ona muhatab ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. Fakat sonra, ameliyat-ı şifakâraneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münacatını dinledim, çok istifaza ettim.

Sonra ımam-ı Rabbanî'nin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım. Hâlis bir tefe'ül ederek açtım. Acaibdendir ki, bütün Mektubatında yalnız iki yerde "Bediüzzaman" lafzı var. O iki mektub bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektubların başında "Mirza Bediüzzaman'a Mektub" diye yazılı olarak gördüm. Fesübhanallah dedim, bu bana hitab ediyor. O zaman Eski Said'in bir lâkabı, "Bediüzzaman"dı. Halbuki hicretin üçyüz senesinde, Bediüzzaman-ı Hemedanî'den başka o lâkabla iştihar etmiş zâtları bilmiyordum. Halbuki ımamın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki, ona o iki mektubu yazmış. O zâtın hali, benim halime benziyormuş ki, o iki mektubu kendi derdime deva buldum. Yalnız ımam, o mektublarında tavsiye ettiği gibi çok mektublarında musırrane şunu tavsiye ediyor: "Tevhid-i kıble et." Yani: Birini üstad tut, arkasından git, başkasıyla meşgul olma. şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahval-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: "Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim?" tahayyürde kaldım. Herbirinde ayrı ayrı cazibedar hasiyetler var. Biriyle iktifa edemiyordum. O tahayyürde iken, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetiyle kalbime geldi ki: "Bu muhtelif turukların başı ve bu cedvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi, Kur'an-ı Hakîm'dir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en a'lâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım. Nâkıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o Mürşid-i Hakikî'nin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor; fakat ehl-i kalb ve sahib-i halin derecatına göre o feyzi, o âb-ı hayatı yine onun feyziyle gösterebiliriz. Demek Kur'andan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesail-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, hâlî mesail-i îmaniyedir ve pek yüksek ve kıymetdar maarif-i ılâhiye hükmündedirler.


Üstad bu noktada sual soranlara, kendisininde bir zamanlar onlar gibi düşündüğünü söylüyor. bir yol aradığını ve ilk önce sahib-i himmet bir zat olan şeyh-i Geylanî Radıyallahü Anh'ın "Fütuh-ul Gayb" namındaki kitabıyla tefe'ül ediyor. Ondan istifade ediyor. daha sonra ımam-ı Rabbanî'nin Mektubatıyle tefeül ediyor. imamın "Tevhid-i kıble et." sözüne denk geliyor. ve Cenab-ı Hak ona bu sözün hakikatini ilham ediyorki "asıl yol bunların yolu değil" .Kur'andan külli istifade yoludur. Bu meseleyi en yukarıda yazmıştım .oraya bakılsın.

Bu noktadada ımam-ı rabbaninin bahsettiği tecdide işaret var. üstada velayet yolunun değil, Kur'andan külli tefeyyüz yolunu yani nübüvvet mansıbına mazhariyyet yolunu Cenab-ı Hak ilham ediyor. Bu yol ile tecdid hareketini yapacak.

"Demek Kur'andan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesail-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, hâlî mesail-i îmaniyedir ve pek yüksek ve kıymetdar maarif-i ılâhiye hükmündedirler."

mihmandar

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "mihmandar"

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

12

17.01.2006, 23:52

Dördüncü noktada ise ; yukarıda bahsetmiştik, ımam-ı Rabbaninin bahsettiği tecdid meselesine işaret ediyor.


Buraya kadar olan noktalarda Üstad sual edenlerin istediği üç şeyden ikisine değindi... Yani "sahib-i velayet, sahib-i himmet ve sahib-i kemalât" isteklerinden iki tanesi olan sahib-i velayet ve sahib-i kemalât meselelerine değindi. Risale-i nurun Asıl velayet olan Velayet-i kübrayı kazandırdığını ve Asıl kemalat olan nübüvvet mansıbına mazhariyet yolunu açtığını gösterdi...
Geriye kaldı "sahib-i himmet" meselesi... onu da Beşinci noktada izah ediyor. Risale-i nurun himmet ve irşad vazifesi de gördüğünü örneklerle anlatıyor. ve beş misal veriyor.

Arkadaşlar yazdıklarım pek açıklayıcı oldumu bilemiyorum. bu son kısımı hızlı yazmak zorunda kaldım. yarın sabah erkenden seyahate çıkacağım için kısa kesmek zorunda kaldım.

dikkat edilirse bu 28.Mektubun 3.meselesi, imam-ı rabbaninin bahsettiği tarzdaki tecdide işaretler ediyor. Sizler daha genişce tahlil edebilirsiniz. sizinde kanaatlerinizi bekliyorum. inş.

13

18.01.2006, 10:32

allah razı olsun mihmandar kardeşim;

çok güzel bir çalışma olmuş.

devamını bekliyoruz

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

14

18.01.2006, 18:24

Allah razı olsun güzel bir çalışma gerçekten... daha üzerine laf edilmez...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir