Hz. Bediüzzaman’ın hizmet anlayışına göre; eğer bir beldede onun bir talebesi varsa, orası, ıslâm düşüncesi hesabına fethedilmiş demektir. Demek ki o kendine çıraklık yapan hemen her ferdi, "Himmetim milletimdir." diyen insanlar konumunda kabul ediyor. Aslında bu anlayışta ve bu düşünce istikametinde yapılacak hizmetler, bizden hem Allah’ın hem de Peygamberin (s.a.s) beklediği hizmetlerdir. Evet, ben de bu düşünceye gönülden katılarak diyorum ki: Allah’a yürekten inanan her bir mümin gönül, bir beldeye gittiğinde orada tam merci olmalı ve bütün karanlıkları parçalayacak bir performans sergilemeli.. duygu ve düşünceleri ışığa garkedecek bir misyon ortaya koymalı ve çevresinde hemen yüzler, binler halelenmelidir -ve inşâallah öyle olur- Bu ise ancak, Sahabenin ilkleri gibi, dâvâyı hayatının gayesi bilmekle gerçekleşecek bir husustur.
Konuyla alâkalı bir hatıra nakledeyim size: Kitaplar ilk defa baskıya gireceği dönemde Üstad, sağa-sola hem de 50-100 lira gibi küçük bir para bulmak için adam gönderiyor. Tahiri Mutlu -makamı cennet olsun- bunu duyuyor ve koşa koşa köyüne gidiyor. Köy meydanında bütün mülkünün satılık olduğunu ilan ediyor, arazisinin bir kısmını haraç-mezat satıyor.. satıyor ve parayı sevine sevine getirip Üstadına teslim ediyor. Sadece o mu? Elbette hayır. Hulusi Efendi, Hüsrev Efendi, Mustafa Gül.. ve diğerleri hep aynı duygu ve düşünceyi paylaşırlar. Demek ki onlar, öyle samimi ve öyle bir safvet içinde idiler ki, bunu hayatlarının gayesi biliyor ve o uğurda hırz-ı can ediyorlardı. Gün geliyor bu safvet, onları ilklerle buluşturuyor. Biri, gecenin geç saatlerinde teksir makinesinin kolunu çevirirken, "Hasbî Rabbî cellallah, mâfî kalbî ğayrullah, Nur Muhammed sallâllah." diyor. Tam o esnada birden kapı açılıyor ve içeriye Raşit Halifeler giriyor, "Devam edin, bizler sizinle beraberiz." diyorlar.
Zaten, ıslâmî esaslar çerçevesinde meseleye baktığımızda, dâvâ şuuruna uyanan herkesin böyle davranması gerekmez mi? Meselâ Allah (c.c) bana: "Ben seni mütedeyyin bir aile ocağında yetiştirmedim mi? Senin gözünü tekyede, medresede dünyaya açmadım mı? O hâlde niye böyle miskin bir hayat yaşıyorsun?" derse ben ne cevap veririm? Hadis-i şerifte Allah Resûlü buyuruyor ki: "Kul dört şeyin hesabını vermeden kıyamet günü bir adım dahi atamaz; evet ömrünü nerede geçirdiğinin, ilmiyle ne yaptığının, malını nereden kazanıp nereye harcadığının, vücudunu nerede yıprattığının hesabını."
Hâsılı, bizlerin, yakın ve uzak çevresinde hâlâ ıslâm’ı tanımayan insanlar varsa, durumumuzu yeniden gözden geçirmemiz icap edecektir.
M.F.G