Hemşirelerim, mahremce bu sözümü size söylüyorum: Maişet derdi için, serseri, ahlâksız, frenkmeşrep bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratınızdaki iktisat ve kanaatle, köylü mâsum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları nevinden kendinizi idareye çalışınız, satmaya çalışmayınız. şayet size münasip olmayan bir erkek kısmet olsa, siz kısmetinize razı olunuz ve kanaat ediniz. ınşaallah, rızanız ve kanaatinizle o da ıslah olur. Yoksa, şimdiki işittiğim gibi, mahkemelere boşanmak için müracaat edeceksiniz. Bu da, haysiyet-i ıslâmiye ve şeref-i milliyemize yakışmaz.
Hissiyatlar... Evet yukarıdaki koyu siyah ibare şartıyla çalışanlara sözümüz yok. Ama yukarıdaki koyu kırmızı ifade de bizim bir noktaya dikkat çekmemizi istiyor.
Ayrıca hissiyat bir anlamda ve bazı yerlerde maneviyat anlamıyla eşit kullanılır. Hissiyat sahibi insanlar hassas olur ama hissiyattan yoksun insanlarda hassasiyet gözlenmez. Burada bir anımı anlatmak isterim;
Bir ağabeyim Yeni Asya gazetesinin eskiden tamamen dindar bir gazete olmakla birlikte şu anda da ehven-i şer olduğunu ifade etmişti de ben tepki vermiştim. Sebebini sorduğumda ise Tansu Çiller'den önce başı açık kadın resmi göremezdiniz Yeni Asya'da, arada bazen çıkardı da arayıp sorduğumuzda "GÖZÜMÜZDEN KAÇMIş" denirdi dedi. Artık gözler körleşmiş şeklinde hicivli bir ifade kullandı.
Buradan ben şunu anladım. Aslında fıtrata bakan bazı hassasiyetlerimizi zamanla yitirmişiz. Ülfet peyda etmişiz. Ve artık aksini söyleyeni duyduğumuzda esnek olmamakla ve geri kafalılıkla itham ediyoruz. Mesela dini bir gazete diye Yeni Asya aldığımda, orada göreceğim bir başı açık kadın resmi yüzünden dinen göz zinasına gireceğimiz bir hakikattir. Ancak yaşadığımız toplum ve hayat normları diyebileceğimiz gelişmeler ve mevcut şartlar ışığında baktığımızda yukarıda bahsettiğim hakikati söylediğinizde, "sen çok mübarek bi adam mısın sanki" veya " sokağa çıkınca veya televizyonu açınca gördüklerinin yanında bunun lafı bile olmaz, seninki de laf yani" türünden tepkiler alırız.
Burada anlattıklarım eleştiri amaçlı olmaktan çok, ölçülerimizin zamanla ne kadar deforme olduğunu anlatabilmek içindi. Hepimizde olan bir şey bu zaten. (Bunun için kimseyi suçlayabilecek durumda olmamakla birlikte, suçlayacak olsam en başta kendimi suçlamam gerekir.)
Sadede gelecek olursak, ölçülerimiz değişti. Aile içi rollerimiz değişti. Artık kadının çalışmasına ve erkeğin normal şartlarda çocuk bakıp bulaşık yıkamasını yadırgamak bi yana, bunun olmasını bile savunabiliyoruz. Aslında normal şartlarda (evin kadını hasta değilse veya vazifesini yapan bir engel yoksa) erkek bulaşık yıkamaz, çocuk bakmaz ütü yapmaz. Çünkü bu kadının vazifesidir. Kadın da çalışmaz, çalışmak da erkeğin vazifesidir. Sadece giyimde değil, tüm her şey için günümüzde (dindarlar da dahil olmak üzere) erkekler kadınlaşmış, kadınlar erkekleşmiştir. Toplum bozulmuştur. Aile yapısı çöküşe doğru gitmektedir. Bu da hissiyat değil, vakıadır.
Bir de cay-ı dikkat bir hadisedir ki, kadının çalışmasına tepki verdiğimde Hz. Hatice'nin ticaretle uğraşıyor olmasını veya Hz. Aişe'nin Cemel vakıasında ordunun başına geçmesi örnek verilir. Tamamen cahillik örnekleri olan bu hadiselerin aslı şudur ki;
Hz. Hatice validemiz Peygamberimizle (s.a.v) evlendikten sonra ticareti bırakıp, işlerini Rasulullah (s.a.v) efendimize bırakmıştır. Hz. Aişe validemiz ise ordu yönetmemiş ve sadece taraf olmuştur. Ve Cemel vakıası da ıslam tarihinde hayırlı bir vakıa olarak anılmamaktadır.
Neyse, çok laf ettim. Birileri rahatsız oluyor olabilir. Hakkınızı helal ediniz...