Giriş yapmadınız.

1

31.12.2010, 13:55

Bediüzzamanın Ankara Günleri

Bediüzzaman Said Nursî’nin, devlet/hükûmet merkezi olma inisiyatifini kaybeden İstanbul’dan ayrılışı, Ankara’ya gelişi ve yeni idare merkezi olan Ankara’da kalışı, yaklaşık 7–8 aylık bir süreyi ihtiva ediyor.
Bu süre zarfında, her iki merkezde de, özellikle askerî, siyasî ve fikrî sahada pek büyük, hatta olağanüstü denilebilecek derecede gelişmeler yaşanıyor.
Bunların neler olduğuna, yazının akışı içinde yeri geldikçe değinilmeye çalışılacaktır.
Bu çalışmanın ağırlıklı noktasını ise, Bediüzzaman Said Nursî’nin Mustafa Kemal ile karşılaşma ve tartışma sahneleri teşkil ediyor.
Malûm, pek yakında vizyona girecek olan “Hür Adam” filminin medya ve kamuoyu cephesindeki en tartışmalı kısmı, filmin fragmanında da yer verilen bu sahneler oldu.

Kritik dönem
Gerek resmî ve gerekse gayr–ı resmî kaynaklarda yer alan bilgilere göre, Said Nursî, 9 Kasım 1922* tarihinde Ankara’da bulunmuş, Meclis’te kendisi için bir “Hoşâmedî” merasimi yapılmış ve kendisi de kürsüye çıkarak, mebuslara hitaben konuşup muzafferiyet için duâ etmiştir.
Bediüzzaman için Meclis’te yapılan resmî merasimle ilgili olarak, aynı tarihli Zabıt Ceridesi’nde yer alan bilgilerin bir kısmını hatırlatmakta fayda var.
Bediüzzaman, özel dâvet ile ve bazı dostlarının ısrarlı talepleri üzerine İstanbul’dan Ankara’ya gelmişti.
Açık oturum şeklinde (135. içtima/oturum) gerçekleşen o günkü Meclis toplantısında, Üstad Bediüzzaman da dinleyici salonunda (kendi ifadesiyle “sami’în locası”nda) oturmakta idi.
Onu aralarında gören bazı milletvekili dostları, Meclis Başkanlığına teklifte bulundular. Teklif kabul gördü ve Bediüzzaman duâ için kürsüye dâvet edildi.
Bediüzzaman’ın burada yapmış olduğu konuşma ve duâya dair detaylı bilgilerin yer aldığı Zabıt Ceridesinin orijinal nüshaları, Meclis arşivinde ve Ankara’daki Millî Kütüphanede bulunmaktadır.
Bu hususla ilgili olarak resmî tutanakta kayda geçen metnin bir kısmı şöyledir:
“Ulemadan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine Beyan-ı Hoşâmedî.
“Reis: Efendim, Bitlis mebusu Arif Bey’le rüfekasının (arkadaşlarının) takriri (önergesi) vardır:
“Riyaset–i celileye,
“Vilâyât-ı Şarkiyye ulema-i benamından olup, Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli’yi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelerek, Sami’în Locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine ‘beyan-ı hoşamedî’ edilmesini teklif eyleriz.
Takriri (önergeyi) veren mebuslar: Bitlis milletvekili Arif, Bitlis milletvekili Derviş, Bitlis milletvekili Resul, Muş milletvekili Kasım, Muş milletvekili İlyas Sami, Siirt milletvekili Salih, Ergani milletvekili Hakkı
“Alkışlar...
“Rasih Efendi (Antalya): Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini kendilerinden rica ederiz.” 1
Said Nursî’nin o günlerde Ankara’da olup olmadığını bilmediğini (hatta zannetmediğini) TV ekranlarından duyuran tarihçi, araştırmacı ve gazetecilerin bilgi eksikliğini gidermek için bu belge yeterli olacaktır.
* * *
O günlere dair önemli bazı ayrıntıları da şu şekilde sıralamak mümkün:
* O tarihte Meclis Başkanlığı makamında bulunan kişi M. Kemal’dir.
* Vekiller Heyeti Reisi (Bakanlar Kurulu Başkanı, Başbakan) ise Rauf Orbay’dır.
* Dışişleri Bakanı olan İsmet Paşa, Lozan’a gidecek heyetin başına tayin edilmiş olup, bu tarihte Ankara’da değildir. “Hatırat”ıyla ünlü Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur da aynı durumdadır.2
* 1 Kasım 1922’de, Saltanat ile Hilâfet birbirinden ayrılarak, Saltanat lağvedildi. Buna göre, yönetim merkezi hem resmî, hem de fiilî olarak Ankara’ya devredilmiş oldu.
Ulaşabildiğimiz hemen bütün kaynaklar, Said Nursî’nin Saltanatın ilgası ve Lozan sürecinin başlangıcı sayılan Kasım 1922’den Lozan’daki nihaî görüşmelerin (II. Lozan Konferansı) hızlandığı Mayıs 1923 tarihine kadar geçen bu en kritik aşamada Ankara’da bulunduğunu gösteriyor.

Mustafa Kemal ile karşılaşma

1) Meclis’te, Başkanlık Makamında
Elimizdeki bilgilere göre, Said Nursî ile M. Kemal Ankara’da birkaç defa doğrudan görüşmüşlerdir.
Ayrıca, hemen her karşılaşmada, derin görüş ayrılıkları sebebiyle, aralarında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır.
Bu tartışma safhalarına dair, Bediüzzaman, muhtelif mektup ve eserlerinde şu bilgileri aktarıyor:
“Ankara da, divan–ı riyasetinde (Meclis Başkanlığı makamında) pek çok mebuslar varken Mustafa Kemal şiddetli bir hiddetle divan–ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak: ‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin.’ Ben de onun hiddetine karşı dedim: ‘Îmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.’ (...)
“Hazır mebus dostlarım telâş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nev'î tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, adeta dehşetli bir kuvveti ve hakikati hissedip geri çekilmesi, ikinci gün hususi riyaset odasında (odasında başbaşa), Hücumat–ı Sitte’nin Birinci Desise içinde bulunan ‘Mesela, Ayasofya Camii ehl-i fazl ve kemalden, ilâ ahir...’ cümlesinden başlayan, tâ İkinci Desiseye kadar, bir saat tamamen ona söyledim.
“Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hatta taltifime çok çalışması…” 3
Buradaki ifadelerden anlaşılıyor ki, bir gün arayla iki defa görüşme olmuş. Biri kalabalık mebusların bulunduğu ortamda, diğeri ise Başkanlık odasında baş başa olmak üzere…

2) Parlak teklifler
M. Kemal ile bir başka görüşmenin “parlak teklifler paketi” çerçevesinde gerçekleştiği anlaşılıyor.
Bediüzzaman, bu görüşme hakkında şunları beyan ediyor:
“Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: ‘Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip, Kürdistan’a ve vilâyât–ı şarkiyeye, Şeyh Sinûsî yerine vâiz–i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun’ dediler.
“Ben de onlara cevaben dedim ki:…..” 4
Değişik kaynaklarda, bu görüşme esnasında, Said Nursî’ye ayrıca Çankaya’da bir köşk, milletvekilliği ve kurulacak Diyanet Dairesinde mühim bir mevki tekliflerinin yapıldığı da kayd ediliyor.
Said Nursî ise, yapılan bütün bu parlak teklifleri elinin tersiyle itiyor; M. Kemal’in emri altında çalışmayacağını, ancak dünyalarına da karışmayacağını şu sözleriyle ifade ediyor:
“Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı Hutuvat–ı Sitte namındaki mücahedatımı takdir edip, beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi.
“Bizimle çalış” dediler.
“Dedim: ‘Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.’
“Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirak etmedim. Çünkü….” 5

3) Fetva konusu
Said Nursî ile Mustafa Kemal arasında, “dinde reform” niteliğini de aşacak mahiyette bir fetva meselesinin tartışmalı şekilde cereyan ettiği anlaşılıyor.
Aynı zamanda, iplerin kopması ile sonuçlanan bu fetvâ meselesinin başında şu üç madde geliyor: Heykel fetvası, içki fetvası ve kadınların kısmen açılabileceğine dair bir fetva.
Said Nursî, bu fetva teklifini bütünüyle reddeder. Bundan dolayı da başına gelmeyen kalmaz.
Hatta öyle ki, ömür boyu çektiği hapis ve sürgün cezasının ana sebebinin, bu dönemde yaşadığı hadiseler olduğunu, gerek eserlerinde ve gerekse hatıralarında defalarca beyan eder.6
Bir diğer kaynakta ise, aynı konu, aynı paralelde olmak üzere şu şekilde naklediliyor:
“M. Kemal sordu: ‘Molla Said! Heykel meselesindeki fikrin nedir? Ben Sarayburnu’na bir heykelimin dikilmesini istiyorum. Buna ne dersin? Bunun bir fetvasını bulabilir misin?’
“Said Nursî: ‘Paşa! Biz sana heykel dikmen için mi yardım ettik? Millet bunun için mi harbetti? ...Büyük Kur’ânımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanın heykelleri camiler, medreseler, hastahaneler, yetimhaneler gibi mâbedler ve hayır müesseseleridir.”7
Birbirine taban tabana zıt iki düşünce akımı, işte bu tarihlerde ve böylelikle gün yüzüne çıkıyordu.
Said Nursî, Lozan’daki dayatmaların Ankara’da ma’kes bulacağı kanaatiyle, “bâb–ı hükûmet”ten izzet û ikbâl ile ayrılarak, trenle Ankara’dan Van’a doğru yola çıkar.
Görgü şahidi Tevfik Demiroğlu’nun anlattığına göre, o esnada tren garında bulunan M. Kemal, heykel meselesini tekrar açarak Said Nursî’nin hem fikrini sorar, hem de yaptığı parlak tekliflerle onu gitmekten caydırmaya çalışır.
Ancak, bu son teşebbüs de neticesiz kalır. Said Nursî, orada da kesin bir kararlılıkla hem değişmeyen fikrini tekrarlar, hem de artık birlikte çalışamayacağı yönünde kesin ifadeler kullanır.8
Said Nursî, hem dine muhalif, hem de farklı siyasî görüş sahiplerine hayat hakkı dahi tanımayan Ankara’nın o zamanki idarecileriyle uzlaşamayarak ayrılır ve ömrünü uzun vâdeli bir iman hizmetine vakfetmek niyetiyle Van’a çekilir.**

4) Tren Garındaki son karşılaşma
Bediüzzaman ile M. Kemal’in son karşılaşması, yukarıda da değinildiği gibi Tren Garında gerçekleşiyor.
Bediüzzaman, Ankara’dan ayrılmak üzere istasyona geliyor. Yanında yeğeni Abdurrahman ile talebesi Tevfik Demiroğlu var.
O esnada M. Kemal de istasyonda olup, Said Nursî’yi gitmekten vazgeçirmek için, kendisine yaptığı parlak teklifleri bir kez daha düşünmesini ister. Ancak, değişen bir şey olmaz yine.
Bu arada, yeğeni Abdurrahman da aynı meselede amcasının fikrini sorar. Aralarında son derece ibretli ve dikkat çekici bir konuşma cereyan eder.
Nur Talebelerinden Hakkı Yavuztürk, bizzat Üstad Bediüzzaman’dan dinlemiş olduğu bu vak’a hakkında şunları naklediyor:
“Bir ziyaretimiz esnasında Ceylan Çalışkan’ın cesaretinden sitayişle bahseden Üstad Bediüzzaman, devamla ‘İşte benim Abdurrahman’ım da böyle cesur bir talebeydi’ diyerek, 1923 senesine dair bir hatırasını aktardı.
“Biliyorsunuz, Üstad Bediüzzaman 1923 yılı başlarında Ankara’da bulunuyor. Yeğeni Abdurrahman da o esnada Meclis’te kâtip olarak çalışıyor. Üst tabakadan bazı adamlar tarafından Said Nursî’ye Ankara’da kalması ve yeni Meclis’le beraber çalışması için çok parlak teklifler yapılıyor.
“Esasında Abdurrahman’ın arzusu da bu yönde. İstiyor ki, amcası Ankara’da kalsın ve üst düzey yönetimle birlikte çalışsın.
“Ne var ki, Üstad Bediüzzaman’ın niyeti ve düşüncesi çok farklı. O, hiç uyum sağlayamadığı adamlardan uzaklaşmak, bu sebeple Ankara’dan ayrılıp memleketine gitmek istiyor.
“Üstad, Ankara’dan hareket edecek olan trene binmek için istasyona geliyor. Yeğeni Abdurrahman da yanında. Ayrıca, istasyonda bekleşen ekâbirden bazı adamlar da var.
“Genç Abdurrahman, kafasını kurcalayan bir suâli Üstad’ına yöneltiyor: ‘Ey amuca, senin bu haline bir türlü akıl–sır erdiremedim. Sana yapılan o parlak teklifleri neden kabul etmedin? Halbuki, bu teklifler bir tek sana yapıldı, başka hiçkimseye yapılmadı. Muhterem amucam ve üstadım, acaba benim bu müşkilimi halletmeyecekler mi?’
“Hz. Üstad, yeğeni Abdurrahman’a orada diyor ki: ‘Bak evlâdım. Bazı rivâyetlerde haber verilen âhirzamanda gelecek ve din–i mübin–i İslâma darbe vuracak dehşetli adam(lar)ın kim olduğunu yakînen gördüm. Bütün alâmetleri yüzlerinde ve efallerinde okudum. Böyleleriyle çalışamam’
“Bu açıklama üzerine, Abdurrahman birden celâlleniyor ve belindeki kamasına dahi davranarak, amcasından emir beklercesine diyor: ‘Demek ki öyle ha... Madem öyle, muhterem amuca siz bana izin verin, hemen gidip onu burada hançerimle öldüreyim.’
“Ancak, Üstad Bediüzzaman onun böyle bir teşebbüste bulunmasına müsaade etmiyor, mani oluyor ve ona şu hakikatli rivâyetleri hatırlatıyor: ‘Bak evlâdım, yine rivâyetlerde var ki, onun zamanına yetiştiğinizde, ona karşı kuvvetle ve siyasetle mukabele etmeyin’ diye tavsiye ediliyor. Çünkü, bu cihetiyle o galiptir, yani daha kuvvetlidir. Hem, eğer haber verilen şahıs o adam ise, zaten sen onu öldüremezsin. Zira, eşhâs–ı âhirzaman öldürülmekten mahfuzdur. Herbiri kendi vazifesini yapacaktır. İşte bu sebep ve hikmete binaen, ben de onlarla çalışmayıp çatışmayarak Van’a gitmeyi ve uzun vâdeli bir ilmî mücahede içine girmeyi tercih ediyorum.”9
Merhum Hakkı Yavuztürk’ün anlatmış olduğu bu hatırayı, Tevfik Demiroğlu başta olmak üzere, “son şahitler”den daha başka kimseler de naklediyor.
1920’de işgal altındaki İstanbul’da “Hutuvât–ı Sitte” isimli broşürün neşir ve dağıtımında hizmet eden, 1923’de ise Ankara’da memur olarak bulunan Tevfik Demiroğlu, hatıralarında özellikle Üstad Bediüzzaman’ın Ankara’daki vaziyeti ve niçin Ankara’dan ayrılmak istediğini daha başka boyutlarıyla da anlatıyor.10
Bediüzzaman Said Nursî’nin Ankara’dan ayrılma gerekçesinin bir başka şahidi ise, jandarma Hasan Ergen’dir.11

Beyannâme ve Tabiat Risâlesi

Said Nursî, Ankara’da bulunduğu zaman zarfında, Tabiat Risâlesi isimli eserini Arapça olarak, milletvekillerine hitaben yazdığı 10 maddelik bir Beyannâmeyi de Türkçe olarak neşretti.
Tabiat Risâlesi, Yeni Gün matbaasında, Beyannâme ise Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyin Tan Matbaasında basıldı.
O zamanki Ankara günlerine dair bir hatırayı da, bizzat Üstad Bediüzzaman’ın ifadelerinden naklederek konuyu tamamlayalım.
Bediüzzaman Hazretleri, Yirmi Üçüncü Lem’a olarak Risâle–i Nur Külliyatı içinde yer alan Tabiat Risâlesi isimli eserinin başında, yukarıda bahsini ettiğimiz fırtınalı Ankara seyahatinden şu şekilde söz ediyor: “1338’de (1922–23) Ankara’ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl–i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. ‘Eyvah’ dedim. ‘Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!’ ...Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu.”
Tabiat Risâlesi isimli bu eserin hemen başındaki bir “Haşiye”de ise, aynen şu izahat var: “Bu risâlenin sebeb-i telifi, gayet mütecavizâne ve gayet çirkin bir tarzla, hakaik–i imaniyeyi tezyif edip, bozulmuş aklı yetişmediği şeye hurafe deyip, dinsizliği tabiata bağlayarak, Kur’ân’a hücum edilmesidir.”12


2

31.12.2010, 13:56

Dipnotlar:
* Bu tarihin, Rumî takvime göre “9 Teşrinisâni 1338” diye yazması kimseyi şaşırtmamalı. Zira, 1917 ile 1926 yılları arasında Rumî takvim ile Milâdî takvim arasındaki 13 günlük fark kaldırılmış; dolayısıyla iki takvimin de ay ve gün kısmı uygulamada eşitlenmiştir.
** Hür Adam filminde, sadece fetva konusuyla ilgili ikili görüşmenin cüz’î bir kısmına yer veriliyor.
1- Zabıt Ceridesi, c. 24, s. 457; Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, Yeni Asya Yayınları, İst., 1976, s. 245–246.
2- TC Tarihi Kronolojisi, TTK Yayını, Ankara 1988, s. 363–364.
3- Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 214; Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 498.
4- Bediüzzaman Said Nursi, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 258.
5- Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 195.
6- Necmettin Şahiner, Son Şahitler–II, s. 298; Nursi, Emirdağ Lâhikası, s. 247.
7- Bkz: Son Şahitler’den Tevfik Demiroğlu’nun hatıraları ile Av. Hulusi Bitlisî’nin Afyon Mahkemesi Müdafaasından nakille, N. Şahiner’in Bediüzzaman’ın biyografisine–BTBSN–dair eseri, s. 250, Yeni Asya Yayınları, İst., 1976.
8- Şahiner, Son Şahitler–I, s. 219.
9- M. Latif Salihoğlu, Yeni Asya, 15 Ocak 2007.
10- Son Şahitler–1, s. 216.
11- Son Şahitler–2, s. 295.
12- Bediüzzaman Said Nursi, Lrm’alar, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 181.

hasan_yıldız

Profesyonel

  • "hasan_yıldız" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

3

01.01.2011, 20:37

artık, tarihçe-i hayatın önemini ve gerekliliğini daha iyi anlıyorum
hy120 nickim değişti

4

02.01.2011, 18:31

Abdülgani Ensari Efendi
MOLLA Said’in Mardin hayatında çok özel bir yeri olan, Ensari ailesinin önemli ve değerli simalarından biri de şüphesiz Abdülgani Beydir. Kaderin bir cilvesi olarak Bediüzzaman bu mübarek ailenin, değerli ferdi olan Abdülgani Beyle Ankara’da bir araya gelir.
“İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda Bediüzzaman da oradadır ve işgal kuvvetlerine karşı cesur mücadelelerde bulunur. Bediüzzaman’ın bu kahraman mücadelesini yakından takip eden Ankara hükûmeti, onu dâvet eder. Önceleri ‘Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade, burayı daha tehlikeli görüyorum’ diyerek bu dâvete yanaşmasa da, ısrarlı teklifler üzerine 1922 yılı Kurban Bayramından bir hafta kadar evvel trenle Ankara’ya gider. İstasyonda kalabalık bir halk topluluğu ve milletvekilleri tarafından karşılanır. Zamanın Siverek Milletvekili Yüzbaşı Abdülgani Ensari ile Bediüzzaman arasında o günlere ait şöyle bir lâtife cereyan eder:


Mehmet Selim MARDİN
www.msmardin.com - msmardin@hotmail.com.
“3 Temmuz 1922 Perşembe günü Kurban Bayramı arefesinde Bediüzzaman, Ensari’ye: ‘Ensari! Yarın Said’in başını kesecekler’ der.
“Ensari de bu cümledeki inceliği ve tevriyeyi anlayamaz ve ‘Nasıl olur efendim?’ diye telâş eder.
“Bediüzzaman bu lâtifeyi ona şu şekilde izah eder: ‘Said kelimesinden ‘sin’ harfi kaldırılsa, yani baş harfi olan ‘sin’ kesilirse, geriye ‘iyd’ kalır ki, o da bayram demektir. Yarın Kurban Bayramıdır.” 1
“Abdülgani Bey (Ensari, 1885, Mardin), Şeyh İsmail Efendi’nin oğludur. 23 Mayıs 1906’da Harbiye Mektebi aşiret sınıfına girdi ve 1 Temmuz 1909’da süvari teğmen rütbesiyle orduya katıldı. 30 Kasım 1911’de üsteğmen oldu; Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu cephesinde gösterdiği başarılarıyla gümüş muharebe liyakat madalyası aldı. 1 Mart 1918’de yüzbaşı oldu. Siverek jandarma komutanı iken Millî Mücadele’ye katıldı, Siverek milletvekili olarak 18 Ağustos 1920’de Meclis’e girdi. 16 Mayıs 1921’de Şeyh Sunusi refakatinde görev yapmak üzere üç ay izinli sayıldı. (Şeyh Sunusi, İttihatçıların Trablusgarb Savaşı sırasında ilişki kurdukları, Birinci Dünya Savaşı sırasında cihad ve Teşkilât-ı Mahsusa çalışmaları kapsamında İstanbul’a gelen, mütarekede Bursa’ya, daha sonra Millî Mücadele döneminde Ankara’ya giderek, Doğu gezisine çıkan zâttır.) Abdülgani Efendi 6 Mart 1922’de Musul’da görevlendirildi. 2. dönemde Mardin milletvekili oldu, 30 Mart 1927’de emekliye ayrılarak Mardin’e döndü. 17 Eylül 1974’te öldü.” 2
Abdülgani Bey, yörede Millî Mücadele karşıtı faaliyetlerin önlenmesinde etkili oldu. Bediüzzaman’ın Cumhuriyetin kuruluş döneminde yaşanan havayı yansıtan görüşlerini, Abdülgani Beyin aktardığı hatıralarından çok net bir şekilde öğrenebiliyoruz.
1972 yılında Mardin’e bir dâvâ takibi için gelen Nur’un avukatı Bekir Berk’le kalabalık bir cemaatin huzurunda Seyyid Ahmet Ensari’nin evinde görüşen Abdulgani Bey, Bediüzzaman’ın Mecliste M. Kemal’e namaz konusunda çok hiddetlendiğini, hatta daha ileri giderek iki parmağını gözlerine yönelttiğini, araya giren milletvekilleri sayesinde olayın yatıştırıldığını ve bu olaydan sonra kendisi ve diğer milletvekili arkadaşları ile beraber Bediüzzaman’a bir zarar gelme ihtimali karşısında endişe duyduklarını anlatır. Bu anekdotu hadiseyi, bizzat dinleyen M. Derviş Nurdağ Beyden öğreniyoruz.
1973 yılında yine Abdülgani Beyi vefatından önce hasta hâliyle ziyaret eden Abdülkadir Badıllı’nın tesbit ettiği değerli hatıralara kulak verelim:
“Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’dan Ankara’ya ilk geldiği günlerde daha önceleri de birbirimizi tanıdığımız için, sık sık görüşüyorduk. Ankara’ya geldikten bir müddet sonra, mebusları namaza dâvet etti. Bir beyannâme yazıp neşretmişti. Bu mevzuda Atatürk ile münakaşaları esnasında ben hazır idim. Atatürk’ün hiddetli bağırmasına karşı, Bediüzzaman daha çok şiddetli ve hiddetli bir şekilde bağırarak, ona karşı namazı ve İslâm şeâirini müdafaa etti. Münakaşanın tam ortasında, yani ikisi karşılıklı sert konuşurlarken; Sultan Abdülhamid’in meşhur müezzini Hafız Hüseyin Efendi meclis mescidinde ‘Allahu Ekber Allahû Ekber’ diye Ezan-ı Muhammediye’ye başlar başlamaz, Bediüzzaman o şiddetli münakaşayı dakikasında bırakarak, namaz yerine koştu.”
Yine Abdülgani Ensari der ki:
“Bir gün Üstâd Hazretleri bana dedi ki: ‘Ey Ensari! Ben senin ceddin olan Ebâ Eyyûbe’l-Ensârî’nin yanından müsellah olarak gelmiştim.’
“Dedim: ‘Seyda o hangi silâhtır?’
“Dedi: ‘O silâh Kur’ân’dır.’”
Abdülgani Ensari başka bir hatırasını da şöyle anlatmıştı:
“M. Kemal Paşa, heykelini yaptırmaya ilk teşebbüs ettiği sıralarda, Üstad Hazretleri ona hitaben uzun bir mektup yazdı ve Paşa’nın yâverine verdi, M. Kemal Paşa’ya vermesini söyledi. O mektubu ben de görmüş ve çok korkmuştum. Hatırımda kalan birkaç cümlesi şöyle idi:
‘Nasıl ki mestûr olduğu zaman, sair insan ve mahlûkat görmezler. Amma eğer insan avret yerini açar, dolaşırsa; o zaman herkese maskara olur. Aynen öyle de, bu sanem ve heykel dahi, âlem-i İslâm’ın bin seneden beri bayraktarlığını yapmış bu milleti temsil etmediği gibi, gayet ahmak ve divane birisinin avret yerini açarak halka teşhir eder misüllü bir hamakat ve maskaralıktır. Bu millet için yapılacak heykel; yol, köprü, mektep vesâire gibi hizmetlerdir.’”
Merhum Abdülgani Ensari, bir başka hatırasını da şöyle anlatır:
“O sıralarda Şeyh Sunusi de Ankara’ya gelmişti. Ben onunla da dostluk kurmuştum. Bir akşam evime götürdüm. Dolayısıyla o akşam Üstad’ın sohbetinde bulunamadım. Sair zamanlarımda mutlaka Üstad’ın sohbetlerinde bulunurdum. Sabahleyin beni gördü, ‘Ensari!’ dedi, ‘Sizin Mardin tüccarları nereye ticaret yaparlar ve yüzde kaç kazanırlar?’
“Dedim: ‘Efendim, ekseriyâ Bağdat’a gider gelirler ve yüzde ancak on beş kadar kâr ederler...’
“Dedi: ‘Peki yüzde yüz kârlı bir ticaret olan ve sana çok daha yakın dün akşamki ticareti niye yapmadın?’
“Dedim: ‘Seyda, dün akşam misafirim Şeyh Sunusi idi, onun için gelemedim.’
“Dedi: ‘Neden onu da mahrum bıraktın?’”
Son olarak, yine Abdülgani Ensari Efendi, bir başka hatırasını da şöyle anlatmıştır:
“Üstad Hazretleri’nin Ankara’dan ayrılacağı yakın günlerde, bir gece rüyamda gördüm ki: ‘Peygamber Efendimiz (asm) sahabe ve yârânı ile birlikte, tam Meclis’in üstünden göğe doğru uçarak yükselip gittiler! Tâ, kayboluncaya kadar gittiler. Ben sabahleyin rüyamı Üstâd Hazretlerine hikâye ettim. Çok üzüldü, müteessir oldu. Epey düşündü, sonra bana dedi: ‘Ey Ensari! Bu rüya işaret ediyor ki; artık sizin meclisinizde iman nuru, maneviyât ve ruhaniyyat tesiri uçtu gitti…’ 3

KAYNAKLAR:
1- Bilinmeyen Taraflarıyla B. S. N., s. 258.
2- Mardin Aşiret-Cemaat-Devlet, Tarih Vakfı Yay, s. 240.
3- Bediüzzaman Said Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s. 572-573.

5

02.01.2011, 18:58

Esasında Lahikaları daha iyi anlayacağımız bir döneme giriyoruz.

İmanı menzıularda herkes he :yeniasya: :risaleokumak: mfikirdi.

Lahikalar önümüzdeki dönemde bence daha iyi anlaşılacak

Nurcular daha da kenetleşecek.

6

02.01.2011, 20:17

Bütün bilgiler Ankara da var
biz ne zaman ingiltere gibi 30 yılda bir arşivlerimizi açarsak o zaman bu ülkede neler dönmüş görürüz.
110 yıl lık olayları dahi bilemiyoruz.
hiç olmassa 1900 ile 1950 arasını araştırmacılara açsalarda millet neler olmuş görse,
sonrasıda 3 adet ihtilal ve 2 adet muhtura varki
bunlar hep 1900-1950 arasının aydınlanmasına bağlı
Ümirvâr olunuz: şu istikbal inkilâbı içinde en yüksek gür sadâ islâmın sadâsı olacaktır

:thumbsup:

Bu konuyu değerlendir