Giriş yapmadınız.

1

25.05.2004, 23:30

Gizli Kahramanlar, Hizmet erleri

ıstikamet ve sebatla geçen bir hayatın sahibi: Tayyar Alnıak

Otuz yıldan beri sık sık karşılaşırdık Tayyar Alnıak Ağabey ile. Gazetemizin temsilciler toplantısında dâvâsının ulvîyetine inanmışlığın gereği toplantıları hiç ihmal etmez, mümkün olduğunca iştirak ederdi. Kendisini daha yakından tanıma fırsatını Bandırma’ya yaptığımız ziyaretlerde buldum. Hayatını Kur’ân ve iman hizmetine adamış bir insandı. Nisan ayındaki ziyaretimizde gazetemizin abonelerini ziyaret ederken kendisinden Risale-i Nur’ları ne zaman tanıdığı ve Bandırma’daki hizmetlerimizin gelişimi hakkında hatıralarını anlatmasını rica ettim.

Genç yaşta başlayıp kırk altı yılı aşkın kısmı hizmette geçen altmış üç yıllık ömrün bütün safahatını kaleme almak elbette mümkün değil. 1958 yılında Diyarbakır’da hava astsubayı olarak göreve başlayan Tayyar Ağabey mesai arkadaşlarının oradaki sohbetlere götürmesiyle Risale-i Nur’ları tanımış, kendisini en çok, yapılan dersten ziyade Nur talebelerinin hal ve tavırları, aralarındaki samîmîyet ve kardeşlik bağları etkilemiş. Risale-i Nur’ları, mesai dışındaki zamanlarında günde 5-6 saatini verip, düzenli okuyarak, onlardan istifade etmeye çalışmış. Okudukça iç âlemi değişen Tayyar Ağabey bu hakikatleri topluma duyurmanın gereğini düşünerek namaz sonralarında camilerde okumaya ve çevresindeki arkadaşlarına Nurları tanıtmaya vesile olmuştur. Birçok yerlerde görev yaptıktan sonra Bandırma’ya tayini çıkmış, burada Göknur Hanımla evlenip birlikte hizmete koşmaya başlamışlar.

Emekli olduktan sonra Yeni Asya bürosu ve temsilcilik görevini üstlenen Tayyar Ağabey; gazete, dergi ve kitaplarımızın dağıtımını bizzat kendisi yaparak muhtaç olanlara ulaştırmış. 1992 yılında gazetemizin verdiği büyük boy Risâle-i Nur kampanyasında yüz seksen gazetenin dağıtımını fedakârca yapmıştır.

1980 ihtilâlinde Nur talebelerine karşı yapılan baskıdan Bandırma’daki ehl-i hizmet de nasibini almış. Bir akşam Risale-i Nur’dan birkaç sahife okumak ve birlikte çay içmek için bir araya gelen insanlar büyük bir cürüm işlemiş gibi bulundukları yere baskın yapılarak tutuklanmışlar. O, gidip “Bu ev benimdir. Bu arkadaşlar benim misafirlerimdir” diyerek sorumluluğu üzerine alıp, büyük bir fedakârlık örneği göstermiştir. Neticede mazlumlar beraat edip adalet tecellî ederek hak yerini bulmuştur.

Çevre ile irtibata çok önem veren Tayyar Ağabey; Gönen, Erdek, Edincik gibi yerlere giderek “müfritane irtibatı” uygulamaya çalışmıştır. Üstadımızın ıhtiyarlar Risalesi’nde “Âhiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zat vardı. Dininde dünyasında muvaffakiyetli görüyordum. Sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki o muvaffakiyetin sebebi; o zat ise ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve hukukuna tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. ınşaallah âhiretini tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli” dersini tam olarak anlayan Tayyar Ağabey ve ailesi uzun yıllar yatağa bağımlı olarak hayatını sürdüren annesine usanmadan hizmet ederek inşaallah işaret olunan bahtiyarlardan olmuşlardır.

Tayyar Ağabey, biz Risâle-i Nur’dan aldığımız Kur’ân dersiyle biliyoruz ki sen aramızdan muvakkaten ayrıldın. Bizler de oraya gideceğiz. Hem zaman ve mekân ehl-i hakikatin sohbetine mani değildir. Birimiz şarkta, birimiz garbda, birimiz dünyada, birimiz âhirette de olsak birlikteliğimiz devam etmektedir. ıhlâs Risâlesinde belirtildiği gibi şirket-i mâneviye sırrı ile samimi ittihad ve tesanüd ile yapılan hizmetler, ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile rıza-i ılâhî yolunda ahirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhlar olduğundan, biri ölse diğer ruhlar vasıtasıyla her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, o ruhlar vasıtasıyla sevap cihetiyle yaşadığınızdan, kabrine her zaman nurlar yağacağına inanıyoruz.

Hayrü’l-halef olarak bıraktığınız eşiniz ve çocuklarınız ile birlikte umum Nur talebelerinin duâlarında dahilsiniz. Duâmız sizin gibi fedakâr ağabeylerin kıyamete kadar Risâle-i Nur kisvesinde hizmetlerinin devam etmesidir. Suâl meleklerine Hafız Ali Ağabeyin Meyve Risâlesindeki hakikatler ile cevap verdiği gibi kırk altı yıl aralıksız okuduğun Risâle-i Nurdaki Kur’ân haikatleriyle cevap vererek hem sual meleklerini, hem hazır ruhları güldürüp rahmet-i ılâhiyeyi tebessüme getirip, inşaallah rıza-i ılâhiyeye mahzar olup, ruhun ceset ağırlığını bırakarak âlem-i ervaha TAYYAR’an etmektedir. Dünyada çok secde eden ehl-i imanın alınlarında sikkeler olduğu gibi, mahşerde ALNINIZ AK olsun inşaallah.

Ruhu için duâlara vesile olması dileğiyle...

Talip ÇıÇEK
25.05.2004

Allah Razı Olsun Tayyar Ağabey gibi zatlardan.Hizmet onlarla yürüyor. Her birimizin Tayyar ağabey gibi olması dileğiyle. Mekanı Cennet olsun.Allah Razı Olsun.

  • "Sükrü Bulut" bir erkek

Mesajlar: 60

Konum: Köln / İstanbul

Meslek: Eğitimci - Yazar

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

2

26.05.2004, 09:36

Alnıak ağabeyler...

Zaman seli öyle celâlli akıyor ki... Önünde durmak kabil değil... Dalgasına takılan varlık âlemi, ebediyet denizinde kendisini buluyor. Küçük büyük demeden... Zirvelerin dağvarî dalgaları arasından gözden kayboluşu celâlin bir başka boyutu.

Umumî toplantılara iştirak eden başı ve alnı ak ağabeyleri seyrettikçe hüzünle mazi sahrasına düşer, geçmişi halle birlikte yaşamaya kalkışırım. Mümkün mü?

Alnı ak ağabeylerin geçmişi çetin imtihanlarla doludur. Korku ile, tama ile, makam-mansıp ve daha nice çeşitli imtihanlar... Yola koyulanlar binlercedir; alnı ak, yüzü ak ve başı ak olarak sancağı devredenler onlarcayı zor bulur. Elleri başlar üzerinde tutulan o bahtiyarlar, hep kabir taraflarına geçerken mahiyetlerini sevenlerine bildiriyorlar. Bazıları da bir çubuğun arkasına saklıyorlar ulvî âlemlerini. Bayburt’ta cereyan etmiş bir hadise... Ehl-i kalb bir zatın kullandığı çubuk (sigara gibi kullanılır) çevresindeki diğer Hak dostlarının hoşuna gitmez, tenkit ederler. O zat sekeratta iken, tenkit eden arkadaşının kendisini yıkamasını vasiyet eder. Dostu vasiyete uyarak arkadaşının cesedini teneşirde yıkarken, mevtanın kendiliğinden sağa-sola döndüğünü görünce Bayburtlu Hak dostu serzenişini devam ettirir: “Yıllarca bir çubuğun arkasına saklanıp-gizledin kendini... Bize bu yapılır mıydı?”

Etrafımızda Risâle-i Nur’u hayatlarının birinci veya ikinci derecesine oturtanların da çubukları olabilir. Dikkat lâzım. Ehl-i dil, çubuklara takılmayanlara denilir. Yazdığımız belki de bir neslin hikâyesidir. Seyda’nın uçuş günlerine şahit olanların, Zübeyir’in Kirazlı Mescit’teki çorbasından tadanların hikâyesidir. Hapisler, mahkemeler, sürgünler, mahrumiyetler ve dahili dalgalanmaların getirdiği ıztıraplar, bu kuşağın ortak kaderidir.

On iki Mart’ın kocakarı mı, süfyan mı fırtınasına dönüşerek inananları Anadolu’ya serptiği günlerde Tayyar Ağabeyi tanımıştım. Marangoz tezgâhındaki talaşlarla gürül gürül yanan sobanın ısıttığı kırmızı renkli halılı odada, kırmızı kaplı kitaplar arasında ve kırmızı çayların sunulduğu bir evde... ısmi Tayyar, mesleği tayyareciydi... Bediüzzaman Hazretlerinin iltifatına mazhar olmuş tayyareci astsubaylardandı. Yalnız değildi, Malatya’da Mevlüt Polat, Mustafa Erbek, Sıtkı Çoban (merhum), Kemal Özarar (merhum), Önder Toplum ve daha niceleri... “Kahraman askerler” ünvanına lâyık “Nurun Kahramanları”... Tayyareci mavisi pardesülerinin dış ceplerinde Nurun bir lâhika mektubu mesabesindeki gazeteleri. Bizimle oturup çorba içerler, muhabbetleri ve en tatlı anları nuranî mekânlardaki zamanlarıydı. Sofrada günün hikâyeleri anlatılırdı. ışyerinde, yolda esnafla yapılan fikrî teatiler. Verilen kitaplar, davet edilen müştaklar... Başka şeyler konuşulmazdı.

Vakur, nezih, zengin derunî âlemini saklayabilen ve kibar bir insandı Tayyar Ağabey... ımam hatip okullarının kasıtlı olarak “Siyasal ıslâmcı” veya “Türkçülere” teslim edildiği günlerde, bazı öğretmenlerin tarafgirane zulümlerine uğrardık. Medenî cesaretiyle Tayyar Ağabey hukukumuzu müdafaa için ta millî eğitim müdürlerine kadar çıkardı. Onlar ne geri adımı tanırlar, ne de tevakkufu bilirlerdi. Daima ileri... Vefalıydı. Bandırma’da görev yaparken söz vermişti: ıkinci görev yeri olarak addetmişti Bandırma’daki Kur’ân hizmetlerini. Zübeyir Ağabeye sevgisi çoktu. Onun için Zübeyir Ağabeyin pratiği, istikamet çizgisiydi. Bandırma’dan bizi ıstanbul’a uğurlarken, yine gazeteleriyle beraberdi. Nurlara gark olmuş haliyle, onun o günkü duruşu, şu fani âleminde hep mütebessimane duracak. Gerçi teneşirde de tebessüm etmiş. Hayatlarını nura vakfedenlerin simalarında mütemadiyen bitmez, tükenmez bir tebessüm dalgalanır durur.

Bizim neslimiz doğarken, Diyarbakır’da onların dünyasına Risâle-i Nur doğmuş. Mektebi bitirip kıtaya geldikleri günden bugüne kadar... Veya bayrağı Bandırmalılara teslim ettiği güne kadar hep aynı istikamet. şahitleri o kadar çok ki...

Dedik ya, alnı ak ağabey hür neslin bayrağını tutuyordu. Yalnızca canlarını değil, hayatlarını istikametle Kur’ân’a feda edenlerin sancağı. Koca kara çınarları deviren fırtınalı zamanlarda tam yarım asırlık bir istikamet... Yalnızca lütf-u Rabbanî ve ihsan-ı ılâhî... Yalnızca mahzun ailesini değil, onlarla birlikte Diyarbakır, Eskişehir ve Malatya’daki dâvâ arkadaşlarına taziyeler sunuyoruz. Bandırma, Edincik, Erdek, ınegöl ve Bursa’daki dostlarına başsağlığı diliyoruz.

Onun, gönül huzuruyla kabrin arkasındaki sevdiklerine kavuştuğuna inanıyoruz.
Şükrü Bulut

3

26.05.2004, 11:57

Yeni Asyamızdan bir yazı daha

ınnalillahi ve innaileyhi raciun.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir