Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

10.04.2007, 10:24

Risale-i Nur mesleği üzerine tahkikat-1 (Mukaddeme)

RıSALE-ı NUR MESLEğı ÜZERıNE TAHKıKAT-1 (MUKADDEME)


¬v[µ&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"


FENÂ-Fı’L-ıHVÂN

VE

HAKÎKAT MESLEğı

¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"
­w[¬Q«B²K«9ö¬y¬"ö«—
ö«w[¬W«7@«Q²7!ö±¬Æ«*ö¬yÁV¬7ö­f²W«E²7«!
«w[¬Q«W²%«!ö¬y¬A²E«.ö«—ö¬y¬7³!ö|«V«2ö«—ö¯fÅW«E­8ö_«9¬G±¬[«,ö|«V «2ö­•«ŸÅK7!ö«—ö­œ«ŸÅM7!ö«—
Hicrî 1418 senesinin Berat Gecesi, akşam namazının tesbîhâtında, letâife ve mesleğimizdeki hatvelere taalluk eden bir mesele inkişâf etti. O meseleyi altı-yedi sahîfe içinde kısaca kaleme aldıktan sonra onu biraz daha inbisât ettirmek için teşebbüs edildiğinde, lûtf-u ılâhî ile hadd ve tahminin fevkinde olarak bu mütâlaalar tezâhür etti. Zâten henüz Program kitabı yazılmadan evvel, bir vazîfe taksîminde payımıza, Usûl’deki fenâ-fi’l-ihvân ve hakîkat mesleği maddeleri düşmüş idi. Böylece, bu mütâlaalar ile, o zaman üzerimize düşen mükellefiyeti îfâ etmiş olduk. Allah’a hamd olsun ki, bizi bu emre muvaffak eyledi.
Bu mütâlaalarımız fenâ-fi’l-ihvân ve hakîkat mesleği ile alâkalı olarak ıhlâs Risâlemizden anladıklarımız olup bir mukaddeme ile dört kısımdan teşekkül etmektedir. Ki, şunlardır:
1- Birinci Hatve, ıhlâs Risâlemizdeki Birinci Düstûr ve aczin mütâlaasıdır.
2- ıkinci Hatve, ıkinci Düstûr’un ve fakrın mütâlaasıdır.
3- Üçüncü Hatve, Üçüncü Düstûr’un ve şefkat ve şevkin mütâlaasıdır.
4- Dördüncü Hatve, Dördüncü Düstûr’un ve tefekkür ve şükrün mütâlaasıdır. Ve muhtelif mevzû’lar hakkındaki zeyillerdir.
Bu mecmûa, mütâlaaların ilk üç hatvesini ihtivâ etmektedir.




¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"ö
«hÅ'«@«#ö@«8«:ö«t¬A²9«)ö²w¬8ö«•ÅG«T«#ö@«8ö­yÁV7!ö«t«7«h¬S²R«[¬7 * @®X[¬A­8ö@®E²B«4ö«t«7@«X²E«B«4ö@Å9¬!
* !®i<¬i«2ö!®h²M«9ö­yÁV7!ö«¾«h­M²X«<ö«: * _®W[¬T«B²K­8ö_®0!«I¬.ö«t«<¬G²Z«<«:ö«t²[«V«2ö­y«B«W²Q¬9öÅv¬B­<«:
­–x­U«[«4ö²w­6ö­y«7ö«Äx­T«<ö²–«!ö@®\²[«-ö«(!«*«!ö!«)¬!ö­˜ ­h²8«!ö@«WÅ9¬!
«–Y­Q«%²I­#ö¬y²[«7¬!«:ö¯š²|«-ö¬±u­6ö­تY­U«V«8ö¬˜¬G«[¬ ">¬HÅ7!ö«–@«E²A­K«4

Sûre-i Feth: 1- şüphesiz, biz sana apaçık bir fetih verdik. 2- Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günâhını bağışlasın, üzerindeki ni’metini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltip iletsin. 3- Ve Allah, sana ‘üstün ve onurlu’ bir zaferle yardım etsin.
Sûre-i Yâsîn: 82- Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri, ona yalnızca “ol” demesidir; o da hemen oluverir. 83- Her şeyin melekûtu elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Ve siz O’na döndürüleceksiniz.




MUKADDEME

Evvelâ, mesleğimizdeki dört hatveye mukâbil, bunlara tekâbül eden usûl, tatbîk, maksad ve neticelerle alâkalı bazı mühim tâbirleri beyân etmek îcab ederse karşımıza şöyle tablolar çıkar:
Acz hatvesinde birinci kademe fenâ olarak karşımıza hiçlik çıkar.
Fakr hatvesinde ikinci kademe fenâ olarak karşımıza hiç-ender-hiç çıkar.
şefkat hatvesinde birinci kademe bekâ olarak karşımıza vücûd çıkar.
Tefekkür hatvesinde ikinci kademe bekâ olarak karşımıza bekâ veya müşâhede çıkar.

Hatveler şÜKÜR RıSÂLESı 4.MEKTÛB
Acz’e mukâbil ACZ-ı MUTLAK veya FAKR-I MUTLAK
Fakr’a mukâbil FAKR-I MUTLAK veya ACZ-ı MUTLAK
şefkat’e mukâbil şEVK-ı MUTLAK veya şÜKR-Ü MUTLAK
Tefekkür’e mukâbil şÜKR-Ü MUTLAK veya şEVK-ı MUTLAK

25.Söz’de, hakâik-ı Kur’âniyeye sadakte diyebilmek için zikredilen şartlar:
Acz hatvesindeki sülûkün muâmelesi safâ-yı kalbdir. Ve,
Fakr hatvesindeki sülûkün muâmelesi tezkiye-i nefstir. Sonra,
şefkat hatvesindeki sülûkün muâmelesi terakkiyât-ı ruhtur. Ve,
Tefekkür hatvesindeki sülûkün muâmelesi tekemmül-ü akıldır.


32. Söz’ün 2. Mevkıfı’ndan çıkabilecek diğer bir tablo da şöyledir:
Acz hatvesi şE’Nde inkişâftır. Ki, eser dülgerlik FııLıNE delâlet eder.
Fakr hatvesi ıSıMde inkişâftır. Ki, dülgerlik fiili dülger ıSMıNE delâlet eder.
şefkat hatvesi SIFATda inkişâftır. Ki dülger ismi SIFATA delâlet eder.
Tefekkür hatvesi ZÂTda inkişâftır. Ki, sıfat istidâda, o da ZÂTA delâlet eder.

29. Söz 3. Esâs 3. Mesele’deki mevzû’ ile birlikte, Lemeât’taki “Temessülün aksâmı muhtelifedir” serlevhalı kısımda râbıta ve neticeleri hakkında gâyet güzel bir tasnif var. ışte hatvelerle nisbet edilince karşımıza çıkan tablo:
Acz hatvesinde hem meyil hem de yalnız hüviyet gözükür.
Fakr hatvesinde hem ihtiyâç hem de hüviyet, berâberinde hâsiyet.
şefkat hatvesinde hem şevk hem de hüviyet ve şûle-i mahiyet.
Tefekkür hatvesinde hem incizâb hem de mahiyet hüviyet gözükür.

Evet bu tabloların sayısını rahatlıkla ziyâdeleştirebiliriz. Zîrâ Risâle-i Nûr’un her tarafı böyle dörtlü guruplarla dolu. Nokta-i nazarın değişmesiyle değişen bu tâbirlerin tamamı aynı hakîkatlardan bahsediyorlar aslında. Bunların hepsi, Allah’a vâsıl olma yolunda, üzerinde hassâsiyetle durmamız gereken noktalara dikkatimizi celbediyorlar. Tâ ki, yanlışa düşülmesin, dalâlet çukurlarına sukut edilmesin. Hakîkaten şeytânın ve nefsin çok gizli hîleleri vardır.
ınşâallahu Teâlâ, bu ve benzeri tablolar müvâcehesinde acz-fakr-şefkat ve tefekkür tarîkının îzâhına teşebbüs edeceğiz. Tevfîk olursa Allah’tan (c.c.), hatâ ve kusûr olursa nefsimizden ve kâbiliyetsizliğimizdendir.
Îzâhdan evvel mühim bir ihtâr:
Lemeâttaki “temessülün aksâmı muhtelifedir” serlevhalı kısımda nazara çarptığı üzere, birinci kısımdaki “hüviyet” meselesi diğer kısımlarda da mevcûdiyetini aynen muhâfaza etmesi ve hem şükür Risâlesi’nin ahirindeki «...en âlâ ve en yüksek tarîk olan tarîk-ı ubûdiyet ve mahbûbiyetin dört esâsından en büyük esâsı şükürdür...» ibâresi, hem de 26. Sözün Zeyli’ndeki «... ubûdiyet tarîkıyla mahbûbiyete kadar gider » emirleri gâyet sâbit ve değişmez bir hakîkati gösteriyorlar ki, bu meslekte ZÂHıRÎ EMRE ıMTıSÂL, HıÇBıR ZAMAN ıHMÂL EDıLEMEZ. HıÇKıMSE BUNDAN KENDıNı ÂZÂDE GÖREMEZ. ıster Dördüncü Mektûb’da işâret edilen meşreb ve terbiye metoduna göre terbiye olsun, isterse şükür Risâlesi’nde işâret edilen meşrebden olsun, hiç farketmez. Elbetteki bu hükmümüz, kemâlât kesbetmek isteyenler içindir!
Talebenin üzerine düşen mükellefiyetler noktasından aralarında fark olmasa bile, temâs ettiğimiz bu iki tür terbiye metodu, aralarında çok büyük farklılıklar olan, bidâyeti ile nihâyetleri birbirinden nihâyet derece uzak olan, keyfiyet, kemâlât, şeref ve fazîlet noktalarından gâyet farklı mahiyet arz eden metodlardır. Biri velâyet kemâlâtı, diğeri nübüvvet kemâlâtı. Biri âşıkîn, diğeri ârifîn mesleği. Biri istiğrak, diğeri ehl-i sahv ve fark mesleği. Biri mürîd olanlar için, diğeri murâd olanlar için. Biri Hakk’la berâber olur, diğeri halkla. Birinde şeref ağır basar, diğerinde fazîlet. Bütün bunlarla birlikte kula tercih hakkı verilmemiş, hepsi takdîr ile fıtrata derc olmuştur. Kim ne için yaradılmışsa, o iş ona kolay gelir, zorlamanın yeri olmaz. Yalnız bizlere düşen mükellefiyet, “şükreden bir kul olmayayım mı?” emri mûcibince, mahbûb dahi olsak, ihtiyârımızla muhibbiyeti tercih etmek, naz değil, niyâz mesleğinden gitmektir. Zîrâ, «... en yüksek mertebe ise ubûdiyet-i Muhammediyedir ki, “mahbûbiyet” ünvânıyla tâbir edilir. Ubûdiyetin ise sırr-ı esâsı niyâz, şükür, tazarru’, huşû’, acz, fakr, halktan istiğnâ cihetiyle o hakîkatin kemâline mazhar olur.» (1)
ACZ ve FAKR ve şEFKAT ve TEFEKKÜR tarîkı ıHLÂSTIR
« Ders olarak ıhlâs kâfîdir, diğer risâleler de okunmalı »(2) emri mûcibince, tarîk-ı Aczmendî veya tarîk-ı ubûdiyet ve mahbûbiyet ya da acz-fakr-şefkat-tefekkür tarîkının îzâhını; belki ıhlâs Risâlesi’nin te’lifindeki ihlâs hürmetine bir muvaffakiyete vesîle olur ümîdiyle; ıhlâs Risâlesi’nin mütâlaası sûretinde yapacağız.
Yalnız, ıhlâs’ın mütâlaasına başlamadan evvel şunun bilinmesinde de her dâim fayda vardır ki: Mesleğimizdeki hatveler arasında kesin çizgilerle ayrılmış hatlar yoktur. Nasılki, herbir ism-i ılâhîde diğer esmâü’l-hüsnâ dahi muhtelif mertebelerde mevcûd ise, esmâ-i ılâhînin bazılarına a’zamî bir sûrette mazhar olan bu hatvelerin herbirisinde diğer hatvelerin dahi dahli ve hissesi vardır. Zîrâ, «...bütün kâinâtın kün emrine itaati, birtek nefer hükmünde olan bir zerrenin itaati gibidir. ırade-i ezeliyeden gelen kün emr-i ezelîsine mümkinâtın itaati ve imtisâlinde yine irâdenin tecellîsi olan meyil ve ihtiyâç ve şevk ve incizâb, birden, berâber mündemiçtir.» (3)

Evet ıhlâs Risâlesi’ne başlıyoruz:

« ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"
*ö«w[¬B¬9@«5ö¬yÁV¬7ö!x­8x­5ö«: * ö²v­U­E<¬*ö«`«;²H«#«:ö!x­V«L²S«B«4ö!x­2«+@«X«#ö«ž«:
* _«Z[Å,«(ö²w«8ö«Æ@«'ö²G«5ö«:ö *ö_«Z[Å6«+ö²w«8ö«d«V²4«!ö²G«5
*ö®Ÿ[¬V«5ö@®X«W«$ö|¬#@«<³@¬"ö!:­h«B²L«#ö«ž«:

Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:
Bu dünyâda, husûsan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esâs, en büyük bir kuvvet, en makbûl bir şefaatçi, en metîn bir nokta-i istinâd, en kısa bir tarîk-ı hakîkat, en makbûl bir duâ-yı mânevî, en kerâmetli bir vesîle-i makâsıd, en yüksek bir haslet, en sâfî bir ubûdiyet ihlâstır.
Mâdem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. Ve mâdem bu müdhiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukâbilinde ve şiddetli tazyîkat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gâyet az ve zayıf ve fakîr ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gâyet ağır ve büyük ve umûmî ve kudsî bir vazîfe-i îmâniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsân-ı ılâhî tarafından konulmuş. Elbette herkesten ziyâde bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbûr ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gâyet derecede muhtâcız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zâyi olur, devam etmez, hem şiddetli mes’ûl oluruz. ö®Ÿ[¬V«5ö@®X«W«$ö|¬#@«<³@¬"ö!:­h«B²L«#ö«ž«: âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i ılahîye mazhar olup saâdet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzûmsuz, zararlı, kederli, hodfürûşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyât-ı süfliye ve menâfi-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umûm kardeşlerimizin hukûkuna tecâvüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakâik-ı îmâniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.
Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. şeytânlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytânlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. ıhlâsı kıracak esbâbdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm ]±¬"«*ö«v¬&«*ö@«8öÅž¬!ö¬šxÇK7@¬"ö°œ«*@Å8«ž«ö«j²SÅX7!ö Å–¬! demesiyle, nefs-i emmâreye i’timâd edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın. ıhlâsı kazanmak ve muhâfaza etmek ve mânileri def’etmek için gelecek düstûrlar rehberiniz olsun. » (4)
Acz-fakr-şefkat-tefekkür tarîkının düstûrlarını hâvi bu risâle, herbiri bir düstûra veya hatveye işâret etmesi kuvvetle muhtemel dört ayrı sûreden intihâb edilmiş âyet-i kerîmelerle başladıktan sonra « ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz » emriyle devam ediyor. Burada « ey! » hitâbının muhâtabı acabâ kimlerdir?
« Ziyâretçilere ait bazı dostlar tarafından ihtâr ile bir düstûr îzâh edilmek istenilmiştir. Onun için yazılmıştır.
Ma’lûm olsun ki, bizi ziyâret eden ya hayât-ı dünyeviye cihetinden gelir; o kapı kapalıdır. Veya hayât-ı uhreviye cihetinde gelir. O cihette iki kapı var:
Ya şahsımı mübârek ve makâm sâhibi zannedip gelir. O kapı dahi kapalıdır. Çünkü ben kendimi beğenmiyorum; beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenâb-ı Hakk’a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.
ıkinci cihet, sırf Kur’ân-ı Hakîm’in dellâlı olduğum cihetledir. Bu kapıdan girenleri ale’r-re’si ve’l-ayn kabûl ediyorum. Onlar da üç tarzda olur: Ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur.
Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyen Sözler’e ve envâr-ı Kur’âniyeye dâir olan hizmetimize ciddî taraftar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın; kendine de istifâdeye çalışsın.
Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakîkî olarak Sözler’in neşrine ciddî çalışmakla berâber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir.
Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sâhib çıksın ve en mühim vazîfe-i hayâtiyesini onun neşr ve hizmeti bilsin.
ışte bu üç tabaka, benim üç şahsiyetimle alâkadardır:
Dost, benim şahsî ve zâtî şahsiyetimle münâsebettâr olur.
Kardeş, abdiyetim ve ubûdiyet noktasındaki şahsiyetimle alâkadar olur.
Talebe ise, Kur’ân-ı Hakîm’in dellâlı cihetinde ve hocalık vazîfesindeki şahsiyetimle münâsebettârdır.
şu görüşmenin de üç meyvesi var.
Birincisi: Dellâllık i’tibârıyla mücevherât-ı Kur’âniyeyi benden veya Sözler’den ders almak  velev bir ders de olsa.
ıkincisi: ıbâdet i’tibârıyla uhrevî kazancıma hissedâr olur.
Üçüncüsü: Berâber dergâh-ı ılâhiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur’ân-ı Hakîm’in hizmetinde el ele verip tevfîk ve hidâyet istemek....
Bu üç tabaka dahi beni mânevî duâ ve kazançlarında dâhil etmek şarttır.» (5)
Buradaki ifâdelerden de anlaşıldığı üzere, istifâde noktasında, Risâle-i Nur’la münâsebettâr üç zümre olmasına rağmen ıhlâs Risâlesi’ndeki hitâbın mazharı ancak kardeş olanlar ve talebe, yâni, hizmet-i Kur’âniyede arkadaş olanlardır. Bunun sebebine gelince:
«... Tarîk-ı Nakşî’de iki kanatla sülûk edilir. Yâni, hakâik-ı îmâniyeye sağlam bir sûrette i’tikâd etmek ve ferâiz-i dîniyeyi imtisâl etmekle olur. Bu iki cenâhta kusûr varsa o yolda gidilmez. » (6)
« şeriat üç cüz’dür: ılim-amel-ihlâs.» (7)
Görülüyor ki, bu yolda gidilebilmesi için evvelâ i’tikâdın sağlam bir sûrette olması, sonra da ferâiz-i dîniyenin imtisâli îcab ediyor. Yâni, kardeş ve talebe sınıfına dâhil olabilmek için gerekli olan şartlar.
ışte, bahsi geçen iki cenâh tam tahakkuk ettikten sonradır ki, ilim ve amel cüz’lerine ruh kazandırmak için ihlâs cüz’ünün tekmîli mevzubahis olur. Aksi takdîrde hiçbir mânâsı kalmaz. Yâni « ey! » hitâbının muhâtabı mesleğimizdeki kardeş ve talebe sınıfıdır ki, “terbiye ile kemâlât” yoluna girmişlerdir.
« Bilirsiniz ve biliniz: » cümlesi acabâ ne emrediyor? Risâlelere bakalım:
« Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehâletten gelse, izâlesi kolaydır. » (9)
« Ey kardeş! Benden birkaç nasîhat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsîlâtıyla, sekiz hikâyeciklerle birkaç hakîkatı nefsimle berâber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyâde nasîhate muhtâç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifâde ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim. şimdi kısaca ve avâm lisânıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse berâber dinlesin.
Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübârek kelime, ıslâm nişânı olduğu gibi, bütün mevcûdâtın lisân-ı hâliyle vird-i zebânıdır. Bismillah ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen.............. bir kabîle reisinin ismini alsın ve himâyesine girsin....» (10)
«...Mâdem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. » (11)
Evet « Bilirsiniz ve biliniz: ». Yâni,
“Ey kardeşlerim ve arkadaşlarım, ilim ve amel cüz’lerini zâten bilirsiniz, ihlâs cüz’ünü tahakkuk ettirmek ve Bismillah sırlarını yaşamak için gelen hakîkat ve düstûrları da biliniz!” Ne güzel ve ne kadar mühim bir emir. ışte Bismillah ile ıhlâs arasında tam bir muvâfakat.
Acabâ ıhlâs Risâlesi’nin; enfüsî âlemle birlikte âfâka bakan cihetlerde ehemmiyeti nereden kaynaklanıyor? Mezkûr nurlar ve kuvvetler niçin ve nerede lâzım? 21. Lem’a’ya bakalım:
« Ve mâdem bu müdhiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukâbilinde ve şiddetli tazyîkat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gâyet az ve zayıf ve fakîr ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gâyet ağır ve büyük ve umûmî ve kudsî bir vazîfe-i îmâniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsân-ı ılâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyâde, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbûr ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gâyet derecede muhtâcız. »
Evet, enfüse, dolayısıyla da âfâka bakan cihetlerden belki de en mühimi şu cümledir: « ıhlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gâyet derecede muhtâcız.» Neye muhtâcız? Elbetteki, risâlenin başında dokuz hassası zikredilen ihlâsı kazanmaya. Peki ihlâs ile ihlâsın sırrı arasında ne fark var?
Bu mesele ile alâkalı geniş bir îzâhat Mektûbât-ı Rabbânî’de 38. Mektûb’da var. Teferruâtını oraya havâle edip burada hatırda kaldığı kadarıyla bir iki cümle ile anladığımı nakledeyim: “Nefsin yaradılışı ihlâssızlık üzeredir. Bu nefsin sâhibi düstûrlara riâyet ederek amelinde ihlâsa muvaffak olur. Fakat bir hadîs-i şerîfdeki emir mûcibince böyle muhlis olanlar, dâimâ ihlâssızlık tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Tâ ki ihlâslı insanlar defterine yazılıncaya kadar. Bundan sonradır ki, Cenâb-ı Hakk’ın hıfz-u himâyesi ile dâim ihlâs üzere bulunurlar. Ara sıra ihlâssızlık nev’inden bazı işler sudûr etse de hemen ihlâsa dönerler. ışte bu hâle gelmek ancak nefsin fenâsından sonra müyesser olur. Yâni, ihlâsın sırrı bu insanda yer eder. Bu noktaya gelinmediği müddetçe dâimâ amellerin, insanın yüzüne çarpılma tehlikesi mevcûddur, yâni ihlâssızlık tehlikesi.
ışte ıhlâs Risâlesi’nde zikredilen ağır yükün taşınabilmesi ihlâsın sırrını kendinde yerleştirebilenlere müyesser olur. Aksi takdîrde büyük tehlike ve ağır mes’ûliyetlerden kurtulma imkânı yoktur. Rabbim müyesser ede, âmîn.
« Ey kardeşlerim! » Yâni, ey sırr-ı ihlâs yolunda kemâlâta namzed olan arkadaş! Bu yola girdiğin zaman, dört hatvenin herbirisinde karşına çıkacak olan dört katiü’t-tarîk ve bunlara karşı istîmâl edeceğin dört silâh şunlardır:
1- Muzır mânilere karşı Birinci Düstûr ile ihlâsı kazanmak
2- Bu hizmetin hâdimleri ile uğraşan şeytânlara karşı ıkinci Düstûr ile ihlâsını muhâfaza etmek.
3- ıttifâk eden bu mâni ve şeytânlara karşı Üçüncü Düstûr ile defetmek,
4- ıhlâsı kıracak esbâbtan Dördüncü Düstûr’daki emirler müvâcehesinde imtina’ ederek sefîne-i Rabbâniyenin kaptanlığını veya dümenciliğini yapmak.
siyahnur

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

2

10.04.2007, 11:02

Alalh razi olsun kardes

zaten üstad hz. kendi tarikinin ismini veriyor..

Elhasıl, en âlâ ve en yüksek tarik olan tarik-i ubudiyet ve mahbubiyetin dört esasından en büyük esası şükürdür ki, o dört esas şöyle tabir edilmiş:
Der tarik-i acz-mendî lâzım âmed çâr-çiz:
Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak, ey aziz.

http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat &Page=351




ıkincisi: Tarik-i Nakşî hakkında denilen "Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk" olan fıkra-i rânâ birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber, birden şu fıkra tulû etti:
"Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz."

http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat&Page=24
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

3

10.04.2007, 12:05

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3719


şimdi en mühim tekkeler ehli, ehl-i tarikattır. Bütün kuvvetleriyle Nur Risalelerini nurlandırmaları ve sahip çıkmaları lâzım ve elzemdir. Haşiye şimdiye kadar ben yalnız ımân hakikatini düşünüp "Tarikat zamanı değil, bid'alar mâni oluyor" dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde, bütün on iki büyük tarikatın hulâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi.
Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlûp olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz, hakikî Nurcu olabilirler. Yalnız mümkün olduğu kadar bid'atlara ve takvâyı kıran büyük günahlara girmemek gerektir.


iki cok dikkat cekici satirlar bir daha okuyalim....

(((şimdiye kadar ben yalnız ımân hakikatini düşünüp "Tarikat zamanı değil, bid'alar mâni oluyor" dedim. )))

(((Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlûp olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz, hakikî Nurcu olabilirler.)))

Üstad burda şimdiye kadar cümlesi kullaniyor yani bir önceki düsüncesini bir nevi degistiriyor ve Ehli-i tarikat icin onlar tam sarsılmaz, hakikî Nurcu olabilirler diyor... Demiyorki ey tarikat ehli birakin tarikati zaten zamani degil gelin nurcu olun demiyor üstelik üstad,
""Medar-i niza bir mes'ele varsa, meşveret ediniz... Cok sıkı tutmayınız. Herkez bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakma şimdi elzemdir."" yani farkli meşreblerin oldugunu söylüyor..
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

4

10.04.2007, 12:40

bir izahat

Neşrine başladığımız uzunca olan ilmi bir tahkikatın bu mukaddeme kısmında maalesef sitenin formatı olan php formatı arabi ibarelerde kullanılan nur fontunu göstermemektedir.Rastgele şekiller halinde çıkan ibareler Risale-i Nurlardan yapılan iktibaslar içindeki ayet-i kerimeler ve besmele gibi şeair olan kelimattır.Merak eden arkadaşlar iktisab edilen kısımların Risalelerdeki yerlerine bakıp ayet-i kerime ve arabi ibarelerin asli halini ordan görebilirler.
siyahnur

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

10.04.2007, 13:07








1- "Allah için kıyamda bulunup Ona kulluk edin." (Bakara Sûresi: 2:238.)
2- "ıhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider." (Enfâl Sûresi: 8:46.)
3- "Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin." (Bakara Sûresi: 2:41.)
4- "Nefsini günahlardan arındıran, kurtuluşa ermiştir. Nefsini günaha daldıran ise hüsrana düşmüştür." (şems Sûresi: 91:9-10.)
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

6

17.04.2007, 11:25

Hasan Sinana teşekkürler

Hasan kardeşim yardımın için teşekkürler.Ama arabi hurufatın bu sitede asli haliyle FONT olarak gösterilmesinin yolunu siz veya başka bir kardeşim bana gösterirse çok sevinirim.
siyahnur

7

17.04.2007, 14:22

bismillah

Selamun aleykum
Siyahnur abim evvelen yazmis oldugunuz yazi icin binler tesekkurler masallah barekallah deyip istifade etmeye calisiyoruz insallah.
Arabi olan ayeti kerimelerin her birini evvelen teker teker ayet ayet yani kalip olarak yazilan her birini kaydedip pastellerkende teker teker yaparsaniz insallah bu is olur.

Yaziniz veya istifadesinde bulundugunuz Hazretin Risale i nur lari bu kadar, Maasallah barekallah dedirtecek sekilde kendilerine Risale i Nurlarin acilmasi ve bu ilmin verilmesi ve ifade edisi ve sizlerin vesileniz ile bizlere istifadeye sunulusu bizler icin Risale i Nur lardan istifade ve Risale i Nurlari anlama anladiklari ile yasama derdinde olanlar icin kanaatimizce buyuk bir nimettir Allah binlerce kez razi olsun.
Insaallah bu yazilari biraz daha acarak ,serverdeki kardeslerimizin ve bizlerin idrak seviyelerini nazara alarak ve bunlarin biraz üzerinde aciklama yaparsaniz ve devamlari yani daha ileri merhaleleride anlayisinizda ve ifadelerinizde mevcuddur kanaatindeyiz, munasib gördugunuz kadarini insallah istifadelerimize müsaid gördügünüz zamanlarda aktarmanizi ve bizlere anlayisimizda nasibi bol olanlardan ve amel edenlerden olabilmemiz icin dua buyurmanizi o notlari yazan hazretin ellerinden öpüp dulararini bekledigimizi iletmenizi temenni eder Allah yardimciniz yardimcimiz olsun diyerek saygi ve muhabbetlerimizi sunariz.
Fiemenillah
Selamun aleykum

8

20.04.2007, 19:59

Siyahnur agbi siz burayi biraz acacaktiniz saniyorum yarim kaldi insallah devam edersiniz sabirsizlikla bekliyoruz...
Ümitvar olunuz..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir