Giriş yapmadınız.

1

14.11.2006, 22:30

Bediüzzaman Said Nursi´ye göre Hıristiyanlarla diyalog

Asrımızın maneviyat ve ruh doktoru ve mimarı olan Bediüzzaman Said Nursi “Bu zamanda ehl-i islamın en büyük tehlikesi fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun yegâne çaresi nur göstermektir; ta ki kalpler ıslah olsun ve imanlar kurtulsun”[1] ifadeleri ile misyonunu belirleyerek “ıman Hizmeti”ne başlamıştır.

Çünkü bu zamanda tabiatçı felsefeden kaynaklanan küfür cereyanları Allah’ı inkâra götürdüğü, maddeyi ve maddeciliği öne çıkardığı için, maneviyatı ve ruhaniliği esas alan her şey gibi Hıristiyanlık da bundan etkilenmektedir. Bundan dolayı kiliseler boşalmakta ve anarşi ve ahlaksızlıktan Hıristiyanların dindarları da çok rahatsız olmaktadırlar. Akıl, ilim ve fenne değer veren, ilmi gelişmelere sahne olan bir dönemde hurafevari, akla uymayan Hıristiyanların teslis akidesi maalesef inkârcılığın yayılmasına, güçlenmesine sebep olmuştur. Hâlbuki bütün hayır ve güzelliklerin membaı olan vahy-i semavi her nevi hurafelerden beridir. Vahyin değişmeyen mesajı olan Kur’an-ı Kerim insanlığa gerçekleri anlatmaya devam etmektedir. ısevîliğin kaynağı da vahy-i semavidir. Bunun için hakikatten ve vahiyden beslenen hakiki ıseviliğin şahs-ı manevisi vahy-i semavi kılıcı ile o müthiş dinsizliğin şahs-ı manevisini öldüreceğini peygamberimiz (asm) haber vermiştir. Elbette ıseviliğin temsilcisi olan ısa (as) da dinsizliğin temsilcisi olan Deccal’ı öldürmekle bu süreci başlatacaktır. Her iki olayın sonucunda ise “ınkâr-ı Ulûhiyet fikri” tamamen ölmüş olacaktır.[2]

ıslami kaynaklar dinsizliğin temsilcisini “Deccal” olarak isimlendirir. Tabii ki bu bir insandır. Ancak dinsizlik komitesinin lideridir. Mağrur ve firavunlaşmış ve Allah’ı unutmuş ve inkâr etmiş olduğu için geçici cebbarane hâkimiyetine “Ulûhiyet” namını vermiştir. Teşkil ettiği şahs-ı manevisi olan dinsizlik rejimi ise pek güçlüdür ve kuvvetlidir. şahsının ölümü ile kurduğu rejim elbette ki son bulmaz. Hadislerde açıklanan deccala ait müthiş vasıflar onun hâkimiyeti döneminde teşkil ettiği rejimine ve o rejimde yaptığı icraatlara ait olduğu ve bunu bilmeyenler bu hususları sadece deccalın şahsına verdikleri için rivayetler imkânsız zannedilmiştir.[3]

Deccal ve Süfyanın dinsizlik rejimine karşı ayrı ayrı mücadele eden Müslümanlar ve gerçek Hıristiyanlar mağlubiyetin verdiği sıkıntı ve kurtuluş çaresi aramaları sonucunda bir araya geleceklerdir. Bunun sonucu olarak da Hıristiyanlık âleminde gerçek ısevilik olan “Tevhitçilik” ortaya çıkacaktır. Hal-i hazır Hıristiyanlık da tahrifattan ve hurafattan sıyrılarak ıslamiyet ile omuz omuza gelecektir. Sonunda Hıristiyanlık ıslamiyete inkılâp edecektir. Bu birleşme sonucu hak din büyük bir güç kazanacak ve dinsizlik mahvolacaktır. Bunun böyle olacağını Hz. ısa’nın (as) müjdelediği ahir zaman peygamberi olan peygamberimiz (asm) yüce Allah’ın vadine dayanarak haber vermiştir. Hz. ısa’nın (as) peygamberimizi müjdelediği gibi peygamberimiz de Hz. ısa’nın (as) gelerek bu hadiseye şahit olacağını haber vermiştir.[4] Madem haber vermiştir, elbette haber verdiği gibi vuku bulacaktır.

Hıristiyanlığın kendi bünyesinde yapmış olduğu reformlar sonucu teslisten Protestanlığa geldiğini, günümüzde ise Tevhide yaklaştığını görebiliriz. Bu değişim ve dönüşümün nihayet ıslamiyet ile omuz omuza gelerek ıslama teslim olma noktasına geleceğine ima ve işaret olarak peygamberimiz (asm) “ısa (as) gelip şeriatımla amel edecek” buyurmuşlardır.[5]

Dinsizlikten kaynaklanan ve insanlığı dehşetli ve müthiş buhranlara sürükleyen anarşi, ifsat ve tahribin yegâne çaresi ancak ilâhî ve semavî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatleridir. Bu hakikatler de ancak ıslâmiyet’te ve Kur’anda vardır. Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı ile ımanın ve ıslamın hakikatlerini akıl, kalp ve ilme kabul ettirecek şekilde müdellel ve müberhen ispat ve izah ederek “Tevhidi” ispat etmiştir. Bütün hayatını da bu hakikatlerin neşri için vakfetmiştir. Hatta değil Müslümanlarla, belki dindar Hıristiyanlar ile de dost olarak düşmanlığı bir tarafa bırakıp dinsizlik, zulüm ve anarşiye karşı insanlığa ancak Kur’anın semavi hakikatlerinin yegâne çare olduğunu izah etmektedir.[6]


Kur’an şakirdi olan Müslümanlar, delil ve bürhana tabi olarak akıl ve kalbi ile ıslama girmektedirler. Hâlbuki Hıristiyanlar ruhbanları taklit ederek dinlerini devam ettirmektedirler. Bundan dolayı elbette akıl, ilim ve fennin hükmettiği bir zamanda akli delillere dayanan ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur’an hükmedecektir.[7]

Peygamberimiz (asm) “Ahir zamanda ısevilerin hakiki dindarları ehl-i Kur’an ile ittifak ederek müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacaklarını”[8] bize haber vermiş ve bir anlamda bunun yapılmasını istemiştir. Bediüzzaman hazretleri de bunun tahakkukunun yollarını açmış ve bu diyalogu başlatmıştır.

Hıristiyanlar ile diyalog çalışmalarını ilk olarak başlatan Bediüzzaman Said Nursi hazretleridir. 1950 yılında Demokrasiye geçilmesi ile devletle millet arasında barışın temellerinin atıldığını gören Bediüzzaman, Hıristiyanlar ile diyalog olmadan bunun devam edemeyeceği düşüncesinden yola çıkarak hemen “Risale-i Nur Külliyatını” “Vatikan” papalık makamına gönderir. Böylece ıslamiyetin doğru anlaşılması gereği üzerinde durur. Bunun cevabını 22 şubat 1951 tarih ve 232247 sayılı papalık makamının resmi yazıları ile alır.[9]

Bediüzzaman 1953 yılında Fethin 500. Yıldönümü Kutlamalarına katılmak üzere ıstanbul’a gelir. ıstanbul’un fethinin 500. yılı kutlamalarına katılır. Birkaç gün sonra da talebesi Ziya Arun ile beraber “Fener Patrikhanesi”ne giderek patrik Athenagoras ile görüşür. Ona : “Hrıstiyanlığın din-i hakikisini kabul etmek, Hz Muhammed’i (asm) Peygamber, Kur’an-ı Kerimi de Kitabullah kabul etmek şartıyla ehl-i necat olacaksınız” der. Athenagoras ise cevaben: “Ben kabul ediyorum” der.[10] Bediüzzaman böylece hem diyalog, hem de tebliğ vazifesini en güzel şekilde yaparak bizlere de örnek olmuştur.

Bediüzzaman’ın başlattığı bu diyalog bu konuda yapılan çalışmaların ilkini teşkil etmektedir. Bediüzzaman “Sulh-u Umumî” dediği dünya barışının devletlerin bir araya gelerek yaptıkları antlaşmalarla sağlanacağını da ifade ederek bunun için elinden geleni yapıyor ve bu nevi antlaşmaları yapanları siyasi düşüncelerine bakmaksızın tebrik ediyordu. Nitekim 1955’te Türkiye ile Irak arasında imzalana “Bağdat Paktı” anlaşmasını tebrik ederek devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve başbakanı Adnan Menderes’e birer tebrik mektubu yazmıştır.[11] Bu antlaşma daha sonraları ıngiltere, Pakistan, ıran’ın ve Amerika’nın da müşahit sıfatıyla katılımı ile daha da genişleyerek “CENTO” adını almıştır.

Bediüzzaman mezkûr mektubunda “Bu ittifakınız inşallah dört yüz milyon ıslam’ın sulh-u umumisine ve selamet-i âmmenin teminine kati bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Müsaleme-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hrıstiyan ve sair dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan ve millete kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhum kanaat geldiğinden size beyan ediyorum”[12] diyordu.

Bediüzzaman iki nokta üzerinde önemle duruyordu. Birincisi “ıslamın ve Müslümanların sulh-u umumisi”, ikincisi de “müsaleme-i umumiye”. Küreselleşme ve Globalleşme dediğimiz etkileşim sürecinde Müslümanların barışı, dinlerin barışını, onun da dünya barışını etkileyeceğini görerek bize yol gösteriyordu. Küreselleşmenin hedefi olan insan hakları, fikr-i hürriyet, din ve vicdan hürriyetinin bu şekilde gerçekleşebileceğinin altını çiziyordu. ıtalyan Prof. Dr. Thomas Michel ve ABD Georgetown Üniversitesi Prof. Dr. John O. Voll Bediüzzaman’ın bu fikirlerini ve gayretlerini takdir ederek “ Bediüzzaman âlemşümul bir şahsiyet ve sosyologdur. Tüm insanlığa aydınlık bir yol göstermiştir” demekten kendilerini alamamışlardır.[13]

Bediüzzaman diyaloga o derece önem vermektedir ki “Asay-ı Musa” gibi eserlerinin Amerikalılara verilmesini takdir ederek “Misyonerler ve Hrıstiyan ruhanileri, hem Nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü her halde şimal cereyanı, ıslam ve ısevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, ıslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak”[14] diyerek komünizm, masonluk ve siyonizm’in oyununa gelmemeleri noktasında ikaz etmektedir. Hadiseler Bediüzzaman’ı bu noktada da haklı çıkarmıştır. 11 Eylül’de Amerika’da yaşanan terör hadisesi, bu uluslararası örgütlerin Hıristiyan ve Müslüman diyalogunu bozmaya çalışarak, küreselleşmenin mecrasını farklı yönlere çekmeyi amaçlamak için terörü kullanmak istediği anlaşılmaktadır. Fakat akl-ı selim galip gelecek ve bu olaylar barışın, diyalogun önünü açacak ve küreselleşmeyi demokrasi, insan hakları ve Müslüman-Hıristiyan diyalogu yönünde etkileyecektir. Bu diyalog da küreselleşmeyi dünya barışı yönünde etkileyecektir.

Dünyanın şartları değişmiştir. Dünya Bediüzzaman’ın 80 yıl önce tespit ettiği gibi “Bir köy şeklini almıştır.”[15] 1930’lu yıllarda sonra da “Laikliğin kabulü ve Din ve Vicdan Hürriyetinin devletlerin kanun-u esasilerine girmesi ile silahla dini cihat sona ermiştir.[16]

Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, insanlık ikinci dünya savaşından sonra istibdat ve baskının, zulüm ve tahribatın acı ve kötü neticelerini görmüş, dünyanın bütün bütün fani olduğunu anlamıştır. ınsan fıtratının âşık olduğu ve devamlı istediği ebedi saadeti aramaya başlamıştır. Gaflet, dalalet ve tabiatın en güvendiği kaleleri Kur’anın elmas kılıcı olan Risale-i Nurlar ile parçalanmıştır. Dünyaya hâkim olma ve hükmetme siyasetinin pek çirkin olan gizli yüzü açığa çıkmıştır. Bütün bunların bir sonucu olarak insanlığın hak dini arayan cemiyetleri ve büyük hükümetleri Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh-u canları ile sarılacaklardır.[17] Kur’an-ı Kerimin bu hakikatlerini duyurmak ve arayan muhtaçlara ulaştırmak din adamlarının ve bizim en büyük görevimizdir.

Dipnotlar:
[1] Lem’alar, 155
[2] Mektubat, 12
[3] Mektubat, 61
[4] Nisa, 4: 156–159; Saff, Suresi,61:6; Mektubat, 60
[5] Sözler, 643; Buhari, 4:205; Müslim, 1:136
[6] Emirdağ Lahikası, 9–10
[7] Hutbe-i şamiye, 33–34
[8] Buhari, 4.205; Müslim, 1:136
[9] Emirdağ Lahikası (2001) s.303
[10] şahiner, Necmettin, (1994-ıst) Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, s. 405
[11] Emirdağ Lahikası, (2001) s. 437
[12] Emirdağ Lahikası, s. 437–438
[13] Yeni Asya, 19 Ekim 2001, “Başet” Halil Uslu
[14] Emirdağ Lahikası, s. 139
[15] Nursi, Bediüzzaman Said, Muhakemat, (1990-Sözler Yayınevi) s.38
[16] Nursi, Bediüzzaman Said, (2001) şualar, 243
[17] Nursi, Sözler (2001) s. 140–141

M. Ali Kaya
Genç Yaklaşım Dergisi, Kasım 2006 sayısından...
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

2

16.11.2006, 12:26

Din adına dialog karşıtları nelere karşı geldiklerini görebilseler.
Bakış açısı ne kadar farklı ,akıl ile süslenmiş bilgi ne kadar isabetli. Allah Müslümanlara akıl versin. Dialogla tarumar olmanın yolu açılacağını bilen Münafık kafirleri anlmayı nasip etsin ki onlar bu dialogun en büyük düşmanı. Dialog karşıtları -istemeden de olsa- kime hizmet ettiklerini bir bilseler.

Ben bir Dindarın Avrupalıların kiliselerinin boşalmasından zevk aldığını ve mutlu olduğunu gördüm. Ekser böylemi bilmiyorum,ama her zamanın bir hükmü var.Eskiden Avrupada taassup hüküm sürdüğü için, ıslama en çok o cenahtan zarar geliyordu.Haçlı seferleri buna delildir.şimdi aklını kuşanmış, zamanın Avrupası taassupu terk edecektir. Yani, dinden uzaklaşması bizim zararımızadır. Dindar Hıristiyanlarla işbirliği yapmalıyız ki toplumdaki bu yozlaşma dursun.
Allah razı olsun muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir