Giriş yapmadınız.

1

20.07.2006, 16:37

Aklın Azabı

Alıntı sahibi ""ADEMAYAZSIN""

AKLIN AZABI 23. SÖZ 2. NOKTA


Bir hayalî vakıada, birbirine bakan iki yüksek dağ gördüm. Dağların arasına bir köprü kurulmuştu ve ben üzerindeydim. Köprünün altından derin bir dere geçiyordu. Dünyayı koyu bir karanlık istila etmişti. Sağ tarafta büyük bir mezarlık, sol tarafta korkunç fırtınalar ve karışıklıklar vardı. Köprünün altı uçurumdu. Bu dehşet içerisinde cebimdeki zayıf ışıklı feneri çıkardım. Nereye tuttu isem canavarlar, ejderhalar, aslanlar çıktı. "Eyvah, bu fener başıma bela imiş" dedim, fenerimi taşa çarpıp kırdım. Birden o fenerin kırılması ile dünyayı aydınlatan bir elektrik lambasının düğmesine dokunmuşum gibi, o karanlık dağıldı, her şeyin hakikati göründü. Baktım ki, o köprü, muntazam bir ovada mükemmel bir cadde, o mezarlık, insanların sevinçle yaşadığı bir meclis, sol taraf, enfes bir seyir ve ziyafet yeri, canavarlar, itaatkar hizmetçilermiş.

Allah'a imandan gelen huzur ile ayetler okuyarak o hayali vakıadan ayrıldım. ıman olmayınca aklın azab olduğunu anladım.
O iki dağ, dünya ve ahîret, o köprü hayat yolu, sağ, geçmiş, sol, gelecek, o fener ise, bencillik ve vahiyden mahrum kuru akıldır.
Evet, el feneri ezelî ışığı bulmada kullanılmalıdır.
(23.Söz 2.Nokta)




Biraz açıklayalım.... Güzel bir konu her zamanki gibi


Selametle

2

20.07.2006, 16:45

1- Dünyayı aydınlatan elektrik lambasından kasıt nedir?


Bu arada inançsız insanların neden içkiye başvurduklarını yeni yeni anlıyorum. Demek ki inançsızlık ile hayata bakan bu insanların düşüncelerindeki bunalımlar bunlarmış. Onlar da feneri kırmak yerine akıllarını kırmaya çalışıyorlar. Sarhoş olup düşünmemeye çalışıyorlar...



Selametle

3

20.07.2006, 16:55

cep fenerini nefse benzetiyoruz.
dünyayı aydınlatan ışığı ise imana benzetiyoruz.

nasılki cep feneri ile karanlıklı ormandan yürüyen bir insan hakikatleri olduğu gibi ,göremediği gibi;nefsiyle veya kendi bilgisiyle kendi nazarıyla ve imanla bakmayan insanlarda aynen cep feneri gibi gerçekleri göremezler.

nasılki o karanlık ormanda güneş çıktığı anda bütün gerçekler görülmüş olur.
öylede imanlada kainata bakan ve Allah namına tefekkür edende aynen gerçekleri görür.

demek iman ne kadar mükemmel olursa,
ve biz ne kadar nefsi bırakıp kainata Allah hesabıyla bakarsak okadarda
gerçekleri ve hakikatleri görmüş oluruz.

demek enaniyetini bırakıp hakka tabi olmayanlar, cep feneriyle gerçekleri görmeye çalışan şahıs gibi olur.

enaniyeti bırakıp ,hakka tabi olanlar ise güneş gibi imanın nuruyla hakiakti görürler.

selam

4

20.07.2006, 20:30

Hakikî ve elemsiz lezzet, yalnız imanda ve iman ile olabilir. şualar

Madem iman gibi hadsiz derecede kıymetdar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Lem'alar

Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız... S
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

5

21.07.2006, 09:21

Alıntı sahibi ""yunusum""


cep fenerini nefse benzetiyoruz.
dünyayı aydınlatan ışığı ise imana benzetiyoruz.

nasılki cep feneri ile karanlıklı ormandan yürüyen bir insan hakikatleri olduğu gibi ,göremediği gibi;nefsiyle veya kendi bilgisiyle kendi nazarıyla ve imanla bakmayan insanlarda aynen cep feneri gibi gerçekleri göremezler.

nasılki o karanlık ormanda güneş çıktığı anda bütün gerçekler görülmüş olur.
öylede imanlada kainata bakan ve Allah namına tefekkür edende aynen gerçekleri görür.

demek iman ne kadar mükemmel olursa,
ve biz ne kadar nefsi bırakıp kainata Allah hesabıyla bakarsak okadarda
gerçekleri ve hakikatleri görmüş oluruz.

demek enaniyetini bırakıp hakka tabi olmayanlar, cep feneriyle gerçekleri görmeye çalışan şahıs gibi olur.

enaniyeti bırakıp ,hakka tabi olanlar ise güneş gibi imanın nuruyla hakiakti görürler.

selam


Allah razu olsun yunus abi...

Alıntı sahibi ""bir_damla_nur""

Hakikî ve elemsiz lezzet, yalnız imanda ve iman ile olabilir. şualar

Madem iman gibi hadsiz derecede kıymetdar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Lem'alar

Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız... S



Allah sizden de razı olsun...

Selametle

YaMusaB

Stajyer

Mesajlar: 154

Konum: KaFKasYa

Meslek: TaleBe

  • Özel mesaj gönder

6

21.07.2006, 12:45

ımanlı insanın başında ne olursa olsun, ne zorluklar olursa olsun, istikametten sapmadığının bir göstergesi... olay biraz uzun hakkınızı helal edin...


Alıntı

Yaradan onu insan diye yaratmış. Sana sorarım, tuvaletsiz ev olur mu? Tuvalet diye geçme. Varsın bazı insanlar, eğri olsunlar. Onlardan tuvalet yapalım. Bazıları da tuvalet hükmünde bulunsunlar, onlarla da hacetimizi giderelim.

Ona çarşıda, sokakta arada bir rastlardım. Yaşlı hali, zayıf vücudu, kambur sırtı; yan yan yürüyüşü; dökülmüş elbiseleri, şişik cepleri dikkatimi çekerdi. Kimdir? Nerden gelmişti? Bu şehrin, bu bölgenin insanına benzemiyordu.
Sürekli yürürdü. Onu dururken, otururken hiç görmedim. Yaşı seksenin üzerinde gösteriyordu. Ne zaman gördümse, ceketinin kollarıyla burnunu çekiyordu. Kışta, soğukta nerede barınıyordu? Ne yiyip içiyordu? Hastalanmıyor muydu? Kimdi bu adam?

Bir gün arkadaşımın dükkanında otururken bir gölge gibi kapıdan içeri süzülüverdi. Titrek ve boğuk bir sesle selam verdi. Sesini o zaman duydum. Bir şeyler söyledi; önce pek iyi anlayamadım; yorgun bir hali vardı. Konuşurken nefes darlığı çekiyordu. Nefesi adeta içine doğru kayıyordu.

Bir şeyler sormak, onunla konuşmak istedim ve yanına yaklaştım. Sorularıma cevap vermedi. Hızla döndü ve dükkandan dışarı çıktı. Arkadaşlar az konuştuğundan söz ettiler. Arada bir dükkana gelirmiş. Para istemez, verilirse yalnızca bir ekmek parası alır, gerisini kabul etmezmiş.
Son zamanlarda neredeyse her gün çarşıda, pazarda onunla karşılaşır oldum. Her görüşümde yanına yaklaşır ve selam verirdim. Selamımı alırken durur, başını kaldırır, sonra yine başını yere eğer ve öylece yürürdü. Nereye gider? Kime gider? Adresi olmayan için zamanın önemi var mıdır? Gidecek yeriniz yoksa her yol sizi kendinize götürür. Yoksa adını dahi bilmediğim bu adam, hep kendine mi gidiyor?

Ramazan yorgunluğu üzerimde. Halsiz, bitkin bir durumda evimin bulunduğu apartmanın önüne gelmiştim. Tam giriş kapısına yaklaştım ki, o adamı karşımda gördüm. Kamburuyla birlikte başını kaldırarak, yan yan bana bakıyordu. Çok içten bir selam verdim.

"Ve aleykümselam ve Rahmetullah&." diye mukabele etti.
-"Amca Hayrola! Bu saatte nereye böyle?"
-"Aşığın yönü sorulmaz!" demez mi?
-"Peki ama" dedim, "iftara on dakika var, iftarı nerede yapacaksın" Oruç tutup tutamadığını soramıyordum.

Yırtık ayakkabısının burnuyla toprağı eşer gibi yaparak;
-"Rızkı veren Allah'tır! Verir, verir; rızkımı verir. Ondan şüphem yok" dedi.
Sanki biri vücuduma uyuşturucu bir şey şırınga etmiş gibi, uyuşuyordum. Gözlerim ateşleniyor ve yaşarıyordu. Haline acıyordum. Mütevekkil hali beni çok duygulandırıyordu. ıki elim yiyecek poşetleriyle doluydu. Hala neleri eksik aldım düşüncesindeydim. Hayatta ilk defa ellerimdekilerden, hatta ellerimden utanıyordum. O ise, belki de ellerine yiyecek alıp, evine hiç gitmemişti.

-"Haydi" dedim. "Eve çıkıyoruz; iftarı bu akşam birlikte yapacağız."
-"Gördün mü?" dedi. "Daha bir dakika bile geçmeden, Rabbim imdadıma yetişti!"

Evin ziline bastım, çocuklar kapıyı açtılar. Çocuklarla pamuk dedeyi (bu adı ben taktım) tanıştırdım. Onlarda sevindi.
ıftar sofrasına oturduk. Ezan okunmaya başladı.
-"Buyur" dedim.

Sudan bir yudum alarak orucunu bozdu. Sonra yavan ekmekten bir parça alarak ağzına götürdü. Önündeki çorbaya kaşık salacağını beklerken, bunu yapmadı. Yavan ekmek yemeye devam etti. Müdahale ettim.

-"Hayır! Bana karışma!" dedi. Israr edince de;
-"Evlat! Ben kırk yıldır kuru ekmekten başka bir şey yemedim. Benim hayat orucumu sen mi bozduracaksın?" demez mi? Öylece ona bakakaldım. Sonra gözlerim yemek masasına kaydı. Neler yok ki masada? ılk defa masada çok çeşit yemek olduğu için yerin dibine geçmek istedim. Titrek bir sesle yalvarırcasına sordum:

-"Amca! Ne olur söyler misin, kimsin, nerelisin?"
Dökülmüş dişleriyle yavan ekmeği ağzından geveleye geveleye;
-"Ne yapacaksın kimliğimi? Bir insan işte..." dedi.

Yemek yemeyi bıraktı. Sağ elimi, sol dizine koyup yalvardım:
-"Amca! Ne olur bir şeyler söyle. Sana baktıkça, gönül dünyamın kabardığını hissediyorum. Ne olur himmet et." Kirpiklerini yumar gibi yaptı. Yüzüne sanki yılların hüznü inmiş gibi, ama mütebbessim bir çehreyle;
-"Peki" dedi. "Sor anlatayım."

Bir anda nereden başlayacağımı kestiremiyordum. Sadece;
-"Nerelisin?" diyebildim. Sandalyeye kamburunu yasladı:
-"Evlat tam kırk yıldır lamekan (mekansız) dolaşıyorum. Aslında ben bir ermeni anne babanın çocuğuyum. Otuzumda Muhammedi aşk içime düştü. Bunu on üç sene saklı tuttum. Fakat sonunda dayanamadım, inancımı açıkladım. Hanımım ve çocuklarım bu durumumu kabullenemediler." Evde yemek servisimizi yapan on iki yaşındaki kızımı göstererek;

-"Aha, bunun gibiydi kızım, ondan ayrıldığımda... Ondan sonra daha ne haber alabildim onlardan, ne bir izlerine rastladım. Acı aşk çile ister, ızdırap ister; kimseye kırgın değilim..." Susuyordu, yarasını fazla deşmek istemedim ve konuyu değiştirdim.

-"Amca! Bana insanı anlatır mısın? ınsan nedir?"
-"Hııııı" diye bir ses çıkardı ve gülümseyerek "Zor sual" dedi. "Ama söyleyeyim: ınsan ormana benzer. Ormandaki düz ağaçlardan ev yaparsın; eğri ağaçlardan da kayık olur değil mi?"
-"Amca, sen hiç kimseyi dışarıda bırakmadın."
-"Yaradan onu insan diye yaratmış. Sana sorarım, tuvaletsiz ev olur mu? Tuvalet diye geçme. Varsın bazı insanlar, eğri olsunlar. Onlardan tuvalet yapalım. Bazıları da tuvalet hükmünde bulunsunlar, onlarla da hacetimizi giderelim."
-"Peki, kadına bakışınız nasıldır?"
-"Kadın mı? Hazreti Adem Hazreti Havva'dan ayrı düşünülebilir mi?"
-"Ama sizin Havva'nız yok." dedim. Gülümseyerek:
-"Sen ona karışma!"
Sertçe sözlerine devam etti.
-"Hani Hazreti Mevlana diyor ya: "Kadın, akıllı kişilere ve gönül ehline fazlasıyla galip olur. Cahil kişilerde kadına galip gelirler; çünkü onlar pek sert pek kaba kişilerdir. Kaba erkeklerde hayvanlık vasfı üstündür. Sevgi, incelik, acımak insanlık huyudur, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet ise hayvanlık huyu, hayvanlık sıfatıdır."
-"Mevlana'yı biliyorsunuz demek ki?"
-"Yer göğü bilmez mi?"
-"Bilir" dedim. Ama bu soruyu sorduğuma utandım. Devam etti;
-"Toprak yağmuru tanımaz mı?"
-"Tanır."
-"Aşktan suya dönenler, ummanı özlemez mi?"
-"Özler."
-"O Aziz ne diyor bak: (Mevlana'yı kastediyordu.) Ekmek ile etin aslı, mayası topraktır, çamurdur. Bunları az ye de çamur gibi yeryüzüne yapışıp kalma. Acıkınca köpek oluyorsun; kızgın, geçimsiz, kötü huylu, sert; yanına yaklaşılmaz soysuz bir köpek kesiliyorsun. Fakat doyunca da pis bir leş halini alıyorsun; duygusuz, her şeyden habersiz, sanki elsiz, ayaksız, bir duvar oluyorsun. Bu durumda sen Arslanın yanında nasıl koşabilirsin?" Yine konuyu değiştirdim ve başka bir şey sordum.
-"Peygamberimizi çok mu seviyorsun?"
Bir insanın yüzünün şekli hiç değişmeden gözlerinden yağmur gibi yaş aktığını ilk defa gördüm.
-"Evlat! Yaramı deşme. .. O aklıma gelince, aklım yerinden gidiyor. Hangi akıl O'nun sevgisi karşısında ayakta durabilir?" Başı dizlerine doğru düştü ve dakikalarca göz yaşı döktü. Bir ara:
-"Allah uzun ömür versin" dedim.
-"Hıh, doldurduk ömrümüzü. Kırk yıl lamekan (mekansız) ve parasız yaşadım. Rabbime şükür olsun, bana dünyanın ağır yükünü yüklemedi. Bir kuş kadar hafifim. Aha bitti seneler. Ömür dediğin kuş gibi uçtu gitti. Hiçbir dünya malının hesabını yapmıyorum. Umulur ki, kısa zamanda sevgilime kavuşayım."

O akşam onu evde tutamadım. Bütün ısrarlarıma rağmen evden ayrıldı ve karanlığa doğru yürüdü. Aslında "Karanlık" dediğim, benim gördüğümdü. O ise kim bilir hangi "Nur"a doğru adım atıyordu. Ertesi gün ikindi namazında şehrin kenar mahallesindeki caminin musalla taşında bir cenaze vardı.

Cemaati azdı. ımama sordum:
-"Kim bu ölü?" diye.
-"Bilmiyorum, bir garip adam" dedi.
Yüzünü açtım. Yüzü o kadar güzel ve mütebbessimdi ki, dün akşamdan çok daha fazla mutlu olduğu yüzünden adeta okunuyordu. Yunus ne güzel demiş:

"Bir garip ölmüş diyeler,
Üç gün sonra duyalar,
Soğuk su ile yuğalar,
Söyle garip bencileyin."


Dost istersen Allah yeter.
Evet o dost ise, herşey dosttur.

Yârân istersen Kur'an yeter.
Evet ondaki enbiya ve melâike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder.

Mal istersen kanaat yeter.
Evet kanaat eden, iktisad eder; iktisad eden, bereket bulur.

Düşman istersen nefis yeter.
Evet kendini beğenen, belayı bulur zahmete düşer; kendini beğenmeyen, safayı bulur, rahmete gider.

Nasihat istersen ölüm yeter.
Evet ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır

Risale-i NuR

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir