Giriş yapmadınız.

1

08.06.2005, 23:57

ılhamların hikmet ve gereği

Ali FERşADOğLU

ılhamların hikmet ve gereği




ılham, Yaratıcının izniyle, meleklerin ve iyi ruhların kalbimize, duygularımıza verdiği güzel, iyi, hayırlı, olumlu mesajlardır. ılhama mazhariyetin hikmet, güzellik ve faydaları sıralanmakla tükenmez. Ana hatlarıyla belirtmeye çalışırsak şu hakikatlerle kucaklaşırız:

Ruhumuz ve bedenimiz; çeşitli hâl, durum, tavır, şekil ve değişimlere hedeftir. Çoğu zaman muhtaç oldu-ğumuz desteği hemcinsleri-mizden göremeyiz. Görsek de, ya tam olmaz veya bize pek pahalıya mal olur. Kimi zaman da, olması gerekenin aksiyle muâmele görürüz. Tarafsız, minnetsiz, karşılıksız bir desteğe, lütfa, ihsana muhtacız. ışte ılâhî, melekî, ulvî ilhamlar bize bu desteği lütfederek bizi tesellî eder, yönlendirir, müjde verir ve teşvik eder. Bediüzzaman Hazretleri ilhamın hikmet ve lüzûmuna şöylece işaret etmiştir:

- Yaratıcı, teveddüd-ü ılâhî denilen kendini yarattıklarına fiilen sevdirdiği gibi, “kav-len”/sözlü olarak ve huzuruna alarak soh-betle dahi sevdirmek, vedûdiyet ve rahmaniyetinin (herkesi kucaklayan sevgi, şefkat ve yardımının) gereğidir.

- ınsanların duâlarına fiilen cevap verdiği gibi (tarlayı ektiklerinde mahsul vermesi, bir çalışma yaptıklarında başarmalarını sağlaması fiilî duânın kabulüdür), sözlü olarak dahi perdeler arkasında cevap vermesi rahîmiyetinin icâbıdır.

- Ağır belâlara ve şiddetli hallere düşen yaratıklarının yardım istemelerine, feryatlarına ve tazarruatlarına fiilen imdat ettiği gibi, bir nevî konuşması hükmünde olan ilhâmî sözlerle de imdada yetişmesi, rububiyetin (Rab, terbiye hakikatinin) lâzımıdır.

- Çok âciz, zayıf, fakir varlıklarız. Üstelik pek çok şeylere muhtacız. Dolayısıyla sahibimizi, koruyucumuzu, müdebbirimizi bulmaya pekçok muhtaç ve arzuluyuz. Cenâb-ı Hak, ilham ile şuurlu varlıklarına vücudunu, huzûrunu ve himayetini fiilen hissettiriyor.

- Bir çeşit Rabbânî konuşmalar hükmünde sayılan bir kısım sadık ilhamlar perdesinde özel ve bir mahlûka bakan, has ve bir vecihte onun kabiliyetine göre, onun kalb telefonuyla, kendi huzûrunu ve vücûdunu sözlü olarak hissettirmesi, ılâhi şefkatin ve şefkatli, merhametli terbiyenin zarurî ve lüzûmlu bir gereğidir.1


ışte, iyi, güzel, hayır işler yapanlar ve ruhlarını müspet duygularla bezeyenler; ilhama mazhar olacaklarını bilmenin verdiği güven ve huzûru tadarlar.

Dipnot: 1-şuâlar, s. 116-117.

TAZıYE: Gazetemiz ıdare Müdürü Süley-man Yeltepe’nin ağabeyi Osman Yeltepe’nin vefatını teessürle öğrendim. Merhuma Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret, Yeltepe âilesine, akraba ve dostlarına sabr-ı cemîl niyaz ederim.

08.06.2005

E-Posta: fersadoglu@ttnet.net.tr

Kaynak
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

2

09.06.2005, 07:38

Ali FERşADOğLU

Eğer ilham hazmedilmezse...




ılhama mazhar olan kişilerin en tehlikeli hallerinden biri de, kalblerine gelen mânâları, ilhamları, kelâmullah zannetmeleri veya öyle tâbir etmeleridir. Oysa, “âyet” Allah’ın kelâmına verilen özel bir isimdir. ılhamlara o ismi vermek, mutlak hatâdır. Meselâ, elimizdeki aynada; güneşin k üçük, sönük, perdeli ışığı akseder. Aynadaki yansımalarla, gökyüzündeki güneş arasında ne nisbet varsa, ilham ile ılâhî kelâm olan Kur’ân güneşinin âyetleri arasındaki nisbet de o derecededir.1

Vecd (ılâhî aşkla kendinden geçme) ile “istiğrak, sekir ve şatahat” (mânevî sarhoşluk, kendinden geçme) hâlleri görülen ve cezbeye kapılmış meczuplar; dinin zâhirine ters, gerçeklere aykırı sözler sarf edip, uygunsuz tavırlar sergileyebilirler. “ıstiğrak, sekir ve şatahat”larına kapılarak yoldan çıkmaları kuvvetle muhtemeldir. Fatih Sultan Mehmed zamanında yaşayan meşhur Cibali Baba bunun çarpıcı örneklerindendir: II. Mehmed’in ordusunun attığı toplar; surlar içinde “istiğrak, şatahat ve sekir” hâlinde bulunan Cibâli Baba tarafından “Gâvurcuklarıma dokunmayın!” diye etkisiz hâle getirilmektedir...

Aynen onun gibi “bir kısım ehl-i velâyet, zâhiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczupturlar. Ve bir kısmı dahi, bazen sahvede (uyanık) ve daire-i akılda görünür, bazen aklın ve muhakemenin haricinde bir hale girer. şu kısımdan bir sınıfı, ehl-i iltibastır, tefrik etmiyor (gelen ilham ve mânâları birbirinden ayıramıyor). Sekir (manevî sarhoşluk, kendinden geçme) halinde gördüğü bir meseleyi hâlet-i sahvede (uyanık halinde) tatbik eder, hata eder ve hata ettiğini bilmez.

“Meczupların bir kısmı ise, indallah (Allah katında) mahfuzdur, dalâlete sülûk etmez (gitmez). Diğer bir kısmı ise mahfuz değiller; bid’at ve dalâlet fırkalarında bulunabilirler. Hattâ kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş. ışte, muvakkat (geçici) veya daimî meczup olduklarından, mânen “mübarek mecnun” hükmünde oluyorlar.

“Ve mübarek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller. Ve mükellef olmadıkları için muahaze olunmuyorlar (hesaba çekilmiyorlar). Kendi velâyet-i meczubâneleri (meczubane evliyalıkları) bâki kalmakla beraber, ehl-i dalâlete ve ehl-i bid’aya taraftar çıkarlar, mesleklerine bir derece revaç verip, bir kısım ehl-i imanı ve ehl-i hakkı, o mesleğe girmeye meş’ûmâne (bedbahtçasına) bir sebebiyet verirler.”2

Dipnotlar: 1- Mektûbât, 29. Mektub, 9. Kısım, 4. Telvih s. 448; 2- Age, 26. Mektub, 9. Mesele, s. 328.

09.06.2005

E-Posta: fersadoglu@ttnet.net.tr

Kaynak
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir