Giriş yapmadınız.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

19.06.2010, 15:31

(Ocak-Mart 1878 - 23 Mart 1960)

(Ocak-Mart 1878 - 23 Mart 1960)


[b]Gençlik
ve Tahsil Hayatı: I. Meşrutiyet Devri (1878-1908)
[/b]

Bediüzzaman Said Nursî'nin doğduğu yıl Osmanlı Devleti
Balkanlar ve Kafkasya'da Rusya ile savaşmaktadır. Osmanlı tarihçilerinin
Rumî takvime göre 93 Harbi diye adlandırdığı 1878 Osmanlı-Rus Savaşı,
hem Osmanlı Devleti, hem de Batılı devletler için yeni bir dönemi teşkil
edecek kadar önemlidir.


Rusya'nın Sırpları kışkırtmasıyla, Bosna-Hersek ve
Karadağ'da başlayan isyanlar, Osmanlı Devletiyle birlikte Avrupa'nın
yarısını etkileyecek bir savaşa yol açtı. Bu sırada Osmanlı devleti
meşrutiyeti ilân etmiş; siyasî, sosyal ve ekonomik alanlarda büyük
değişikliklere yol açacak bir “anayasal parlamenter sistem” yürürlüğe
koymuştu. Nisan 1877'de Rusya'nın savaş ilânıyla, Kafkas ve Balkan
cephelerinde başlayan çarpışmalar, Osmanlı kuvvetlerinin sürekli geri
çekilmesiyle sonuçlandı. Ruslar batıda Plevne'yi düşürdükten sonra
Balkanları boydan boya istilâ ederek İstanbul'a 18 km uzaklıktaki
Yeşilköy'e kadar gelmiş, doğuda Ardahan, Oltu, Kars'ı alarak Erzurum'a
girmişti.


Bu esnada Osmanlı'da ekonomik kriz had safhadaydı. Halk
fakirlik ve salgın hastalıklardan ayakta duramaz hâle gelmişti.
Parlamento devam etmekte olan savaş yüzünden sağlıklı çalışamadığı,
ülkenin acil çözülmesi gereken sorunlarına çözüm üretemediği için
çalışmalarına ara vermişti.


Savaşın sonunda Yeşilköy'de imzalanan Ayastefanos
Antlaşmasıyla Osmanlı, Balkanlar ve Avrupa'daki topraklarının neredeyse
tamamına yakınını kaybetmişti. Tuna cephesinde Romanya, Sırbistan,
Karadağ bağımsızlık elde etmiş ve Bulgaristan Prensliği kurulmuştu.
Kafkas cephesinde ise Batum, Kars, Ardahan ve Doğubayazıt Ruslara
bırakılmıştı. Osmanlı Devletinin ödemesi gereken ağır savaş tazminatı
uzun yıllar süren ekonomik çöküntüye yol açmıştı. Anlaşmadan sonra terk
edilen topraklarda yaşayan Müslüman ve Türk nüfusun, zor şartlar altında
gerçekleşen göç dalgası ülkedeki durumu daha da ağırlaştırmıştı.


Bediüzzaman Said Nursî, yeni bir devrin başlangıcı
sayılan bu gelişmeler yaşanırken dünyaya geldi. 1878'de Bitlis'in Hizan
ilçesinin Nurs köyünde doğan Bediüzzaman, ilk eğitimini ağabeyi Molla
Abdullah'tan aldı.


Tağ köyündeki medresede öğretim hayatına küçük yaşta
başladı. Tahsil hayatı boyunca, birçok medresede kısa sürelerde
bulunarak ders aldı. Bu süre zarfında medrese eğitiminin temeli olan
sarf ve nahiv kitaplarını “İzhar"a kadar okudu. Sonunda, Doğubayazıt'ta
bulunan Şeyh Mehmet Celâlî'nin medresesinde üç ay süren bir eğitim
gördü. Burada, medrese eğitiminde yer alan kitapların yanında pek çok
başka kitabı da okudu. İcazetini alarak Doğubayazıt'tan ayrılan Said
Nursî, son derece hareketli geçen tahsil hayatında, çok genç yaştayken
klasik medrese eğitiminin sınırlarını aşan engin bir birikime sahip
oldu.


Doğudaki ilim merkezlerine tek tek giden Said Nursî, o
dönemin medrese âlimleri arasında gelenek hâlinde olan ilmî münazaralara
katıldı. Keskin zekâsı ve güçlü hafızasının yardımıyla bu
münazaralardan başarıyla çıktı. Şarktaki âlimlerin karşısında rüştünü
fiilen ispatlamış olan Said Nursî'nin genç yaşta ulaştığı ilim seviyesi,
herkesi hayrete düşürdü. Anlaşılması en zor konuları bile kolaylıkla
kavraması; okuduğu ve incelediği kitapları kolaylıkla ezberine alması
gibi farklılıkları sebebiyle, zamanın âlimleri ona “Bediüzzaman (zamanın
eşsizi)” dediler.


Bediüzzaman Said Nursî, Miran aşiret reisi Mustafa
Paşayı, yöre halkına yaptığı baskı ve zorbalıktan vazgeçirmek için
Cizre'ye gitti; aralarında sert münakaşalar yaşandı. Mustafa Paşa Said
Nursî’yi, ilmine güvendiği âlimleriyle münazaraya davet etti. Said
Nursî, her meselede onlara üstün geldi. Bu süre sonunda hem farklı
kişiliği, cesaret ve özgüveni, hem de ilmî birikimi açısından daha çok
dikkat çekmeye başladı.


1894'te Mardin'e geçti. Mardin'de kaldığı sürece, her
türlü sosyal faaliyetin içinde yer alan Bediüzzaman, burada karşılaştığı
Şeyh Cemaleddin Afganî'nin bir talebesinden, Afganî'nin siyasî
fikirlerini tanıma fırsatı buldu. Siyasetle ilgilenmeye de ilk defa
Mardin'de başlayan Bediüzzaman, tartışmalarda fikrini açıklamaktan geri
durmuyordu. Bulunduğu topluluklarda tartışmalara neden olan Said
Nursî'yi, Mardin mutasarrıfı, bir tedbir olarak il hudutları dışına
çıkarmak zorunda kaldı.


Bitlis'e giden Bediüzzaman'ın ilmî vukufiyeti ve farklı
kişiliği, Bitlis Valisi Ömer Paşa'nın dikkatini çekmişti. Ömer Paşa
Bediüzzaman'a vilâyet konağında kalarak çalışmalarını devam
ettirebilmesi için bir oda tahsis etti. Doğu ve Batı klasikleriyle
beraber fen bilimlerine ait kitapları da içinde bulunduran konağın büyük
kütüphanesi, Bediüzzaman'ın fen bilimlerine ait en son bilgilere
ulaşması için bir zemin oluşturmuştu. Bitlis vilâyet konağında geçirdiği
iki yıl süresince, din ilimlerine olduğu kadar fen ilimlerine de vakıf
oldu.


Said Nursî iki yıllık Bitlis hayatından sonra, üst
seviyede şahısların daveti üzerine gittiği Van'da 10 yıl kadar kaldı.


Bu süre içinde Tahsin Paşa yerine atanan İşkodralı Tahir
Paşa’yla, aralarında samimî bir dostluk gelişti. Böylece, konağın
ayrılan bölümünde çalışmalarına devam etti. Çeşitli gazete ve dergilerin
de bulunabildiği konağın zengin kütüphanesi, çeşitli konularda
derinleşmesi için iyi bir imkân sağlamıştı. Bediüzzaman, bir yandan
coğrafya, tarih, matematik, kimya, astronomi ve felsefe ile
ilgilenirken, diğer yandan içinde yaşadığı toplum yapısını çok yakından
inceleme ve tanıma fırsatına sahip oldu. Osmanlı toplumunun içinde
bulunduğu sıkıntıların aşılmasında eğitime çok önemli bir rol düştüğünün
farkındaydı ve medreselerde din ilimleriyle birlikte müspet ilimlerin
de okutulması gerektiğini düşünüyordu. Hatta bu yolda, zihninde, eğitim
esasları ve yönetim şekliyle bir “üniversite projesi” teşekkül etmişti.
Bundan sonraki hayatının en büyük iki gayesinden birini oluşturan
idealindeki bu üniversiteye, “Medresetüzzehra" adını verdi.


Valinin konağında ilmî çalışmalarına devam ederken bir
yandan da kendine ait Horhor Medresesi’nde ders veriyordu. Tahir Paşa,
bir gün ona, konağa gelen gazetelerin birinde, İngiltere'nin Sömürgeler
Bakanı Gladstone'un Avam Kamarasında yaptığı konuşmayı okudu. Gladstone,
elinde bir Kur'ân-ı Kerîm'le kürsüye gelerek, “Bu Kur'ân Müslümanların
elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu
Kur'ân'ı sukut ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları
ondan soğutmalıyız” diyordu.


Bu söz Said Nursî'nin dünyasında fırtınalar kopardı.
Belki de, hayatının en önemli kararını vermesine yol açtı. Gladstone'un
sözüne karşılık, “Ben de Kur'ân'ın sönmez ve söndürülemez ebedî bir
güneş gibi mu'cize olduğunu dünyaya ilân edeceğim” diyen Bediüzzaman,
hayatının diğer bir gayesi olarak, “Kur'ân'ın bu asra bakan manevî
mu'cizesini insanlara ispat ederek gösterme kararı"nı aldı.


Van'da kaldığı uzun sürenin neticesi olan bu karar ve
doğuda kurulmasını istediği üniversite fikri Said Nursî'nin bundan
sonraki hayatını şekillendiren en önemli iki hareket noktası oldu.


Van'ın Said Nursî gibi bir deha için çok yetersiz
kaldığını düşünen tecrübeli Osmanlı paşası Van Valisi Tahir Paşa, onu
İstanbul'a gitmesi için teşvik etti. Nihayet Said Nursî, 1907 yılının
sonlarında İstanbul'a gitmeye karar verdi. Maksadı, fen ilimleriyle din
ilimlerinin beraber okutulacağı, idealindeki üniversite düşüncesini
hükümete iletmekti. O zaman Bitlis valiliği yapmakta olan Tahir Paşa'nın
Sultan Abdülhamid'e yazdığı referans mektubunu alan Bediüzzaman, önce
kara yoluyla Trabzon'a, oradan da gemiyle İstanbul'a gitti.


Bediüzzaman, İstanbul'da ilk önce Ferik Ahmet Paşa'nın
evine yerleşti. İlk iş olarak, doğuda kurulmasını istediği üniversiteyle
ilgili bir dilekçeyi padişahın özel kalem dairesi, Mabeyn-i Hümayuna
sundu. Ancak, hükümet dilekçe konusu üniversite projesinin önemini
kavrayamadı. Bu yüzden gerçekleştirmek için hiçbir teşebbüste bulunmadı.


İstanbul'a gelişinden 2 ay sonra Fatih'teki Şekerci
Han'da kalmaya başladı. Odasının kapısına, “Burada her suale cevap
verilir, her müşkül hallolunur; fakat sual sorulmaz” diye bir levha
astı. İçerisinde âlimlere ve aydınlara gizli bir meydan okuma da
bulunduran bu davet, kısa sürede bütün İstanbul'a yayıldı. İlim
adamları, medrese hocaları, talebeler, siyasetçiler, herkes bu âlimi
konuşmaya başladı.


İnsanların yavaş yavaş bu genç âlimin etrafında
toplanmaya başlaması hükümetin evhamlanmasına sebep oldu. Birkaç kere
tutuklandı ve serbest bırakıldı. Said Nursî'den kurtulmak isteyen
hükümet, onu bu defa tımarhaneye gönderdi. Bunun, “muhalifleri sindirmek
için bir yol” olduğunu bilen Said Nursî, “Akıllılık dediğinizin çoğunu
ben akılsızlık biliyorum. O çeşit akıldan istifa ediyorum” diyerek,
kendisini susturmak isteyenlerle uzlaşmadı. Onu, Toptaşı Tımarhanesi
doktorunun, “Eğer Said Nursî'de zerre kadar cünun varsa, dünyada akıllı
adam yoktur” diye rapor vermesiyle de serbest bırakmadılar, tımarhaneden
alarak tevkifhaneye gönderdiler.


Gözaltındayken Zaptiye Nazırı Şefik Paşa kendisini
ziyaret ederek, padişahın selâmıyla birlikte “ihsan-ı şahane"den 1000
kuruşu takdim etmişti. Şefik Paşa aynı zamanda eğitim hakkındaki
teklifinin Bakanlar Kurulu'nun gündemine alındığını, kendisinin ise
açılacak üniversiteye 30 lira maaşla rektör tayin edildiğini ve maaşının
hemen başlayacağını da tebliğ etmişti. Bediüzzaman ise bunun bir “sus
payı” olduğunu ifade ederek kendisine takdim edilen makamı ve ihsanı
reddetmiş ve derhal padişahla görüşmek istemişti. Hayretler içerisinde
oradan ayrılan Şefik Paşa'dan ve hükümetten herhangi bir haber çıkmamış,
Bediüzzaman'ın tevkifhanede tutukluluğu devam etmişti.


[b]Dipnotlar[/b]

1. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin ilk nüfus ve
ikamet bilgilerini 1921 yılında İstanbul'a gelişinde doldurduğu nüfus
tezkeresinden öğreniyoruz. Söz konusu belgedeki Üstad'ın kendi
beyanlarına göre doğum tarihi Rumî 1293, Hicrî 1295'tir. Rumî 1293 ile
Hicrî 1295 yılının kesiştiği tarih ise, Tarih Çevirme Kılavuzuna (Yücel
Dağlı-Cumhure Üçer, Türk Tarih Kurumu, Tarih Çevirme Kılavuzu, Ankara,
V. Cilt, s. 237.) göre Milâdî 5 Ocak-12 Mart 1878 tarihleri arasına
isabet etmektedir. Dolayısıyla Said Nursî'nin doğum yılı her hâlükârda
Milâdî 1878'dir. (Köprü Dergisi, Sayı: 70, Bahar 2000)





[b]II.
Meşrutiyet Dönemi (1908-1922)
[/b]

Said Nursî'nin tutuklu olduğu o günlerde İstanbul
kaynıyor, meşrutiyet ve hürriyet tartışmaları yapılıyordu. Serbest
bırakılmasından kısa bir süre sonra 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet
ilân edildi. Meşrutiyetin 3. gününde, Sultanahmet'te düzenlenen mitingde
halka hitaben hürriyeti anlatan bir nutuk okudu.


Daha sonra İttihatçıların ileri gelenleriyle birlikte
Selânik'e giderek, Selânik Meydanı'nda tekrarladığı ve metnini birçok
gazetenin yayınladığı “Hürriyete Hitap” adlı nutkunda, meşrutiyet ve
hürriyet kavramlarının İslâmiyete aykırı olmadığını anlattı.
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bilâl Tunç

Orta Düzey

Mesajlar: 360

Konum:

Meslek:

Hobiler: 1- tashih, 2- Osmanlıca, 3- arıcılık

  • Özel mesaj gönder

2

20.06.2010, 09:17

Allah râzı olsun. Oldukça düzgün bir biyografi. Dahâ da düzgün olması için birkaç düzeltme gerekiyor..

Rûmî târihle 93 Harbi denilen harbe Mîlâdîde 1877-1878 Rus Harbi denilmektedir.

Tâhir Paşa'nın yakın selefleri arasında Tahsin Paşa bulunmamaktadır : Ahmed Nâzım Paşa (1895), M. Şemseddin Bey (1896), Vekil Ferik Şemsi Paşa (1897), Tâhir Paşa (1898 ) / Abdülhamid’in VALİLERİ, Abdülhamit Kırmızı, 2007, s.89

Bknz: http://www.risaletashih.com/index.php/ta…an-said-nursi-2
CEMÂATDE VÂHİD-İ SAHÎH OLMAZSA; CEM' VE ZAMM, KESİR DARBI GİBİ KÜÇÜLTÜR. [Hakîkat Çekirdekleri (73)]

Bu konuyu değerlendir