Giriş yapmadınız.

1

27.01.2010, 22:22

Risale-i Nur Telebesinin İmanla kabre gireceğine dair.

Risale-i Nur Telebesinin İmanla kabre gireceğine dair risale-i nurda bir çok yerde bahis bulunmaktadır. şu bir gerçektir ki bediüzzaman hazretleri böyle bir iddiayı temelsiz ortaya koymamıştır.

Bediüzzaman hazretlerinin bu konuyu izahta dayandığı deliller nelerdir?

2

27.01.2010, 22:59

Kimsenin böyle bir garantisi yok..Hidayet Allah'tan istenir...Son nefes'e kadar da havf reca sürer...Buna üstad garanti vermez..Verdi denilirse iftira olur...Sert bir cevap olduysa özür dilerim...

3

28.01.2010, 10:14

Tarihçe-i Hayat, Sayfa 275

________________________________________

Azîz, sıddîk kardeşlerim,
Risale-i Nur dünya işlerine alet olamaz, dünya işlerinde siper edilmez. Çünkü, ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksatlar kasten ondan istenilmez. İstenilse, ihlas kırılır; o ehemmiyetli ibadet şekli değişir. Bazı çocuklar gibi; döğüştükleri vakit Kur’an’ı siper eder, başına gelen darbe Kur’an’a geldiği gibi; Risale-i Nur, böyle muannid hasımlara karşı siper istimal edilmemeli.
Evet, Risale-i Nur’a ilişenler, tokat yerler; yüzer vukuat şahittir. Fakat, Risale-i Nur, tokatlarda istimal edilmez ve niyet ve kast ile tokatlar gelmez. Çünkü, sırr-ı ihlas ve sırr-ı ubûdiyete münafìdir. Bizler, bizlere zulmedenleri, bizi himaye eden ve Risale-i Nur’da istihdam eden Rabbimize havale ediyoruz... Evet dünyaya ait harika neticeler, bazı evrad-ı mühimme gibi, Risale-i Nur’da çokça terettüb ediyor. Fakat, onlar istenilmez, belki verilir; illet olamaz, bir faide olabilir. Eğer istemekle olsa, illet olur, ihlası kırar; o ibadeti kısmen ibtal eder.
.........
Evet, Risale-i Nur’un o kadar dehşetli muannidlere karşı galibane mukavemeti, sırr-ı ihlastan, hiçbirşeye alet edilmemesinden ve doğrudan doğruya saadet-i ebediyeye bakmasından ve hizmet-i îmaniyeden başka bir maksat takip etmemesinden ve bazı ehl-i tarîkatin ehemmiyet verdikleri keşf ve keramet-i şahsiyeye ehemmiyet vermemesindendir. Ve velayet-i kübra ashabları olan Sahabîler gibi, veraset-i Nübüvvet sırrıyla, yalnız îman nurlarını neşretmek ve ehl-i îmanın îmanlarını kurtarmaktır.
Evet, Risale-i Nur’un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, herşeyin fevkındedir; başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.
•Birinci neticesi: Sadakat ve kanaatla Risale-i Nur dairesine giren, îmanla kabre gireceğine gayet kuvvetli emareler var.

4

28.01.2010, 10:16

Kastamonu Lahikası, Sayfa 18
Kardeşlerim, bugünlerde biri Risaletü’n-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum.
BİRİNCİ MESELE : Birinci Şuada iki üç ayetin işârâtında, Risaletü’n-Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gideceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsi bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillahilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:
Birinci emare: İman-ı tahkiki ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: "Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir." Bu nevi iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor."
Bu iman-ı tahkikinin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.
İkinci yol iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, bürhanî ve Kur’ani bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakinle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.


5

28.01.2010, 10:18

Emirdağ Lahikası, Sayfa 147
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sekiz sene çoluk ve çocuğuyla sadakatle bana hizmet eden; ve evlad ve ahfad ve refika ve damatlarıyla Nurlara ciddi çalışan; ve ders ve vaazlarını bütün Nurlardan veren; ve vefatından on dakika evvel dünyaca en ehemmiyetli vasiyeti, kendinin Nur Risalelerini tekmil için Şamlı Hafıza rica eden, vefatından iki gün evvel bana mektup yazıp benim aynı vakitte Sava yı Barla ya tercih ederek Sava mezaristanında defnimi arzu ettiğimi sizlere yazdığımı sadakatin kerametiyle hissedip bana mukabele ve itiraz tarzında o mektubunda der:
"Sen Barla yı ikinci vatanımdır dediğin halde, neden ona gelmiyorsun, başka yerleri tercih edersin? İptida-yı medrese-i Nuriye Barla dır, senin mezarın orada olmalı" diye bana ihtar etti. İki gün sonra, size yazdığım daha size yetişmeden, onun mektubunu, hem Şamlı Hafız ikinci sayfasında yazdığı vefat haberini aldığım merhum Muhacir Hafız Ahmed in (r.h.) dünyadan göçmesi, aynen Abdurrahman gibi beni çok sarstı, ağlattırdı, -2- dedirtti. Binler rahmet onun ruhuna insin. Amin. Kabri de hanesi gibi Kur’ân ve Nur’un bir menzili olsun. Amin. Şüphem kalmadı ki, bu zahir sadakat kerameti, Nurcuların imanla kabre gireceklerini ispatediyor ve hüsn-ü hatimeye mazhardırlar. Benim tarafımdan onun akrabasını taziye ediniz. Ve ben bütün dualarımda onu hissedar ediyorum diye tebliğ ediniz.
Saniyen: Kardeşimiz Refet bana yazıyor ki: "İstanbul da Nurlara çok ihtiyaç var ve ekmek gibi herkes muhtaçtır. Ve kardeşlerimizden ve Nurlarla çok alakadar ve çok okumuş ve Nurcu olan Yeşil Şemseddin, Nur’un hakikatlerinden ders verdiğinden, vaazında binlerle adam bulunur."
Hem Refet der: "Bundan anlaşılıyor ki, Risale-i Nur, bu millete hergün ekmek gibi lazımdır."
Hem bir kısım Nurları ehemmiyetli zatlara vermiş ve Zülfikar-ı Mucizat ın benim tashihimden geçmiş bir nüshasını istiyor.
Umuma birer birer selam ve dua ederiz ve dualarını isteriz.

Said Nursi

6

28.01.2010, 10:19

Şualar, Sayfa 420
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hapis arkadaşlarım,
Evvelâ: Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Bizler mânen her zaman görüşüyoruz. Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel, Nurdan elinize geçen hangi risaleyi okusanız veya dinleseniz benim âdi şahsım yerine, Kur’ân’ın bir hâdimi haysiyetiyle, beni o risale içerisinde görüp sohbet edersiniz. Zaten ben de sizinle bütün dualarımda ve yazılarınızda ve alâkanızda hayalimde görüşüyorum ve bir dairede beraber bulunmamızdan her vakit görüşüyoruz gibidir.
Saniyen: Bu yeni medrese-i Yusufiyedeki Risale-i Nur’un yeni talebelerine deriz: Kuvvetli hüccetlerle, hattâ ehl-i vukufu da teslime mecbur eden işârât-ı Kur’âniye ile "Nurun sadık şakirtleri imanla kabre girecekler. Hem şirket-i mâneviye-i Nuriyenin feyziyle, herbir şakirt derecesine göre umum kardeşlerinin mânevî kazançlarına ve dualarına hissedar olur. Güya âdetâ binler dille istiğfar eder, ibadet eder." Bu iki fayda ve netice, bu acîp zamanda bütün zahmetleri, sıkıntıları hiçe indirir, pekçok ucuz olarak o iki kıymettar kârları sadık müşterilerine verir.
Said Nursî

7

28.01.2010, 10:21

Şualar, Sayfa 477

________________________________________
Sayın hâkimler,
Otuz üç âyât-ı kerîmenin işârâtı ve İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı âzamın (r.a.) ve yüzlerce ehl-i tahkikin takdirkârâne beyanatıyla bir nur-u Kur’ân olduğu ve ona yapışanların inşaallah imanlarını kurtaracakları kat’î tahakkuk eden Risale-i Nur kat’iyen söndürülemez, kaybedilemez. Buna misâl: Yirmi beş seneden beri onu imha etmek gayesiyle yapılan hücumlar, bilâkis onun fevkalâde yayılmasına ve parlamasına vesile oldu. Çünkü onun sahibi, ezelden ebede kadar herşey kudret-i ezelîsinde ve emrinde olan bir Sultan-ı Zülcelâldir. Çünkü onun hakaikleri Kur’ân’ın hakikatleridir ve Cenâb-ı Hakkın hıfz ve inâyetiyle daima parlayacaktır inşaallah...
Sayın hâkimler,
İman ve İslâmiyeti en yüksek bir sevgi ve iştiyakla öğreten ve rıza-yı İlâhîden başka bir hedef ve maksat tanımayan ve bu asırda Kur’ân’ın bir mucize-i kübrası ve tefsir-i nuranîsi olduğu kat’î tahakkuk eden Risale-i Nur’u okumak ve yazmak ve onun hakaik-i imaniyeyi ders veren risalelerini mü’min kardeşlerine vermek bir suç ise; ve dinin evâmir-i kudsiyesinden olan râbıta-i diniye ve uhuvvet-i İslâmiye ve Allah sevgisi uğrunda iman ve Kur’ân yolunda birleşmek gibi mukaddes ve İlâhî ve uhrevî kardeşlik bir cemiyet ise, böyle mübarek bir cemiyete mensup olmak benim için büyük bir saadettir. Ve her türlü taltif ve nişanların üstünde bir bahtiyarlıktır. Böyle bir saadet ve bahtiyarlığı kazandıran Risale-i Nur’un talebesi olmak gibi büyük bir lûtfu benim gibi bir bîçareye nasip eden Allah’a hadsiz şükürler olsun. Son sözüm:
’dir.

Muallim
Mustafa Sungur

8

28.01.2010, 10:23

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 30

________________________________________
İkinci emare: Risale-i Nur’un sadık şakirdlerinin hüsn-ü akıbetlerine ve iman-ı kamil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimi dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkan veremiyor. Ezcümle, Risale-i Nur’un bir hadimi ve birtek şakirdi yirmi dört saatte laakal Risale-i Nur Talebelerinin hüsn-ü akıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz defa Risale-i Nur Talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz defa selamet-i imanlarına ve hususi hüsn-ü akıbetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı duayı en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.
Hem Risale-i Nur Talebeleri, bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz iman hususunda birbirine selamet-i iman hakkındaki samimi, masum lisanlarıyla dualarının yekünü öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet, onun reddine müsaade etmez. Faraza mecmuu itibarıyle reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine herbiri selamet-i imanla kabre gireceğine kafï geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar.
Said Nursi

9

28.01.2010, 10:38

Kastamonu Lahikası, Sayfa 110
[Bu mektup gayet ehemmiyetlidir.]
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugünlerde, Kur’an-ı Hakimin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur

10

28.01.2010, 12:59

1. şua 26. ayeti okumanızı tavsiye ediyorum. sikke-i tasdik-i gaybi eseri

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

11

29.01.2010, 01:36

Dua edinde bizde su mubarek daire icinde bulunalim..
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

12

29.01.2010, 13:27

Birisi: Hatip Mehmed (rahmetullahi aleyh) namında ciddi bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risalesini yazıyordu. Tâ On Birinci Ricanın ahirlerinde ve merhum Abdurrahman'ın vefatının tam mukabilinde kalemi,LA İLAHE İLLA HU yazıp ve lisanı dahi LA İLAHE İLLALLAH diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürleyip, Risaletü'n-Nur talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair olan işari beşaret-i Kur'aniyeyi vefatıyla imza etmiş. Rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten.


Kastamonu Lâhikası | Aziz Sıddık Kardeşlerim | 22

13

29.01.2010, 13:30

İkinci Misal: Biraderzadem Merhum Abdurrahman, sekiz seneden beri benden ayrılıp dünyanın gaflet ve evhamlarına bulaştığı hâlde, şahsıma karşı haddimden çok fazla hüsn-ü zannı varmış. Bende olmayan ve elimden gelmeyen himmeti istiyor ve medet bekliyordu. Kur'ân-ı Hakîmin himmeti imdadına yetişti, haşre dair olan Onuncu Sözü vefatından üç ay evvel eline yetiştirdi. O Söz, onu mânevî kirlerinden ve evham ve gafletten temizlemekle beraber, adeta mertebe-i velâyete çıkmış gibi, vefatından evvel yazdığı mektubunda üç zâhir keramet izhar etmiş. Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içinde derc edilmiş; müracaat olunsun.

Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 341

14

29.01.2010, 13:31

Üçüncü Misal: Burdurlu Hasan Efendi isminde ehl-i kalb bir âhiret kardeşim ve talebem vardı. Bana karşı haddimden çok fazla hüsn-ü zan ederek, büyük bir velîden himmet beklemek gibi, biçare benden medet bekliyordu. Birden bire, hiç münasebet yokken, Otuz İkinci Sözü Burdur köylerinde oturan birisine mütalâa etmek üzere verdim. Sonra Hasan Efendi hatırıma geldi, dedim: "şayet Burdur'a gidersen Hasan Efendiye ver, beş altı gün mütalâa etsin."

O adam gitmiş, doğrudan doğruya Hasan Efendiye vermiş. Hasan Efendinin eceli otuz kırk gün kalmıştı. Gayet susamış bir adamın âb-ı kevser gibi tatlı suya rast gelirken yapışması gibi, öyle de Otuz İkinci Söze yapışmış. Mütemadiyen mütalâa yapa yapa ve tefeyyüz ede ede, hususan Üçüncü Mevkıfındaki muhabbetullah bahsinde tamamıyla derdine devâ bulmuş. Ve bir kutb-u âzamdan beklediği feyzi onda bulmuş. Sağlam olarak camie gitmiş, namaz kılmış, orada ruhunu Rahmân'a teslim eylemiş. (Rahmetullahi aleyh.)

Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 341

15

29.01.2010, 13:33

Dördüncü Misal: Hulûsi Beyin Yirmi Yedinci Mektuptaki fıkralarının şehadetiyle, en mühim ve müessir tarikat olan Nakşî tarikatinden ziyade himmet ve medet, feyiz ve nuru, esrar-ı Kur'âniyenin tercümanı olan Nurlu Sözlerde bulmuştur.

Beşinci Misal: Kardeşim Abdülmecid, biraderzadem Abdurrahman'ın (rahmetullahi aleyh) vefatı üzerine ve daha sair elîm ahvâlât içinde bir perişaniyet hissetmişti. Hem, elimden gelmeyen mânevî himmet ve medet bekliyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum. Birden bire, mühim birkaç Sözü ona gönderdim. O da mütalâa ettikten sonra yazıyor ki:

"Elhamdü lillâh, kurtuldum. Çıldıracaktım. Bu Sözlerin herbiri birer mürşid hükmüne geçti. Çendan bir mürşidden ayrıldım, fakat çok mürşidleri birden buldum, kurtuldum" diye yazıyordu. Ben baktım ki, hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip o eski vaziyetlerinden kurtulmuş.

Daha bu beş misal gibi pek çok misaller var. Onlar gösteriyorlar ki, ulûm-u imaniye, hususan doğrudan doğruya ihtiyaca binaen ve yaralarına devâen Kur'ân-ı Hakîmin esrarından mânevî ilâçlar alınsa ve tecrübe edilse, elbette o ulûm-u imaniye ve o edviye-i ruhaniye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddî ihlâs ile istimal edenlere yeter, kâfi gelir. Onları satan ve gösteren eczacı ve dellâl ne hâlde bulunursa bulunsun, âdi olsun, müflis olsun, zengin olsun, makam sahibi olsun, hizmetkâr olsun, çok fark yoktur.

Evet, güneş varken mumların ışığı altına girmeye ihtiyaç yok. Madem güneşi gösteriyorum; benden mum ışığı-bahusus bende bulunmazsa-istemek mânâsızdır, lüzumsuzdur. Belki onların bana dua ile, mânevî yardımla, hattâ himmetle muavenet etmeleri lâzımdır. Ve ben onlardan istimdat etmem ve medet istemem benim hakkımdır. Onlar, Nurlardan aldıkları feyze kanaat etmek, onların üstünde haktır.

Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 342

16

29.01.2010, 13:38

SEKİZİNCİ REMİZ

Suâl: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risâle-i Nur, Kur'ân'ın işaretine ve iltifâtına ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın takdir ve tahsînine ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) teveccüh ve tebşîrine vech-i ihtisâsı nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevap: Mâlûmdur ki, bâzı vakit olur bir dakika, bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâyet kazanır; ve soğuğun şiddetinden incimâd etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. İşte aynen öyle de, Risâle-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın Şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribâtın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin îmanlarını kurtarması noktasından Risâle-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân, ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh üç kerâmetle ona beşâret vermiş ve Gavs-ı Âzam (k.s.) kerâmetkârâne ondan haber verip, tercümanını teşcî etmiş. Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan îtikâdın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukâvemet ettirecek gâyet kuvvetli bir îmân-ı tahkîki lâzımdır ki dayanabilsin. Risâle-i Nur bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-ı Kur'âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli bürhanlar ile ispat ederek; o îmân-ı tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli kutub gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i îtikadlan cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü'minlere mânen mukâvemet ve cesâret veriyorlar.
Mektubat | İşârât-ı Gaybiye Hakkında bir Takriz | 450

17

05.08.2010, 11:25

yeniden okuyalım,şevkimiz artsın.daha çok nurlara çalışalım.

Bu konuyu değerlendir