Giriş yapmadınız.

1

02.12.2009, 20:23

Eski Said`in hürriyetçi dostları


Eski Said`in hürriyetçi dostları

M. Lâtif Salihoğlu

Hayatını dönüm noktaları itibariyle üç ana devreye ayıran Bediüzzaman Said Nursi, hayatının ilk kırk yıllık dönemi için `Eski Said` tabirini kullanır. Aynı şekilde, hayatının 1923`ten sonrası için `Yeni Said`, 1950`den sonrası için de `Üçüncü Said` ifadelerini kullanır. Yaşadığı bu dönüm noktalarında, onun ana fikir ve inanç dünyasında herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Değişiklik, değişen zaman ve mekan şartlarına göre takip ettiği hizmet tarzında, usulünde ve üslubunda gösterir kendini. Bu önemli hatırlatmadan sonra, asıl konumuza dönelim.

Birkaç gün sürecek bu yazı serisi boyunca, Eski Said`in yakın dostları, hasseten hürriyetçi dostlarından kısaca söz etmek istiyoruz. Hemen tamamı `İslam birliği` idealini de taşıyan bu yakın dostlar listesine baktığımızda ise, özellikle şu meşhurların öne çıktığını görmekteyiz: Namık Kemal, Mizancı Murad, Enver Bey, Resneli Niyazi Bey, Prens Sabahaddin Bey, Ali Şükrü Bey, Eşref Edib, Mehmed Akif... Şimdi, bu zatları sırasıyla tanımaya ve onların Üstad Bediüzzaman`la olan münasebet durumlarını bulmaya, öğrenmeye çalışalım.

Namık Kemal Bediüzzaman Said Nursi ile Namık Kemal`in doğrudan herhangi bir görüşmeleri vaki değil. Zira, Namık Kemal`in vefat tarihi, 2 Aralık 1888`dir. Üstad Bediüzzaman ise, bu tarihte henüz 10–12 yaşlarındadır ki, ikisinin bilfiil görüşmüş olmaları, zaman ve zemin şartları itibariyle de mümkün görünmüyor. Çünkü, biri Garpta yaşayan bir mahkum iken, diğeri şarkta yaşayan henüz bir çocuktur. Dolayısıyla, bu iki şahsiyetin buluşması fiilen değil, belki fikrendir; düşünce ve kanaatleri itibariyledir.

Yalnız, çok önemli bir nokta vardır ki, o da şudur: Said Nursi ile Namık Kemal`in fikren buluşması, oldukça erken bir zamanda başlar. Münazarat isimli eserindeki ilgili bahisten açıkça anlıyoruz ki, bu fikri buluşma, ta 1892`de başlıyor. Namık Kemal`in vefatının dördüncü senesi olan bu tarihte, Said Nursi tahminen on altı yaşındadır. Henüz on beş yaşlarında iken Siirt–Tillo`dan Cizre`ye, oradan da Mardin`e gelen genç Said, buradaki hayatıyla alakalı olarak, adı geçen eserinde şunları ifade ediyor: `İnkılaptan(1908`den) on altı sene evvel (yani 1892`lerde), Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zata rast geldim. Siyasetteki muktesit (doğru, orta, vasat olan) mesleği bana gösterdi. Hem, ta o vakitte, meşhur Kemal`in `Rüya`sıyla uyandım.` (Münazarat, s. 123.) Burada bahsedilen meşhur kişi Namık Kemal`dir.

Rüya ise, onun henüz hayatta iken kaleme aldığı Rüya isimli uzunca makalesinin adıdır. Rüya`da, hürriyet güneşe benzetilerek destanvari bir şekilde takdir ediliyor; zulüm, istibdat ve bunların doğurduğu neticeler ise, gayet edibane şekilde yerden yere vuruluyor. Bir broşür hacminde olan Rüya`nın matbaada basılması ancak 1908`de mümkün olabilmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, Said Nursi, bu makaleyi el altından gizlice yayılan elyazması nüshadan okumuştur. Mevzuya kaldığımız yerden devam etmek ümidiyle...

2006-03-14
Yeni Asya

2

02.12.2009, 20:42



Hem İslam birliği taraftarı, hem de hürriyet kahramanı olan Namık Kemal için `ehl-i kemal bir zat` tabirini kullanan Bediüzzaman Said Nursi, bazı eserlerinde onun keskin mısralarından da iktibaslar yapar. Bu önemli noktaya deyinmeyi daha sonraki yazıya bırakarak, bugün sizlere `Kemal`in Rüyası`ndan fikir ve nida yüklü bazı bölümler sunmak istiyoruz. O tarihlerde `hürriyet`ten söz etmek sakıncalı olduğundan, Namık Kemal, hürriyet hakikatini bir nevi `rüya` şeklinde anlatıyor. Rüya`da, hürriyeti güneşe benzetirken, istibdadın da başına vura vura nida ediyor. Destan gibi makale... İşte, Said Nursi`nin henüz 16 yaşında iken okuduğu ve `Kemal`in Rüyasıyla uyandım` diyerek ondan sitayişle bahsettiği Rüya isimli hürriyet makalesinden bazı bölümler...

Kemal`in Rüyasından...Hürriyet, cemiyetin üzerindeki namerd korkuları görünce, buluttan henüz sıyrılmış şimşek gibi bir mücessem heyecan-ı ateşin kesilerek dedi: Ey gaflet uykusunda yatanlar! Ey esaret zincirlerine tapanlar! Ey korkaklıktaki alçaklığı benimseyenler!.. Gözlerinizi sabah-ı mahşerde mi açacaksınız? Boynunuzdaki kayd-ı esareti Malik-i Cahime teslim etmek için mi saklarsınız? Bir dakika sonra bekasına emin olamadığınız hayatınız için mi bu kadar korkarsınız? Çektiğiniz hakaret yüküne, mizan-ı kıyamette sıkletinizi göstermek için mi tahammül edersiniz? Heyhat! Ey gaflet uykusuna yatanlar! Sani-i Kudret, asar-ı rahmetini temaşa için nazar vermiş. Siz, o hakikat güneşini setr ediyorsunuz da, hayalinizle veya kulağınızla görmeye çalışıyorsunuz. Gözünüz açık iken uykudasınız; gözünüz kapandıkça meyyit (ölü) haline geliyorsunuz. Uyuyunuz, uyuyunuz! Bu gafleti ölüm toprağına tebdil için, bundan kolay tarik, yol yoktur...

Ey sefalete ülfet edenler! Aziz-i Zülcelal, herkesi dünyevi ve uhrevi her türlü saadete mazhar olmak istidadıyla halk etmiş. Siz, karnınızı doyurmak için evladınızı aç bırakmaya tevekkül namı veriyorsunuz... Sürününüz, sürününüz! Çok sürmez ki, siz de süründüğünüz yerler gibi toprak olursunuz. Ey esaret kayıtlarına perestiş edenler! Perestişiniz, adet veya menfaat namıyla boynunuza takılan zincir-i esarettir. Yüzünüzü okşayan temiz elleri ısırmak; başınıza pençe vuran murdar ayakları yalamak, sizde kuvvetli bir meleke olmuş...

Çekiniz, çekiniz! Ta ki, boynunuzdaki bu ağır yük, sizinle mezara gitsin. Ey zillet-perver korkaklar! Siz ölüm korkusuyla helak olacak bir hale geliyorsunuz. Hapis endişesiyle fikrinizi, baş dediğiniz bir avuç kemik; vicdanınızı, gönül dediğiniz bir parça et; sözlerinizi, dudak dediğiniz bir kaç damla kan arasında esir-i zindan ediyorsunuz. Ne zaman intibah hasıl edebileceksiniz? Ne zaman saadetinizi düşüneceksiniz? Ne zaman kuvvetli, hür ve muhtar olduğunuzu bileceksiniz? Ne zaman merd olacaksınız? Nicedir bu hab-ı gaflet? Bu kadar zamandır gözü açık uyudunuz; gördüğünüz rüyaların hangisi hakka isabet etti? Sırf yaşamaktan başka ne kazandınız? Gelecek nesil, sizi hangi eserinizle yad etsin? İsminizi, yalnız mezar taşlarında mı bırakacaksınız? Ma`rifet güneşi mağribten doğdu. Medeniyet-i kadimenin sabah-ı kıyameti yetişip geliyor. Demir yollar, `dabbetülarz`dan nişan (haber, işaret) veriyor. Maarif, bütün esrar-ı tabiatı faş ediyor. Telgraf, yerin damarlarını bozuyor. Yeni silahların sadası, musallat olduğu devletin başına `sur-u İsrafil` hükmünü gösteriyor... Hala mı uyuyacaksınız? Ruz-i mahşerde mi uyanacaksınız?

Bastığınız topraklardan hasıl olan otlar büyüyor, boyunuzun beraberi oluyor; siz hala kendinizi olduğu gibi gösteremiyorsunuz. Sevdiğiniz, beğendiniz ecdadınız eğilirse, Halık`a secde etmek, veyahut kılıca davranmak için eğilirdi. Sizin ise karınız, belki şeytandan da aşağı bir takım mahlukatın–adet veya menfaat namına–ayağını öpmek için secdeye kapanmaktan ibarettir... Ecdadınız mezarlarında doğru yatıyor; siz dünyada boynu eğri geziyorsunuz. Hala böyle eğri büğrü mü gideceksiniz? Boynunuza olsun istikamet vermeye çalışmayacak mısınız? Aklınız hiçbir vakit ulviyata meyletmeyecek mi? Gözünüz daima yere mi bakacak? Nedir bu irtikab-ı zillet? Tezellülden ümid ettiğiniz faide nedir? Kimin eteğini öptüğünüzde ağzınız lezzet buldu? Kimin ayağına kapandığınızda başınız göğe erdi? Dudaklarınız tozlu tozlu çuhalara yapıştıkça, şeker mi peyda oluyor.

Ne vakte kadar masum çocuk gibi, istediğinizi yapamadıkça ağlayacaksınız? Toprak olmayınca zelil olduğunuzu anlamayacak mısınız? Rüzgar toprağınızı berhava edinceye kadar, hiçbir suretle ulviyet bulmayacak mısınız? Sübhanallahi`l-Azim! Meğer ne kadar hakarete alışmış; ne derece esir-i adet olmuşsunuz!




3

04.12.2009, 12:29



Yanlış tanıtıldı Namık Kemal(1840–1888 ) , Tanzimattan sonraki en kuvvetli fikir ve kalem erbabından biridir. Şiirleri, makaleleri, romanları klasikler arasında yer aldı. Ne yazık ki, ömrü kısaydı. Vefat ettiğinde 48 yaşındaydı. 23 yaşında memuriyet, 25 yaşında (1865) da cemiyet hayatına atıldı.

Hürriyete, meşrutiyete aşk derecesinde bağlandı. Fikir ve kalemini bu yönde kullandı. Bundan dolayı da başına gelmeyen kalmadı. Defalarca hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı. Fikri mücadele hayatının son yirmi senesinin hemen tamamı hapiste, sürgünde, zindanlarda geçtiği halde—sanki bütün ömrünü çapkınlıkla geçirmiş gibi—ona atılmadık iftira kalmadı. Sahte kahramanlar, onun gerçek kahramanlığını gölgelemek, hatta örtbas etmek için, onun adına pis pis fıkralar uyduruldu. Her türlü müstehcenliğe bulaştırılmaya çalışıldı. Maalesef, bu yönde önemli mesafe de alındı. Günümüz insanı Namık Kemal`i hakkıyla tanıyamaz hale getirildi. Kısacık hayatına yüz yıla sığmayan yalanlar, iftiralar sığdırılmaya çalışıldı.

Halbu ki o, gerçek manada bir vatan ve hürriyet kahramanıdır. Şahsi hayatında bazı pürüzler, parazitler olsa bile, lanse edildiği gibi asla sefih, serseri, uçkurcu bir insan değildi. Zaten, öyle biri olsaydı, bu derece mükemmel, harikulade fikirler serdetmez, böylesine şaheserler meydana getiremezdi. Dolayısıyla, kuvvetle muhtemeldir ki, Namık Kemal`i en iyi anlayan ve takdir edenlerin başında Bediüzzaman Said Nursi geliyordur. Kamilane sözlü Risale–Nur Külliyatının muhtelif bahislerinde, Namık Kemal`den ve onun isabetli fikirlerinden söz edilir.

Üstad Bediüzzaman, Cumhuriyetin ilk yıllarında gördüğü şiddetli baskı ve zulüm karşısında, Namık Kemal`in meşhur Hürriyet Kasidesinden bir beyiti de zikrederek şöyle der: `Evet, şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya layık iken; ve halbuki o tokata müstehak olmayan gayet mühim bir zatın (Sultan Abdülhamid`in) yanlış olarak yüzüne savrulan kamilane şu sözün,

Ne mümkün zulm ile, bidad ile imha-yı hürriyet!/Çalış, idraki kaldır, muktedirsen ademiyetten!

sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:

Ne mümkün zulm ile, bidad ile imha-yı hakikat?/Çalış, kalbi kaldır, muktedirsen ademiyetten!

Veyahut, Ne mümkün zulm ile, bidad ile imha-yı fazilet!/Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen ademiyetten! (Tarihçe-i Hayat, s. 165; Lem`alar, s. 175.)

Bediüzzaman, burada ve bir başka bahiste, Namık Kemal`in basiretli bir zat olduğunu, istikbalde gelecek şiddetli istibdadı hissettiğini, ona karşı celallendiğini, ancak zamanlama hatasıyla sillesini Sultan Abdülhamid`e vurduğunu ayrıca ima ediyor. Zulmün karşısında Yine bir başka risalede, Kur`an`ın zalimden ve zulümden sakındıran bir ayetin cevherini mısralarına tac eder gibi haykıran Namık Kemal`den şöyle bahsedilir:

(`Zalimlere meyletmeyin. Aksi halde ateş size de dokunur.` Hud Suresi: 113) ayet-i kerimesi fermanıyla, zulme değil yalnız alet olanı ve taraftar olanı, belki edna bir meyil edenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünkü, rıza-yı küfür küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür. İşte, bir ehl-i kemal (N. Kemal), kamilane, şu ayetin çok cevahirinden bir cevherini şöyle tabir etmiştir:

Muin-i zalimin dünyada erbab-ı denaettir,/Köpektir zevk alan seyyad-ı bi-insafa hizmetten. (Mektubat, s. 345) (Yani: Zalimlere yardım eden, alçak kimselerdir. İnsafsız avcıya hizmetten zevk alansa, köpektir.) Hürriyet, yine hürriyet Namık Kemal ile Üstad Bediüzzaman, zulmün karşısında ve hürriyetin safında olma noktasında mükemmelen buluşuyorlar, birleşiyorlar. Bu hususta tam bir fikri ittifak içindeler.

Namık Kemal`in kahramanca alkışlayarak sahip çıktığı hürriyeti, Bediüzzaman Said Nursi ise `Rahman`ın bir ihsanı ve imanın bir hassası` şeklinde görüp kabul eder. İnsana karşı tam anlamıyla hür olmanın, Allah`a karşı hakkıyla kul olmayı netice verdiğini ifade eden Üstad Bediüzzaman`a, hürriyetin imanla irtibatını kurmakta güçlük çekenler, hayret ve taaccüp içinde sormuşlar: `Nasıl hürriyet imanın hassasıdır?` Verdiği cevap şudur: `...İman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet.` (Münazarat, s. 59)

2006-03-16

Bu konuyu değerlendir