Giriş yapmadınız.

1

18.07.2008, 18:14

Neden "Zamana Düşen Işık" ?

Bediüzzaman nasıl bir zamanda gelmiş ki, zamana bir "ışık" gibi düşmüş?

Yıl: 1898

Tahtta ıkinci Sultan Abdülhamit vardır ve saltanatının yirmi ikinci yılındadır.1891 den beri şeyhülislamlık makamında olan Mehmed Celaleddin Efendi ile beraber, o günün elverişsiz şartları içinde kendisine has tarzda hilafet politikası takip etmektedir.Hindistan Müslümanları arasında Hilafet Komitesi o senelerde kurulmuştur.Rusların kuşkulu ve devamlı Takiplerine rağmen Hivye ve Buhara gibi Rus işgali altına düşmüş Müslüman ülkelerde Cuma hutbelerinde Sultan Hamit’in ismi anılmaktadır.En uzak ıslami beldelerden ıstanbul’a hususi heyetlerin gelmesi devam etmektedir.

Dini faaliyetlerin teşvik ve himaye ettiği şahıslar arasında, Japonya’da ıslamiyet’in yayılmasına çalışan Abdurreşit ıbrahim de vardır.

1887 de Japon ımparatoru Motso-Hito, yeğenini Osmanlı Padişahına göndermişti.Sultan Hamit iki sene sonra Ertuğrul Fırkateynini, amiral Osman Paşa kumandasında Mikado’ya imtiyaz nişanı ve değerli hediyelerle Japonya’ya göndermişti.
Osmanlı denizcileri Japonya’da büyük alaka görmüşler, imparator mutadın dışına çıkarak misafirleri bizzat kabul etmişti.Uzak şark’ın dört tarafından gelen Müslümanlar gemiyi ziyaret etmişler, kendilerine Osmanbey matbaasında Hafız Osman hattı hususi olarak imal ettirilmiş şamua kağıdına bastırılan müzehheb Kur’an-ı Kerim’ler hediye edilmişti.Yirmi üç bin tonluk bu gösterişli harp gemisi, tekne ve kazanları hayli eski olduğu için dönüşte 1890 senesi eylülün on sekizinci gecesi Yokohama’dan Koba’ya giderken Koşinazaki feneri yakınında şiddetli fırtınadan batmış, 525 denizcimiz boğulmuştu.

Osmanlı denizcilerinin şahsiyeti, Japonya’da derin tesirler yapmıştı.Manevi mevzulara şahsen alaka duyan ve şinto dinini Joponlar için kifayetli bulmayan imparator, semavi dinler, bu arada ıslamiyet üzerine tetkikler yapmış, Abdurreşit ıbrahim ve şehabettin Mercani’den bilgi almıştı.

EğER BEN O DıN ADAMLARINI BULABıLSEM..

Aradan sekiz yıl geçmiş, Japonya’dan ımparatorun bir başka yeğeni Prens Noga riyasetinde bir heyet ıstanbul’a gelmişti.Mikado, Osmanlı Hakanının kendisine 1889’da gönderdiği hediyelere mukabil kıymetli armağanlar, fakat bu arada hususi kaydıyla bir de mektup göndermişti:

"ıslam dininin bilhassa tefekkür, gaye, felsefe ve manevi terkibi üzerinde şahsen kendisine izahat vermek için Japonca bilen yoksa, tercihen ıngilizce, Fransızca veya Almancası kifayetli Osmanlı din ve maneviyat alimleri " istiyordu.

Mektupda kendi tetkiklerine göre itikadları tatbik de edilerek, Hristiyan ve Musevi dinlerine göre ayrı hususiyet taşıyan ıslamiyetin dini tatbikatına ait misaller ve bu arada içtimai tesanüd müesseseleri, vakıflar gibi hayır-hasenat mevzularında da izahat ve tafsilat rica ediliyordu.


ılmiye ve medreselerin içinde bulunduğu vaziyeti, şahsiyetlerin kifayetsizliklerini çok iyi bilen Sultan Hamid, muvaffakiyeti halinde saltanatının tarihteki müstesna şeref hadisesi olacağı kadar ıslam aleminin belki kaderini değiştirecek mevzuu şeyhülislam Cemaleddin Efendiye açtı,fikrini sordu.


Netice hazindi…


şahsiyet mahrumiyetinin hicranı içinde çaresizdiler:

Karşı tarafın samimi, gönülden olduğuna şek şüphe olmayan arzusuna, pek mahir olduğumuz müsbet- menfi arası, zaman kazandıran oyalayıcı bir cevap verildi, bir tablo kadar şahane müzehheb elyazmalı, ceylan derisi cildli dini kitaplar gönderildi, zaman istenildi.

Bu zaman, ne Motso-Hito ölünceye, ne Sultan Hamid tahttan indirilinceye kadar son bulmamıştı.
Osmanlı Hakanı kalbinde ve vicdanında yar olan hadiseyi Selanik’te sürgün olarak yaşadığı 1909’da muhafızı olan, Cumhuriyet devri başvekillerinden Ali Fethi Okyar’a anltırken şöyle der:

" Eğer ben Japon ımparatorunun istediği kıymette din ve maneviyat şahsiyeti bulabilseydim, evvela kendi milletimi kurtarırdım"

kaynak: Üç Devirde Bir Adam,Fethi Okyar'ın Hayat ve Hatıraları

Bu mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "Muhammed" (01.12.2009, 23:39)


2

18.07.2008, 18:26

1895-1907 ( 18-30 yaş.) - Van - Nursi burada geleneksel dini ilimlerle , modern bilimlerin berabece öğretildiği , eğitim reformuyla ilgili fikirlerini uygulumaya koyduğu kendi medresesini kurdu . Bu arada kendi kendine fen ilimlerini öğrendi . Farklı eğitim geleneklerini bir araya getirecek olan ‘’ Medresetü’z – Zehra ‘’adını veridği bir üniversiteye ilişkin planlar geliştirdi.Ayrıca aşiretler arası anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapmaya ve din adamı kimliğiyle aşiretleri irşad etmek için onlar arasında gezinmeye başladı


Ve nihayet Said Nursi, 1907 yılının başlarında ıstanbul'a gitmeye
karar verdi.

Bediüzzaman zamana bir ışık gibi düştü ;

"ıstanbul’daki ikametgahının kapısında şöyle bir levha asılı idi:

“Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir; fakat sual sorulmaz."

ıstanbul’da, grup grup gelen ulemanın suallerini cevaplandırıyordu. Genç yaşında böyle bilaistisna bütün suallere cevap vermesi ve gayet muknî ve beliğ ifade ve harika hal ve tavırlarıyla, ehl-i ilmi hayranlıkla takdire sevk ediyordu. Ve “Bediüzzaman” unvanına bihakkın layık görüyorlar ve bu fevkalade zatı, bir “nadire-i hilkat” olarak tavsif ediyorlardı. "

Ve Risale-i Nur külliyatıyla bin seneden beri biriken kalbi, akli yaraları tedavi etti, şüpheleri giderdi.

Kendi diliyle;

"Kur'an'ın sönmez ve söndürülemez mânevi bir güneş olduğunu dünyaya göstereceğim ve isbat edeceğim."

3

18.07.2008, 18:37

Kardeşler, bu alıntıları neden ekledim, bizler hazır zamana konduğumız için bazı insanlar Risale-i Nur'un kıymetini derk edemeyebiliyorlar.

Hazır zamandan kasıt, bizler soruların cevaplanmış olduğu zamana geldik.O karanlık devri yaşamadık.

ılk mesajımda eklediğim, doğruların yanlışlar birbirine karışmış, halkın imanı taklidi, kime inanacağını bilmiyor.Samimi sorulan sorulara bile cevap verecek alim bulamıyorlar.Herkes bekliyor ki, birisi gelsin, beklenen artık gelsin.

"O nuru gönder ılahi asırlar oldu yeter, Bunaldı milletin afakı bir sabah ister."

Otuz üçüncü pencerenin giriş kısmında sorulan soru da halkın bu çaresizliğini ifade ediyor:


şu iki âyet-i câmianın ifade ettiği vücûb ve vahdâniyet-i ılâhiye ve evsaf ve şuûnât-ı Rabbâniyeye âlem-i asgar ve ekber olan insan ve kâinatın vech-i delâletlerini mücmel ve kısa bir sûrette beyânlarını isteriz. Çünkü, münkirler pek ileri gittiler. "Ne vakte kadar [O [Allah] her şeye kâdirdir. (Mülk Sûresi: 1; v.d.)] deyip, elimizi kaldıracağız" diyorlar.

Elhamdülilah, Risale-i Nur'lar çorak toprağa düşen rahmet oldu.

O zamanın şartları düşünülünce kıymetinin farklı bir yönü de anlaşılıyor.

Rabbim Kur'an hakikatlerinden ayırmasın..

4

18.07.2008, 18:42

Allah razı olsun kardeşim. Bu anlamda ıslam Yaşar tarafından kaleme alınmış olan Bediüzzaman beşlemesinin okunmasını elzem görüyorum.

5

01.12.2009, 10:03

CEVAP: Neden "Zamana DÜşen Işık" ?



ılmiye ve medreselerin içinde bulunduğu vaziyeti, şahsiyetlerin kifayetsizliklerini çok iyi bilen Sultan Hamid, muvaffakiyeti halinde saltanatının tarihteki müstesna şeref hadisesi olacağı kadar ıslam aleminin belki kaderini değiştirecek mevzuu şeyhülislam Cemaleddin Efendiye açtı,fikrini sordu.

Demek bunu bildikleri için, Bediüzzaman r.a. ile Sultan Abdulhamid'i karşılaştırmamış birileri..

İkisinin yüzyüze gelmesi âlem-i İslâmın bahtını açar diye korkmuşlar dessaslar..


Allah râzı olsun keçeli..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir