Giriş yapmadınız.

1

13.07.2006, 18:29

Kıssadan Hisseler

Gurura Karşı ılaç

Halife Hz. Ömer bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine'nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu. Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah'ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu:
- Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın?
- Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim. Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum.

2

13.07.2006, 18:38

Hz.Ali'nin Büyüklüğü
Birgün ashab Peygamberimiz (s.a.v)'den Hz. Ali'yi niçin çok sevdiğini sordu. Hz Peygamber o anda mecliste bulunmayan Hz. Ali'yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulananlara sordu:
- Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler:
- Yine iyilik ederiz.
- Yine kötülük yapsa?
- Biz yine iyilik ederiz?
- Yine kötülük yapsa?
Ashab cevab vermedi, başlarını öne eğdiler. Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti.
Bu sırada Hz. Ali o meclise geldi. Rasulullah Hz. Ali'ye sordu:
- Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?
- Yine iyilik ederdim.
- Yine kötülük yapsa?
- Yine iyilik yapardım.
Hz. Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı. Hz. Ali yedi defasında da "yine iyilik ederdim" diye cevap verdi. Ashab,
- Ya Rasulallah, Ali'yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler.

3

13.07.2006, 18:39

En Büyük Cömert

Önemli bir sefer hazırlığı yapılıyordu. Peygamberimiz herkesten yapabileceği yardımı en üst sınırda yapmasını istedi. Hz. Ömer bu isteğe uyarak büyük miktarda bir yardımla Hz. Peygamberin huzuruna çıktı. Hz. Peygamber sordu:
- Ya Ömer, malının ne kadarını yardım olarak getirdin?
Hz. ömer cevap verdi:
- Tam yarısını getirdim ya Resulallah, size getirdiğim kadar da geride var.
Biraz sonra Hz. Ebû Bekir geldi. O da büyük bir yardımda bulundu. Hz. Peygamber ona da sordu:
- Malının ne kadarını getirdin? Cevap verdi:
- Tamamını getirdim ya Resulallah, evimde Allah ve Resulünün sevgisinden başka bir şey bırakmadım.
Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: - Allah yolunda fedakarlıkta Ebû Bekir'i kimse geçemeyecek.

4

13.07.2006, 18:40

Dua ıçin Rica
-Bir şahıs, heyecan ve ıstırapla, ımam Sadık (a.s)ınhuzuruna gelerek:
-Ne olursunuz efendim, Allah’a bana daha fazla rızık vermesi için dua da bulunun, çünkü çok yoksulum, dedi.
-ımam: Hayır, asla dua edemem buyurdu.
-Niçin edemezsiniz efendim?
-Zira Allah bu iş için bir yol tayin etmiştir; rızk peşinden koşun ve onu elde edin diye de emir buyurmuştur. Halbuki sen evinde oturup, dua etmek suretiyle, rızkın senin peşinden gelmesini istiyorsun.

5

13.07.2006, 18:41

Bir Müsibet

Kumandanlarından biri bir zafer dönüşü Halife Hz. Ömer'in huzuruna çıktı. Yanında kısa boylu, tıknaz biri bulunuyordu. Hz. Ömer "Bu kim?" diye sordu. Kumandan anlattı: "Efendim bu benim sağ kolumdur. Hangi görevi verdimse başarı ile tamamladı. En gizli haberleri yerine ulaştırdı. Bazen bir orduya bedel hizmet gördü. Zaferlerimi onun sayesinde kazandım diyebilirim."
Aradan zaman geçti, aynı kumandan halifenin huzuruna yeniden çıktı. Ama mağlup bir kumandan olarak Halife sordu:
- Hani sağ kolun nerede?
- Sormayın ya Ömer, ihanet etti, düşman tarafına geçti.
Hz. Ömer bu defa konuştu:
- Allah'tan başka hiç kimseye dayanmamak gerektiğini geçen sefer söyleyecektim vazgeçtim. Bir musibet bin nasihattan yeğdir diye düşündüm.

fatih112

Stajyer

  • "fatih112" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 62

Konum: SıVAS

Meslek: SERBSET

  • Özel mesaj gönder

6

14.07.2006, 09:12

Padişahın ışi ne

Sultan Murad Han o gün bir hoş"tur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?

-- Akşam garip bir rüya gördüm.

- Hayırdır inşallah?..

-- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.

- Nasıl yani?

-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. ışte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar;

-- Kimdir bu?

Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhusun biri işte!..

-- Nerden biliyorsunuz? - Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;

- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir. - isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :

-- Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.

-- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.

- ıyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.

-- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.

- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?

-- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.

- Aman efendim, nasıl kaldırırız?

-- Basbayağı kaldırırız işte. - Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...

-- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.

- şurada bir mahalle mescidi var ama...

-- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?

- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...

-- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.

- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...

-- Nasıl yani?..

- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..

-- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.

- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...

- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!.. -- Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye...

-- Hayret... - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal. Hucceti islam okurdum...

-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...

- Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...

-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. inan cenazen kalacak ortada...

-- Doğru, öyle ya?..

- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?

-- Peki o ne dedi?

- Önce uzun uzun güldü, sonra; - Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?
Vatan Sevigisi ımandandır.

fatih112

Stajyer

  • "fatih112" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 62

Konum: SıVAS

Meslek: SERBSET

  • Özel mesaj gönder

7

14.07.2006, 09:15

Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğunu merak etmiş. Kendi bulduğu cevapların hiçbirisi ona yeterli gelmemiş. Başkalarına sormaya karar vermiş. Aldığı cevaplar tatmin etmemiş. Mutlaka bir cevabı olmalıdır diyerek yılmadan sormaya devam etmiş. Köy köy, kasaba kasaba, ülke ülke dolaşmış. Zaman akıp geçmiş. Umudu tükenmeye başlamışken gittiği köylerden birinde, konuştuğu kişilerden biri:
- şu karşı dağları görüyor musun? Orada yaşlı bir bilge yaşar. ıstersen ona git. Belki o senin aradığın cevabı biliyordur. Sana söyler.

Adam yola koyulmuş. Uzun ve zorlu bir yolculuk geçirmiş. Nihayet bilgenin yaşadığı eve ulaşmış. Kapıyı çalmış. Bilge adamı evine davet etmiş. Hal hatırdan sonra bilge adama ne için geldiğini sormuş. Adam hayatın anlamının ne olduğunu sormuş.


Bilge adama demiş:
- Sana bunun cevabını söylerim. Cevabını söylemeden önce bir sınavı tamamlaman gerekiyor.


Adam bu öneriyi kabul etmiş. Bilge adama bir çay kaşığı vermiş. Çay kaşığına zeytinyağı doldurmuş ve adama demiş:
- şimdi evin dışına çıkıp, bahçede bir tur at. Sonra buraya gel. Zeytinyağını dökmemek şartıyla. Bir damlası dahi dökülürse sana cevabını veremem.

Adam gözü çay kaşığında pür dikkat bahçeyi turlayıp bilgeye dönmüş.


Bilge:
- Kaşıkta yağ eksilmemiş. Bahçede neler gördün, demiş.


Adam şaşkın.
- Kaşığa dikkat etmekten bahçeyi farketmedim, demiş.
- şimdi tekrar bahçeye çıkıp kaşık elinde bir tur at. Bu sefer bahçeyi inceleyip gel.


Adam tekrar bahçeyi turlamak için çıkmış. Ve bahçenin büyüleyici güzelliğine hayran kalmış. Geri geldiğinde bilge sormuş:
- Bahçede neler gördün?

Adam bilgeye bahçenin güzelliği karşısında büyülendiğini, bahçeye hayran olduğunu anlatmış.


Bilge gülümsemiş ve eklemiş:
- Kaşıkta bir damla bile yağ kalmadı. Hayat senin bakış açınla anlam kazanır. Sadece bir noktayı görürsen, hayatın akıp gider ve sen farkına bile varamazsın. Görebileceğin güzelliklerin tam ortasında hayatını yaşarsın. Akıp giden zamanın gözünde bir anlam kazanır. Hayatın anlamı senin bakış açında gizlidir.
Vatan Sevigisi ımandandır.

8

05.09.2007, 23:19

Tabaanızın malına göz koyunca
narların da tadı değişti


Zamanın birinde bir memleketin padişahı, memleketin hâlini, ahvalini görmek, neler olup bittiğini anlamak için vezirlerden ve paşalardan birkaçını yanına alarak şöyle bir gezintiye çıkmıştı. Birkaç saat süren bir gezintiden sonra yolları üzerinde bir nar bahçesine rastladılar. Ve orada bir müddet dinlenmeye karar verdiler. Nar bahçesi gayet bakımlıydı, narları olgunlaşmış, tam y iyecek kıvama gelmişti. Padişah ve adamlarının iştahları kabarmış, canları çekmişti. O esnada bahçede çalışmakta olan yaşlı çiftçi koşarak yanlarına geldi. Onlara "Hoş geldiniz" diyerek, saygı ve hürmet gösterdi. Onları elinden geldiğince ağırlamaya gayret etti. Bahçenin en iri ve en olgun narlarından koparıp, bir tepsiye koyarak ikram etti. Ve dostane bir tavırla konuşmaya başladılar. Padişah yaşlı çiftçiye sordu:
"Bu nar bahçesi kimin?"
"Bu nar bahçesi benimdir efendim, babamızdan miras kaldı."
"Peki, senin oğlun, kızın var mı?"
"Maalesef efendim, Allahu Teâlâ bize evlât ihsan etmedi. Bir ben varım, bir de eşim, hamdolsun iki yaşlı, geçinip gidiyoruz işte."
Yaşlı çiftçinin ikram ettiği narları padişah ve adamları iştahla yemişlerdi. Belli ki bu tatlı ve olgun narlara doyamamışlardı. Yaşlı çiftçi hemen yerinden fırladı, tekrar gidip olgun ve iri narlardan topladı, bu sefer de onlara nar şerbeti sıktı. Taslara koyup ikram etti. Nar şerbetini de keyifle içtiler ve ferahladılar. Epeyce de dinlenmişlerdi. Gezintilerine devam etmek üzere veda edip yola koyuldular.
Bir müddet yol aldıktan sonra, şeytan padişahın gönlüne vesvese verip, onun kafasını karıştırmaya başladı "Demek bu yaşlı karı kocanın çocukları olmamıştı. Onların da birer ayakları çukurda olduğuna göre, hiç mirasçıları yoktu. Onlar ölünce bu güzel nar bahçesi kime kalacaktı?" O hâlde geri dönüp, onların eline birkaç kuruş tutuşturmalı ve bu bahçeyi ellerinden almalıydı. Hemen oracıkta kararını verdi ve adamlarına emredip gersin geriye döndüler.
Nar bahçesinin yanına geldiklerinde ihtiyar çiftçi işiyle meşguldü. Padişah ihtiyar çiftçiyi yanına çağırıp, biraz önce yaptığı nar şerbetinden tekrar yapmasını istedi. ıhtiyar çiftçi, hiçbir şey demeden, ağaçtan iki tane nar koparıp onları sıktı ve taslara koyup ikram etti. Padişah nar şerbetini içti; fakat tadı az öncekine hiç benzemiyordu. Tadını pek beğenmedi, çiftçiye sordu:
"Bu nar şerbeti daha önce içtiklerimizle aynı nardan değil mi? Bunun tadı değişmiş." Yaşlı çiftçi cevap verdi:
"Aynı nardan efendim, narda bir değişiklik yok. Fakat değişen sizin kalbiniz. Siz tebaanızın malına göz koyunca, narların da tadı değişti."
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

9

05.09.2007, 23:24

BUNDAN BÜYÜK
KERAMET Mı OLUR?


Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri Sultan Ahmed'in mürşidi idi. Aralarında büyük bir dostluk, muhabbet ve yakınlık vardı. Aziz Mahmud Hüdâyî, hükümdardan büyük saygı görüyor, kendi de hükümdarı seviyor ve sayıyordu. Arayı pek fazla uzatmadan birbirlerini ziyaret ederlerdi. Biri din ve mâneviyatın ulusu, diğeri devletin ulusuydu. Bu iki yüce insan, uzun süre birbirini görmeden duramazdı.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, Sultan Ahmed'in ziyaretine geldiğinde, Sultan onunla bizzat ilgilenir ve hizmetini kendisi yapardı. Bu büyük velinin, sultanı ziyaret ettiği bir gün namaz vakti yaklaşmıştı. Aziz Mahmud Hazretleri de abdest alıp namaza hazırlanmak istemişti. Derhal leğen ve ibrik istendi. Padişah bu fırsatı kaçırmadı ve suyu kendisi dökerek şeyhinin abdest almasına yardımcı oldu. Padişahın annesi valide sultan da, abdestten sonra şeyhin kurulanması için geride, elinde havlu, bekliyordu. Bu sırada valide sultan içinden şunu geçiriyordu:
"şu mübarek Allah dostu, ne olurdu bir keramet gösterseydi de gözümüz gönlümüz açılsaydı."
Valide sultanın içinden geçenlere Allah'ın izniyle vâkıf olan Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri şöyle buyurdu:
"Hiçbir sıfatı bulunmayan sıradan bir abd–i âcize, dünyanın en büyük devletinin hükümdarı ibrikle su döküyor, muhterem valideleri de abdest havlusunu tutuyor. Bundan daha büyük bir keramet olabilir mi?"
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

10

06.09.2007, 10:38

Somuncu Baba

Hamidettin-i Aksarayi hazretleri Yıldırım Beyazıt zamanında Bursa'da ekmek yapar satardı. Onun ekmeklerini şehir halkı âdeta yağmalarcasına alırlardı. Nasıl bir hamur yoğuruyordu da, bu derece lezzetli ekmek yapıyordu, bu kimsenin malumu değil onun
"Somunlar ... Mümünler ..." diye sokak aralarına, tatlı tatlı dökülen sesini duyunca , bütün Bursalı'lar birbirine girerdi.
Böylece Ulu Camii yapılırken orada çalışan işçilere kendi fırnında yaptığı somunlarını getirir ve dağıtırdı. O küçücük fırınında yapılan somunlar işçilere yeter ve herkes o somunlardan rızıklanırdı. Camide çalışan işçiler yemek saatinin gelmesini ve somuncubabalarının onlara taptaze sıcacık ve leziz somunlarından getirmesini dört gözle bekler, öğle saatini kollardı.
Nihayet Ulu Camii inşaatı bittiğinde; Yıldırım Beyazıt Emir Sultan Hz. lerine ilk hutbeyi okumasını söyler. Emir Sultan Hz. Padişah'a burada Hamidettin-i Aksarayi hazretlerinin ikamet ettiğini ve o varken hutbeyi okumanın kendisine düşmeyeceğini anlatır. Padişah'ta Somuncu baba'nın okumasını kendisinden rica etmesini söyler. Ve nihayet Israrlara dayanamayan Somuncu baba hutbeye çıkar.
Hutbe'de Fatiha süresinin yedi farklı tefsirini yapar. Tefsir bittikten sonra;
"Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar,
ikinci tefsiri cemaatin büyük bir kısmı anlar,
üçüncü tefsiri cemaatin yarısı anlar,
dördüncü tefsirini cemmatin küçük bir kısmı anlar,
beşinci tefsiri cemaatin çok azı anlar,
altıncı tefsiri birkaç kişi anlar,
ve yedinci tefsiri sadece kendisi anlar"
Cemaat Somuncu babalarının ne kadar büyük bir Allah dostu Evliya olduğunu görünce cami çıkışında onun elini öpmek isterler. O mübarek Zat cemaat'in isteğini kıramaz ve Ulu Camiin üç kapısından çıkan cemaat'e elini öptürür. Böylece bütün cemaat Hazret'in elini öpme şerefine nail olur.
Artık dağılmaya başlayan cemaat kendi aralarında konuşurken kendilerinin somuncu babanın elini öptüğünü anlatırken birden farklı kapılardan çıktıkları halde elini öptüklerini anlarlar. Kendilerinin Somuncu babalarının kerametini görünce Somuncu babalarına koşarlar. Oradaki görevi biten Hazret artık gitmiştir. O günden sonra bir daha Bursa yakınlarında görülmez. Hamidettin-i Aksarayi Hazretleri Soluğu Kayseri'de alır.
Sürç-ü lisan ettikse affola.
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

11

06.09.2007, 10:39

ZEVCESıNE GÖTÜRÜN

Biri, Resûlüllah /s.a.v.)'a geldi ve şöyle dedi: -- Ya Resûlallah! Siyahlığım ve yüzümün çirkinliği, cennete girmeme engel olurmu? Bunun üzerine, Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: --"Olmaz. Nefsimi kudret elinde tutan Yüce Allah'a yemin ederim ki; sen, Rabbine iman etmemişsin. O'nun Resûlü-nün getirdiklerine de inanmamışsın." Buna karşı o kimse şöyle dedi:-- Sana peygamberlik ikramını yapan Yüce Allah'a yemin ederim ki, Allah'tan başka ilâh yokyur, Muhammed Allah'ın Resûlüdür. şahadetimi, bu meclise oturmadan sekiz ay önce yapmıştım. Ve sen o zaman huzurunda olanlar ve olmayanlara hitab etmiştin. Siyahlığım ve yüzümün çirkinliğine bakıp kovmuşlardı. Halbuki ben: Benîselim kabilesindenim. Kavmimin içinde soylu biriyim. Dayılarımın siyahlığı bana ağır basmış. Onun bu sözlerini dinleyen Resûlüllah (s.a.v.) şöyle sordu: --"Amr b. Vehb bugün buradamı?" Resûlüllah'ın sorduğu zât, Sakif kabilesinden birir idi. Yakın zamanlarda müslüman olmuştu. --Burada değil dediler. O siyah sahabeye sordu: -- "Onun evini biliyormusun?" --Biliyorum, deyince, şöyle buyurdu: --"Onun evine git. Kapısına yavaşça vur; selâm ver. içeri girince şöyle söyle: -- Resûlüllah (s.a.v.) kızınızı bana zevce olarak verdi." Amr b Vehb'in sevimli bir kızı vardı. Güzellikten ve akıldan yana nasipli biriydi. O kimse gitti, kapıyı vurdu, selâm verdi. Arapça konuştuğunu görünce merhaba deyip kapıyı açtılar. Ama siyahlığını ve yüzünün çirkinliğini görünce ondan sıkılmaya başladılar. --Resûlüllah (s.a.v.) kızınızı bana zevce olarak verdi, deyince onu kötü bir şekilde reddettiler. O kimse, oradan çıkınca, doğru Resûlüllah (s.a.v.)'ın yanına geldi. O, gittikten sonra, kız babasına şöyle dedi: -- Ey babacığım! Vahiy seni rüsvay etmeden bir kurtuluş yolu ara. Eğer Resûlüllah (s.a.v.) beni ona zevce olarak vermiş ise, Allah'ın ve resûlünün rıza gösterdiğine razıyım. Babası hemen çıktı, Resûlüllah (s.a.v.)'a geldi; ona yakın bir yere oturdu. Resûlüllah (s.a.v.) onu görünce sordu: -- "Senmisin, Allah'ın Resûlünü reddeden?" Buna karşılık şöyle dedi: -- Yaptım; ama Allah'tan bağışlanmamı istedim. Onun yalan söylediğini sanmıştım. Eğer doğru ise, kızımızı ona zevce olarak veriyoruz. Allah'ı ve Allah'ın Resûlünü darıltmaktan Allah'a sığınırız. Bunun üzerine dört yüz dirheme nikahı kıydılar. Resûlüllah damada şöyle buyurdu: -- "Hanımının yanına var; huzuruna gir." Buna karşılık damat şöyle dedi: -- Seni Hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki: Dünyalık bir şeyim yok. Kardeşlerime gidip bir şeyler istemem lâzım. Resûlüllah buyurdu: -- "Kadının mihri, mü'minlerden üç kişiye aittir. Osman b. Affan'a git, iki yüz dirhem al." Hz. Osman (r.a.) fazlasıyla verdi. -- "Ali'ye git; ondan da iki yüz dirhem al." Hz. Ali de ona istediğini fazlasıyla verdi. Bunları aldıktan sonra pazara çıktı. şen ve sevinçli idi. Hanımına bazı şeyler alıyordu. Bu arada bir ses duydu: -- Ey Allah'ın süvarileri! Geliniz, sefer var, sefer... Resûlüllah'ın münadisi öyle çağırıyordu. Bunu duyar duymaz o kimse başını semaya kaldırdı: -- Allahım! yerlerin ve göklerin Rabbi... Muhammed (s.a.v.)'in ilâhı. Bugün bu paraları, Allah'ın, Resûlünün ve mü'minlerin sevdiği yola sarf edeceğim.Hemen bir at, bir kılıç, bir mızrak ve kalkan aldı. Kuşağını beline bağladı. Başını da güzelce sardı. O kadar sardı ki: Yalnız gözleri görünüyordu: Bu hali ile gitti, muhacirlerin yanında durdu. Onu böyle görünce tanımadığımız bu atlı kimdir? dediler. Hz. Ali(r.a.) onlara şöyle dedi: -- Bırakın onu. Belki o size Bahreynden katıldı, belkide şam tarafından gelmiştir. Belki de o sizden dinî bilgilerinizi öğrenecektir. ısterim ki o varlığı ile sizlere yadımcı olsun. Savaş sırasında, mızrak vurdu, kılıç salladı... Atı onu yorunca indi. Kollarının yorgunluğunu giderdi. Sonra kollarını sivadı. Resûlüllah! (s.a.v.) onun siyah kollarını görünce sordu: -- " Sen Sa'd mısın?" -- Evet, Ya Resûlüllah! anam babam sana feda olsun. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: -- "Ceddine saadetler." Bundan sonra durmadan mızrağı ile kılıcı ile savaşmaya devam etti. Her vuruşta Allah'ın düşmalarından birini öldürüyordu. Bir ara Sa'd düştü dediler. Resûlüllah (s.a.v.) ona doğru yöneldi. Yanına vardı, başını göğsüne yasladı. Yüzünden toprakları elbisesi ile sildi. Ve şöyle buyurdu: -- "Kokun ne kadar güzel. Seni Allah'ın ve Resûlünün sevgisine ısmarlıyorum." Bundan sonra, Resûlüllah (s.a.v.) ağladı. Sonra güldü. Sonra yüzünü beri yana çevirdi. Daha sonra buyurdu: -- "Kabe'nin Rabbine yemin olsun: HAVZ'a gitti" Ebû Lübabe dedi ki: -- Babam anam sana feda olsun, Yâ Rasûlüllah! HAVZ nedir? Resûlüllah (s.a.v.) şöyle anlattı: --" Havzı Rabbim bana ihsan eyledi. Onun genişliği San'a ile Basra arası kadardır. ıncilerle yakutlarla süslüdür. Onun suyu, sütten beyazdır. Tadı, baldan tatlıdır. ondan bir kere içen ebedî susamaz." Tekrar sordu: --Ya Resûlüllah! önce ağladığını, sonra güldüğünü, daha sonra yüzünü çevirdiğini gördük. şöyle anlattı: "Sa'd'ı sevdiğim için ağladım. Onun Allah katındaki derecesine sevinip güldüm. Allah katındaki ikramına sevinip güldüm. Yüzümü çevirmeme gelince, gözde hurilerden zevcelerini gördüğüm içindir. Onların kolları açık, halhalleri gözüküyordu. Onlardan hayâ ederek yüzümü çevridim.", Bundan sonra, onun silahı, atı ve ona ait diğer şeyler için emir verdi: -- "Bunları alın, zevcesine götürün ve deyin ki: -- Allah onu sizden daha iyi biri ile nikâhladı."
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

12

06.09.2007, 10:40

Artan Pilav

Yahya baba , II. Bâyezîd Hân zamanında , Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe giriştimi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri salavat getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile , suyunu Fatihalarla salar. Zaman zaman gözünü yumar, enbiyayı, evliyayı aracı yapar, Allah'tan bereket arzular. Onun pilavı herkese yeter, hatta artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tuna nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü başında toplanırlar. Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye başlar. Ama Yahya Baba bir kere bile "Bu prinç yetermi?" demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz, aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tuna'nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izah edecek tek kelime bilir: "Bu bir keramet!" Çok dener ve emin olunca Pâdişaha çıkar. "Bu Yahya Baba boş değil sultanım der, halbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz." Bâyeziîd-i Velî gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba'ya çok az, hatta gülünç denilecek kadar az pirinç verilir. O her zamanki gibi okur, âlemlerin Rabbi'nden Halil ıbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba artanları yine yüklenir, Tuna'nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar. "Ne oluyor bre der. Yoksa devlet malını israfmı edersin?" Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp; "Ayıp olmuyormu sultanım derler. Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?" Yahya Baba öylesine mahçup olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah'a sığınır. Bâyezîd-i Velî onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola.... Mübarek çoktan rûhunu teslim edip kavuşmuştur rahmet-i Rahmana

Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

13

06.09.2007, 11:10

Bir papaz , yeni bir sehre papaz olarak tayin edilir.Bu papaz, yeni tayin edildigi şehre vazifeye baslamak üzere gider.Papaz,o sehre
vardiginda, karsisina ilk cikan bir cocuga sorar:
-Oglum,buranin kilisesi nerededir,kiliseye hangi yoldan gidilir?
Haydi gösteriver der.
Cocuk yeni gelen papazi kiliseye kadar götürür.Papaz ,cok memnun olur
ve cocuga:
-Yavrum, sen bana çok iyilik ettin.Buraya kadar da yoruldun.Gel bakayim,
ben de sana cennetin anahtarini vereyim!... der.
Akilli ve temiz kalbli cocuk,papazin karanlik kafasina dank edercesine
su cevabi verir:
-Papaz amca, papaz amca, sen daha kilisenin yolunu bulamiyorsun, bana
sordun da ben gösterdim!.Cennetin anahtarını nereden buldun? deyiverir
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

14

06.09.2007, 15:24

Sen Bir Kizini Vermezsin de

Sen Bir Kizini Vermezsin de

Kufe'de bir adam üçüncü Halife Hz. Osman için "Yahudiymiş" diye tutturmuştu. Herkes bunun asılsız olduğunu, imkansız olduğunu söylüyor ama adam bir türlü ikna olmuyordu. Bu konu ımam-ı Azam'a da duyuruldu. "Adamı bu saçma inancından kimse caydıramadı, sununla bir de siz görüşseniz" dendi. "Hay hay" dedi ımam-ı Azam, bir akşam bu kıza dünürlüğe diye adamın evine gitti. Dereden tepeden konuştuktan sonra sözü esasa getirdi:

- Biz Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle kızına dünür geldik.

- Kime istiyorsunuz kızımı, öğrenebilir miyim?

- Kızını istediğimiz kimse son derece ahlâklı, dürüst çok zengin ve alabildiğine cömert, Kur'an'ı ezbere biliyor ve sürekli okuyor... (Bunların hepsi Hz. Osman'ın nitelikleri)

Adam sözünü kesti:

- Yeter, bunlardan bir tanesi bile kızımı vermek için yeterli meziyettir.

- Ama bu damat adayının bir kusuru var, kendisi Yahudi.

-Adam parladı:

- Nasıl olur, benim kızımı bir Yahudiye istersiniz?

ımam-ı Azam için artık taşı gediğine koymanın zamanı gelmişti:

- Sen bir kızını yahudiye vermezsin de Hz. Peygamber iki kızını birden bir Yahudiye nasıl verir? deyince adamın artık bir inat ve itiraza mecali kalmadı, bilinen gerçeği kabul etti.

(Hz. Osman peygamberimizin damadıydı, önce bir kızıyla evlenmiş, o ölünce diğer bir kızıyla evlenmişti. Bunun için Hz. Osman'a "Zi'nNureyn'' (ıki nur sahibi) denmiştir
selam ve dua ile kalın
nur

15

08.09.2007, 16:32

HZ. ÖMER'ıN NıL NEHRıNE MEKTUBU

Hz. Ömer halife iken, Amr bin As (r.a.)'ı, Mısır'ın fethi için vazifelendirmiş, Mısır fetholunduktan sonra da onu Mısır'a vali tâyin etmişti. Bir gün Mısır halkı valinin huzuruna çıkarak şöyle dediler:

— Ya Amr, Nil Nehrinin bir adeti vardır, o adet yerine getirilmezse nehrin suyu çoğalmaz, kesilir... Halk da açlık sıkıntısı ile karşı karşıya kalır, dediler.

Amr bin As Hazretleri:

— O adeti nedir? diye sordu. Onlar:

— Biz her sene bir fakiri altın ve paralarla kandırır, çocuğunu Nil nehrine atarız, ondan sonra nehrin suyu çoğalır, halk da ondan istifade ederek kazanç sağlar, dediler.

Amr bin As Hazretleri, bu cahiliyetten kalma bir adettir diyerek buna müsaade etmedi ve Halife Hazreti Ömer'e meseleyi anlatan bir mektup yazdı.

Hazreti Ömer (r.a.), Valiye yazdığı cevabî mektupta:

— Kabul etmemekle çok iyi etmişsin. Sana gönderdiğim mektupla bir mektup daha gönderiyorum, onu Nil Nehrine at, dedi.

Hazreti Ömer'in Nil Nehrine yazdığı mektupta şöyle yazılı idi:

— Ya Nil! Akacaksan Allah'ın izniyle daha evvel nasıl akıyorsan öyle ak! Eğer akmazsan kıyamete kadar bir daha akma!

Hazreti Ömer'in Nil Nehrine yazdığı mektubu, vali nehre attı. Ertesi günü nehrin sularının onaltı metre yükseldiği görüldü!..
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

16

08.09.2007, 19:07

çok güzel paylaşımlar.. Allah hepinizden razı olsun...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

17

12.09.2007, 20:53

ıbrahim B. Edhem

ıbrahim b. Edhem Hazretleri, saltanatı bıraktıktan sonra uzun yıllar dağ, bayır, köy, şehir dolaştı. Her gittiği yere kendisinden önce şöhreti gidiyordu. şöhreti o kadar büyümüştü ki, onu görenler, "Bu, ıbrahim değil." diyorlardı.
Bir vakit adamın yanında çalışıyor, adamın bağlarını bekliyordu. Bir gün işvereni ıbrahim b. Edhem'i çağırır:
"Bana tatlı narlardan getir." der.
ıbrahim b. Edhem bir tabak nar alıp, işvereninin önüne koyar. Aradan az bir zaman geçer. ışverenin sesi duyulur.
"Bu narlar ekşi çıktı, bana tatlılarından getir." ıbrahim b. Edhem, tekrar bir tabağa nar koyar ve patronunun önüne koyar. Bu sefer de narlar ekşi çıkar. Bir daha ister, yine getirir, bunlarda da hayır yoktur. Bu sefer işvereni ona çıkışır:
"Bre adam! Bunca zamandır bu bağda bekçilik yapıyorsun, narın hangisi ekşi, hangisi tatlı hâlâ anlayamadın mı?" der. ıbrahim b. Edhem der ki:
"Benim görevim bağ beklemek, nar yemek değil. Bugüne kadar bir tek nar dahi tatmadım ki, hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilebileyim." Bunu duyan işveren alaylı bir ifade ile der ki:
"Hayret! Sendeki bu zühde bakınca, diyeceğim ki acaba bu adam ıbrahim b. Edhem midir?" Bu sözü duyan ıbrahim b. Edhem tanınmamak için bağcının yanından ayrılır.
Hâdisede dürüstlük, zühd, takva, ne ararsan var. Kibirden, gururdan uzaklık, nefsin ayaklar altına alınması… Allah ıbrahim b. Edhem'e rahmet eylesin, mekânı Adn Cenneti olsun.
ıbrahim b. Edhem Hazretleri buyurdu ki:
"Hakk'a olan itikadınız sağlam olsun, o vakit rızk için şu ağaca nazar ediniz, eğer altına tamah ediyorsanız, ağaç altın olur."
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

18

04.10.2007, 15:30

Behlül Dânâ'ya biri sorar:
- Oğlum öldü. Mezar taşına ne yazdırayım?
Behlül Dânâ şu cevabı verir:
- şunu yazdır: "Dün altında olan çimenler bugün üstünde yeşerdi. Ey yolcu anla ki, şu toprak günahtan gayri her şeyi örter."
__________________
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

Mesajlar: 173

Meslek: Sosyolog

Hobiler: Siyaset-Haber-Çevre

  • Özel mesaj gönder

19

04.10.2007, 17:02

Aşık Veysel demiş ya.."Benim sadık yarim, kara topraktır!"
Bediüzzamanın şu ifadesi de çok hoştur; "Ey insan! Öyle ise topraktan ve toprak olmaktan korkma!" (Mesnevideydi herhalde, tam ifade olmayabilir! Ama o paragrafın tadı hala damağımızda..)

Mesajlar: 173

Meslek: Sosyolog

Hobiler: Siyaset-Haber-Çevre

  • Özel mesaj gönder

20

04.10.2007, 17:25

güzel ve uzundu çok beğendim :P :lol: :alkış:

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir