Giriş yapmadınız.

1

08.03.2009, 20:34

MESNEVÎ- ŞERİF den

Sevgili aziz kardeşlerim ve büyüklerim öncelikle saygılarımla mübarek mevlid kandiliniz yani Risaleti Ahmediye Aleyhisselatı vesselamın Kaninatın şecere-i Hilkati Nuru Muhammedi maddei hakikisinin şeceresine gebe Ahmedi semeresinin yeryüzüne mekkede beldetül emin de teşrif zamanı olan kutlu doğum gününü bu büyük bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım.Bilemiyorum vaktiniz olucakmı tamamını okuyabilmeniz nasib olucakmı mesneviden bir kısım alıntıda bulunmak istedim sizler için inşaallah hayırlara vesile olur.

HZ MEVLANA CELALEDDıNı RUMı
MESNEVı şERıF den



CLT 1

1. Dinle, bu ney nasıl sikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:

Beni kamıslıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın… herkes aglayıp inledi.

Ayrılıktan parça parça olmus, kalb isterim ki, istiyak derdini açayım.

Aslında uzak düsen kisi, yine vuslat zamanını arar.

5. Ben her cemiyette agladım, inledim. Fena hallilerle de es oldum, iyi hallilerle de.

Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları arastırmadı.

Benim esrarım feryadımdan uzak degildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok.

Ten candan, can da tenden gizli kapaklı degildir, lâkin canı görmek için kimseye izin yok.

Bu neyin sesi atestir, hava degil; kimde bu ates yoksa yok olsun!

10. Ask atesidir ki neyin içine düsmüstür, ask coskunlugudur ki sarabın içine düsmüstür.

Ney, dosttan ayrılan kisinin arkadası, haldasıdır. Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı.

Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemdem, hem bir müstak kim gördü?

Ney, kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun askının kıssalarını söylemektedir.

Bu aklın mahremi akılsızdan baskası degildir, dile de kulaktan baska müsteri yoktur.

15. Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hale geldi; günler yanıslarla yoldas oldu.

Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok. Ey temizlikte naziri olmayan, hemen sen kal!

Balıktan baska her sey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı.

Ham, piskinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm.

* * *

Ey ogul! Bagı çöz, azat ol. Ne zamana kadar gümüs, altın esiri olacaksın?

20. Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini…

Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr oldugundan inci ile doldu.

Bir ask yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.

Ey bizim sevdası güzel askımız; sadol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;

Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizim Calinus’umuz!

25. Toprak beden, asktan göklere çıktı; dag oynamaya basladı, çeviklesti.

Ey âsık! Ask; Tûr’un canı oldu. Tûr sarhos, Mûsa da düsüp bayılmıs!

Zamanımı beraber geçirdigim arkadasımın dudagına es olsaydım ( sırlarına tahammül edecek bir hemdem

bulsaydım) ney gibi ben de söylenecek seyleri söylerdim.

Dildesinden ayrı düsen, yüz türlü nagmesi olsa bile dilsizdir.

Gül solup mevsim geçince artık bülbülden maceralar isitemezsin.

30. Her sey mâsuktur, âsık bir perdedir. Yasayan mâsuktur, âsık bir ölüdür.

Kimin aska meyli yoksa o kanatsız bir kus gibidir, vah ona!

Sevgilimin nuru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü, sonu idrak edebilirim?

Ask, bu sözün dısarı çıkıp yazılmasını ister; ayna gammaz olmaz da ne olur?

Aynan, bilir misin, neden gammaz degil?

Yüzünden tozu, pası silinmemis de ondan!

Padisahın bir halayıga âsık olup satın alması, halayıgın hastalanması, onu iyi etmek için tedbiri

35. Ey dostlar! Bu hikâyeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir.

Bundan evvelki bir zamanda bir padisah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına malikti.

Padisah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmis, giderken.

Ana caddede bir halayık gördü, o halayıgın kölesi oldu.

Can kusu kafeste çırpınmaya basladı. Mal verdi, o halayıgı satın aldı.

40. Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık hastalandı.

Birisinin esegi varmıs, fakat palanı yokmus. Palanı ele geçirmis, bu sefer esegi kurt kapmıs.

Birisinin ibrigi varmıs, fakat suyu elde edememis. Suyu bulunca da ibrik kırılmıs!

Padisah sagdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “kimizin hayatı da sizin elinizdedir.

Benim hayatım bir sey degil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim, hastayım dermanım o.

45. Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve mercanımı (atiye ve ihsanımı) o aldı

(demektir).”

Hepsi birden dediler ki: “Canımızı feda edelim. Beraberce düsünüp beraberce tedavi edelim.

Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir, elimizde her hastalıga bir ilâç vardır.”

Kibirlerinden Allah isterse (insaallah ) demediler. Allah da onlara insanların âcizligini gösterdi.

”nsaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılıgını ve magrurlugunu

söylemektir. Yoksa ârızî bir halet olan insaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak degildir.

50. Hey gidi nice insaallah’ı diliyle söylemeyen vardır ki canı “insaallah” la es olmustur.

lâç ve tedavi nev’inden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.

O halayıkcagız, hastalıktan kıl gibi olunca padisahın kanlı göz yası ırmaga döndü.

Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yagı da kuruluk tesirini göstermeye basladı.

Karahelileyle kabız oldu, ferahlıgı gitti; su, neft gibi atese yardım etti.

Halayıgın tedavisinde hekimlerin âciz kalmalarını padisahın anlaması, Allah tapusuna yüz tutması ve bir

uluyu rüyada görmesi

55. Padisah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide kostu.

Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri göz yasından sırsıklam oldu.

Yokluk istigrakından kendisine gelince agzını açtı, hos bir tarzda medhü senaya basladı:

“En az bahsisi dünya mülkü olan Allahm! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.

Ey daima dilegimize penah olan Allah! Biz bu sefer de yolu yanıldık.

60. Ama sen “Ben gerçi senin gizledigin seyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.

Padisah, tâ can evinden cosunca bagıslama denizi de cosmaya basladı.

Aglama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.

Dedi ki: “Ey padisah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.

O gelen hazık hekimdir. Onu dogru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.

65. lâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müsahede et.”

Vade zamanı gelip gündüz olunca... günes dogudan görünüp yıldızları yakınca:

Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.

Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir günes;

Uzaktan hilâl gibi erismekte, yok oldugu halde hayal seklinde var gibi görünmekte.

70. Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!

Onların basları da, savasları da hayale müstenittir. Ögünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.

Evliyanın tuzagı olan o hayaller, Allah bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.

Padisahın rüyada gördügü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.

Padisah bizzat mabeyincilerin yerine kostu, o gaipten gelen konugun huzuruna vardı.

75. Her ikisi de âsinalık (yüzgeçlik) ögrenmis bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmis,

baglanmıslardı.

Padisah: “Benim asıl sevgilim sensin, o degil. Fakat dünyada is isten çıkar.

Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin ugrunda belime gayret kemerini

bagladım” dedi.

Muvaffakıyetler verici Ulu Allah’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyis, edepsizlik

ve terbiyesizligin pek fena zararları

Allah’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’nın lûtfundan mahrumdur.

80. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmis olmaz. Belki bütün dünyayı atese vermis olur.

Alısverissiz, dedikodusuz Allah sofrası gökten iniyordu.

Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarmısak, mercimek” dediler.

Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmegi kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.

Sonra sa sefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.

Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artıgını asırdılar.

85. sa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.

Bir ulu kisinin sofrası basında kötü zanna düsmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.

O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.

Zekât verilmeyince yagmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.

çine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.

90. Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.

Edepten dolayı bu felek nura gark olmustur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuslardır.

Günesin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan

sürülmüstür.

Padisahın, kendisine rüyada gösterilen velî ile görüsmesi

Kollarını açıp onu kucakladı, ask gibi gönlüne aldı, canının için çekti.

Elini, alnını öpmege, oturdugu yeri, geldigi yolu sormaya basladı.

95. Sora sora odanın baskösesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum.

Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nisligin anahtarıdır” sözünün mânası,

Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müskül, konusmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.

Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayagı çamura batanın elinitutan sensin.

Ey seçilmis, ey Allah’dan razı olmus ve Allah rızasını kazanmıs kisi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza

gelir, feza daralır.

100. Sen, kavmin ulususun, sana müstak olmayan, seni arzulamayan bayagılasmıstır. Bundan

vazgeçmezse...”

O agırlama, o hal hâtır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.

Padisahın hastayı görmek üzere hekimi götürmesi

Padisah, hastayı ve hastalıgını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.

Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalıgının ârazını ve sebeplerini de

dinledi.

Dedi ki: “Öbür hekimlerin çesitli tedavileri, tamir degil; büsbütün harap etmisler.

105. Onlar, iç ahvalinden haberdar degildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dısarıda.”

Hekim, hastalıgı gördü, gizli sey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi.

Hastalıgı safra ve sevdadan degildi. Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar.

nlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmustur.

Âsıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalıgı gibi degildir.

110. Âsıgın hastalıgı bütün hastalıklardan ayrıdır. Ask, Allah sırlarının usturlâbıdır.

Âsıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten... âkıbet bizim için o tarafa kılavuzdur.

Askı serh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim... asıl aska gelince o sözlerden mahcup olurum.

Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düsmeyen ask daha aydındır.

Çünkü kalem, yazmada kosup durmaktadır, ama ask bahsine gelince; çatlar, âciz kalır.

115. Askın serhinde akıl, çamura saplanmıs esek gibi yattı kaldı. Askı , âsıklıgı yine ask serh etti.

Günesin vucuduna delil, yine günestir. Sana delil lâzımsa günesten yüz çevirme.

Gerçi gölgede günesin varlıgından bir nisan verir, fakat asıl günes her an can nuru bahseyler.

Gölge sana gece misali gibi uyku getirir. Ama günes doguverince ay yarılır (nuru görünmez olur).

Zaten cihanda günes gibi misli bulunmaz bir sey yoktur. Baki olan can günesi öyle bir günestir ki, asla gurub

etmez.

120. Günes, gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür.

Ama kendisinden esîr var olan günes, öyle bir günestir ki, ona zihinde de, dısarda da benzer olamaz.

Nerede tasavvurda onun sıgacagı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!

Semseddin’in sözü gelince dördüncü kat gögün günesi basını çekti, gizlendi.

Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.

125. Can, su anda etegimi çekiyor. Yusuf’un gömleginden koku almıs!

“Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat.

Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neseye dalsın” (diyor).

“Beni külfete sokma, çünkü ben simdi yokluktayım. Zihnim durakladı, onu ögmekten âcizim.

Ayık olmayan kisinin her söyledigi söz -- dilerse tekellüfe düssün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya

kalkıssın -- yarasır söz degildir.

130. Esi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık degil!

Bu ayrılıgın, bu ciger kanının serhini simdi geç, baska bir zamana kadar bunu bırak!”

(Can) dedi ki: “Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır.

Ey yoldas, ey arkadas! Sûfî, vakit ogludur (bulundugu vaktin iktizasına göre is görür). “Yarın” demek yol

sartlarından degildir.

Sen yoksa sûfî bir er degil misin? Vara, veresiyeden yokluk gelir”.

135. Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli kapaklı geçmek daha hostur. Sen, artık hikâyelere kulak ver, isi

onlardan anla!

Dilbere ait sırların, baskalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hostur.”

O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak anmak… gizli anmaktan iyidir.

Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben, güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.

Dedim ki: “O apaçık soyunur, çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın,ne kucagın kalır, ne belin!

140. ste ama, derecesine göre iste; bir otun, bir dagı çekmeye kudreti yoktur.

Bu âlemi aydınlatan günes, bir parçacık yaklastı mı, her sey yandı gitti!

Fitneyi, kargasalıgı ve kan dökücülügü arastırma, Sems-i Tebrizî’den bundan fazla bahsetme.

Bunun sonu yoktur; sen yine hikâyeye basla, onu tamamlamana bak.

O velînin, halayıgın hastalıgını anlamak için padisahtan halayıkla halvet olmayı dilemesi

(Hekim) dedi ki: “Ey padisah, evi halvet et, yakını da uzaklastır.

145. Köseden , bucaktan kimse kulak vermesin de ben bu cariyecikten bir seyler sorayım.”

Oda bosaldı, Hekim ile hastadan baska kimsecikler kalmadı.

Hekim tatlılıkla, yumusak yumusak dedi ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilâcı baska

baskadır.

O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye baglısın?

Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektigi cevir ve mesakkati soruyordu.

150. Bir adamın ayagına diken batınca ayagını dizi üstüne kor.

gne ucu ile diken basını arar durur, bulamazsa orasını dudagı ile ıslatır.

Ayaga batan dikeni bulmak, bu derece müskül olursa, yürege batan diken nicedir? Cevabını sen ver!

Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?

Bir kisi, esegin kuyrugu altına diken kor. Esek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar.

155. Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lâzım.

Esek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar.

O diken çıkaran hekim, üstaddı . Halayıgın her tarafına elini koyup muayene ediyordu.

Halayıktan hikâye yoluyla dostların ahvalini sormaktaydı.

Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi duragından, efendilerinden, sehrinden ve sehrinin

dısından bahsetmekteydi.

160. Hekim, kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekteydi.

Nabzı, kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istedigi odur(diyordu).

Memleketindeki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diger bir memleketi andı.

“Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?”dedi.

Kız bir sehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi, nabzının atması baskalasmadı.

165. Efendileri ve sehirleri birer birer saydı; o yerleri, yurtları, oralarda geçirdigi zamanları, tuz, ekmek

yedigi kisileri tekrar tekrar söyledi.

Sehir sehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.

Hekim seker gibi Semerkand sehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabiî haldeydi fazla atmıyordu.

Semerkand’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkand’lı bir kuyumcudan ayrılmıstı.

O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belânın aslına erisince:

170. “Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız, “Köprü basında, Gatfer mahallesinde” dedi.

Hekim, “Hastalıgının ne oldugunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler gösterecegim;

Sevin, ilisik etme, emin ol ki yagmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacagım;

Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha sefkatliyim;

Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padisah senden bunu ne kadar sorup sorustursa yine sakla;

175. Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hâsıl olur;dedi.

Peygamber demistir ki: “Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erisir.”

Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yesillenmesi ile neticelenir.

Altın ve gümüs gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüs haline gelirlerdi?

O hekimin vaitleri ve lûtufları hastayı korkudan emin etti.

180. Hakiki olan vaitleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar.

Kerem ehlinin vaitleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi

bulunmayanların vaitleri ise gönül azabıdır.

O velînin, halayıgın hastalıgını anlaması ve padisaha arzetmesi

Ondan sonra hekim, kalkıp padisahın huzuruna gitti, padisahı bu meseleden birazcık haberdar etti.

Dedi ki: “Çare sundan ibaret: bu derdin iyilesmesi için o adamı getirelim.

Kuyumcuyu o uzak sehirden çagır, onu altınla, elbise ile aldat.”

*Padisah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti.

185. O tarafa ehliyetli, kifayetli, âdil bir iki kisiyi elçi olarak gönderdi.

Padisahın, kuyumcuyu getirmek üzere Semerkand’e elçiler yollaması

O iki bey, kuyumcuya padisahtan mustucu olarak Semerkand’e kadar geldiler.

Dediler ki: “Ey lûtuf sahibi üstad, ey marifette kâmil kisi! Ögülmen sehirlere yayılmıstır.

ste filân padisah, kuyumcubasılık için seni seçti. Zira (bu iste) pek büyüksün, pek kâmilsin.

Simdicek su elbiseyi, altın ve gümüsü al da gelince de padisahın havassından ve nedimlerinden olursun.”

190. Adam; çok malı, çok parayı görünce gururlandı, sehirden çoluk çocuktan ayrıldı.

Adam, neseli bir halde yola düstü. Haberi yoktu ki padisah canına kastetmisti.

Arap atına binip sevinçle kosturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı!

Ey yüzlerce razılıkla sefere düsen ve bizzat kendi ayagı ile kötü bir kazaya giden!

Hayalinde mülk, seref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erisirsin” demekte!

195. O garip kisi yoldan gelince, hekim, onu padisahın huzuruna götürdü;

Güzellik mumunun bası ucunda yakılması için onu, padisahın yanına izzet ve ikramla iletti.

Padisah, onu görünce pek agırladı, altın hazinesini ona teslim etti.

Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyecigi bu tacire ver;

Ki visali ile iyilessin, visalinin suyu o atesi gidersin.”

200. Padisah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahsetti, o iki sohbet müstakını birbirine çift etti.

Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyilesti.

Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir serbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karsısında erimeye basladı.

Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelligi kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.

Kuyumcu, çirkinlesip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavas yavas ondan sogudu.

205. Ancak zâhirî güzellige ait bulunan asklar ask degildir. Onlar nihayet bir âr olur.

Keske kuyumcu bastanbasa ayıp ve âr olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da basına bu kötü hal

gelmeseydi!

Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düsman kesildi.

Tavus kusunun kanadı, kendisine düsmandır. Nice padisahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helâklerine sebep

olmustur.

Kuyumcu, ”Ben o ahuyum ki göbegimin miskinden dolayı bu avcı, benim sâf kanımı dökmüstür.

210. Ah, ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzaga düsürüp tuttular, basımı kestiler.

Ah, ben o filim ki disimi elde etmek için filci benim kanımı döktü.

Beni, benden asagı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz!

Bugün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?

Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düsürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet

eder.

215. Bu cihan dagdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir” dedi.

Kuyumcu, bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti. O cariyecik de asktan ve hastalıktan arındı, tertemiz

oldu.

Çünkü ölülerin askı ebedî degildir, çünkü ölü, tekrar bize gelmez.

Diri ask, ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur.

O dirinin askını seç ki bakidir ve canına can katan saraptan sana sakilik eder.

220. O‘nun askını seç ki bütün peygamberler, onun askıyla kuvvet ve kudret buldular, is güç sahibi oldular.

Sen “Bize o padisahın huzuruna varmaya izin yoktur” deme. Kerim olan kisilere, hiçbir is güç degildir.

Kuyumcuyu öldürme ve zehirlemenin Allah emriyle olup padisahın istegiyle olmadıgı

O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi ne korkudan dolayı.

Allahnın emri ve ilhamı gelmedikçe hekim, onu padisahın hatırı için öldürmedi.

Hızır’ın o çocugun bogazını kesmesindeki sırrı halkın avam kısmı anlayamaz.

225. Allah tarafından vahiy ve cevaba nail olan kisi her ne buyurursa o buyruk, dogrunun ta kendisidir.

Can bagıslayan kisi öldürse de caizdir. O, nâibdir eli Allah elidir.

smail gibi onun önüne bas koy. Kılıcının önünde sevinerek, gülerek can ver.

Ki Ahmed’in pâk canı, Ahad’la nasıl ebediyse senin canın da ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın.

Âsıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.

230. Padisah o kanı sehvet ugruna dökmedi. Suizanda bulunma, münakasayı bırak!

Sen onun hakkında kötü ve pis is isledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale

gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüs suda tortu bırakır mı?

Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocagın posayı gümüsten çıkarması içindir.

yinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.

Eger isi Allah ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek olurdu, padisah olmazdı.

235. Sehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteginden de. Güzel bir is yaptı, fakat zâhiren kötü

görünüyordu.

Hızır, denizde gemiyi deldiyse de onun bu delisinde yüzlerce saglamlık var.

O kadar nur ve hünerle beraber Mûsâ’nın vehmi, ondan mahçuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkısma!

O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhosudur, sen ona deli adı takma!

Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kâfirim, onun adını agzıma alırsam!

240. Ars kötü kisinin ögülmesinden titrer; suçlardan ve süpheli seylerden korunan kisi de kötü

methedilince, metheden kisi hakkında fena bir zanna düser.

O padisahtı, hem de çok uyanık bir padisah. Has bir zattı, hem de Allah hası.

Bir kisiyi böyle bir padisah öldürürse onu, iyi bir bahta eristirir,en iyi bir makama çeker, yüceltir.

Eger onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lûtuf, nasıl olur da kahretmeyi isterdi?

Çocuk hacamatçının nesterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir.

245. Yarı can alır, yüz can bagıslar. Senin vehmine gelmeyen o sey yok mu? Onu verir.

Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düsmüssün; iyice bak!

2

08.03.2009, 20:39

Bakkal ve dudunun hikâyesi,dudunun dükkândaki gülyaglarını dökmesi



Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yesil, güzel sesli ve söyler duduydu.

Dükkânda dükkân bekçiligi yapar; bütün alısveris edenlere hos nükteler söyler, lâtifeler ederdi.

nsanlara hitap ederken insan gibi konusurdu, dudu gibi ötmede de mahareti vardı.

*Efendisi, bir gün evine gitmisti. Dudu, dükkânı gözetliyordu.

*Ansızın fare tutmak için bir kedi, dükkâna sıçradı. Duducagız can korkusundan,

250. Dükkânın bas kösesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyagı sisesini de döktü.

Sahibi, evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkâna geçti oturdu.

Bir de baktı ki dükkan yag içinde, elbisesi yaga bulasmıs. Dudunun basına bir vurdu; dudunun dili tutuldu,

bası kel oldu.

Dudu, birkaç güncegiz sesini kesti, söylemedi. Bakkal nedametten âh etmeye basladı.

Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet günesim bulut altına girdi.

255. O zaman keske elim kırılsaydı; o güzel sözlünün basına nasıl oldu da vurdum?

Kusu, yine konussun diye yoksullara sadakalar vermekteydi.

Üç gün, üç gece sonra saskın ve meyus, ümitsiz bir halde dükkânda otururken,

Ve binlerce gussaya, gama es olup; bu kus acaba ne vakit konusacak; diye düsünüp dururken,

Ansızın tas ve legen dibi gibi tüysüz kafası ile bir Cevlaki geçiyordu.

260. Dudu, hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervise bagırdı:

“Ey kel, neden kellere karıstın; yoksa sen de siseden gülyagı mı döktün?! “

Onun bu kıyasından halk gülmeye basladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıstı.

Temiz kisilerin isini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan mânasına gelen) sîr, (süt manasına gelen) sîre

benzer.

Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Allah Abdallarından az kisi agâh oldu.

265. Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velîleri de kendileri gibi sandılar.

Dediler ki: “ste biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemege baglıyız, onlar da.

“Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark oldugunu bilmediler.

Her iki çesit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.

Her iki çesit geyik otladı, su içti. Birinden fıskı zuhur etti, öbüründen halis misk.

270. Her iki kamıs da bir sulaktan su içti. Biri bombos öbürü sekerle dopdolu.

Böyle yüzbinlerce birbirine benzer seyler var, aralarında bulunan yetmis yıllık farkı sen gör!

Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Allah nuru olur.

Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Allah’nın nuru husule

gelir.

Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o seytan ve canavar!

275. Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır.

Zevk sahibinden baska kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını iste o anlar.

(Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.

Mûsâ ile savasan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asâsı gibi asâ aldılar.

Bu asâ ile o asâ arasında çok fark var, bu isle o isin arasında pek büyük bir yol var.

280. Bu isin ardında Allah lâneti var, o ise karsılık da vade vefa olarak Allah rahmeti var.

Kâfirler inatlasmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir âfettir.

nsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördügünü yapıp durur.

O, “Bende onun gibi yaptım” sanır. O inatçı mahlûk aradaki farkı nereden bilecek?

Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savas için. natçı kisilerin baslarına toprak saç!

285. O münafık; muvafıkla beraber, inat ve taklide uyup namaza durur; niyaz ve tazarru için degil.

Müminler; namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafıkla kazanıp kaybetmektedirler.

Müminler için nihayet kazanç vardır, münafıka da ahirette mat olma.

kisi de bir oyun basındaysa da birbirlerine nispetle aralarında ne kadar fark var; biri Merv’li öbürü Rey’li!

Her biri, kendi makamına gider, her biri kendi adına uygun olarak yürür.

290. Onu mümin diye çagırırlar, ruhu hoslanır. Münafık derlerse sertlesir, ates kesilir.

Onun adı, zatı yüzünden sevgilidir. Bunun adının sevilmemesi, âfetleri yüzünden, nifakla sıfatlanmıs olan

zatından dolayıdır.

Mim, vav, mim ve nun harflerinde bir yücelik yoktur. Mümin sözü ancak tarif içindir.

Ona münafık dersen... o asagılık ad, içini akrep gibi daglar.

Bu ad, cehennemden ayrılmıs ve kopmus degilse niçin cehennem tadı var?

295. O kötü adın çirkinligi harften degildir. O deniz suyunun acılıgı “kab” dan degildir.

Harf kabdır ondaki mâna su gibidir. Mâna denizi de “Ümm-ül-Kitap” yanında bulunan, kendisinde olan zattır.

Dünyada acı ve tatlı deniz var. Aralarında bir perde var ki birbirine tasmaz karısmazlar.

Fakat su var ki bu iki denizin her ikisi de bir asıldan akar. Bu ikisinden de geç, tâ... onun aslına kadar yürü!

Kalp altınla halis altın ayarda belli olur. Kalpla halisi, mehenge vurmadıkça tahminî olarak bilemezsin.

300. Allah kimin ruhuna mehenk korsa ancak o kisi, yakini süpheden ayırdedebilir.

Diri bir kisinin agzına bir sıçrayıp girse o adam, onu dısarı çıkarıp attıgı zaman rahatlasır.

Binlerce lokma arasında agzına ufacık bir çöp girdi mi, diri kisinin hissi onu duyar, sezer.

Dünya hissi, bu cihanın merdivenidir, din hisside göklerin merdiveni.

Bu hissin saglıgını hekimden isteyiniz, o hissin saglıgını Habib’den (H.Muhammed’den) .

305. Bu hissin saglıgı, vücut saglamlıgındandır, o hissin saglıgı vücudu harabetmektedir.

Can yolu, mutlaka cismi viran eder, onu yıktıktan sonra da yapar.

* Ne mutludur ve ne kutludur o can ki mâna askıyla evini, barkını, mülkünü, malını bagıslamıstır.

Altın definesi için evi harabetmistir; fakat o altın definesini elde ettikten sonra o evi daha mamur bir hale

getirmistir.

Suyu kesmis, suyun aktıgı yolu temizlemis, ondan sonra arka içilecek su akıtmıstır.

Deriyi yarmıs,termeni çıkarmıs... ondan sonra orada yepyeni bir deri bitmistir.

310. Kaleyi yıkıp kâfirden almıs, ondan sonra oraya yüzlerce burç ve hendek yapmıstır.

Hikmetinden sual edilmeyen Allah'’nın isini kim anlayabilir, o isin hakikatine kim erisebilir? Bu söyledigim

sözler, ancak anlatmak için söylenmis zaruri sözlerdir.

Gâh böyle gösterir, gâh bunun aksini. Din isinin künhünü anlamaya imkân yoktur. Ona ancak hayran olunur.

Fakat din isinde hayrete düsen, arkasını ona çevirmis ondan haberi olmayan bir hayran degil, sevgiliye

dalmıs, onun yüzünden sarhos olmus, kendisinden geçmis bir hayrandır.

Birisinin yüzü sevgiliye karsıdır, öbürünün yüzü yine kendisine dogru.

315. Her ikisinin yüzüne de bak. Her ikisinin yüzünü de hatırında tut. Hizmet dolayısıyla yüz tanır olman

mümkündür.

Zira nice insan suratlı seytan vardır. Binaenaleyh her ele el vermek lâyık degildir.

Kus tutan avcı, kusu avlamak için ıslık çalar, ötme taklidi yapar.

Asagılık kisi dervislerin sözlerini, bir selim kalpli kisiye afsun okumak, onu afsunlamak için çalar.

320. Erlerin huyu açıklık ve sıcaklıktır. Asagılıkların isi hile ve utanmazlıktır.

Dilenmek için yünden aslan yaparlar. (yol aslanlarının sekline bürünür, onlar gibi görünürler), Ebu Museylim’e

Ahmet lâkabı verirler.

Ebu Müseylim’in lâkabı yalancı olarak kaldı, Muhammed’e de akıllar sahibi dendi.

O, Hak sarabının mührü, sisesinin kapagı; halis misktir. Âdi sarabın mührü, sisesinin kapagı ise pis koku ve

azaptır.

3

08.03.2009, 20:43

Yahudi padisahın hikâyesi

Yahudiler içinde zâlim, sa düsmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padisah vardı.

325. sa’nın devriyle, nöbet onundu. Mûsâ’nın canı oydu, onun canı Mûsâ.

Sası padisah, Allah yolunda o iki Allah demsâzını birbirinden ayırdı.

Usta, bir sasıya “yürü, var, o siseyi evden getir” dedi.

Sası,”O iki siseden hangisini getireyim? Açıkça söyle dedi.

Usta dedi ki: “O iki sise degildir. Yürü, sasılıgı bırak fazla görücü olma!”

330. Sası, “Usta, beni paylama. Sise iki” dedi. Usta dedi ki: “O iki sisenin birini kır!”

Çırak birini kırınca ikiside gözden kayboldu. nsan tarafgirlikten, hiddet ve sehvetten sası olur.

Sise birdi onun gözüne iki göründü. Siseyi kırınca ne o sise kaldı, ne öbürü!

Hiddet ve sehvet insanı sası yapar; dogruluktan ayırır.

Garez gelince hüner örtülür. Gönülden, göze, yüzlerce perde iner.

335. Kadı kalben rüsvet almaya karar verince zâlimi, aglayıp inleyen mazlûmdan nasıl ayırtedebilir?

Padisah, yahudice kininden dolayı öyle bir sası oldu ki aman Ya Rabbi, aman!

Musa dininin koruyucusuyum, arkasıyım diye yüz binlerce mazlûm mümin öldürttü.

Vezirin padisaha hile ögretmesi

Padisahın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki hile ile suyu bile dügümlerdi.

Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padisahtan gizlerler.

340. Onları az öldür, çünkü öldürmede fayda yok, Dinin kokusu çıkmaz; misk ve öd agacı degil ki!

Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dısı, sana malûmdur ama içi aksine.”

Padisah : “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi ne?

Ne yapalım ki dünyada ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi

Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hükmet, kulagımı elimi kestir; burnumu, dudagımı yardır!

340. Ondan sonra beni dar agacına götür. O esnada bir sefaatçi suçumun affını dilesin.

Bu isi dört yol agzı bir yerde, tellâl pazarında yaptır.

Ondan sonrada beni, huzurundan uzak bir sehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlıgı sokayım.

Vezirin Hıristiyanlara hilesi

Bu halde diyeyim ki: ben gizli Hıristiyanım; ey sır bilen Allah; sen benim gönlümü bilirsin!

Padisah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti.

350. Dinimi padisahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim.

Padisah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü.

Dedi ki: “ Senin sözlerin, içinde igne olan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var.

Ben, o pencereden halini gördüm; artık lâfını dinleyemem.”

Eger sa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, yahudicesine beni parça parça ederdi .

355. sa için basımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim.

sa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vâkıfım.

O pâk dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.

Allah’ya, sa’ya sükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk.

Belimizi zünnarla bagladıgımızdan beri Yahudiden ve Yahudilikten kurtulduk.

360. Ey halk; devir, sa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!”

*Vezir, bu hileyi, padisaha sayıp dökünce padisahın gönlünden endiseyi tamamiyle giderdi.

Padisah, vezire, vezir ne dediyse yaptı.Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı sasırıp kaldı.

Onu Hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü.Vezir de ondan sonra halkı davete basladı.

Hıristiyanların vezirin hilesine inanmaları

Yüz binlerce Hıristiyan, azar azar ozun etrafına toplandı.

O, onlara gizlice ncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı.

365. Görünüste din hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatıs, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı.

Bunun için (gizli hileyi anlamak müskül oldugundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin

hilesini sorarlar;

“ Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garezlerden ne karıstırır?” derlerdi.

Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar;”Apaçık ayıp hangisidir?”diye kötü huyları

sorarlardı.

Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan kıla,zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.

370. Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaız ve beyana hayran olurlardı.

Hıristiyanların vezire uymaları

Hıristiyanlar tamamıyla ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki?

Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu sa’nın halifesi sandılar.

O ise hakikatte tek gözlü melûn Deccâl’dı. Ey Allah, feryadımıza yetis; sen ne güzel yardımcısın!

Ey Allah, yüz binlerce tuzak ve yem var, bizler de yemsiz kalmıs halis kuslar gibiyiz.

375. Her an yeni bir tuzaga tutuluyoruz, istersek her birimiz, birer dogan ve simurg olalım.

Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarmaktasın. Ey gani ve müstagnî Allah, biz yine bir tuzaga dogru

gitmekteyiz!

Biz bu ambarda bugday biriktirmede, toplanan bugdayı yine kaybetmekteyiz.

Biz, bu vahsi mahlûklar toplulugu, düsünmüyoruz ki bugdayın noksanlasması farenin hilesindendir.

Fare, ambarımızı deldikçe, hilesinden ambar harab olmustur.

380. Ey can, önce farenin serrini defet, sonra bugday biriktirmeye çalıs, çabala!

O büyükler büyügünün haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkça namaz tamam olmaz.”

Eger bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet bugdayı nerde?

Her günlük azar azar sadikane ibadet taneleri niçin bu ambarımızda toplanmıyor?

Çakmak demirinden birçok ates yıldızı sıçradı, o yanmıs gönül, onları kabul edip çekti.

385. Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta.

Onları, felekte bir çırag parlamasın diye, birer birer söndürmekte.

*nayetlerin bizimle oldukça o bayagı hırsızdan bize nice ve ne vakit korku olabilir?

Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok!

Her gece ten tuzagından ruhları kurtarmakta, tahtaları sökmektesin.

Ruhlar, her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hâkimi,ne de mahkûmu olmayarak feragate ulasırlar.

390. Geceleyin zindandakilerin izndandan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten

haberdar degildirler.

Ne gam var, ne kâr ve ne zarar düsüncesi.Ne bu filân kadının hayali, ne o filân erkegin kuruntusu!

Ârifin hali , uyanıkken de budur, Allah”onlar uykudadırlar” dedi, bunu inkâr etme.

Onlar, gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar;Rabb’in elinde evirip çevirdigi kalem gibidirler.

Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini, kalemden sanır.

395. Allah, ârifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı

(gaflete dalıp ârifi anlamadılar).

Onların canı:sırrına akıl almaz sahraya gitti.Ruhlarıda istirahatte, bedenleri de.

Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzaga çeker, hepsini teklif kaydine düsürürsün.

*Sabah vaktinin nuru bas kaldırıp felegin altın gerkesi kanat çırpınca,

Sabahı zuhura getiren, srafil gibi, herkesi o diyardan sûret âlemine getirir;

Yayılmıs ruhları cisim yapar, her cismide tekrar gebe bırakır.

400. Can atlarını egersiz kor; bu, “uyku ölümün kardesidir”sırrıdır.

Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bagla baglar.

Tâ ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire.

Keski Eshâb-ı Kehf gibi, yahut Nûh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı.

Da bu fikir, bu göz ve kulak;su uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı.

405. Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanıbasında ve önündedir.

Magara da , dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulagında mühür var?

Halifenin Leylâ’yı görmesi

Halife, Leylâ’ya dedi ki:”Sen o musun ki Mecnun, senin askından perisan oldu ve kendini kaybetti.

Sen baska güzellerden güzel degilsin. ” Leyla, “Sus, çünkü sen Mecnun degilsin” diye cevap verdi.

Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklıgı uykusundan beterdir.

410. Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık, bizim için iki dag arasındaki bogaz ve geçit gibidir.

Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan.

Ne temizligi kalır, letâfeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu!

Uyumus ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konusur;

Uykuda Seytan’ı Hûri gibi görür, sonra sehvetle Seytan’a erlik suyu döker.

415. Nesil tohumunu çoraga dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar.

O rüyadan elde ettigi bas agrısı, sersemlik beden pisligidir. Ah, o zâhirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı

olmayan hayalden!

Kus havadadır, gölgesi yerde kus gibi uçar görünür.

Ahmagın biri, o gölgeyi avlamaya kalkısır, takati kalmayıncaya kadar kosar.

O gölgenin havadaki kusun aksi oldugundan; o gölgenin aslının nerde bulundugundan haberi yok!

420. Gölgeye dogru ok atar. Bu arastırma yüzünden okluk bombos kalır.

Ömrünün oklugu bosaldı. Ömür gitti; gölge avı ardında kosmada yandı eridi!

Bir kisinin dadısı, Allah gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır.

Allah’ya kul olan, Allah gölgesidir. O bu âlemden ölmüs, Allah ile dirilmistir.

Fırsatı kaçırmadan ve süphe etmeksizin onun etegine sarıl ki âhir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.

425. Allah gölgeyi nasıl uzattı (âyeti) evliyanın naksidir. Çünkü velî , Allah günesi nurunun delilidir.

Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem ” de!

Yürü, gölgeden bir günes bul. Sah Sems-i Tebrîzî’nin etegine yapıs!

Bu dügün ve gelinin bulundugu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor!

Haset, yolda gırtlagına sarılırsa... bil ki blis’in tugyanı hasettedir.

430. Çünkü o, haset yüzünden Âdem’den arlanır... Kutlulukla haset yüzünden savasır.

Yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur o kisi ki yoldası, haset degildir.

Bu beden, haset evi olagelmistir. Soy sop hasetten bulasık bir hale düser.

Ten haset evidir ama Allah, o teni tertemiz etmis, arıtmıstır.

“Evimi temizleyin” “âyeti” beden temizligini bildirir. Bedenin tılsımı topraga mensupsa da hakikatte nur

definesidir.

435. Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır.

Allah erlerinin ayakları altına toprak ol! ,bizim gibi sen de hasedin basına toprak at!

Vezirin haset etmesi

O vezircigin yaratılısı hasettendi, onun için abes yere kulagını, burnunu yele verdi!

O ümitle ki haset ignesinden akan zehirle mahzunları tâ canlarından zehirliye.

Hasetten burnunu koparan kisi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.

440. Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulundugu tarafa götürsün.

Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.

Bir koku alıp onun sükrünü eda etmiyen kimse, küfranı nimet etmis ve kendi burnunu mahveylemistir.

Hem sükret, hem sükredenlere kul ol. Onların huzurunda ölerek ebedî hayat kazan!

Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Allah kullarını namazdan menetme.

445. O kâfir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıstırmıstı!

Vezirin hilesini aklı eren Hıristiyanların anlaması

Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karısmıs bir tat sezdiler.

O, garezle karısık lâtif sözler söylemekte, gül sulu seker serbetinin içine zehir dökmekteydi.

Sözünün dıs yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevsek ol demekteydi.

Gümüsün dısı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir.

450. Ates, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptıgı isin sonundaki karanlıga bak!

Yıldırım, bakısta sâf bir nurdan ibaret görünür; (fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamastırmak) onun

hassasıdır.

Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan baskaları için bir boyun halkasıydı (onun sözlerini kabul

etmisler,ona uymuslardı).

Vezir, padisahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında sa’ya uyanlara penah oldu.

Halk, umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda

ediyordu.

Padisahın vezire gizlice haber göndermesi

455. Padisahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padisah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu.

*Nihayet muradının hâsıl olması, hıristiyanların topragını yele vermesi için.

Padisah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar”diye mektup yazdı.

Vezir de “Padisahım; iste simdicik sâ dinine fitneler salma isindeyim” diye cevap verdi.

Hıristiyanların on iki kısmı

Hükümetleri zamanında, sâ kavminin on iki emîri vardır.

Her fırka bir emîre tâbiydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmustu.

460. Bu on iki emîrler kavimleri, o kötü vezire baglanmıslardı.

Hepsi, onun sözüne itimad ediyordu, hepsi onun meslegine uymustu.

O, öl, der demez her emîr hemen o anda ölürdü.

Vezirin ncil ahkâmını karıstırması

Vezir, her emîrin adına birer tomar düzdü. Her tomarın yazısı, baska bir olaydı.

Her birinin hükmü baska bir çesittir. Bu bastan asagıya kadar ona aykırıdır.

465. Birinde riyazat ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Allah’ya dönüsün sartı yapmıs.

Birinde “Riyazat faydasızdır, bu yolda cömertlikten baska kurtulus yoktur” demisti.

Birinde demisti ki: “Senin açlık çekisin, mal verisin mâbuduna sirk kosmadır.

Gam ve rahat zamanında Allah’ya dayanmak ve tamamiyle teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır.”

Öbüründe demisti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkül düsüncesi suçtan ibarettir.”

470. Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için degil, aczimizi bildirmek içindir.

Tâ ki onlardan âciz oldugumuzu görelim de Allah kudretini bilelim, anlayalım” demisti.

Öbüründe, “Kendi âczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüs, küfranı nimettir.

Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır.

Kudretini, onun nimeti bil ki, kudret odur” demisti.

Birinde demisti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sıgarsa put olur!”

475. Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüs, meclise mum mesabesindedir.

Eger nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visâl mumunu söndürmüs olursun” demisti.

Birinde demisti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karsılıgını göresin.

Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leylâ’n Mecnun olur!

Kim, zâhitligi yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”

480. Baska birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılasmıs.

Kolaylastırmıstır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demisti.

Birinde demisti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettigi, merduttur, kötüdür.

Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmustur.

Eger Hak’kın din islerini kolaylastırması, dogru bir yol olsaydı her yahudi ve mecusi, Allah’yı duyar, anlardı”

demisti.

485. Öbüründe demisti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola.

Tabiatın hoslandıgı her sey, vakti geçince, çorak yere ekilmis tohum gibi mahsul vermez.

Onun mahsulü, pismanlıktan baska bir sey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan baska bir sey getirmez.

O zevk, sonunda da önünde oldugu gibi kolay ve hos görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmis bir hale

gelir.

Sen güçlestirilmisle, kolaylastırılmısı, birbirinden ayırdet; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü

de sonuna nazaran.”

490. Bir tomarda da; “Bir üstad ara. Âkıbeti görme hassasını nesepte (sunun bunun soyundan gelmis

olmakta ve bununla ögünende) bulamazsın.

Her çesit din sâlikleri üstad aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın islerin âkibetlerini gördüler, kendi

akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düstüler.

Âkıbet görme; elle dokunmus, örülmüs degildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demisti.

Bir tanesinde demisti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.

Er ol, erlerin maskarası olma; kendi basının çaresine bak sersemlesme.”

495. Bir digerinde; “Bunların hepsi birdir. ki gören kimse sası adamcagızdır” demis.

Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düsünür, meger ki deli olsun!

Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle seker nice bir olur?

Zehirden de, sekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demisti.

O sâ dinine düsman olan vezir bu tarz da, bu çesitte on iki tomar yazdı.

htilaf; gidis tarzındadır, yolun hakikatinde degil

500. O, sâ’nın bir renkte olusundan koku almamıstı. O, sâ küpünün mizacından huy kapmamıstı.

Yüz renkli elbise, sâ’nın sâf küpünden saba rüzgârı gibi sade ve lâtif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı.

Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik degildir.

Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve nese içindedirler.

Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!

Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padisah, ona benzesin!

505. Varlık âlemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.

Nice ihsan yagmuru yagdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi.

Nice kerem günesi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik ögrendi.

Suya ve topraga zatının ısıgı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu.

Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devsirirsin.

510. Toprak bu eminligi o eminlikten bulmustur, çünkü adalet günesi ona nur saçmıstır.

lkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açıga vurur?

O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminligi ve bu dogrulugu bir cemada , kuru yeryüzüne

vermistir.

Fâzıl ve ihsanı, kuru topragı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler.

Canda, gönülde o cosmaya takat yoktur. Kime söyliyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!

515. Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir tas varsa; onun lûtfiyle yesim tasına

döndü.

Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bagıslayıcıdır, simya ne oluyor ki?

Benim bu ögüsüm, ögmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu ögüs, varlık delilidir, varlık ise hatadır.

Onun varlıgına karsı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Mânasız bir seyden ibarettir!

Varlık kör olmasaydı... Ondan erirdi, günesin hararetini tanır, anlardı.

520. Bu zâhiri vucudun Allah’ın varlıgıyla var oldugunu bilmemesi körlügüne delildir.

Vezirin bu hilede ziyana ugraması

Padisah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlıgı vacip olan Kadim Allah ile pençelesiyordu.

Öyle kudretli bir Allah ile pençelesiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder.

Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında âlem gibi yüzlerce âlem meydana getirir.

Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karsı bir zerre bile degildir.

525. Zaten bu âlem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız,

mesire yerinizdir.

Bu âlemin hududu vardır, o âlem ise esasen hadsizdir. Nakıs ve sûret, o mânaya settir, mâniadır.

Firavun’un yüz binlerce mızragını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.

Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; sâ’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu.

Yüz binlerce siir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karsı ayıp ve âr haline geldi.

530. Asagılık olmayan kisi böyle galip Allah huzurunda niçin ölmesin*

Çok dag gibi gönüller kopardı. Kurnaz kusu, iki ayagından asakoydu.

Akıl ve zekâda kemale ermekle Allah’ya varılmaz. Padisahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kisiden baskasını kabul

etmez.

Hey gidi hey... Çok köse, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kisiye, o öküze (vezire) maskara

oldular.

Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.

535. Bir kadının kötü isten yüzü sararınca, utanınca Allah, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı.

Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline gelis, çarpılma degil midir? Be inatçı?!

Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en asagılıklara, su ve çamura dogru gittin.

Akılların bile imrendigi öyle bir varlıgı, bu alçaklık yüzünden degistin.

Simdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet asagı.

540. Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile ugrastın da secde edilmis Âdem’i tanımadın!

Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoglusun, ne vakte dek alçaklıgı seref sayarsın.

Niceye dek “ben âlemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlıgımla doldurayım” dersin?

Dünyayı bastanbasa kar kaplasa günesin harareti, bir görünüste onu eritir.

O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Allah bir kıvılcımla yok eder.

545. O, aslı olmayan hayelleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu serbet haline getirir.

O zan ve süphe doguran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeblerinden dostluk ve

muhabbet belirtir.

brahim’i ates içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selâmeti yapar.

Onun sebep yakıcılıgına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!

Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin baska bir hile kurması

O vezir kendince baska bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.

550. Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı.

Halk onun istiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düstükleri için deli oldular.

Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazattan iki büklüm olmustu.

Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düstük, karısıklık içindeyiz. Degnegini yeden birisi olmadıkça körün

ahvali ne olur?

nayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma!

555. Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döse” demislerdi.

Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak degildir. Fakat dısarı çıkmaya izin yok.”

Emirler rica ve sefaate, müritler dil uzatmaya basladılar:

“Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmısızdır, dinden de.

Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlıgından soguk soguk ah edip duruyoruz.

560. Biz senin sohbetine alısmısız. Biz senin hikmet sütünle beslenmisiz.

Allah askına bize bu cefayı yapma; lûtfet, bugünü yarına bırakma!

Gönlün razı olur mu, âsıkların, âkıbet istifadesiz kalsınlar?

Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç, ırmagın bendini yık!

Ey zamanede nazîri olmayan zat ! Allah askına halkın imdadına yetis!”

Vezirin müritleri defetmesi

565. Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düskünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zâhiri vaizleri

arayanlar!

Bu asagılık duygu kulagına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu basını çözün!

O gizli kulagın pamugu, bas kulagıdır, bu kulak sagır olmadıkça o can kulagı sagırdır.

Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “rciî - Allahna geri dön” hitabını isitesiniz.

Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!

570. Bizim sözümüz isimiz, hariçte yürümektedir. Bâtınî yürümek ise gökler üzerinde olur.

Cisim, kurulugu (bu âlemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu âlemden) dogdu; can sâ’sı, ayagını denize attı.

Kuru cismin yürümesi, kuruya düstü, ama canın yürümesine gelince: Ayagını denizin ta ortasına bastı.

Ömür kuruluk yolunda; gâh dag, gâh deniz, gâh ova asarak geçip gittikten sonra...

Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?

575. Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayısımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçis,

sarhosluk ve yokluktur.

Sen bu sarhoslukta oldukça o sarhosluktan uzaksın. Bundan sarhos oldukça o kadehten nefret eder durursun.

Zâhir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edin!”

Müritlerin, halveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarısları

Hepsi dediler ki: “Ey bahane arayan hakîm bu cefayı bize reva görme!

Hayvana takati derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidarları nispetinde is havale et!

580. Her kusun yiyecegi lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kus bir inciri (bütün olarak) yutabilir?

Çocuga süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil!

Ondan sonra disleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister.

Henüz kanadı çıkmayan kus uçmaya kalkısırsa her yırtıcı kedinin lokması olur.

Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce, iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar.

585. Senin sözün Seytan’ı susturur, senin lûtuf ve keremin, bizim kulagımıza akıl ve fehim verir.

Söyleyen, sen olunca kulagımız, tamam akıldan ibarettir. Madem ki deniz sensin, kurumuz da denizdir!

Ey (sekizinci gökteki) Simak burcundan (denizin dibindeki) balıga kadar her sey, kendisinden nurlanmıs olan!

Seninle olunca yer, bize gökten daha iyidir. Sensiz, biz gögün tâ üstünde bile karanlık içindeyiz. Ey ay! Gayrı

bu felek, nedir ki seninle mukayese edilebilsin?

Göklerin sûreta yüksekligi var. Mâna yüzünden yükseklik, temiz ruhundur.

590. Sûreta yükseklik, cisimlerindir, fakat mâna huzurunda cisimler, isimlerden ibarettir.

Vezirin “ Halveti terk etmem “ diye cevap vermesi

Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasihatimi, can ve gönülden dinleyiniz.

Emin isem, emin adam ittiham edilmez göge ver desem bile!

Eger ben mahzı kemâl isem kemâli inkâr nedir? Degilsem bu zahmet, bu eziyet ne oluyor?

Ben bu halvetten çıkmayacagım çünkü, kalp ahvali ile mesgulüm.”

4

08.03.2009, 21:19

Müritlerin vezire yalvarması

595. Hepsi birden dediler ki: “Ey vezir, inkâr etmiyoruz, bizim sözümüz agyarın sözü gibi degildir.

Ayrılıgından göz yaslarımız akmakta, canımızın tâ içinden ahu vahlar cosmakta!”

Çocuk dadı ile kavga etmez. Gerçi ne kötüyü bilir ne iyiyi... Fakat boyuna aglar durur!

Biz çenk gibiyiz sen mızrak vurmaktasın; inleme bizden degil, sen inliyorsun!

Biz ney gibiyiz, bizdeki nagme senden. Biz dag gibiyiz, bizdeki seda senden.

600. Kazanıp kaybetmede satranç oyunu gibiyiz; ey huyları güzel! Bizim kazanıp kaybetmemiz sendendir.

Ey bizim canımıza can olan! Biz kim oluyoruz ki seninle ortada olalım, görünelim!

Biz yokuz. Varlıklarımız, fâni sûretle gösteren Vücud-u Mutlak olan sensin.

Biz umumiyetle aslanlarız ama bayrak üstüne resmedilmis aslanlar! Onların zaman zaman hareketleri,

hamleleri rüzgârdandır.

605. Hareketimiz de, varlıgımız da senin vergindir. Varlıgımız umumiyetle senin icadındır.

Yoksa, varlık lezzetini gösterdin. Yok olanı kendine âsık eylemistin!

O n’am ve ihsanın lezzetini... mezeyi, sarabı ve kadehi esirgeme!

Esirgersen kim arayıp tarıyabilir? Nakıs nakkasla nasıl mücadele eder?

Bize, bizim ef’alimize bakma; kendi ikramına, kendi cömertligine bak!

610. Biz yoktuk, mücadelemiz de yoktu. Senin lûtfun bizim söylenmemis sırlarımızı da isitiyordu.

Nakıs, nakkasın ve kaleminin huzurunda ama karnındaki çocuk gibi âciz ve eli baglıdır.

Kudret huzurunda bütün âlem mahlûkları, igne önünde gergef gibi âcizdir.

Kudret gergefe bazen seytan resmi, bazen insan resmi isler; gâh nese, gâh keder nakseder.

Gergefin eli yok ki onu def’ için kımıldatsın; dili yok ki fayda, zarar hususunda ses çıkarsın.

615. Sen beytin tefsirini Kur’an’dan oku Allah “Attıgın zaman sen atmadın” dedi.

Biz bir ok atarsak, atıs, bizden degildir. Biz yayız, o yayla ok atan Allah’dır.

Bu “cebir” degil, cebbarlıgın mânasıdır. Cebbarlıgı anıs da, ancak Allah’ya tazarru ve niyaz içindir.

Bizim figanımız muztar ve kudretsiz oldugumuzun delilidir. Yaptıgımızdan utanmamız da elimizde ihtiyar

olduguna delildir.

Yapıp yapmamada ihtiyarımız varsa utanma ne? Bu acıklanma, bu utanıs, bu teeddüp ne?

620. Hocaların sakirtleri terbiye etmesi niçin; fikir, neden tedbirlerden tedbirlere dönüyor?

Eger sen: “O, cebirden gafildir. Hak’ka mensup olan ay, bulutta yüzünü gizliyor” dersen,

Buna hos bir cevap var; dinlersen küfürden geçer, dini tasdik eder, bana tâbi olursun:

Hasret ve figan, hastalık zamanındadır. Hastalık zamanı tamamı ile uyanıklık zamanıdır.

Hasta oldugun zaman günahından istigfar eder durursun.

625. Sana günahın çirkinligi görünür; iyilesince yola geleyim diye niyet edersin.

Bundan sonra kulluktan baska bir is ihtiyar etmiyeyim diye ahdeylersin.

Su halde bu yakinen anlasıldı ki hastalık sana akıllılık, bahsediyor.

Ey asıl arayan kimse! Su aslı bil ki kimde dert varsa o, koku almıs, dermana ermistir.

Kim daha ziyade uyanıksa o daha ziyade dertlidir. Kim isi daha iyi anlamıssa onun benzi daha sarıdır.

630. Hak’kın cebrinden agâh isen feryadın nerede? Cebbarlık zincirini görüsün hani?

Zincire baglanan nasıl olur da neselenir? Hapiste esir olan nasıl hürlük eder?

Eger ayagını bagladıklarını, basına padisah çavuslarının dikildigini görüyorsan.

Gayrı sende âcizlere çavusluk etme. Çünkü bu vazife âcizlerin huyu ve tabiatı degildir.

Madem ki görmüyorsun; Allah’nın cebrinden bahsetme! Görüyorsan hangi gördügünün nisanesi?

635. Hangi bir ise meylin varsa o iste kendi kudretini apaçık görür durursun;

Hangi ise meylin ve istegin yoksa... Bu, Allah’dandır diye kendini Cebrî yaparsın!

Peygamberler, dünya isinde Cebrîdirler, kâfirler de ahiret isinde.

Peygamberlerin, ahiret isinde ihtiyarları vardır, cahillerin de dünya isinde.

Zira her kus, kendi cinsinin bulundugu yere gider, bedeni, geride uçmaktadır, canı daha tez, daha ileri

gitmekte!

640. Kâfirler “Siccin” cinsinden olduklarından dünya zindanına rahat rahat gelmislerdir.

Peygamberler, (lliyyi) cinsinden olduklarından can ve gönül lliyyine dogru gitmislerdir.

Bu sözün sonu yoktur, fakat biz yine dönüp o hikâyeyi tamamlayalım:

Vezirin, halveti terk etmede müritleri ümitsiz bırakması

Vezir içerden seslendi: “Ey müritler, benden size su malûm olsun.

Ki sâ bana “Hep yakınlarından, arkadaslarından ayrıl, tek ol,

645. Yüzünü duvara çevirip yalnızca otur, kendi varlıgından da halveti ihtiyar et” diye vahyetti.

Bundan sonra konusmaya izin yok, bundan sonra dedikodu ile isim yok.

Dostlar, elveda! Ben öldüm, yükümü dördüncü göge ilettim.

Bu suretle de atese mensup felegin altında zahmet ve mesakkatler içinde yanmayalım.

Bundan sonra dördüncü kat gök üstünde, sâ’nın yanında oturacagım.”

Vezirin her emîri ayrı ayrı veliaht yapması

650. Neden sonra o emîrleri yalnız ve birer birer çagırıp her birine bir söz söyledi.

Her birine “sâ dininde Allah vekili ve benim halifem sensin,

Öbür emîrler senin tâbilerindir. sâ, umumunu senin taraftarın ve yardımcın etti.

Hangi emîr, bas çeker, tâbi olmazsa onu tut; ya öldür yahut esir et, hapse at.

Ama ben sag iken bunu kimseye söyleme, ben ölmedikçe, reislige talip olma.

655. Ben ölmedikçe bunu hiç meydana çıkarma. Saltanat ve galebe dâvasına kalkısma.

ste su tomar ve onda Mesîh’in hükümleri... Bunu ümmete tasih bir tarzda oku!” dedi.

O, her emîre ayrı olarak sunu söyledi: “Allah dininde senden baska naib yoktur!”

Her birini ayrı ayrı agırladı. Ona ne söyledi ise buna da onu söyledi.

Her birine bir tomar verdi, her tomar öbürünün zıddını ifade ediyordu.

660. O tomarların metni “Ya” harfinden “Elif” harfine kadar olan harflerin sekilleri gibi birbirine aykırıdır.

Bu tomarın hükmü, öbürünün zıddıydı, bu zıt diyeti bundan önce bildirdik.

Vezirin halvette kendini öldürmesi

Ondan sonra daha kırk gün kapısını kapadı. Kendisini öldürüp varlıgından kurtuldu.

Halk onun ölümünü haber alınca kabrinin üstü kıyamet yerine döndü.

Bir hayli halk onun yası ile saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı üstüne yıgıldı.

665. Arap’tan ,Türk’ten, Rum’dan, Kürt’ten oraya toplananların sayısını da ancak Allah bilir.

Mezarın topragını baslarına serptiler. Onun derdini yerinde ve dertlerine derman gördüler.

Bir ay ahali, mezarı üstünde gözlerinden kanlı yaslara yol verdiler. Onun ayrılıgı derdinden padisahlar da,

büyükler de, küçükler de ah u figan ediyorlardı.

sâ Aleyhisselâm ümmetinin emîrlere “ çinizde veliaht kimdir? “ diye sorması

Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin makamına oturacak kimdir.

Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım. Elimizi de, etegimizi de onun eline teslim edelim.

670. Madem ki günes battı ve bizim gönlümüzü dagladı, onun yerine çıragı yakmaktan baska çaremiz yok.

Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visâlinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin

bize yadigâr kalması gerekir.

Gül mevsimi geçip gülsen harap olunca gül kokusunu nereden alalım? Gül suyundan!

Ulu Allah açıkça meydan da olmadıgından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir.

Hayır yanlıs söyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir sey degil.

Sen sûrete taptıkça ikidir. Sûretten kurtulana göre ise birdir.

675. Sûrete bakarsan gözün ikidir. Sen onun nuruna bak ki o birdir.

Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırdedilemez.

Bütün peygamberler dogrudur. “ Allah peygamberlerini birbirinden ayırdetmeyiz

Bir yerde on tane çırag bulundurulursa görünüste her biri, öbüründen ayrıdır.

Nuruna yüz çevirirsen süphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkân yoktur.

680. Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz, hepsi bir

olur.

Mânalarda taksim ve sayı yoktur, ayırma, birlestirme olamaz.

Dostun, dostlarla birligi hostur. Mâna ayagını tut (ona meylet), sûret serkestir.

Serkes sûreti, eziyetle eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin.

Eger sen eritmezsen onun (Allah’ın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm, kulu olan Allah!

685.O, hem gönüllere kendini gösterir, hem dervisin hırkasını diker.

Hepimiz yayılmıstık ve bir cevherdik. Orada bassız ve ayaksızdık;

Günes gibi bir cevherdik, dügümsüz ve sâftık... su gibi.

O güzel ve lâtif nur sûrete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.

Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölügün arasından ayrılık kalksın.

690. Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım.

Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eger kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!

Kalkansız bu elmasın karsısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.

Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mâna vermesin.

Hikâyeyi tamamlamaya, dogrular toplulugunun vefakârlıgından bahse geldik:

695. O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi.

Emîrlerin veliahtlık için savasları ve birbirlerine kılıç çekmeleri

O emîrlerin birisi öne düsüp o vefalı kavmin yanına gitti.

Dedi ki: “ste o zatın vekili; zamanede sa halifesi benim.

ste tomar, ondan sonra vekilligin bana ait olduguna dair burhanımdır.”

Öbür emîrde pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.

700. O da koltugundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlıgı basladı.

Diger emîrler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkısıp keskin kılıçlar çektiler.)

Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhos filler gibi birbirlerine düstüler.

Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik baslardan tepe oldu.

Sagdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, daglarcasına tozlar kalktı.

705. O vezirin ektigi fitne tohumları, onların baslarına âfet kesilmisti.

Cevizler kırıldı; içi saglam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.

Ancak ten naksına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir.

Tatlı olan nardenk serbeti olur, çürümüs olanın ise bir sesten baska bir seyi kalmaz.

Esasen mânası olan meydana çıkar; çürümüs olan rüsvay olur, gider.

710. Ey sûrete tapan! Türü, mânayı elde etmeye çalıs! Çünkü mâna sûret tenine kanattır.

Mâna ehliyle düs, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ olasın.

Bu cisimde mânasız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.

Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.

Tahta kılıcı muharebeye götürme, ah-ü figane düsmemek için önce bir kere kontrol et;

715. Eger tahtadansa, yürü... baskasını ara; eger elmassa sevinerek ileri gel!

Elmas kılıç, velîlerin silâh deposundandır. Onları görmek, size kimyadır.

Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demislerdir: bilen âlemlere rahmettir.

Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi oldugunu haber versin.

O ne mübarek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi, agızdan gönlü gösterir.

720. Mübarek olmayan gülme, lânetin gülmesidir: Agzını açınca kalbinin karalıgını gösterir.

Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.

Katı tas ve mermer bile olsan, gönül sahibine erisirsen cevher olursun.

Temizlerin muhabbetini tâ... canının içine dik. Gönlü hos olanların muhabbetinden baska muhabbete gönül

verme.

Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlıga varma günesler var.

725. Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker.

Agâh ol, bir gönüldesten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden

ögren!!!

Mustafa salâvatullahi aleyh’in ncil’de anılan iyi vasıflarını ululamaları

ncil'de Mustafa’nın, o Peygamberler basının, o sefa denizinin adı vardı;

Sıfatları, sekli, savası, oruç tutusu ve yiyisi anılmıstı.

Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap için.

730. Yüce adı öperler; lâtif vasfa yüz sürerlerdi.

Bu söyledigimiz fitne esnasında o taife, fitneden, kargasalıktan emindiler.

Onlar, o emîrlerin ve vezirin serlerinden emin olup Ahmed adının sıgınagında korunmuslardı.

Onların nesli de çogaldı. Ahmed’in nuru, bunlara yardım etti, yâr oldu.

Hıristiyanlardan Ahmed adını hor tutan diger fırka,

735. Fitnelerden ve o tedbiri de som, fitnesi de som vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hale geldi.

Mânaları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müsevves bir hale geldi, hükümleri de!

Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur?

Ahmed adı saglam bir kapı olunca o emin ruhun zatı ne olur?

Vezirin belâsı yüzünden yoldan çıkmıs olan o nasihat kabul etmez padisahtan sonra.

sâ dinini mahva çalısan diger bir Yahudi padisahının hikâyesi

740. sa kavminin dinini mahv için aynı Yahudinin neslinden diger bir padisah meydana çıktı.

Bu diger padisahın meydana çıkısını haber almak istersen “Vessemâi zatülburûc” sûresini oku.

Birinci padisahtan dogan kötü âdete bu padisah da ayak uydurdu.

*Bil ki o çesit sitem ve zulümlerden bu, ne yaparsa Allah, günahını artıksız, eksiksiz ilk zâlimden sonra, arar.

Kim fena bir âdet koyarsa ona her an lânet gider durur.

yiler gittiler, güzel usul ve âdetleri kaldı; kötü adamlardan da zulümler ve lânetler!

745. Kıyamete kadar o kötülerin cinsinden kim vücuda gelse yüzü o kötülügedir.

Bu tatlı suyla tuzlu su; damar damardır. Halk arasında sûr üfürülünceye dek birbirine karısmadan böylece

gider durur.

yilere tatlı su miras kaldı. O ne mirasıdır? “Evrensel kitap” mirası.

Dikkat edersen görür anlarsın ki taliplerin dilegi Peygamberlik cevherinin sûleleridir, o sûleleri dilerler.

Sûleler, mücevherlere tâbi olarak parıldar ve dönerler. Sûle, nereden çıkıyorsa, madeni neredeyse oraya

gider.

750. Günes, bir burçtan bir burca gidip durdugundan pencereye vuran ziyası da evin etrafında döner

dolasır.

Kimin bir yıldızla alâka ve merbuyeti varsa o; kendi yıldızıyla döner, dolasır, o yıldızın tesiri altındadır.

Talihli Zühre ise sevkı, çalıp çagırmayı, askı diler, onlara adamakıllı meyli vardır.

Kan dökücü huylu Mirrih’e mensup ise cenk, bühtan ve düsmanlık arar.

Yıldızların ardında yıldızlar vardır ki onlarda ihtirak ve nahis olmaz.

755. Onlar, bu meshur yedi kat gökten baska diger göklerde seyir ve hareket ederler.

Birbirlerine bitisik ve birbirlerinden ayrı olmayan bu yıldızlar, Allah nurlarının ısıgında dururlar.

Her kimin talihi o yıldızlardan olursa o kimsenin zatı, kâfirleri taslayıp yakar.

Onun hısmı, bazen galip gelen, bazen maglûp olan ve tesiri böylece degiserek yürüyen Mirrih’in hısmına

benzemez.

Galip nur, noksandan ve karanlıktan emindir. Allah nurunun iki parmagı arasındadır.

760. O nuru, canlara Hak saçtı. Devletliler, onunla eteklerini doldurmuslardır.

O nur saçısını bulan yüzünü Allah’nın gayrısından çevirmistir.

Kimin ask etegi yoksa o nur saçısından nasipsiz kalmıstır.

Cüzülerin yüzü, külle dogrudur. Bülbüllerin askı güledir.

Öksüzün rengini dısından, insanın rengini, sarı, kırmızı… her neyse içinden ara!

765. yi renkler, temizlik küpünden hasıl olur. Çirkinlerin rengiyse, kirli kara sudan meydana gelir.

O lâtif rengin adı “Sıbgatullah-Allah boyası” dır. Bu kirli rengin kokusu ise… Allah lânetidir.

Denizden olan, yine denize gider; nerden gelmisse, yine oraya varır.

Dag basından, hızlı hızlı akan seller; bizim tenimizden de aska karısık olarak akıp giden can, aslına gidip

kavusur!

Yahudi padisahının ates yaktırması, atesin yanına, kim puta secde ederse atesten kurtuldu diye bir put

diktirmesi

O köpek Yahudi, bak, ne tedbirde bulundu? Atesin yanına bir put dikti.

770. “Kim bu puta taparsa kurtulur. Secde etmeyen, atesin tam ortasına oturur” dedi.

O, bu nefis putunun cezasını vermeyince nefis putundan, baska bir put dogdu.

Putların anası nefsinizin putudur. Çünkü o put yılan, bu put ejderhadır.

Nefis; demir ve tastan yapılan çakmaktır, put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner.

Fakat tas ve demir (çakmak), su ile söner mi? Âdemoglu’nda, bu ikisi oldukça ne vakit ve nasıl emin olur?

*Tas ve demir, atesi içlerinde tutarlar, su onların atesine isleyemez, tesir edemez.

*Irmak suyundan haricî ates söner. Fakat tas ve demirin içine su nasıl girer*

*Küpün ve testinin suyu fânidir. Lâkin pınarın suyu daima taze ve bâkidir.

*Ates ve dumanın aslı demir ve tastır. Hıristiyan ve Yahudi küfrü, ikisinin fer’idir.

775. Put, bir testide gizli kara sudur. Nefsi, muhakkak olarak o kara suya pınar bil.

O, yontulmus put, kara sel gibidir. Put yapan nefis, anayolda bir pınardır.

Bir tas parçası yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.

Put kırmak kolay, gayet kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir.

Ey ogul, nefsin misal ve sûretini istersen yedi kapılı cehennemin kıssasını oku!

780. Nefsin her anda hilesi var, her hilesinde yüzlerce Firavun, Firavun’a uyanlarla bogulmus!

Mûsâ’nın Allahsına ve Mûsâ’ya kaç; Firavun’luk ederek îman suyunu dökme!

Ahad ve Ahmed’e yapıs, ey kardes, ten Ebucehl’inden kurtul!

O Yahudi padisahının, küçük bir çocukla bir kadını getirip, o çocugu atese atması, çocugun dile gelerek halkı

atese atılmaga tesvik eylemesi

O Yahudi, bir kadını çocuguyla putun önüne getirdi, ates yalımlanmıstı.

Çocugu, anasından alıp atese attı. Kadın korkup gönlünü imandan ayırdı.

785. Kadın, put önünde secde etmek isteyince çocuk ates içinde “Ben ölmedim” diye haykırdı.

“Ana, gel. Gerçi zâhirde ates içinde isem de ben burada iyiyim, hosum.

Bu ates; perde olarak zâhirde bir gözbagıdır.Fakat hakikatte mâna yakasından bas çıkarmıs, zuhur etmis bir

rahmettir.

Ana, gel de Allah’nın burhanını gör ki bu suretle Hak haslarının zevk ve isaretini de göresin.

Ana, hakikatte ates olan, fakat zâhiren suya benzeyen bir âlemden çık, bu atese gir de atese benzeyen suyu

gör!

790. Atese gir de ates içinde gül ve yasemin bulan brahim’in sırlarını gör.

Senden dogarken ölümü görüyordum, senden ayrılmaktan pek korkuyordum.

Halbuki senden dogunca havası hos, reni güzel bir âleme gelip dar bir zindandan kurtuldum.

Simdi su ates içindeki sükûn ve rahatı bulunca dünyayı ana rahmi gibi görmeye basladım.

Bu ates içinde bir âlem gördüm ki her zerresinde bir sâ nefesi var.

795. Sekli yok, kendisi var bir cihan… O zâhiren var olan dünya ise sebatsız sekilden ibaret.

Ana, analık hakkı için gel, gir… bu atesin ateslik hassası yok.

Ana, gel, gir… tam talih ve devlet zamanı. Ana, gel, gir… devleti elinden kaçırma.

O köpegin kudretini gördün. Gel de bir de Allah’nın lûtuf ve kudretini gör.

Ben sana acıdıgımdan ayagını çekiyorum, yoksa nesemden zaten seni kayıracak halde degilim.

800. çeri gel, baskalarını da çagır ki padisah ates içine sofra kurmustur.

Ey Müslümanlar, hepiniz atese girin; din lezzetinden baska her sey azaptan ibarettir.

Ey ahali, hepiniz yüzlerce baharı olan bu nasibe pervane gibi gelin, atılın!” diye bagırdı.

O, cemaat ortasında böylece bagırmakta; halk, sesinden heybet içinde kalmaktaydı.

Bunun üzerine kadın, erkek kendilerini, ihtiyarsız, atese atmaga basladılar.

805. Hem de memur olmaksızın, kimse kendilerine cebretmeksizin. Yalnız dost askıyla. Çünkü sevgili, her

acıya lezzet verir.

Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “Atese atılmayınız” diye menetmeye basladı.

O Yahudi, yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pisman oldu, gönlü sıkıldı.

Zira halk, imana eskiden oldugundan daha ziyade âsık, kendilerini feda etmekte daha fazla sadık oldular.

Sükrolsun ki, Seytan’ın hilesi ayagına dolastı. Sükrolsun ki, Seytan da kendisini yüzü kara gördü!

810. Halkın çehresine sürüp bulastırdıgı zillet tamamıyla o adamlıktan dısarı padisahın yüzüne bulastı.

O, pervasızca, halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi saglam kaldı.

Muhammed Aleyhisselâm’ın adını eglenerek anan kimsenin agzının çarpık kalması

Birisi agzını egerek Ahmed adını alayla andı, agzı çarpıldı öyle kaldı.

Pisman olup “Ey Muhammed, affet! Ey Peygamber, sen, Min ledün ilminden lûtuflara mahzarsın.

Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmege lâyık ben oldum” dedi.

815. Allah, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz kisileri ta’netmeye meylettirir.

Allah, bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur.

Allah, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve munacatta bulunmak meylini verir.

Onun için aglayan göz ne mübarektir. Onun askıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.

Her aglamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur.

820. Akar su neredeyse orası yeserir; nerede gözyası dökülürse oraya rahmet nazil olur.

nleyen dolap gibi gözü yaslı ol ki can meydanında yesillikler bitsin.

Aglamak istersen gözyası dökenlere acı… Merhamete nailolmak istersen zayıflara merhamet et!

O Yahudi padisahının atese itap eylemesi

Padisah atese yüz çevirip dedi ki: “Ey sert huylu! Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede?

Niye yakmıyorsun? Ne oldu senin hassan? Yoksa bizim talihimizden niyetin mi degisti?

825. Sen atese tapana bile lûtfetmezsin. Sana tapmayan nasıl kurtuldu?

Ates! Sen hiç sabırlı degildin. Niye yakmıyorsun, sebep ne, kadir mi degilsin?

Bu, gözbagı mı, yoksa akıl bagı mı? Böyle yücelmis alev nasıl yakmaz?

Seni birisi büyüledi mi, yoksa bu simya mı? Yahut tabiatının degismesi bizim talihimizden mi?

Ates dedi ki: “Ey Saman! Ben yine o atesim. Hele bir içeri gel de benim hararetimi gör!

830. Benim tabiatım da degismedi, unsurum da. Ben Allah kılıcıyım, izinle keserim.

Türkmenin köpekleri, çadır kapısında misafire yaltaklanmıs,

Ama çadır yanına yabancı biri ugrayacak olursa köpeklerden aslancasına hamleler görür.

Kullukta, ben köpekten asagı degilim; Allah da hayat ve kudrette bir Türkten asagı kalmaz.

Tabiat atesi eger seni gamlandırırsa o yakıs, din sultanının emriyledir.

835. Tabiat atesi eger sana sevinç verirse ona o sevinci din sultanı verir.

Gam görünce istigfar et. Çünkü gam, Halik emriyle tesir eder.

Allah isterse bizzat gam, nese… bizzat ayakbagı, azatlık ve hürriyet olur.

Rüzgâr, toprak, su, ates; kölelerdir. Benimle, seninle ölüdürler. Hak’la diridirler, ancak onun emrini tutarlar.

Ates, Allah huzurunda daima emre hazırdır, âsık gibi gece gündüz daima kıvranıp durmaktadır.

840. Tası, demire vurunca kıvılcım sıçrar. Fakat kıvılcım (senin çakmagı çakmanla degil), Allah fermanıyla

dısarıya ayak basar.

Zulüm demiriyle tasını birbirine vurma. Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi çocuk meydana getirirler.

Tas ve demir, sebepten ibarettir ama, ey iyi adam, sen daha ileriye bak!

Çünkü bu sebebi o sebep olmaksızın zuhura getirmistir. Zâhiri sebep, hakikî sebep olmaksızın kendi kendine

nasıl meydana gelir?

Enbiyaya rehber olan o sebepler, bu sebeplerden daha yüksektir.

845. Bu sebebi müessir bir hale getiren o sebeptir. Bazen da olur ki semeresiz ve âtıl kılar, hükümsüz

bırakır.

Bu sebebe akıllar mahremdir. O sebeplerin mahremi de Enbiyadır.

Bu sebep kelimesinin Türkçesi nedir? Denirse iptir diye cevap ver. Bu ip, bu kuyuda ise yarar.

Çıkrıgın dönmesi, ipin sarılıp koyverilmesine sebeptir. Fakat çıkrıgı döndüreni görmemek hatadır.

850. Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın ha… bu bası dönmüs felekten bilme,

Ki felek gibi bombos ve sersem bir halde kalmayasın; akılsızlıktan çıra gibi yanmayasın!

Rüzgâr Hal’kın emriyle ates olur; her ikisi de Allah sarabıyla sarhos olmuslardır.

Ey ogul! Eger gözünü açarsan hilim suyunun da, hısım atesinin de Hak’tan oldugunu görürsün.

Rüzgârın canı Hak’ka vâkıf olmasaydı, Âd kavmini(müminlerden) nasıl ayırt ederdi?

MESNEVı-ı MANEVı den



Hiç birşey göründüğü gibi değil hele şimdi hiç değil.Hele ya aktır ya karadır hiç değil akla karanında arasında 7 fon 7 renk de tezahürler ve şe'ni şekiller var.Umarım mesneviyle kafalarınız biraz karışır ve o krışıklıktan aklınız hakikatleri teker teker toparlar.Hayırlara vesile olur ınşaallah.
Kusuruma bakmayın alıntı uzun oldu orta yerinden kesmek mümkün değildi vaktinizi aldığım için hakkınızı helal edin gelmiş geçmiş enbiyaya selam olsun kainatın şecere ve semeresi olan Habibullah a.s.m. salatu selam olsun gelmiş geçmiş tüm evliyanın ve asfiyanın ve ariflerin cümlesinden Rabbul Alalemin razı olsun o şanı himmeti büyük ihlas kahramanı Kuranın gerçek şakirdi Mehdiyi Ali Resul ve Mehdiyi Azam olan Ali beytin güzide evladı büyük ıslam kahramanı Bediüzzaman Said Nursi hazretlerindende Allah razı olsun.Bu bütün büyüklerün ve sevdiklerinin hatırına müminleri küfre ve ve şeytan ve seraskerleri olan tekebbür ehline karşı muhafaza eylesin inşaallah.Siz müminlerin yüzü suyu hürmetinede benide affedip
kıtmir misal peşinize takılmayı nasip etsin inşaallah.
Allahın Selamı Rahmeti ve Bereketi müminlerin üzerine olsun.

5

08.03.2009, 23:41

Allah razı olsun...

6

09.03.2009, 20:57

Allah sendende ebediyen razı olsun muhakkik ve müdakkik kardeşim cümle müminden de razı olsun inşaallah.
Allahın Selamı Rahmeti ve Bereketi müminlerin üzerine olsun.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir