Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

23.03.2011, 14:21

Tevhid ve Sapmalar

"La İlahe İllallah" Hayatımızı Değiştirmeli


Bu kelimeyi ilk söyleyen insanlar tamamen değişiyor, cahiliyyenin tüm pisliklerinden arınmış olarak yüce Allah (cc)’a teslim oluyorlardı. Bu kelimeyi söyleyen insanlar zamanın tağutlarına kafa kaldırıyor, kalplerinde dinmeyen bir coşku hissediyorlardı. Bu kelime onların hayata bakış açılarını değiştiriyor, onlara yeni bir düşünce yapısı kazandırıyordu. Onların dostluk ve düşmanlıklarındaki temel esas bu kelimeydi. Onlarda kardeşlik ölçüsü bu kelimeydi. Onlar için bu kelimeyi kabul etmek demek, dünyada azabın her türlüsünü kabul etmek demekti. Ahlaksızlıkta yarışan bu insanlar, bu kelimeyle tarihte eşi görülmemiş ahlaki bir yapı oluşturmuşlardı. Geçim kaynakları insanlara zulüm, yağma, faizle fakirleri sömürme olan bu insanlar, bu kelimeden sonra ellerinde olanın hepsini Allah (cc) yolunda vermeye başlamışlardı.


Firavunun sihirbazları, sadece dünyalık olan insanlarken, tağuttan alacakları iki kuruş için yaşayan o dönemin resmi memurlarıyken, bu kelimeyi söyledikten sonra çocukları diri diri öldüren, Allah’ın, zulmünü Kur’an’a konu ettiği Firavuna kafa tutuyorlardı.


İman etmeden önceki halleri;


“Sihirbazlar Firavun’a geldi ve: “Eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfat var mı?” dediler. Fira-vun: “Evet hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız,” dedi.” (Araf 113-114)


İman ediyorlar…


“Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. “Âlemlerin Rabbine iman ettik” dediler. “Musa’nın ve Harun’un Rab-bi’ne” dediler.” (Araf 120-122)


Firavun tehditler savuruyor...


“Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden O’na iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!” ” (Araf 123-124)


İman ettikten sonraki halleri;


“Onlar da: “Biz zaten Rabbimize döneceğiz” dediler. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman olarak canımızı al” dediler.” (Araf 125-126)


“Dediler ki: “Seni, bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.” ” (Taha 72)


ALLAHU EKBER!!! Sadece “iman ettik” dedikten sonra değişen şu cümleler üzerinde biraz düşünelim...


Yine hepimiz Ashab-ı Uhdud kıssasını biliriz. Onlar ilk başta kralın nasıl insan öldürdüğünü izlemek için meydanlara toplanmış şakşakçılarken, birden hep bir ağızdan ‘‘çocuğun Rabbine iman ettik’’ dediler ve hiçbiri, ateşte yanmak pahasına da olsa imanlarından dönmediler. (Kıssayı imam Müslim Sahih’inde Suheybten rivayet eder. Ayrıca kıssayı, tefsir kitaplarında Buruc Suresi’nin tefsirinde bulabilirsiniz)


Ya bu kelimeyi söyledikten sonra Ashabın çektikleri! Musap, Habbab bin Eret, Bilal, Ammar ve ailesi... Ve düne kadar köle olan bu insanların, bu kelimeyle tanıştıktan sonra yaşadıkları sistemin tüm aristokratlarına kafa tutmaları...


Bu kelime değil miydi çevre imparatorluklara göre zillet içerisinde yaşayan Arapları hiçlik çölünden alıp her şey olma zirvelerine taşıyan?


Biz de bugün bu kelimeyi söylüyor hatta söylemekle kalmıyor vird haline getirip sürekli ağzımızda tekrarlıyoruz. Ama hayatımızda değişen hiçbir şey yok. Eskilerin hissettiği coşkudan, imani ateşten eser yok. Tağutlara kafa kaldırmak bir yana; boyun eğmekten, zillet içerisinde yaşamaktan boynumuz çürüyor. Yeni bir hayat, nizam, düşünce bir yana, daha fazla cahiliye bağlarına sarılıyoruz. İzzet ve medeniyet bir yana; her geçen gün kanımız, namusumuz İsrail ve Amerika domuzlarının ayakları altında daha da bir ucuzluyor. (Tabi burada bazı istisnaların olduğunu belirtmek üzerimize borçtur. Ümmetin namusunu savunan ve dünyanın dört bir yanında İslami cihadı yürütenler de unutulmamalıdır. Taifetü’l Mansura olma, kurtulan fırka olma vasfını hak edenler bu güzide mücahitlerdir. )


Bu kelimeyi söyleyen ilk nesil ve bizim aramızdaki bu açık farkın sebebi nedir acaba? Farkın sebebi şudur ki; onlar bu kelimeyi söyledikten sonra hakkıyla yaşamış, bizler ise bu kelimenin ne olduğunu, neyi kabul ettiğimizi bilmeden bu kelimeyi söylemişiz.


O zaman ilk neslin anladığı gibi, bu kelime tekrar irdelenmeli ve kaybolan manaları, zaman içerisinde unutulan şartları tekrar gündeme getirilmelidir. Ta ki aradaki fark kapansın, yollarına uymakla emrolunduğumuz insanların anladığı gibi bu kelimeyi anlayalım ve yaşayalım.

Bu konuyu değerlendir