SEMÂVÎ NAĞMELER
Cenâb-ı Hakk'ın yüce kelâmı olan
Kur'ân-ı Kerîm'i okumak, Allah katında sevâbı pek yüksek olan bir ibâdettir. Hz.
Peygamberin bu hususta bir çok hadîs-i şerîfleri vardır. Bunlardan bazıları
şöyledir :
"Ümmetimin ibâdetinin en fazîletlisi, Kur'ân
okumalarıdır."
"Evlerinizi namaz ve Kur'ân kırâati ile
süsleyiniz."
"Kim Kur'ân'ı okur ve ezberlerse Allah onu cennetine
sokar ve âilesinden cehenneme hak eden on kişiye şefâat etme hakkı
tanır."
"Kur'ân'ı okuyun ve ezberleyin. Muhakkak Allah Kur'ân'ı
ezberleyen kalbe azâb etmez."
"Ümmetimin en şereflileri Kur'ân'ı
öğrenen ve öğretenlerdir."
"Kur'ân'ı öğreniniz. Muhakkak Kur'ân
kıyâmet gününde ehline ne güzel şefâatçidir."
Kur'ân-ı Kerîm'i
dinlemek de okumak kadar önemli ve fazîleti büyüktür. Bu hususta Enfâl
Sûresi'nin 2. âyetinde Cenâb-ı Hak şöyle buyurur .
"Gerçekten
mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir,
karşılarında âyetleri okunduğu zaman îmanlarını artırır, onlar ancak Rab'lerine
dayanıp güvenirler." Sevgili Peygamberimiz de : "Kur'ân okunduğu zaman O'nu
dinleyiniz ve susunuz. Umulur ki esirgenmiş olursunuz" buyurmaktadır.
Ancak Kur'ân-ı Kerîm, sözlerin en
yücesi, Cenâb-ı Hak'kın kelâmı olması hasebiyle normal bir söz veyâ şiir gibi
okunmamalıydı. Nitekim Peygamber Efendimiz :
"Kur'ân'ı seslerinizle
süsleyiniz" buyurarak Güzel Kur'ân okuma ilminin temelini atmıştır. Bazı
hadisçiler bu hadîse "Seslerinizi Kur'ân'la süsleyiniz" diye mânâ vermişlerse de
"Kur'ânın süsünü seslerinizle belirtiniz" şeklindeki açıklama pek lâtîfdir.
Başka bir hadîs-i şerîflerinde :
"Şüphesiz bu Kur'ân hüzünle nâzil
oldu. O'nu okuduğunuz zaman ağlayınız. Eðer ağlayamazsanız ağlar görününüz"
buyurmuştur.
Bu kutsal buyruklara dayanarak İslâm Târihi boyunca
hâfızlar Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel şekilde okuyabilmek için çalışmışlardı. Fakat
Kur'ân-ı Kerîm'in iyi bir okuyucusu olmak da başlı başına bir ilimdir. Bunun
için sadece tecvit bilmek hatta hâfız olmak, yâni Kur'ân'ın tamâmını ezbere
bilmek de yetmemektedir.
Kur'ân'ın iyi bir okuyucusu olabilmek için
tecvit, güzel ses, ilmi kırâat, mânâya vukûfiyet, edâ, yâni âyetlerdeki mânâları
uygun nağmelerle ve ses vurgularıyla, tonlarıyla ifâde edebilmek, mûsikî, aşk,
okuma aşkı ve samîmiyet olması gereklidir. Hattâ Kur'ân'ın okuma yoluyla ruhlara
tesirini, cemâat üzerinde etkili olabilmeyi sağlamak için de pedagoji, psikoloji
ve sosyoloji ilimlerine vâkıf olmak lazımdır.
Kur'ân asr-ı saâdetten
bu güne kadar bu şekilde hıfzedilerek, okunarak, yazılarak gelmiştir. Kırâat ve
hüsn ü hat ilimlerinin oluşmasıyla bir "Kur'ân Medeniyeti" meydana gelmiştir. Bu
medeniyeti hafife almak, Kur'ân'ı okumayı ve yazmayı basit bir işmiş gibi
görmek, biraz çalışmayla bu işlerin oluvereceğini zannetmek cehâletin en üst
derecelerindendir. Bu sebeple önce Kur'ân-ı Kerîm'i "güzel okuma"nın apayrı bir
ilim olduğunu tekrarlamakta fayda vardır. Yalnız bu noktada Kur'ân'ı bir ibâdet
veyâ duâ niyetiyle, sevâbına ermek maksadıyla okumanın konumuzun dışında
olduğunu belirtelim.
Bugüne gelinceye kadar şüphesiz nice hâfızların,
güzel seslilerin, âşıkların Allâh'ın kelâmını en güzel şekilde okumak için
ömürlerini verdiklerini, dinleyenlerin gönüllerini Kur'ân aşkıyla
doldurduklarını bilmemize rağmen ancak bu yüzyılda yaşamış hâfızlar plâklarda
tescil edilebilmiştir.
Fakat yüzyılımıza isimleri altın harflerle
yazılan okuyucularımız maalesef sınırlı sayıdaki gazelleri dışında ne Kur'ân, ne
Ezân, ne de mevlid okumaları kaydedilebilmiştir. Bunun çeşitli sebepleri
olabilir. Bu işe sâhip çıkması gereken ülkenin ileri gelenleri gereken ilgiyi
göstermemişler, bir iki ünlü hâfızın okuyuşları bazı özel meraklılar tarafından
teyplere kaydedilebilmiş ise de bunlar çok yetersiz kalmıştır.
Bizde
durum böyleyken yine bu yüzyıla unutulmayacak izler bırakan "Mısırlı Hâfızlar"
yüzyılın başlarından itibâren önemli miktarda kayıtlara alınmıştır. Bâzı
hâfızlar taş plâk veyâ kovanlarda tescil edilmişler fakat buna rağmen oldukça
fazla miktarda kayıtları bulunmaktadır. Tabii bu okuyucular yukarıda sayılan
güzel okuyucu olma şartlarına hâiz idiler. Ayrıca bâzılarının kasîde, gazel,
ilâhî gibi kayıtları da bulunuyordu ve bunlar hâlâ Mısır radyolarında
yayınlanmaktadır. Ama bunlar gereken ilgiyi ve teşviki görüyor bizdeki gibi
ilgisiz kalınmıyordu. Devlet adamları gereken ilgiyi gösteriyor, hattâ devlet
protokolünde yer alabiliyorlardı. Dolayısıyla bütün İslâm Âlemine adları altın
harflerle yazılmıştı. Ayrıca Mısırlı hâfızların her birinin muayyen zamanlarda
devamlı okudukları câmiler ve mekânlar vardı. Bizde ise böyle bir gelenek
gelişmemiş. Geliştiyse de o dönemlerde uygulanamadığı anlaşılıyor. Halkın
rağbetine rağmen devlet ricâlinin ilgisizliği de bir başka
sebepti.
Meşhur olan bir söz vardır. "Kur'ân Mekke'de nâzil oldu,
İstanbul'da yazıldı, Mısır'da okundu." Bir çoklarının "Hayır İstanbul'da hem
yazıldı hem okundu" dediğini duyar gibiyim. Bu da doğru olabilir. Bilhassa bizim
"Hâfız Sâmi" mizin okuyuşu, tavrı, ilmi, yâni yukarıda sayılan şartlara hâiz
olduğu biliniyor ve elimizde inanılmaz sesinin de kaydı bulunuyor ve o devrin
ekolüyle bir çok hâfızın yetişmiş olduğu biliniyor iken bizde de Kur'ân aşkını
gönüllere nakşetmiş üstün okuyucular, hattâ mûsikîmizin yapısı itibâriyle daha
önemlileri olduğu muhakkak düşünülebilir. Hattâ buna emîniz. Ancak bu güzel
sesler ve okuyuşlar kaydedilemediği ve bugüne intikâl edemediği için ne yazık ki
bu görüşü belgeleyemiyoruz. Lâkin önemli bir süre Ezân'ın orijinal metniyle
okunmasının yasaklandığı bir devirde Ezân'ın, dolayısıyla Kur'ân tilâvetinin
plâklara kaydedilememiş olmasına da fazla taaccüp etmemek lâzımdır.
Kaydedildiyse de çeşitli sebeplerden dolayı intikâl etmemiştir. Bu dönemde
sanırız büyük bir kopukluk olmuş, Kur'ân ve Ezân tilâveti, üslûp ve tavrı, câmi
mûsikîsi gibi konularda örnek alınacak üstâdlar azalmış, pek az okuyucu
bunlardan faydalanabilmişlerdir.
Taş plâklar ve makaralı bantlardaki
Mısırlı okuyucuların Türk Mûsikîsi makamlarını sıkça kullanmaları da o
devirlerde Mısır ve çevresinin Osmanlı olmasının bir sonucudur. Öyle ki şimdi
bile günlük konuşma dilinde "Hanımefendi, efendim, tamam, beyefendi" gibi
kelimeler kullanılmaktadır.
Bugün ise Mısır'da da tilâvet alanında
isim bırakacak okuyucular bulunmaması, Kur'ân tilâvetinin altın devrinin (bizde
de Mısır'da da) hemen hemen aynı dönemlere (yani yüzyılın başından ikinci
yarısının bir bölümüne kadar) rastladığını göstermektedir.
Elimizde
kendisini tanıtıcı bir eser bulanan Hâfız Sâmi, Kur'ân okuması yönüyle eşsiz bir
şahsiyet, okuyucu, âşık, Allah dostuydu. Elimizde bulunan eseri okuyacak olursak
bunda kuşku duymayız. Ancak elimizde sadece birkaç gazeli vardır. Buna da
şükrediyoruz. Hiç olmazsa elimizde bu eser var da Kur'ân okuyuşu hakkında da
bilgi sâhibi oluyoruz. Hâfız Süleymân, Hâfız Cemal, Enderûnlu Hâfız (Deli)
Hüseyin, Hâfız (Şaşı) Osman, Üsküdarlı Hâfız Ali Efendi gibi İlâhî dâvetin
kelâmın dâvetçileri, kendileri hakkında edinilen bilgi ve menkıbeler dışında ne
yazık ki yeterli belgeye sahip değiliz.
Onlar sanki bambaşka bir
dünyânın insanlarıydılar. Bütün hayatları, Kur'ân'ı en güzel şekilde okumak,
gönüllerindeki Allah aşkını, Rasûlullâh sevgisini, ibâdet neş'esini
gönüllerinden dillerine güzel nağmeler şeklinde tezâhürü ile bütün insanlara
nakşetmek idi. Bunu dikkate aldığımız zaman onların Cenâb-ı Allah tarafından bu
sıfatları için yaratılmış olduklarını söylemek yanlış olmaz. Allah makamlarını
cennet etsin. Uhrevî Âlemde de onları dinlemeyi nasîb etsin.
ŞEYH MUSTAFA İSMÂÎL