BEDîÜZZAMAN´IN LÂFZULLAH TEVÂFUKATI ıLE ıLGıLı DEğERLENDıRMESı
"Lâfzullah; mecmû-u Kur'ân'da 2806 def'a zikredilmiştir. Bismillâh'dakilerle beraber, lâfz-ı Rahmân 159 def'a, lâfz-ı Rahîm 220, lâfz-ı Gafûr 61, lâfz-ı Rab 846, lâfz-ı Hakîm 86, lâfz-ı Alîm 126, lâfz-ı Kadîr 31, Lâ ilâhe illâhû'daki Hüve 26 def'a zikredilmiştir.
Lâfzullahın adedinde çok esrâr ve nükteler vardır.
Ezcümle: Lâfzullah ve Rab'den sonra en ziyâde zikredilen Rahmân, Rahîm ve Gafûr ve Hakîm ile beraber lâfzullah; Kur'ân âyetlerinin nısfıdır (yarısıdır). Hem lâfzullah ve Allah lâfzı yerinde zikredilen lâfz-ı Rab ile beraber, yine nısfıdır. Çendân, Rab lâfzı 846 def'a zikredilmiş. Fakat dikkat edilirse beşyüz küsûru, Allah lâfzı yerinde zikredilmiş, ikiyüz küsûru öyle değildir.
Hem Allah, Rahmân, Rahim, Alîm ve Lâ ilâhe illâhû'daki Hüve adediyle beraber yine nısfıdır. Fark yalnız dörttür. Hüve yerinde Kadîr ile beraber, yine mecm'û-u âyâtın nısfıdır. Fark dokuzdur.
Lâfz-ı Celâl'in mecmû'undaki nükteler çoktur. Yalnız şimdilik bu nükte ile iktifâ ediyoruz.
ıkinci Nükte: Sûreler i'tibâriyledir. Onun dahi çok nükteleri var. Bir intizâm, bir kasıt ve irâdeyi gösterir bir tarzda bir tevâfukatı vardır.
Sûretü'l Bakara âyetinin adediyle, lâfz-ı Celâlin adedi birdir. Fark dörttür ki, Allah lâfzı yerinde dört Hüve lâfz-ı var. Meselâ; Lâ ilahe illâ hû'daki Hüve gibi. Onunla muvâfakat tamâm olur. Âl-i ımrân'da yine âyetiyle, lâfz-ı Celâl tevâfuktadır, müsâvîdirler. Yalnız, lâfz-i Celâl 209'dur, âyet 200'dür. Fark dokuzdur. Bu mezâyât-ı kelâmiyede ve belâğat nüktelerinde küçük farklar zarar vermez. Takrîbî tavâfukat kâfîdir.
Sûre-i Nisâ, Mâide, En'am, üçünün mecmû-u âyetleri, mecmû'undaki lâfz-ı Celâl'in adediyle tevâfuktadır. Âyetlerin adedi 464, lâfz-ı Celâl'in adedi 461. Bismillâh'daki lâfzullah ile beraber tam tevâfuktadır.
Hem meselâ; başdaki beş sûrenin lâfz-ı Celâl adedi, Sûre-i A'râf, Enfâl, Tevbe, Yûnus, Hûd'daki lâfz-ı Celâl adedinin iki mislidir. Demek bu âhirdeki beş, evvelki beşin nısfıdır (yarısıdır). Sonra gelen Sûre-i Yûsuf, Ra'd, ıbrahim, Hicr, Neml sûrelerindeki lâfz-ı Celâl adedi ise, o nısfın nısfıdır (yarısının yarısıdır). Sonra gelen Sûre-i ısrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiyâ, Hacc bu nısfın; nısfının nısfıdır (yarısının, yarısının yarısıdır).
Sonra gelen, beşer beşer takrîben o nisbette gidiyor. Yalnız bazı küsûratla fark var. Öyle farklar böyle makamât-ı hitâbîde zarar vermez. Meselâ; bir kısmı 121, bir kısmı 125, bir kısmı 152, bir kısmı 159'dur.
Sonra Sûre-i Zuhruf'dan başlayan beş sûre, o nısf-ı nısf-ı nısfın, nısfına iniyor. Sûre-i Necm'den başlayan beş, o nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısfın, nısfıdır. Fakat takrîbîdir..
Sonra gelen küçük beş'ler içinde, üç beş'lerin yalnız üçer adet lâfz-ı Celâl'i var. ışte bu vaz'iyet gösteriyor ki; lâfz-ı Celâl'in adedine tesadüf karışmamış. Bir hikmet, bir intizâm bir adedleri ta'yîn edilmiş.
Lâfzullah'ın Üçüncü Nüktesi: Sahifeler nisbetine bakar. şöyle ki: Bir sahifede olan lâfz-ı Celâl adedi; o sahifenin sağ yüzüne ve o yüzde; karşıki sahifeye ve bazen soldaki karşıki sahife ve karşının arka yüzüne bakar.
Ben kendi nüsha-i Kur'aniyemde bu tevâfuku tedkîk ettim. Ekseriyetler gayet güzel bir nisbet-i adediye ile bir tavâfuk gördüm. Nüshama da işâretler koydum. Çok def'a, müsâvî olur. Bazen nısıf (yarı) veyahud sülüs (üçde bir) oluyor. Her halde bir hikmet ve intizâmı ihsâs eder bir vaz'iyeti vardır.
ısm-i Celâl ve ısm-i Rab, ekseriyet-i mutlaka ile şüphe bırakmayacak bir tarzda mühim bir tevâfuk göstermeleriyle beraber tam tamına tevâfuk etmemesi bir kaç sebebden ileri gelmiştir: Bazen sahifenin âyetlerine, bazen sahifenin rakamına ve kısmen cüz'ün adedlerine bakar. Meselâ; birinci cüz', birinci sahifede; bir ısm-i Celâl, sekizinci cüz'de; sekiz adet ism-i Celâl, onuncu cüz'ün başında; on adet ism-i Celâl, onbirinci cüz'ün başında dahi onbir adet ism-i Celâl vardır.
Hem ism-i Celâl'in, tevâfukat-ı zâhirîden başka sırları vardır ki, o sırlara binâen bazen münâsebât-ı nısfiye (yarımşar nisbetle) tevafuk ediyor. Bazen birer fark ile muntazaman iner veya terakkî eder. Meselâ; 18.cüz'de 10, 9, 8, sonra; 10, 11, 12 geliyor. Zâhiren tevâfuk noksandır, fakat birer fark ile başka bir letâfeti katmak ile o noksanı telâfi eder.
Hem bazen ism-i Celâl, ism-i Rab ile beraber sırr-ı tevâfuka bakıyorlar.
Dördüncü Nükte: Sahife-i vâhidedeki (bir sahife içindeki) tevâfukattır. Kardaşlarımla üç dört ayrı ayrı nüshaları mukabele ettik. Umûmunda tevâfukat mâtlup olduğuna kanâatimiz geldi. Yalnız matbaa müstensihleri başka maksatları ta'kip ettiklerinden, bir derece tevâfukatta intizâmsızlık düşmüş. Tanzîm edilse, pek nâdir istisnâ ile mecmû-u Kur'an'da 2806 lâfz-ı Celâl'in adedinde tevâfukat görünecektir. Ve bunda bir şû'le-i i'câz parlıyor! Çünki fikr-i beşer, bu pek geniş sahifeyi ihâta edemez ve karışamaz. Tesâdüfün ise, bu ma'nîdâr ve hikmetli vaz'iyete eli ulaşamaz." (Rumûzat-ı Semâniye, 17.)