Dear visitor, welcome to Muhabbet Fedâileri. If this is your first visit here, please read the Help. It explains in detail how this page works. To use all features of this page, you should consider registering. Please use the registration form, to register here or read more information about the registration process. If you are already registered, please login here.
Quoted
"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"
Quoted
Cambridge Üniversitesi öğretim üyelerinden Tarif Halidi ise, Kuran'ın gelişimi üzerine ıslam dünyasında yaygın kabul gören teze bağlı. Halidi, Sana Kuran'ının Hz. Osman'ın kaleme aldırttığı Kuran'ın henüz ulaşmadığı kesimlerce kullanılan kötü bir kopya olduğunu söylüyor.
Quoted from ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=794&a=&t=2&b=2&k=&s=10&l=2&p=2"
Üstad 19. Mektup olan Mu'cizat-ı Ahmediye risalesinde [/url]"]
Birinci Nükteli ışaret
şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak.
Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan neviyle konuşacaktır.
Madem insan neviyle konuşacak; elbette insanlar içinde kabil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.
Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; ve resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.
Quoted from ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=318"
Mu'cizat-ı Kur'aniye, 25.Söz'ün başında Üstad[/url]"]
Bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesindeki ekser âyetlerin herbiri, ya mülhidler tarafından medâr-ı tenkit olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şüphelerine mâruz olmuş âyetlerdir.
Quoted from ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=322&a=&t=2&b=2&k=&s=10&l=2&p=5"
Yine biraz aynı risalenin ilerisinde demiş ki [/url]"]
BıRıNCı SURET
ı’câzı vardır ve mevcuddur. Çünkü, Cezîretü’l-Arap ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibâriyle ümmî idi. Ümmîlikleri için mefâhirlerini ve vukuât-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durûb-u emsâllerini kitâbet yerine şiir ve belâgat kaydıyla muhâfaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâgat câzibesiyle eslâftan ahlâfa hâfızalarda kalıp gidiyordu. ışte şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak, o kavmin mânevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyâde revaç bulan, fesâhat ve belâgat metâı idi. Hattâ bir kabîlenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyâde onunla iftihar ediyorlardı. ışte, ıslâmiyetten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zekî kavim, şu en revaçlı ve medâr-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatta akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymettar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musâlâha ediyorlardı. Hattâ onların içinde "Muallâkât-ı Seb’a" nâmiyle yedi edibin yedi kasîdesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.
ışte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân nüzûl etti. Nasıl ki, zamân-ı Mûsâ Aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı Îsâ Aleyhisselâmda tıb revaçta idi; mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. ışte o vakit büleğâ-i Arabı en kısa bir sûresine mukabeleye dâvet etti."Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. (Bakara Sûresi: 23.)
" fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem, der ki: "ımân getirmezseniz mel’unsunuz, Cehenneme gireceksiniz." Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli sûrette kırıyor.
O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidâyeten idâm-ı ebedî ile ve sonra da Cehennemde idâm-ı ebedî ile beraber dünyevî idâm ile de mahkûm ediyor. Der: "Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir."
ışte, eğer muâraza mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkülâtlı muharebe tarîkı ihtiyar edilsin. Evet o zekî kavim, o siyâsî millet ki, bir zaman âlemi siyâsetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin; hiç kâbil midir? Çünkü, edibleri birkaç hurufâtla muâraza edebilseydi, Kur’ân dâvâsından vazgeçerdi. Onlar da maddî ve mânevî helâketten kurtulurlardı. Halbuki, muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek, muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhâldi; onun için muharebe-i bissüyûfa mecbur oldular.
Hem, Kur’ân’ı tanzîr etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep var: Birisi düşmanın hırs-ı muârazası, diğeri dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-i şedid altında milyonlar Arabî kitaplar yazılmış ki, hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmî olsun, her kim ona ve onlara baksa kat’iyen diyecek ki, "Kur’ân, bunlara benzemez. Hiçbirisi onu tanzîr edemez." şu halde, ya Kur’ân, bütününün altındadır-bu ise, bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhâldir-veya Kur’ân o yazılan umum kitapların fevkındedir.
Eğer desen: "Nasıl biliyoruz ki, kimse muârazaya teşebbüs etmedi, kimse kendine güvenemedi mi ki meydana çıksın, birbirinin yardımı da mı fayda etmedi?"
Elcevap: Eğer muâraza mümkün olsaydı, alâküllihâl katî teşebbüs edilecekti. Çünkü, izzet ve nâmus meselesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi, alâküllihâl katî taraftar pekçok bulunacaktı. Çünkü, hakka muârız ve muannid dâimâ kesretli idi. Eğer taraftar bulsaydı, alâküllihâl iştihar bulacaktı. Çünkü, küçük bir mücâdele, beşerin nazar-ı istiğrâbını celb edip destanlarda iştihar eder. şöyle acîb bir mücâdele ve vukuât ise gizli kalamaz. ıslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en şenî şeylere kadar nakledilir, meşhur olur. Halbuki muârazaya dâir Müseylime-i Kezzâbın bir iki fıkrasından başka nakledilmemiş. O Müseylime’de, çendan belâgat varmış; fakat hadsiz bir hüsn-ü cemâle mâlik olan beyân-ı Kur’ân’a nisbet edildiği için onun sözleri hezeyan sûretinde tarihlere geçmiştir. ışte Kur’ân’ın belâgatındaki i’câz, katiyen iki kere iki dört eder gibi mevcuddur ki, iş böyle oluyor.