Sie sind nicht angemeldet.

Lieber Besucher, herzlich willkommen bei: Muhabbet Fedâileri. Falls dies Ihr erster Besuch auf dieser Seite ist, lesen Sie sich bitte die Hilfe durch. Dort wird Ihnen die Bedienung dieser Seite näher erläutert. Darüber hinaus sollten Sie sich registrieren, um alle Funktionen dieser Seite nutzen zu können. Benutzen Sie das Registrierungsformular, um sich zu registrieren oder informieren Sie sich ausführlich über den Registrierungsvorgang. Falls Sie sich bereits zu einem früheren Zeitpunkt registriert haben, können Sie sich hier anmelden.

  • »Bîçare S.V.« ist männlich
  • »Bîçare S.V.« ist der Autor dieses Themas

Beiträge: 712

Wohnort: İstanbul/ Çamlıca

Beruf: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobbys: Kitap okuma (Sesli)

  • Nachricht senden

1

Montag, 7. Juni 2010, 08:47

Şeytanın zarar veremediği iman

Âyet-i Kerime Meâli

Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle
birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini
onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü
arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.

Kehf: 28


Şeytanın zarar veremediği iman

İman-ı tahkiki, yalnız akılda durmuyor, belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.

Birinci Mesele

Birinci Şuâda bir iki âyetin işaretinde, Risâle-i Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerini ve ehl-i Cennet olacaklarını kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işârâta tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim; çoktan beri muntazırdım. Lillahilhamd, iki emare birden kalbime geldi.

Birinci Emare: İman-ı tahkiki ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler. Demişler ki: “Sekerat vaktinde, şeytan, vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevî iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor, belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. "

Bu iman-ı tahkikînin vüsulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile, keşf ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol, ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir:

İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur’ânî bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakin ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol, Risâle-i Nur’un esası, mayesi, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkaları dahi insafla baksalar, Risâle-i Nur’un, hakaik-ı imaniyeye muhalif olan yolları gayr-i mümkün ve muhal ve mümtenî derecesinde gösterdiğini görecekler.

İkinci emare: Risâle-i Nur’un sadık şakirdlerinin hüsn-ü akıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî duâlar oluyor ki, o duâların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor. Ezcümle, Risâle-i Nur’un bir hadimi ve birtek şakirdi yirmi dört saatte lâakal Risâle-i Nur Talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz defa Risâle-i Nur Talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü akıbetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı duâyı en ziyade kabule medar olan şerâit içinde ediyor.

Hem Risâle-i Nur Talebeleri, bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz iman hususunda birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, masum lisanlarıyla duâlarının yekünü öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet, onun reddine müsaade etmez. Faraza mecmuu itibarıyle reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine herbiri selâmet-i imanla kabre gireceğine kafï geliyor. Çünkü herbir duâ umuma bakar.

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 29; Kastamonu Lâhikası, s. 18

LÜGATÇE:

iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esasını bilerek inanma.

ilmelyakin: İlim yoluyla kesin olarak bilme, inanma.

hakkalyakin: Marifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir sûrette hakikati görüp yaşamak hali.

selb: Zorla alma, kapma, ortadan kaldırma.

ehl-i keşf: Perdeli olan ve zahirî duygularla bilinemeyen hakikatleri keşfeden veli.

ehl-i tahkik: Hakikatleri delilleriyle bilen âlimler; tahkik ehli.

zeval: Son bulma.

ehass-ı havass: Elit tabaka, üst tabaka, manevî mertebesi yüksek olanlar.

şerâit: Şartlar.
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Thema bewerten