Sie sind nicht angemeldet.

Lieber Besucher, herzlich willkommen bei: Muhabbet Fedâileri. Falls dies Ihr erster Besuch auf dieser Seite ist, lesen Sie sich bitte die Hilfe durch. Dort wird Ihnen die Bedienung dieser Seite näher erläutert. Darüber hinaus sollten Sie sich registrieren, um alle Funktionen dieser Seite nutzen zu können. Benutzen Sie das Registrierungsformular, um sich zu registrieren oder informieren Sie sich ausführlich über den Registrierungsvorgang. Falls Sie sich bereits zu einem früheren Zeitpunkt registriert haben, können Sie sich hier anmelden.

1

Freitag, 27. März 2009, 09:09

Sanatta, maharet tercih edilir

Âyet-i Kerime Meâli



ılâhınız tek bir ilâhtır. Ahirete inanmayanlara gelince, onların kalpleri inkârcıdır ve onlar hakkı kabul etmeyi kibirlerine yediremeyen kimselerdir.


Nahl Sûresi: 22


27.03.2009




Sanatta, maharet tercih edilir


uâl: Bazı nâs, senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a’mâl ve etvârı pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan’ı yer, rakı içer, namazı terk eder. Böyle, Allah’ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadâkat edecektir?

Cevap: Evet, neam, hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i ıslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve sanat başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. ışte, şimdi salâhat ve mahareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezâife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. Sanatta maharet ise müreccahtır. Hem de o sarhoş namazsızlar Jön Türk değiller, belki şeyn Türktürler. Yani fena ve çirkin Türktürler. Genç Türklerin râfızîleridirler. Herşeyin bir râfızîsi var. Hürriyetin râfızîsi de süfehâdır.

Ey Türkler ve Kürtler! ınsaf ediniz. Bir râfızî bir hadise yanlış mânâ verse veya yanlış amel etse, acaba hadisi inkâr etmek mi lâzımdır, yoksa o râfızîyi tahtie edip nâmûs-u hadisi muhafaza etmek mi lâzımdır? Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve tedipten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şâhâne serbest olsun. “Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.” (Âl-i ımrân Sûresi, 3:64.) nehyinin sırrına mazhar olsun.

Sual:Haşiye Demek biz eskiden beri hürriyetimize mâlik idik. Hürriyetimiz tev’em olarak bizimle doğmuş. Öyleyse başkalar keyiflensin, bize ne?

Cevap: Evet, zaten o sevdâ-yı hürriyettir ki, sizi tahammülsüz meşakkatlere mütehammil kılmış. Ve medeniyetin muşa’şâ bu kadar mehasininden, sizin anka-i meşrebâneniz sizi müstağnî etmiştir. Fakat, ey göçerler, sizde olanı yarı hürriyettir. Diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kut-u lâyemût ve vahşet ile âlûde olan hürriyet, sizin dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunuyor. Vâkıa, şu biçare vahşî hayvanların bir lezzeti ve tesellîsi varsa, o da hürriyetleridir. Lâkin güneş gibi parlak, her ruhun mâşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki, saâdet-sarây-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazilet ve ıslâmiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir.

Hâşiye: Haymenişinler tarafından yani göçebe, siyah çadırlı bedevîlerin suâlidir.

Münâzarât, s. 56-58

***

Ef’âl-i hususiye-i nâmeşrua, san’attaki meharet ve hazakate münafi değildir ve san’atı menfur etmez. Nasıl ki bir tabib-i hâzık ve bir mühendis-i mâhirin nâmeşrû harekâtı için, onların tıp ve hendeselerinden mani-i istifade olamaz.



Hutbe-i şamiye, s. 113-14



LUGATÇE:


ef’âl-i hususiye-i nâmeşrua: Meşru olmayan şahsî, hususi fiiller.

meharet: Maharet, hüner.

hazakat: Uzmanlık, ihtisas.

münafi: Ters, aykırı.

menfur: Nefret edilen.

tabib-i hâzık: Uzman doktor.

mani-i istifade: Faydalanmaya mani.

nâs: ınsanlar.

a’mâl: Ameller, işler.

etvâr: Tavırlar.

fezâil-i ıslâmiye: ıslâmî faziletler.

salâhat: Sâlihlik.

tâbir-i âhar: Diğer tabirle.

müreccah: Üstün olan, tercih edilen.

tahtie: Hatalı çıkarma.

tev’em: ıkiz.

müşa’şâ: Parlak, şa’şaalı.

anka-i meşrebâne: Anka meşrepli olarak, kanaatkâr mizaç.

kut-u lâyemût: Ölmeyecek kadar.

âlûde: Karışık, karışmış.


27.03.2009

Thema bewerten