Esasında, hikmet–i İlâhiye de, bunun böyle olmasını iktiza ediyor. Tâ ki, sırr–ı teklif ve imtihan bozulmasın ve "maslahat–ı irşad–ı umumî" zayi olmasın.
İşte, bu muazzam hakikatin izahına dair, Risâle–i Nur'da beş–altı yerde tekrarla nazara verilen ve ezberlenmesi gereken veciz ifadeler: "Evet, izzet ve azamet ister ki, esbâb perdedâr–ı dest–i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbâb ellerini çeksinler tesir–i hakikiden." (Sözler, s. 265)
Hasan Feyzi'ye ait yukarıdaki sözlerin, bu veciz hakikate bihakkın paralel düştüğünü görmekteyiz.
Bazı kardeşlerimiz, Üsdat Bediüzzaman'ın sadece "mânen seyyid" olduğunu söylüyor. Bu ise, hakikatin tamamını yansıtmıyor.
Zira, Hz. Bediüzzaman'ın mânen olduğu gibi, neseben de kat'iyyen seyyid olduğunu "Büyük Ruhlu Küçük Ali" beyan ediyor. Kuleönü'lü Küçük Ali, Hz. Üstad'ın hem "ikinci Âl"den, hem de "birinci Âl"den olduğu bizce kat'idir diyor. Ayrıca, Âl–i Beyt'ten oluşunun hakikî bir nişanı/işareti olarak, Hz. Üstad'ın omzunda gördüğü "kadem–i Resûl–i Ekrem"den (asm) bahsediyor. (Bkz: Yeni baskı Lem'alar, 22. Lem'anın son haşiyesi.)
Küçük Ali, bu iddiasına getirdiği delillerden bir tanesi olarak gördüğü bir "nişan"dan söz ediyor ki, o hususî nişan ve işaretlere, Hz. Bediüzzaman'ın kendisi de perdeli şekilde temas ediyor.