Amin ecmain inşaallah bizde istifade ediyoruz..cevaplarda yine nurlardan çıkıyor herzamanki gibi elhamdülillah..
şule'nin 2. ı'leminde Üstad diyor ki: "Madem ki her şeyin Allah'tan olduğunu bilirsin ve ona iz'anın vardır; zararlı, menfaatli her şeyi tahsin ve hüsn--ü rıza ile kabul etmek lazımdır." Buna göre hakkımıza gasbeten ve bize zulmeden birisinin bu hareketini de rıza ile mi karşılayacağız?
Mesnevinin Arapça orijinalinin ilgili kısmının tercümesi aşağıdadır:
"Her şeyin Allah’tan olduğunu bildiğinde ve buna tam kanaat getirdiğinde, seni memnun eden veya sana zarar veren şeylere rıza göstermen gerekir. Eğer rıza göstermezsen gaflete mecbur kalırsın..."
Zulme rıza zulüm olduğundan böyle bir haksızlığa maruz kaldığımızda susamayız, zira Peygamber Efendimiz, haksızlık karşısında susmamızı kesinlikle yasaklamıştır.
Kanaatimizce bu cümleyi Üstadın bir başka cümlesinin ışığında anlamak gerekiyor:
“Kadere iman eden elemden emin olur.”
Burada kendi irademiz dışında ve bizim için bir imtihan olmak üzere başımıza gelen hastalıklar, musibetler, kazalar, ölümler söz konusudur. Bunların hepsi ılâhî bir takdirle meydana geldiğinden bu gibi hadiselerin rahmet yönüne nazar etmek, itiraz ve şikayet yoluna girmemek gerekir. Üstanın bize burada verdiği mesaj bu olsa gerektir.
Bu mana, şu ifadelerde açıkça okunmaktadır:
“Senin şu hayatının gayesi, neticesi; o Mâlik'in Esmâsına ve şuûnatına bir mazhariyettir. Sana bir musîbet geldiği vakit, de:
“ınna lillahi ve inna ileyhi raciun” Yâni: Ben malikimin hizmetindeyim. Ey musîbet! Eğer onun izin ve rızasiyle geldin ise, merhaba, safa geldin! Çünki: Elbette bir vakit ona döneceğiz ve onun huzuruna gideceğiz ve ona müştakız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzad edecektir. Haydi ey musîbet! O terhis ve o âzad etmek, senin elinle olsun, razıyım." der.”
Üstad başka yerde
"dosttan gelen her şey sevimlidir" der. Hastalar risalesinde ise sorunuzun net cevabını bulabiliriz:
"ONDOKUZUNCU DEVA: Cemil-i Zülcelal'in bütün isimleri esma-ül hüsna tabir-i Samedanîsiyle gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcudat içinde en latif, en güzel, en câmi' âyine-i Samediyet de hayattır. Güzelin âyinesi güzeldir. Güzelin mehasinlerini gösteren âyine güzelleşir.
O âyinenin başına o güzelden ne gelse, güzel olduğu gibi; hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünki güzel olan o esma-ül hüsnanın güzel nakışlarını gösterir. Hayat, daima sıhhat ve âfiyette yeknesak gitse, nâkıs bir âyine olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip sıkıntı verir. Hayatın kıymetini tenzil eder. Ömrün lezzetini sıkıntıya kalbeder. Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahete, ya eğlenceye atılır. Hapis müddeti gibi, kıymetdar ömrüne adavet edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor. Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor, ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor. Meşakkatte ve musibette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor.
"Aman Güneş batmadı, ya gece bitmedi" diye sıkıntısından of! of! etmiyor. Evet gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir efendiden sor; ne haldesin? Elbette, aman vakit geçmiyor, gel bir şeş-beş oynayalım, veyahud vakti geçirmek için bir eğlence bulalım, gibi müteellimane sözleri ondan işiteceksin.. veyahud tul-i emelden gelen, bu şey'im eksik, keşki şu işi yapsaydım gibi şekvaları işiteceksin.
Sen bir musibetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakirden sor; ne haldesin? Aklı başında ise diyecek ki: "şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşki çabuk Güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk geçiyor, ömür durmuyor gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum, fakat bu da geçer, herşey böyle çabuk geçiyor." diye, manen ömür ne kadar kıymetdar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor. Demek meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. ıstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.
Ey hasta kardeş! Bil ki, başka risalelerde tafsilâtıyla kat'î bir surette isbat edildiği gibi; musibetlerin, şerlerin, hattâ günahların aslı ve mayesi ademdir. Adem ise şerdir, karanlıktır. Yeknesak istirahat, sükût, sükûnet, tevakkuf gibi haletler ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise vücuddur, vücudu ihsas eder. Vücud ise hâlis hayırdır, nurdur. Madem hakikat budur; sendeki hastalık, kıymetdar hayatı safileştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek ve vücudundaki sair cihazat-ı insaniyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenetdarane müteveccih etmek ve Sâni'-i Hakîm'in ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi, çok vazifeler için, o hastalık senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir. ınşâallah çabuk vazifesini bitirir gider. Ve âfiyete der ki; sen gel, benim yerimde daimî kal, vazifeni gör, bu hane senindir, âfiyetle kal."
kaynak