Bunları not ettikten sonra internetten de bazı makaleler derledi. Hepsini bir bir okuyacaktı. Ama önce havaya uygun bir musiki ile kulakları da ruhu da cilalanmalıydı.
Ahmet Özhan’dan Zara’ya, Sami Savni Özer’ den Kâni Karaca’ya, Mevlidhanlardan Kurra Hafızlara bir dizi salavat örneği derlemiş, hepsini tek dosya yapmıştı. Salavat dosyasını açtı ve kelimenin zahirinden yola çıkarak başladı tefekküre:
Ümmî
Okuma- Yazma Bilmeyen: Ne gariptir ki uzun yıllar din alimleri Hz.Muhammed (sav)in okuma- yazma bilip bilmediğini tartıştılar. Konuyu bu noktaya kilitledikleri için çeşitli tezler öne sürüp; “Bilseydi, müşrikler Kur’anı sen uydurdun derlerdi “ şeklinde güya mantıklı izahlar getirdiler. Kelimenin en basit anlamı bu idi ama bunu Hz. Muhammed gibi kainat sistemini okumuş bir zat için düşünmek, hele hele oturup eni konu “Harfleri bilirdi, bilmezdi “ münakaşası artık çok basit geliyordu. Ümmi ile kast edilen mana bu değildi. Bu olsa Kur’an Ümmi vasfını çeşitli ayetlerde övercesine vurgulamazdı. (Araf/58-157-158, A.ımran/20, Ankebut /4
O halde başka bir mana vardı. Diğer anlamlarla devam etti.
Tevrat ve ıncili Okuyup Yazmayan: Rasülullah ve bir grup, Tevrat ve ıncili okuyup yazmamaları ile Ehl-i Kitaptan (Hıristiyan- Yahudilerden) ayrılıyordu. Kur’anın “Ümmi Araplar” diye vasfettiği puta tapmayan bu gruba Hz.ıbrahim mirasına sahip Hanifler de dahildi. Varaka bin Nevfel (Hz.Hatice’nin dayısı) ve Hz.Ebubekir de onlardandı.
Tevrat ve ıncili okuyup yazmamanın daha farklı bir anlamı olmalıydı.
Merhum Kâni Karaca salavat okurken zihni birden aydınlandı: Hıristiyanlar- Yahudiler Tenzih ve Teşbihe mensuplar. Bunlardan bir kısmı Allah’ı içselleştirip teşbihe düşerken, bir kısmı öteleyip tenzihe düşüyor. Haniflerse Tevhide bağlı. O halde Ümmî olmak ne tenzihe ne teşbihe prim vermeksizin orta yolu, sırat-ı müstakimi tutmak, yani Muhammedî olmak!...
Tabii ya, diyerek fırladı yerinden. Nasıl düşünemedim ? Tevrat- ıncil bilmemek eksiklik değil, üstünlük aslında! Tenzih- Teşbih vadilerinde kaybolmadan Muhammedî ovaya akmak Ümmilik!
Helal beee dedi kendi kendine. ışte asıl mana bu. Balkona çıktı, sokakta top oynayan çocuklara bir avuç misafir şekeri fırlattı. Mutlu anlarında kuşlara yem atmak yada çocuk sevindirmek en büyük kutlamasıydı. Olay şimdi rayına oturuyor diyerek diğer manaya geçti.