4-sual etmek öğrenmek içindir.
Buna göre kimseden bir şey öğrenmek için sual etmemesi istenmektedir. Bediüzzaman felsefe ve hikmet ile yaralanmış halde iken, hakikati araştırırken şüphelerine çözümler ararken, varlığı sorgularken hep Kur'ana yönelmiş ve bütün sorunlarını hangi çeşit olursa olsun Kur'andan çözmüş. Kur'anın her derde deva olacağını bizat hayatıyla göstermiş. Hiç bir alimden bunları tam manasıyla öğrenmesi mümkün değildir. Kuran bütün bu devaları çözümleri Bediüzzamanla insanlığı ulaştırmış..
Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir." Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: "ı’câz-ı Kur’ân’ı beyan et."
Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.
Madem i’câz-ı Kur’ân’ı bir derece beyan, Sözlerle oldu.....(Mektubat)
ışte bu cihetten bakıldığı zaman, Bediüzzaman çok önemli bir misyonu üstleniyor. istikbalde mühim inkılablar olacak. insanlar sadece Kur'ana yönelecekler. Her şeyi Kurandan isteyecekler. Veya Kuranı Koruyan bütün surlar yıkılacak Kuran kendi kendini koruyacak, veyahut insanlar Kurana
Saldıracaklar ve Kuran kendi hakikatleriyle kendini savunacak, vs.....
işte böyle bir zamanda Bediüzzaman bu saldırıların müdafaalarını Kurandan gösterecek, çözümlerini Kurandan bulacak, bütün insanlığın manevi sorunlarını yine Kurandan almış olduğu ilaçlarla tedavi edecek. bunu yaparken de Sadece Kuranı ön plana Sürecek. ta ki hakikatlerin kaynağı belli olsun. bu cihetten bakılırsa bu söz şöyle bir mana ifade eder.
"kimseden sual etme çünkü suallerinin cevabı yalnız Kur'andadır. ve sana bu çözümleri bulacak ilm-i Kur'an verilecektir. Çünkü sen Kur'anın istikbaldeki hakimiyyet-i mutlakasının temellerini -bu suallerin ve bulduğun cevaplarınla- atacaksın. ınsanlar senin rehberliğinde Kuranın Her derdin devası olduğunu görecekler. Öyleyse yalnızca ve yalnızca Kurana dön. "tevhid-i kıble" et. göreceksin hiçbir kimseye ihtiyacın kalmayacak."
Demekki
"sual sormaması" ileride yükleneceği mühim misyon içindir. bu misyonu yüklenebilmesi için gerekli
"Kuran ilmi" ona verilecektir.
Bu hakikate misal olması için bir mesele söyleyeceğim. Umarım yazmamın mahzuru olmaz. Üstadın her sualine Kuranın cevap verdiğine açık bir örnek olduğu için bunu yazıyorum. Yoksa bütün külliyat ekseriyetle bu suallerin cevaplanmasına örnektir.
Ümmetin lisan-ı hali her vakit sorduğu gibi mükerreren hararetli hamiyet-i ıslamiyeyi taşıyan zatlar benden sual ediyorlar ki: Bu istibdad-ı askeriye-i keyfiye-i küfriyenin tecebbürü ne kadar devam edecek.
Elcevap: "Benim gibi hiç-ender-hiç adamdan böyle şeyler sorulmaz", diyordum."Sen Kur'anın dellalısın" diyorlar."Biz senden Kur'an namına istiyoruz". Ben de bu meseleyi Kur'andan sordum. Kur'an beni en kısa sure olan sûre-i Kevser'e havale etti. Ben o sureden sordum. şu sure dahi beni en ahirki ayet olam "inne şânieke hüve'l ebter"e havale etti. Ben ona müracaat ettim. Dedi:
"Benim hurufatımı say". Saydım.......................(mahrem bir risale)
diyerek meseleyi kurandan izah ediyor. Görüldüğü gibi üstad başka kimseye sormadan doğrudan doğruya Kur'ana soruyor. ve Kur'an ona üstadlık ediyor.
Üstad, 5.şua ile ahirzamanın dehşetli şahıslarının kimler olacağı ve özellikleri ne olacağını hadislerden tevil ederek yazmış. Bunu da aynı eserde
"Bidayet-i Cumhuriyette kalbim öyle hükmetti. Bir emmare aradım......... Bir zaman sonra Kur'andan bir meseleye dair istihare ettim..... "
diyerek devamında 5.şuadaki tevillerinin hak olduğunu Kur'andan izah ediyor.
Başka bir yerde ise
Kur'an-ı Hakim bana kendinden başka bir üstadıreva görmediği
içindir ki bu sekiz sene içerisinde yalnız bir defa o meşhur tefsiri üstad kabul ettim.Yanlışa düştüm. Kur'an-ı Hakim bana kafi,vafi,şafi bir üstaddır. Evet o yeter. (Rumuzat-ı semaniye)
diyor.. "meşhur tefsir" dediği "Tenvir-ül Mikbas" tefsiridir.Bu alıntılar çoğaltılabilir.
5- Başkalarına sual etmek bu ilmin izzetine zıttır.
Evet nasılki bir güneşi bir lambaya ışık cihetiyle muhtaç göstermek, Güneşe bir nevi hakarettir. makamını küçültmektir. Öylede Böyle üstün bir ilim sahibinin başka şahıslara sual sorup ilim almaya çalışması verilen üstün Kur'an ilminin izzetine zıttır.
Bu cihette düşünülürse bu söz şöyle bir mana ifade eder.
"madem her şeyi çözecek bir ilim sana verilecek, öyleyse bunun bir şartı insanlardan ilim talep etmemendir. zira böyle güneş gibi bir ilim sahibinin mumlar hükmündeki diğer ilimlerden ışık istemesi elindeki ilmin izzetine zıttır."
Demekki verilecek ilmin izzetini korumak için
"sual sormamak" şartı istenmiş.
Hepimiz biliriz. Üstad etrafındaki açık bayanlara bakmadığı zaman ona sormuşlar: ne için bakmıyorsun.? Cevap ise ilginçtir:
"ılmin izzetini muhafaza etmek için."
Evet ilim gibi üstün bir haslet, hakikatlere nazar etmeyi gerektirirken böyle bir alimin bayanlara nazar etmesi -haramiyet bir tarafa- o ilme hakarettir. Aynen bunun gibi Kurandan her şeyi bulabilecek bir ilmin başka kişilerden sual sorması da bu ilme bir hakaretttir ve izzetine zıttır.