evet kardeşim.çok şükretmeliyiz.çok. selametle kal.kardeşim.
ıKıNCı MESELE: Ubudiyet, emr-i ılâhîye ve rıza-yı ılâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i ılâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz'ü olsa, ...
Hattâ, hadis-i sahihle, âhirzamanda ısevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. lemalar/20.lema/1...
1- "Muhakkak ki Biz sana kitabı hak ile indirdik. ıbadetini ihlâs ile Ona yönelterek sadece Allah'a kulluk et. Bilin ki, şirkten ve riyadan uzak hâlis din Allah'a mahsustur." (Zümer Sûresi: 39:2-3)
2- "ınsanlar helâk oldu-âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu-ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu-ihlâs sahipleri müstesna. ıhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar." (Keşfü'l-Hafa, 2:3:12)
Allah bize bu dersleri veren üstadımızdan razı olsun.ecmain kardeş alkan.
Allah hayırlısını versin. Allah yardımcınız olsun. Allah müsbet eylesin sözlünüzü.
Allah şifa versin kardeşim.selam
Yine Onuncu Sözün Altıncı Hakikatinde ispat edildiği gibi, değil ruh-u beşer, hattâ en basit tabakât-ı mevcudât dahi, fenâ için yaratılmamışlar, bir nevi bekâya mazhardırlar. Hattâ, ruhsuz ehemmiyetsiz bir çiçek dahi vücud-u zâhirîden gitse, bin vecihle bir nevi bekâya mazhardır. Çünkü, sûreti hadsiz hâfızalarda bâkî kalır, kanun-u teşekkülâtı yüzer tohumcuklarında bekâ bulup devam eder. Mâdem bir parçacık ruha benzeyen o çiçeğin kanun-u teşekkülü, timsâl-i sûreti, bir Hafîz-i Hakîm tarafından i...
Mukaddime: Onuncu Sözün Dördüncü Hakikatinde ispat edildiği gibi, ebedî, sermedî, misilsiz bir cemâl, elbette âyinedar müştâkının ebediyetini ve bekâsını ister. Hem, kusursuz, ebedî bir kemâl-i san'at, mütefekkir dellâlının devamını talep eder. Hem, nihayetsiz bir rahmet ve ihsan, muhtaç müteşekkirlerinin devam-ı tenâumlarını iktizâ eder. ışte, o âyinedar müştak, o dellâl mütefekkir, o muhtaç müteşekkir, en başta ruh-u insanîdir. Öyle ise, ebedü'l-âbâd yolunda, o cemâl, o kemâl, o rahmete refâka...
Esbâb içinde, bilbedâhe en eşrefi ve ihtiyârı en geniş ve tasarrufâtı en vâsi, insandır. ınsanın dahi en zâhir ef'âl-i ihtiyâriyesi içinde en zâhiri, ekl ve kelâm ve fikirdir; yani yemek, söylemek, düşünmektir. şu yemek, söylemek, düşünmek ise gayet muntazam, acîb, hikmetli birer silsiledir. O silsilenin yüz cüz'ünden, insanın dest-i ihtiyârına verilen, ancak bir cüz'üdür. Meselâ, yemekten, bedenin tegaddî-i hüceyrâtından tut, tâ semerâtın teşekkülüne kadar olan silsile-i ef'âl içinde, insanın d...
Hem ımân ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumi ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir ımân lazım ki, herşeyde, her vaziyette, herbir harekette kader-i ılahi ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, ta o zulm-ü zulmette kalb boğulmasın, ımân sönmesin; akıl, tabiat vetesadüfe sap...
Gerçi yağmur namazının zahir neticesi yağmurun gelmesidir; fakat asıl hakiki, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayınını veren babası, hanesi, dükkanı değil; belki onun tayınını ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Zat, onu besliyor, rızkını veriyor. Hatta en küçücük bir çocuk da, daima aç olduğu vakit validesine yalvarmaya alışmışken, o yağmur duasında, küçücük fikrin...
Beni hapislere sokan muarızlarımın bir bahaneleri de-o mahkemede ondan beraat kazandığım-"tarikatçılık"tır. Halbuki, Risale-i Nur da daima dava edip demişim: "Zaman tarikat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsiz Cennete gidenler çoktur, imansız Cennete giden yoktur" diye bütün kuvvetimizle imana çalışmışız. Ben hocayım, şeyh değilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? Bu yirmi sene zarfında, bir tek adam yok ki, çıksın desin: "Bana tarikat dersi vermiş." Ve mahkem...
Efendiler! Dalalet ve fenalıklar cehaletten gelse, def etmesi kolaydır. Fakat fenden, ilimden gelen dalaletin izalesi çok müşküldür. Bu zamanda dalalet fenden, ilimden geldiği için, ancak onları izale etmeye ve nesl-i atiden o belaya düşen kısmını kurtarmaya, karşılarında dayanmaya Risale-i Nur gibi her cihetle mükemmel bir eser lazımdır emirdağ lahikası/sayfa-21
yani 1995 yılından sonra gelenleri düşünüyoruz.
Evet, Hürriyetçilerin ahlak-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece laubalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlakça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden, şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskar, kahraman seciyeli milletin nesl-i atisi, seciye-i diniye ve ahlak-ı içtimaiye cihetinde ne şekle girecek, elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakar millet, bütün ruh u canıyla Kur'ân ın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri hal...
Efendiler! Siz, niçin sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur la uğraşıyorsunuz? Kat iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü, Risale-i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i atiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak, o saadet ve ...
ben yaptım diyor insanoğlu, adama sorarlar. sen yediğin besinleri sadece çiğniyorsun. ağzına kadar getirmede kollarında sayısız işlemler yapılıyor. yapılan işlemlerdeki atomlarda şuursuzdur.akılsızdır.ne yaptıklarını bilmiyorlar. nasıl böyle cansız atomlar bu işlemleri yaparlar.hiç cansızdan canlı çıkar mı. o zaman kolunu kim kaldırıyor ,ağzına kadar kim götürüyor, bu kuvvet nerden geliyor. bunları iyi düşünmek lazım. sonra besinleri çiğnemek için tükürük bezleri lazım bunu yaratan kim. ve sonra...
Ağacın ilmi var mı? Ağac elma yapacabilecek kadar ilim sahibi mi? Ağacın aklı var mı? Ağac insanların midesinin neden hoşlanabileceğini biliyor mu ki o mideye göre elmayı yapsın? niçin elma yapacak.neden? bütün bu soruların cevabı sebeplerin sadece perde olup, tesirleri olmadığını gösteriiyor.