Giriş yapmadınız.

  • "Sükrü Bulut" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Sükrü Bulut"

Mesajlar: 60

Konum: Köln / İstanbul

Meslek: Eğitimci - Yazar

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

1

13.03.2004, 20:13

AKP üzerine siyasî bir değerlendirme

Başbakanımıza göre on beş ay bir iktidar için kısa bir süre… Bize göre ise, iktidarların mahiyetini göstermede yeterli bir zaman… Gerçi o, elli senelik bir yanlıştan hareket ediyor. Tıpkı MSP lideri Erbakan gibi yalnızca Demokratlar dönemini sorumlu tutarak yola çıkıyor. Tek partili dönemi tenkit çerçevesinden çıkarıyor. Elli senenin faturasının on beş ayda ödenmeyeceğini anlatmaya çalışıyor.

Takip edebildiğimiz kadarıyla Demokratlar tek partili cumhuriyet dönemini de kritize ederlerdi. Zaten bu hükümeti, Demokratlardan ziyade 12 Eylül’ün mahsulü ANAP’a benzetiyorlar. Belki başbakanın gönlünde de ‘ıkinci Özal’ olma aslanı yatıyordur. Gazeteciler bunu hissetmeselerdi, yazmazlardı. Bugünkü hükümet üyelerinin ağır topları da 12 Eylül sonrasının kurmayları: Nevzat Yalçıntaş, Cemil Çiçek, A. Aksu ve Ali Coşkun gibileri. Başbakanın, Özal’ın ‘sihirli dörtlüsü’nü hatırlatan beyanatları… Dedim ya Demokratlardan ziyade, 12 Eylül sonrasının ANAP’ını hatırlatıyor AKP.

Konuşmamak, yazmamak için, milletin selâmetine vesile olur düşüncesiyle uzun süre sabrettiğimizi düşünüyorum. Gönlüyle birlikte aklını da bu siyasete kaptıran iyi niyetli Müslümanların dualarını engellememek için… Belki vatana, millete ve Kur’ân’a faydalı icraatlarda bulunurlar, ürkütmeyelim kaygısıyla… Fakat bir buçuk senedir, milletin beklentisiyle alâkalı tek adım atılmış değil. Gerçi ‘aklını liderlerinin cebine koymuş,’ iyi niyetli ve zilletten bıkmış bazı Müslümanlar onları savunmaya devam edecekler: “Görmüyor musunuz askerleri, derin devleti, vs, vs. Demokratların üstüne zebellah gibi çullanan medyayı, ihtilâlci paşaları, o zamanki demokrasi karşıtı üniversite ve yargıyı unuturcasına… Bir de dış müdahaleler…” Fakat bugün bunlardan yalnızca cılız bir muhalefetle tedirgin olup-olmadıkları da belli olmayan birkaç paşa. Milletin beklentileri söz konusu olunca, “Aman sıkıntı çıkmasın… Ortalığı germeyelim” hikmetiyle cevap veren iktidar mensuplarına; “Atı alan Üsküdar’ı geçiyor, sonra ne olacak bu milletin hali?” diyen de pek görünmüyor.

Bir buçuk sene az bir zaman mıdır? Yirmi, yirmi beş sene önceye göre az denilebilirdi. Fakat o zamanki iktidarlar millete yüz gün mühlet verirlerdi. Sonra da ufuk görünürdü. Dünya hadiselerinin baş döndürücü sür’atle geliştiği bu zamanda beş yüz kırk günü aşmaktayız. Az zaman geçmemiş. Milletin tüm arzu ve talepleri mütemadiyen arkalara atılıyor: “Sen bizdensin, acele etme. Önce şu beylerin isteklerini yerine getirelim” dercesine bir icraat sergilenmedi mi yoksa…

Bazılarına göre AKP iktidarı çok cesur. Bunu New Yorklu dinozorlarla bazı AB’liler de söylüyor. Hatta bu cesaretinden dolayı JINSA’nın çevik paşamıza verdiği ödüllerden bir ödülü de başbakanımıza vermişler.

Doğru olabilir mi? Bilemiyorum. Bize birazcık ürkek gibi geldi. ıktidarların sahiplerinin millet olduğu meydanlarda söylense de, ‘gölge iktidarların’ takibinde ürkekçe çalışıyorlar gibi geliyor bize… ışin başında eline bir program veya yol haritası verilmişcesine yürüyorlar. Daha doğrusu 28 şubat zihniyetiyle çelişmeyecek veya cedelleşmeyecek şekilde… Kudretli paşaların yaptıkları ‘balans ayarı’ bozulacak diye adeta endişe ediyorlar. Sehven veya lâletayin bir bakan veya vekil ağzından birşey kaçıracak olursa, parti hemen haddini bildiriyor. Bakan ve vekili bazan da kaderiyle başbaşa bırakıyor. Herkes saadet ve ikbâlini genel başkana, genel başkan da kendisine yol haritası verenlere mi borçlu? Bilemem, fakat öyle bir görüntü var.

Merhum Özal zamanında Amerika, işi üst düzeyde hallederdi. Hürriyetler inkişaf edip iletişim ilerleyince mesele aşağıya doğru iniyor: Bakanlar, müsteşarlar, müşavirler, genel müdürler ve nihayet Diyanet ışleri Başkanımıza varıncaya kadar New York ve Washington’a taşınıp duruyoruz. Millet olarak hüsn-ü zan içindeyiz. Fakat hüsn-ü zannımıza kuvvet verecek emare bulamıyoruz. Mesele hak-hukuk meselesidir. Sakın şu hükümet üyeleriyle vekillerinin dindar görünümü de millet olarak hukukumuzun zayiine sebep olmasın, diye endişeleniyoruz. Eski kötü zamanları ve dine düşman idareleri bize hatırlatarak “Korkmayınız!” diyorlar. Suimisal emsâl olur mu?

Bugünlerde meydanlarda CHP ile ağız kavgasına giren Tayyip Beyin Halk Partisine büyük teşekkür borcu var, kanaatindeyiz. Belediye başkanlığındaki başarısını Nurettin Sözen’e medyun olduğu gibi 3 Kasım’ı da Halkçı Ecevit’e borçludur.

AKP’ye hep yenilikçi dediler. Biz de bekledik durduk. Gördüğünüz gibi yeni bir şey yok. Gerçi “yenilikçiler“ olarak Türk siyasetine servis edilen bu ekibin fıtrî yenileşmeyi durdurmak veya bozmakla vazifeli olduğunu söyleyenler de var. Oldum olası sloganlardan irkilirim. Ekseriyetle gösterilenin aksi geçerlidir orada… Yenilikçi deniliyorsa, tecdîde karşı olduklarını, barış deniliyorsa alttan alta bir fitnenin kaynatıldığını hissederim.

AKP’nin millet için yapacağı her güzel icraatı müdafaa etmeyi prensip edindiğimiz halde müşahhas bir adımla karşılaşamadık. Sessizlik içinde dağ dağ yükselen endişeleri iç âlemimizde hissedince yazmak mecbûriyetinde kalıyoruz. Tâ ki altı ay-bir sene sonra kimsecikler bize enayi muâmelesi yapmasınlar. Ekonomide başarılı olduğunu iddia eden hükümetin milletten haberi olmadığından serzeniş ve mırıldanışları henüz duyamıyor. 28 şubat’ın başlattığı ekonomik çizelgenin dışına çıkan var mı? Yalnız haklarını yemeyelim. Hânedâna yakın dinozorcukların dışında pek hortumcu da görünmüyor. Çalışkan çocuklar. Fakat IMF, 28 şubat’ın patronları ve devletçi holdinglerin koalisyonunda devam eden ekonomiden sızlanan yalnızca millet görünüyor.

Bazı meslektaşlarımız iktidarın sivil toplumla istişare ederek ve milletle bütünleşerek icraatta bulunduğunu söylüyorlar. Mazi çabuk unutuluyor. 12 Eylül’ün felç ettiği, 28 şubat’ın da tamamen bitirdiği sivil toplumdan bahsetmek dünü unutmaktan daha kötüdür. Zabt u rabt altına alınmış dinî cemaatler, devletin resmî şubelerine dönüşmüş vakıf ve derneklerle mi millet iradesi tecellî edecek? Ki “derin devletin” marifetiyle hâlâ irtica olarak görülen söz konusu kuruluşların hangisi din lehinde bir fikir beyanında bulunabiliyor? Başörtüsü yasağı, imam-hatip okulları, karma eğitim, Kur’ân kursları ve sele verilen “genel ahlâkla” ilgili dinî cemaatlerden bugüne kadar çıt çıktı mı? Sivil toplumun dillendiremediği milletin derdine, AKP “Benim meselem değildir” dedikten sonra millete kim sahip çıkacak? Geleneksel devletin kırmızı çizgilerinin morardığı bir zamanda AKP’nin de kırmızı çizgilerini morartacak birileri herhalde çıkar.

Milletin önceliklerine sahip çıkmada ürkeklik gösteren hükümetin Aborjinler gibi etrafına çizgi çizmekle meşgul olduğu malûm. Kanaatimizce mesele biraz da, iktidar mensuplarının millete olan güvensizliğinden kaynaklanıyor. Yakın tarihimizdeki askerî darbeler onları iyice ürkütmüş. Rahmetli Menderes’in akibeti, Demirel’in başına gelenler ve 28 şubat’ta kulaklarına okunan gazeller; birçok Meclis üyesinin maalesef güvenini uçurmuş. Bundandır ki Amerika ile askeriyeden icâzet alınmadan Türkiye’de iktidar olunmayacağı fikri “hardal gazı” gibi, hem vekillerin, hem de bazı inisiyatif sahibi cemaatların genzine kaçmış. Onları siyaseten etkisiz hâle getiriyor.

367 milletvekili AKP için aslında bir dezavantajdır. Zîra bu rakamı Kemalistlerin sözcüsü konumundaki yazarlar ikide bir hükümetin kafasına tokmak gibi indiriyorlar: Türkiye’yi AB’ye şikâyet edeceğinize elinizde yeteri kadar üye var, anayasayı değiştirin ve meseleyi halledin. Tabiî yüreğiniz yetiyorsa… Hüzün verici bir durum. Oysa ne pahasına olursa olsun, milletin makul mânâdaki istekleri yerine getirilmeli. Millete güvenmeyip “güç odaklarının” insafına kalınırsa, Nesrin Hanımın kucağındaki kolu kanadı kırık yaralı arıya dönmemek elde değil.

Rahmetli Özal dört eğilimi 12 Eylül rüzgârıyla bir dönem götürebildi. Sonra da sihir bozuldu. ANAP’ın sanal bir parti olduğunu henüz yolun başında iken söylemiştik. 28 şubat’a ruh üfleyen 12 Eylül, ömrünü gayr-ı fıtrî biçimde uzatmıştı. Netice değişmedi. Düne kadar Özal’ı ve ANAP’ı kutsayanlar, bugün şıvan içindeler. Bu mevtanın şıvan sesleri arasında “ikinci Özal” benzetmelerinin hayır mı, şer mi olduğuna biz karar verecek değiliz. Kaldı ki, 28 şubat’ın ömrü 12 Eylül’ün üçte biri kadar da olamaz.

AKP, ANAP’ın şartlarında ortaya çıkmış bir siyasî hareket değildir. Türkiye’nin AB’ye kesin giriş tarihi beklediği süreçte ortaya çıkmış bir partidir. Cumhuriyet tarihimizin, bugünkü sistemimizin ve yakın geçmiş siyasî tarihimizin yanlışlarını ayıklama ameliyesine girişmeden bir yere gidemez. Sıkıntılarla yüzleşmeden milletle bütünleşemez. Dindar Anadolu çocuklarını vitrine koyup dinozorcuk ve New Yorklu dinozorlarla bu yolda böyle yürümeye şartlar müsaade etmez.

Demokrat olmak için demokrasinin istediği bedeli ödemek zorundasınız. Avrupa ve Türkiye tarihi buna şahittir. Bedel ödemenin zorlaştığını veya imkânsızlaştığını gören siyasetçi, emaneti sahibine iade etmelidir. Aksi takdirde, hem makamından, hem de izzet ve haysiyetinden olur.

Otuz bin kişilik bir siyasî kadro Tayyip Bey ile etrafındaki birkaç danışmanın ağzına bakarak Türkiye için akıllı siyaset üretemez kanaatindeyim. AKP, AB’yi beklemeden milletin beklentisi olan hak ve hürriyetlerde reformlara gitmek zorundadır.

Dış politikanın kısmen Amerikan vesâyetine girdiği şu dönemde en iyi ilâç, milletle hakîkaten bütünleşmek olacaktır. “Aman sıkıntı çıkmasın” düşüncesinin sihri artık bozulduğundan bilmecburiye hükümet millet karşıtlarıyla yüzleşecek. Bu sürece sebep olan bizler değiliz. AKP’yi bu sürece zaman zorluyor. Zaman hükmünü elbette icra edecektir. Zamandan kaçış mümkün değil.

Yeni Asya’nın otuz beş senelik arşivi; Bediüzzaman Hazretlerinin ölçüleriyle siyasî olaylara bakanların daima isabet kaydettiklerini gösteriyor. Siyaseti şahısların veya komitelerin menfaat araçlığından kurtarıp; millete, dine, vatana ve dünya barışına hizmetkâr konumuna getiren fikir ve prensipler benimsenmeden yanlışlardan kurtulmamız mümkün görünmüyor. Otuz senelik ‘Siyasal ıslâm’ macerası, ihtilâller ve sonrasındaki siyasî oluşumlara karşı nasıl davranılacağının ölçüleri Bediüzzaman’da mevcuttur. Yalnız; kızarak, tarafgirlikle, tezyif ve tahkirle değil; itidâl, mantık ve toplumun selâmeti niyetiyle eserlere yaklaşılarak istifade edilir.
Şükrü Bulut

2

19.03.2004, 14:41

ağzınıza sağlık...
iyi bir yazı olmuş..

3

27.03.2004, 11:50

ümitvar olunuz istikbal inkilabatı içinde enyüksek gür sada islamın sadası olacaktır.
hep bardağın boş tarafına bakmayalım.her gün öncekinden daha güzel olacak.inşaallah
Hazırlanınınz! Başka daimi bir memlekete gideceksiniz.öyle bir memleket ki bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir.

4

14.11.2006, 22:41

ışte demokrasi... (!)

Çağdaş demokrasilerde parti kongreleri 5 - 6 gün sürer... Bu sürede, ülkenin dört bir yanından gelen delegeler yönetimi eleştiri süzgecinden geçirir, halk adına hesap sorar, ülke ve parti sorunları masaya yatırılır, yeni çözümler üretilir. Peki bizdeki durum mu? AKP Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay AKP kongresini anlatıyor:

- Bir gün süren kongremizin büyük bölümü Genel Başkan’ın konuşmasıyla geçti. Biri ben olmak üzere sadece iki kişi söz aldık. Ben eleştirilerimi dile getirdim, öteki arkadaşım övgülerini...

- Sizin eleştirileriniz neydi?

- Bir günlük kongre sadece derneklerde olur. Bu kadarcık sürede neyi konuşup neyi tartışabiliriz ki, dedim. Nitekim ne AB’yi ne işsizliği ne Kıbrıs’ı hiç konuşmadık.

- Tüzük değişikliği nasıl oldu?

- Kongrede tüzük değişikliği yapılacağını bir gazeteden okuduk. Değişiklik kongrede okundu ve hemen arkasından oylanarak kabul edildi.

- MKYK listesi nasıl oluştu?

- Kongreden 12 saat önce bizlere sözüm ona görüşümüz soruldu. ısimler verdik. Ortaya bir liste çıktı. Ne kadarı bizlerin verdiği isimlerdi, kimse bilmiyor.

***

Uzun lafın kısası... AKP’de bütün kararlar, bütün seçimler Tayyip Bey ve arkadaşlarınca kotarılıyor. Sonra delegelere onaylatılıyor. Bunun adı da demokrasi oluyor.


Milliyet, 14.11.2006

Melih AşIK
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

5

15.11.2006, 13:25

AKP'nin liderinin yaptığı şey devasa bir duruma gelmiş ve fikir zenginliğinden dolayı kontol edilmesi zorlaşmış partisinin bir ideoloji etrafında birleştirmek. Fikri zenginliğinden kaynaklanan kendisine göre çatlak olan sesleri kesmektir. Böylece partiyi idare etmek kolaylaşacak. Ama demokrasiden uzaklaşacak. Hedefe ulaşmak için her yol mübah diyecek.
ışte sahıslar üzerine dönen siyasetin canavar olduğunun isbatı. Kendi içinde diktatörleşen bir partinin yarın demokrasinin en yılmaz savunucusu ve Ahrarlardan gelen demokrat misyonun hayattaki tek temsilcisi olarak kendini ilan etmesi ne kadar inandırıcı olacak. Ne acı...
Ancak,bu demokrat misyonu çok iyi tanıdıklarını iddia eden kişilerin bu sözlere kanması en tuhaf olanı.
Bir kere devir sahs-ı manevi devri. Hayır cenahı bunu çok iyi idrak etmeli. şer cenahı çok iyi anlamışta, hayır cenahı hala anlamamakta direniyor gibi geliyor. Öyle olmalı ki, son seçimlerde sahıs üzerine kurulmuş ve en yakın zamanda mağlubiyeti kesin olan bir adama oy verdiler. Hem de demokrat misyon adına. Hem de siyasal ıslamın en ateşli eski bir taraftarına. Üstelik bu hatayı,demokrat misyondan gelen bir cenaha siz demokrat değilsiniz, bu adam demokrat diyerek yaptılar.
Yahu ne zamandan beri bir adama ben demokratım dediği için oy verilir oldu. Biz söze mi bakarız fiile mi.Yoksa reklamlarlamı hareket ederiz. Gerçekten değişmiş olsa gerçekten artık demokrat olsa da -ki parti içindeki oluşum en hafif ifade ile demokrasiyi anlamdığı gösteriyor- acaba şahsa yönelik oy vermenin iyi olduğuna hangi delilleriniz var.
şahıs tek otorite kaldığında her zaman diktatörlüğe bir meyile girebilir; ben demiyorum ki Tayip Bey'de öyle bir meyil var , oy veren açısından böyle bir risk nasıl göz ardı edilir.
şu an AKP Tayyip Beye kilitlenmiş durumda. Mesela; Vekiller baş örtüsünün çözülmesini istiyor. Tayyip Bey'de ıstiyor olsun. Tek başına hareket yetkisi sınırlandırılmış o vekiller bir emir gelmeden bir şey yapamadığı ortada. Tek başına hareket eden Tayyip Bey'in tüm iyi niyetli çabaları, tek başına kaldığı için egemen bazı güçlerin Tayyip Beyin üstünde baskı yapmasını kolaylaştırıyor. Hiç bir icraat yapamıyor.
Bu mu demokrasiye destek vermek?Bu mu demokratlık. Demokratım diyen -hadi doğru olsun- ama demokrasiyi bilmeyen birine, demokrasinin ne olduğu çok iyi öğretilimiş birilerinin oy vermesi çok ilginç.
Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

6

20.11.2006, 17:37

millet bunlardan din için yapılamamıs güzel hareketler bekliyor bense önce yaptıkları hataları telafi etmelerini bekliyorumç bu zihniyet olmasaydı bu kadar zulüm olurmuydu?

7

24.11.2006, 19:28

Atilla Yayla olayı!

Polemiklere girmeyi hiç sevmiyorum. Zira, Türkiye�de �fikir tartışması� çerçevesinde polemik hemen hiç yapılmıyor, sadece belden aşağı vurarak puan toplanmaya çalışılıyor.

Medyada birbirine hakaret etmeyi fikir tartışması olarak takdim edenler beni çok rahatsız ediyorlar. Bundan dolayı �Atilla Yayla� tartışmalarına da hiç girmek istemedim.

Ancak, ne zaman ki Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Yamaç �Anayasa�nın Atatürk ilkelerine bağlı öğrenci yetiştirilmesi ilkesi uyarınca Yayla�nın ders vermekten uzaklaştırıldığını� söyledi, çok güçlü bir infial duygusuna kapıldım.

Özgür düşüncenin kalesi olması gereken bir kurum bizzat Atatürk�ün �Benim görüşlerimle bilimin söyledikleri arasında fark doğarsa, bilimin söylediklerini takip ediniz� mealli sözlerini (bkz: Genelkurmay kaynakları) ona sahip çıkmak adına unutursa ve ifade ögürlüğünü bizzat bir bilim kurumu iğfal ederse tepki vermemek mümkün değil.

Yanlış anlaşılmasın; ben rektörün Atilla Yayla ile aynı fikirde olmasını beklemiyorum. Atilla Yayla�ya ait olduğu söylenen kanaat cümlelerinin de herhangi bir bilimsel araştırmaya, hatta bilimsel üsluba dayandığı görüşünde ise hiç değilim.

Ancak, Atatürk yanılabileceğini bizzat kendisi söylerken, rektörün Atatürk�ten çok Atatürkçü kesilmesi ve �Bakın ben adamı nasıl oyarım!� edası içine girmesini hazmetmem mümkün değildir.

* * *

Ayrıca ben; konuşma için kendisini bizzat davet eden AKP'lilerin sıkıyı görünce Atilla Yayla'yı satmalarını �Demek değişen bir şey yok! diyerek algıladım.

Zamanında Recai Kutan da önce bir yazımı kendi yazısı gibi okuyarak kullanmış, askerden sopayı yiyince de beni anında satmıştı. Demek ki, şimdiki yöneticiler de Recai Abi'nin yolunda yürüyorlar!

Hele hele, Atilla Yayla'nın görüşlerini daha evvel bilmediğini söyleyen AKP yöneticileri resmen yalan söylüyorlar.

Atilla Yayla'nın AKP'yi liberal bir çizgiye çekmek için beyhude gayret verdiğini konu ile ilgili olan hemen herkes bilir.

En azından AKP'nin muhafazakár demokrat olduğunu ilan ettiği toplantıyı Atilla Yayla'nın tertip ettiğini ve görüşleriyle katkıda bulunduğunu toplantıya katılan bini aşkın izleyici bilir! Zoru görünce adam satmak bu kesimde vazgeçilemez bir gelenek midir?

Hürriyet, 23.11.2006

Cüneyt ÜLSEVER

24.11.2006
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

8

24.11.2006, 19:32

Eee Demokrat Misyonun(!) bir Partisi Siyasal ıslam'dan ders almışsa olacağı budur.
vesselam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

9

30.11.2006, 11:38

SAyın Papa 16.Benedikus'un Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkeye ziyareti ıslam için hatta insanlık için fayda içinde fayda sağlayabilirdi. Ancak marjinal ıslamcı kesimlerin oyundan korkan hükümet bu lutüfu elinin tersi ile itmiştir ki gerçekten değiştiğine dair beni şüpheye sorkmuştur.
Çok ilginç bir nokta daha varki; medeniyetler ittifakanının fikir babası olmakla övünen ve bunu için ıspanya başbakanı ile ortak hareket eden Sayın Başbakanımız bu hayalinin gerçekleştirebileceği yegane fırsatın ayağına gelmesini medeniyetler ittifakının baş düşmanı olan Nato zirvesinin tercih ederek elinin tersi ile itmiştir.

Sayın Papa'nın Türkiye'ye gelişindeki bazı faydaları yazmak istiyorum.

1)ısrail önderliğinde Amerikanın uyguladığı BOP büyük darbe yiyecek belki gerçek demokrasiye inkılap edecekti.
2)Yahudi kaynaklı ıslam'a vurulmak istenen olumsuz imaj yok edilecekti.
3)ıslam'ın terorist olmadığını yanlız bazı marjinal kesimlere münhasır olduğu anlatılabilecekti
4) 11 Eylül sendromu bitecek ve yeni 11 Eylüller inandırıcı olmayacaktı.
5) Hıristiyanlardan fakir ıslam ülkelerine gönderilen yardımlar artacaktı
6) Türkiyenin AB'ye girmesi için önündeki en büyük engellerden biri olan din farklılığı korkusu silinecekti.
7)ımtiyazlı ortaklık teklifi bir daha geri gelmemek üzere rafa kalkacaktı.
Ekümenlik meselelerine girmek istemiyorum. Hem bu faydalar hükümetin akıl ile icra edeceği diplomatik siyasi yerinde tavırları ile gerçekleşebilirdi. Elinin tersi ile ittiler...
Yahudiler bu fayadları biliyorlar ,zaten onların Papa'nın gelişindeki faydaları yok etmek için ellerinden geleni yapacaklardı.Ancak, benim anlamadığım kendine ıslamcı kesim diyen kişilere ne oluyor ki bu faydaları görmeyip bir kaç şüpheye odaklanarak Papa'nın gelişindeki bu faydaları yok ettiler. Ve hükümete ne oluyorki bu marjinal kesmin oyları uğruna bu faydaları elinin tersi ile ittiler. Böyle bir lüksleri var mıydı? Hakları var mıydı?
Yazık oldu...
Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

10

07.03.2007, 07:05

doğruları ve yanlış tesbitleri olan bu yazı eleştirmek istemiyorum yanlız bir konuyu hatırlatmak zorundayım milli görüş lideri n.erbakan hakında yazdıklarınıza katılmıyorum o gerçek bir lider islam alemi sayın erbakanın yaptıklarını takdirle karşılıyor iken bizler bunu göz ardı ediyoruz .bu bir hakikattir kabul etmek zorunda değilsiniz ve selam.


Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

11

07.03.2007, 21:30

Maddi menfaati icin dini vasita yapanlar asla mükafatlanmiyacak
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

12

08.03.2007, 21:40

Alıntı sahibi ""Hasan_Sinan""

Maddi menfaati icin dini vasita yapanlar asla mükafatlanmiyacak

Doğruyu söyledin kardeşim.

O zaman önce kendimizi düzeltmek lazım.
Ben siyaset hakkında yazdığım bir yazıya yer bulamdım Seni kurban seçtim. :D
Soru:Allah'ın başımıza hep birilerini göndermesini bekliyoruz ama halk kendisini düzeltmezse Allah oraya iyi bir yönetici tayin etmez.
Allah aşkına Kur'an'ı şöyle bir açalım Peygamber kıssalarını okuyalım. Hangisinde bir Peygamberin zaferi var. Peygamberine nasip etmediği bir zaferi Allah bir siyasi lidere mi verecek?

Mesela Hz. Nuh'un kavmini kurtaran ve gemiyi o kavmin kurtuluşu için gönderen -tabi ki Allah'tı- da hangi sebebti?

Allah Kur'an'da hangi kavmi imanı tamam olmadan, Allah'a tam itaatle boyun eğmeden kurtarmış. Bakınız okuyunuz göreceksiniz ki Allah o Peygamberlere tabi olanları ne ihanetlerle, ne redlerle, ne zulumlerle, ne musibetlerle sınamış ve terbiye etmiş sonrada "Tamam artık şehri terkedin, o zalimleri bana bırakın " demiştir.

Nemrutu geberten sinek miydi, Hz. ıbrahim miydi? Ad kavmini kurtaran Hz. Hud muydu sarsar adlı ses veya kasırga mıydı? Firavunu geberten Hz. Musa mıydı yoksa Kızıldenizi yarama kudretine sahip zat mıydı?

O zaman şu sözler bir Müslümanlardan nasıl çıkıyor anlamıyorum
"Falan şahıstan başkası bu ülkeyi kurtaramaz.Eğer buda yapamazsa başka kimse yapamaz.Bundan başka çaremiz kalmadı.Eğer falan makamı alırsak işte o zaman her şey hallolacak.Tek şansımız filan kişidir.Bizim partiye gelmezseniz ve oy vermezseniz,bizim sendikaya üye olmazsanız vesaire vesaire"

ıslam siyasetle kurtulmayacak, bir liderlede kurtulmayacak. Zaten ıslam batamıştır ki kurtarılsın. ıslam'ı ıslamların imanı tamam olana kadar Allah ihya etmeyecek.

Ne zaman ki ıman tamam oldu merak edilmesin nemrutları gebertecek daha çok sinek gibi ordular varki Allah'ın emrini bekliyor.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

13

08.03.2007, 21:41

Siyasetle meşgul olmayalım mı peki.
Elbette. ıslam'da ne kadar yeri varsa ve ne kadar önemli ise okadar.

Hem de ıslam daki yerini ve önemini iyi anlamak ve Siyaseti gereği gibi talim etmekle mümkündür. O dahi -cüzzi de olsa - dini ve insani bir vazifedir.

Ancak siyasette uslup ve hareket tarzı ve niyet ve ne istediğini bilmek de önemlidir. Siyasette isabet için yegane şart budur.
Eğer uslubunuz,hareket tarzınız ve niyetiniz yanlışsa partide isabet etseniz dahi yanlışsınız. Zira, hedef başkadır.

Bunu bir örnekle açıklayayım

Diyelim ki bir adam kuyu kazıyor. Siz ona yardıma koşuyorsunuz. Sizin amacınız altın bulmak. Kazan adamında niyetinin o olduğunu sanıyorsunuz. Hatta abartalım "adam size altın aradığını -belkide altından daha değerli bir şey aradığını- söylemiş olsun"

Kazdınız su çıktı. Adam "tamam aradığım buydu" deyip kazıyı bıraktı.
Siz şaştınız. Adamı "yalancılıka ve dolandırıcılıkla suçladınız". Oysa sen adamın özelliğine bakmadın. O bir çiftçiydi. Onun gözünde su altından değerliydi. Amacına ulaştı, onun seni yarı yolda bıraktığını sandın. Oysa o su senin içinde altın kadar değerli zira sen de hayvancılıkla uğaraşıyormuşsun. Sen de o kuyuu bıraktın çektin gittin. Başak kuyulara dadandın. Onlardan zehir çıktı, yılan çıktı. Bu arada hayvanların susuzluktan telef oldu. Ne altına ulaştın ne hayvanlarına baktın.


ışte siyasette böyle yanılgılar çok olduğu içindir ki çok partili döneme geçişten bu yana halk bir oraya bir buraya gidiyor. Kim bilir ona altından değerli ne cevherler sundu da o beğenmedi. Sonrada onu ihanetle veya beceriksizlikle suçladı.
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

14

09.03.2007, 11:01

Tek Adam mı ,Cemaat ruhu mu?

Dünyada Türkiye üzerine büyük oyunlar oynanıyor.

Evet doğrudur.

Dünyada büyük fırtınalar kopuyor. Adete üçüncü dünya savaşı istihbarat kuruluşları, diplomasi ve ekonomi cenahında devam ediyor.

Bir söz vardır, hanesini tamir edemiyen ,hiç bir yeri tamir edemez.

Dünyada ki savaşlar ve içteki Türkiye üzerine oynanan oyunların aktörleri asla tek bir kişi üzerine bina edilmemiş. Bunlar komitecilikten gelen şahs-ı manevinin güzü ile bir avuç olmalarına rağmen galebe geliyorlar.

Oysa bakın Türkiyede o dehşetli komitelere nasıl mukabele edilmeye çalışıyor.

Br gazetede okumuştum "Sayın Başbakanımızın doğum günüde sürpriz yapılıyor. Neşeli milletvekilleri "sadakat" yemini ediyor. Sonra AKP arkasında giden insanlara bakıyoruz "sadakat yemini ediyorlar.

"Ee ne var bunda"

Hayır efendim ,başbakan hizmetkar olmalıdır. Hizmetkara sadakat yemini edilmez. Hizmetkar sadakat yemini eder. (Ben sadık olduğuna inanıyorum)

Ama mevzu bu değil, o sadakat yemini eden kişilerin zihniyeti, gücünü komitelerin şahs-ı manevisinden alan şer odaklarına bir kişi ile mukabele etmek istiyorlar. O dehşetli güce samimi, dürüst olsa tek bir adamla mukabele edilmez. Ancak gücünü meşveretten alan, asla tek bir şahsa bağlı kalmayan bir cemaat gibi hareket eden kişilerle mukabele edilir. Sayın Tayyip Erdoğan gibi nadide şahsiyete yazık ediyorlar.

Liderin vasfı odur ki ;gücünü meşveretten alan ,meşveretten çıkan kararları cemaatin uygulamasını kontrol eden kurulun başı memur olmak. Bakınız böyle bir tanımda başa gelen hain olsa ne olur, dürüst olsa ne olur.

Cemaatin ruhunda yer,mekan yoktur. Nerde olursa olsun her şartta, oturduğu yerde evinde ,iş yerinde, sokakta ,kahvede her yerde hizmet eder, şer odaklarının oyununu bozmak için çalışır.

ışte bunun adı halkı yönetime dahil etmektir. Kişiler üzerine değil cemaat üzerine olmaktır. Göz önünde olan koyun sürüsünü hangi kurt kaparmış. Nurani zincirlerle bağlı olan aslanların zincirini hangi kurnaz tilki çözermiş.

Bu ıslam'ın emridir, insan olmanın vasfıdır, çağın gereğidir, siyasetin gereğidi, hürriyetin gereğidir.
ışte bu gücü hiç bir şer odağı yıkamaz.

Bakınız Atatürkün dediği gibi "Bir gün bütün kaleler zapt edilmiş olabilir". Evet bu gün bu durumdayız. Önemli bir kısım medaya,pek çok ticari kuruluşlar, bazı egemen güçlerde ki şahıslar , hatta din adına pek çok kurum ve kişler, bazı siyasi kurum ve kişiler .
Bunlar öyle bir ittifak içinde çalışıyorlar ki, cemaat ruhu taşımayan hiç bir güç, kişi, siyasi parti ile mukabele edemez.
Evet bu gün tek zapt edilememiş kale "cemaat ruhudur"

Kişiler üzerinde kurulmuş her parti ve hareket mağlup olacaktır. O kişi ne kadar parlak ve samimi olsa bile. Siz o kişinin arkasında olduğunuzu söyleseniz bile.

Bir söz vardır, hanesini tamir edemiyen ,hiç bir yeri tamir edemez.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

15

15.03.2007, 18:38

28 şubat Dönemi’nde (18 Nisan 1997 tarihinde) bir jandarma tuğgenerali, TRT kameralarının önünde Türkiye’nin Başbakanı’na ‘Sen adam değilsin’ demişti. Bu hakaretinden dolayı bırakınız cezalandırılmayı, hakkında soruşturma dahi açılmamış; mükafaten de tümgeneralliğe terfi ettirilmişti.

O sırada YDP Genel Başkanı idim. Devlet Bakanı olan yakın dostum Abdullah Gül’e telefon ederek, Genelkurmay’a Başbakanlık’tan talimat gönderip soruşturma açtırmaları gerektiğini söyledim. Bunun üzerine Bakan Gül, beni cevaben aradı ve yazıyı yazdırıp Başbakan Erbakan’a verdiğini söyledi. Ben de basın toplantısı yaparak 28 şubatçılara, ‘Bakalım ne cevap verecekler?’ dedim. Ertesi gün Genelkurmay II. Başkanı Org. Çevik Bir, ‘Bize böyle bir yazı gelmedi’ diye sırıtarak açıklama yaptı. Tekrar Gül’ü arayınca, ‘Hoca yazıyı göndermemiş.

Ben bizzat yanında durarak imzalattım. Artık yazı gönderilecektir’ dedi. Erbakan Hükûmeti düştükten sonra Gül bir akşam yemeğinde bana, Erbakan’ın yakını olarak Başbakanlık makam odasını topladığını ve sümenin içinden imzalanmış fakat gönderilmemiş yazıyı bulduğunu söyledi.

Radikal, 27.2.2007
Hasan Celal GÜZEL
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

Mesajlar: 12

Meslek: mobilya ve dek. (teknisyeni)

  • Özel mesaj gönder

16

28.03.2007, 18:45

yüreğinize elinize sağlık...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir