Giriş yapmadınız.

1

04.01.2011, 21:03

Said Nursî ve M. Kemal

Bugüne kadar Tarihçe-i Hayat ve Mesnevî-i Nuriye gibi temel eserlerinde defaatle okuduğumuz metnin M. Kemal’e yazılan bir mektup olduğu şeklinde bir iddia ortaya atıldı.
Daha önce Hür Adam filmine savcılık tarafından soruşturma açıldığını haberleştirmiş olan Habertürk gazetesi bu iddiayı “Said-i Nursî’nin Atatürk’e 88 yıllık mektubu: İslâm kahramanı Paşa Hazretlerine” manşetiyle âleme ilân etti.
Buna göre, mektubun orijinali Çankaya Köşkü Arşivinde muhafaza ediliyormuş. Ve nedense! yıllarca saklandıktan sonra şimdi ortaya çıkarılmış.
(O arşivle doğrudan ilgili bir kaynağın söz konusu “belge”yi kuşkuyla karşıladığını da kaydedelim.)

Kazım GÜLEÇYÜZ
irtibat@yeniasya.com.tr



Gazetenin sunum şekline bakıldığında, meselenin arkaplanını bilmeyenler, Bediüzzaman’ın M. Kemal’e övgüler düzdüğünü düşünebilirler.
Ki, bu “övgüler düzme” ifadesi, gazetenin ilk sayfadaki manşet spotlarında aynen yer almakta.
Peki, böyle birşey mümkün mü ve vaki mi?
Dediğimiz gibi, on maddeden oluşan metin, risalelerde yıllardan beri yayınlanıyor. Niçin ve kime hitaben yazıldığı konusunda ise, Üstadın tasdikinden geçen Tarihçe’de şu bilgi veriliyor:
“Meclis-i Meb’usanda (Birinci Mecliste) dine karşı gördüğü lâkaytlık ve garplılaşmak bahanesi altında Türk milletinin mefahir-i tarihiyesi (tarihî iftihar vesileleri) olan şeair-i İslâmiyeden bir soğukluk gördüğü için, meb’usların ibadete, bilhassa namaza müdavim olmalarının (devam etmelerinin) lüzum ve ehemmiyetine dair bir beyanname neşreder ve meb’uslara dağıtır; Kâzım Karabekir Paşa da M. Kemal’e okur.” (s. 218-9)
Sonrası, yine Tarihçe’de şöyle anlatılıyor:
“Bu parça meb’uslara ve umum kumandanlara ve ulemalara okutturulmakla, reisle şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir. Bir gün Divan-ı Riyasette (Başkanlık Divanında), elli-altmış meb’us içinde karşılıklı fikir teatisinde, M. Kemal Paşa, ‘Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz’ der.
“Bu söz üzerine Bediüzzaman, birkaç mâkul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak, ‘Paşa, Paşa! İslâmiyette imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur (reddedilip dışlanmıştır)’ der. Fakat Paşa tarziye verir (özür diler), ilişemez.” (a.g.e., s. 226)
Söz konusu kaynaklarda “mektup” değil, “beyanname” olarak zikredilen metnin başındaki hitapta adres ve muhatap “Ey mücahidîn-i İslâm ve ey ehl-i hallü akd” ibaresiyle milletvekilleri başta olmak üzere devrin bütün idarecileri olarak gösterilirken, üzerindeki tarih 13 Ocak 1923.
Habertürk’ün doğruluğu kendisinden menkul “belge”sinde gösterilen ise farklı: 23 Kasım 1922.
Peki, Said Nursî, o beyannameyi önce mektup şeklinde M. Kemal’e verip ardından milletvekillerine seslenen bir metin haline getirerek dağıtmış olabilir mi? Kuvvetli delillerle ispata muhtaç olan böyle bir ihtimal yeni hususları akla getirir.
“M. Kemal’e yazılan mektupla istenen netice alınamamış ki, aynı metin daha sonra bütün milletvekillerine ve kumandanlara dağıtılmış; Karabekir tarafından M. Kemal’e okunmuş; onun bu kadar kızmasının bir sebebi de gizli kalmasını istediği mektubun bu kadar yayılması imiş” gibi...
Mektubun önce ona yazıldığını farz etsek dahi, M. Kemal’in bütün Müslümanlar tarafından “İslâm kahramanı” olarak görüldüğü ve gerçek niyetlerini henüz açığa vurmadığı bir dönemde kullanılması gayet normal olan nezaket cümlelerini “övgüler düzmek” olarak takdim eden bir sunum, düne kadar özellikle “Atatürk düşmanı” olmakla suçlanan Bediüzzaman’ı da, “dindar Atatürk” imajı için istismar etme aşamasına geçildiğinin yeni bir tezahürü olarak görülmeli.
Oysa Said Nursî’nin, M. Kemal’le bizzat görüşmelerinde yaptığı teşhislerle vardığı kanaatlerin külliyattaki kayıtları tam tersini gösteriyor.
Bunlar varken, ikisini barıştırmaya kimse heveslenmesin ve boşuna uğraşmasın; başaramaz.
05.01.2011
Ümirvâr olunuz: şu istikbal inkilâbı içinde en yüksek gür sadâ islâmın sadâsı olacaktır

:thumbsup:

2

04.01.2011, 21:06

Arşivler dile gelse...
Dünkü ana yazının konu başlığı "Örtülü tarihimiz"di. Bugün ise, Habertürk'ün manşet haberinde yer alan "Said–i Nursi’nin Atatürk’e yazdığı mektup" ibaresini görünce, konu başlığı olarak ilk anda "Özürlü tarihimiz" diye yazmayı düşündüm, sonra da bundan vazgeçtim.
Haberde, söz konusu mektubun 23 Kasım 1922’de M. Kemal'e hitaben yazıldığı, Cumhurbaşkanlığı arşivinde bulunduğu ve üzerinde ayrıca “Çok mühim bir mektup” notu düşülerek saklandığı ifade ediliyor.
Şimdi gelin de, resmî tarihimizin nesillere dikte ettirdiği doğru ve yanlışları hakkında şüpheye düşmeyin...

M. Latif SALİHOĞLU
latif@yeniasya.com.tr



Daha düne kadar, koca koca tarihçiler bile, Said Nursî ile M. Kemal'in Ankara'da birebir görüştüklerine, yahut karşılaştıklarına dair bir bilgiye sahip olmadıklarını söylüyorlardı.
Bu belge hadisesinden sonra ise, evvelâ "Hiç görüşmediler, hiç karşılaşmadılar..." yollu teraneler de bitmiş olacak.
Geriye kalıyor, söz konusu belgenin uzmanlar tarafından incelenmesi ve daha başka belgelere dair bir arşiv taramasının yapılması.
Ne var ki, bu iş öyle kolay olacak gibi görünmüyor. Zira, bu ülkede cidden bir "özürlü tarih" anlayışı hükmünü halen de devam ettiriyor.
Şayet öyle olmasaydı, Said Nursî hakkında 88 yıldır suskunluk içinde duran Çankaya'nın özel arşivinden bugün değil, çok zaman evvel ses gelmesi gerekirdi.
Çünkü, Said Nursî, yüz yıldan fazla bir zamandır ülkenin gündeminde.
Aynı şekilde, 1920'den bu yana Ankara merkezli yeni devletin/hükûmetin nazar–ı dikkatini celp eden bir şahsiyet.
Son otuz beş yıllık ömrünün tamamı hapislerde, sürgünlerde, mahkemelerde geçti. O halde, bunca zaman zarfında, resmî dairelerden onun hakkında neden hiç ses çıkmadı?
Çelik kasalarda, kilitli arşivlerde, kozmik odalarda, Said Nursî ile ilgili niçin herhangi bir belgeden–bilgiden söz edilmedi.
Dünya çapındaki tarihçi ve araştırmacılarımız, bu konuda niçin bilgilendirilmedi?
Siz, millet ve memleket meselelerinde Allah'ın her günü ahkâm kesen entellerimiz arasında Said Nursî hakkında "konu cahili" olmayan kaç kişinin ismini verebilirsiniz?
Ayıp değil mi, yazık değil mi bu durum? Kim iftihar edebilir, içinde bulunduğumuz bu tabloyla?
Gelelim, söz konusu belge hakkındaki ilk değerlendirmelere...
Bu belgenin, Said Nursî tarafından M. Kemal'e hitaben yazılmış bir mektup olduğu iddia ediliyor.
Başlık kısmı hariç tutulduğunda, mektubun muhtevası hakkında zaten bir umumî kabul vardır. Buna itiraz eden yok.
Çünkü, 10 maddelik bu mektup, "Beyannâme" adı altında, müstakilen hem 19 Ocak 1923'te Tan Matbaasında basılmış, hem de aynı günlerde Yenigün Matbaasında basılan Hubab (Tabiat) Risâlesine derc edilmiştir.
Geriye kalıyor, M. Kemal'in şahsı ile ilgili başlıktaki ifadeler...
Bunun da, ne derece doğru olduğu, ancak belgenin aslına bakılması ve dikkatle incelenmesi neticesinde anlaşılır.
Yakın zamanda, yine Habertürk'ten Murat Bardakçı'nın 1935'teki Said Nursî'nin Eskişehir Mahkemesi tutanakları diye yayınladığı belgenin, gerçeği olduğu gibi yansıtmadığını tesbit ettik. (Yeni Asya, 1–2 Eylül 2009)
Keza, "Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi" antetli "Abdoşun mirası" dâvâsına dair bir Osmanlıca belgenin de sahte olduğu, gerçeği yansıtmadığı iddia edildi.
Demek ki, belgeler üzerinde oynamak, bunları tahrif etmek mümkün olduğu gibi, aynı konuyla ilgili farklı yerde, farklı zamanda düzenlenmiş belgeler de olabilir.
Dolayısıyla, toptan red veya kabul yönüne gitmeden, evvelâ belge üzerinde ciddî, esaslı bir incelemede bulunmak, ondan sonra gerekli yorum ve değerlendirme cihetine gitmek, çok daha uygun olur.

Tarihte bugün neler oldu? 5 OCAK
Ümirvâr olunuz: şu istikbal inkilâbı içinde en yüksek gür sadâ islâmın sadâsı olacaktır

:thumbsup:

3

05.01.2011, 08:26

2011 yılı çok şeylere gebe,

bu yıl zaten üstadın 50. vefat yıldönümü değil mi?

gibişat devlerin nasıl cüce,

cüce ve zavallı gösterilenlerinde nasıl kahraman olduğunu gösterecek,

hiçbir şey gizli kalamaz.

biz yeterki davamıza dört elle sarılalım. :risaleokumak: :yeniasya:

4

05.01.2011, 09:55

Evet 2011 Allah'ın izniyle Said Nursi'nin , şahsiyetiyle , eserleriyle , ahlakıyla, duruşuyla , tavrıyla her yönden gündemde olacağı bir yıl olacaktır.Ve İnşallah Yine Üstadımız Hz.leri'nin müjdelediği günlerin ap açık başlangıcı mahiyetinde olacaktır. Şart o ki; İman _ Kur'an hizmetine dört elle sarılmamız halinde.Nurları sıklıkla okumalı ve içerisindeki hakikatleri insanlara tebliğ etmeliyiz.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

05.01.2011, 22:14

Basın açıklaması: Bediüzzaman - M. Kemal Görüşmesi

Bediüzzaman'ın Ankara Günleri

Bediüzzaman Said Nursî'nin, devlet/hükümet merkezi olma inisiyatifini kaybeden İstanbul'dan ayrılışı, Ankara'ya gelişi ve yeni idare merkezi olan Ankara'da kalışı, yaklaşık 7–8 aylık bir süreyi ihtiva ediyor.
Bu süre zarfında, her iki merkezde de, özellikle askerî, siyasî ve fikrî sahada pek büyük, hatta olağanüstü denilebilecek derecede gelişmeler yaşanıyor.
Bunların nelere olduğuna, yazının akışı içinde yeri geldikçe değinilmeye çalışılacaktır.
Bu çalışmanın ağırlıklı noktasını ise, Bediüzzaman Said Nursî'nin Mustafa Kemal ile karşılaşma ve tartışma sahneleri teşkil ediyor.
Malum, pek yakında vizyona girecek olan "Hür Adam" filminin medya ve kamuoyu cephesindeki en tartışmalı kısmı, filmin fragmanında da yer verilen bu sahneler oldu.

Kritik dönem
Gerek resmî ve gerekse gayr–ı resmî kaynaklarda yer alan bilgilere göre, Said Nursî, 9 Kasım 1922* tarihinde Ankara'da bulunmuş, Meclis'te kendisi için bir "Hoşâmedî" merasimi yapılmış ve kendisi de kürsüye çıkarak, mebuslara hitaben konuşup muzafferiyet için duâ etmiştir.
Bediüzzaman için Meclis'te yapılan resmî merasimle ilgili olarak, aynı tarihli Zabıt Ceridesi'nde yer alan bilgilerin bir kısmını hatırlatmakta fayda var.
Bediüzzaman, özel dâvet ile ve bazı dostlarının ısrarlı talepleri üzerine İstanbul'dan Ankara'ya gelmişti.
Açık oturum şeklinde (135. içtima/oturum) gerçekleşen o günkü Meclis toplantısında, Üstad Bediüzzaman da dinleyici salonunda (kendi ifadesiyle "sami'în locası"nda) oturmakta idi.
Onu aralarında gören bazı milletvekili dostları, Meclis Başkanlığına teklifte bulundular. Teklif kabul gördü ve Bediüzzaman duâ için kürsüye dâvet edildi.
Bediüzzaman'ın burada yapmış olduğu konuşma ve duâya dair detaylı bilgilerin yer aldığı Zabıt Ceridesinin orijinal nüshaları, Meclis arşivinde ve Ankara'daki Millî Kütüphanede bulunmaktadır.
Bu hususla ilgili olarak resmî tutanakta kayda geçen metnin bir kısmı şöyledir:
"Ulemadan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine Beyan-ı Hoşâmedî.
“Reis: Efendim, Bitlis mebusu Arif Bey'le rüfekasının (arkadaşlarının) takriri (önergesi) vardır:
"Riyaset–i celileye,
“Vilâyât-ı Şarkiyye ulema-i benamından olup, Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli'yi ziyaret etmek üzere İstanbul'dan buraya gelerek, Sami'în Locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine 'beyan-ı hoşamedî' edilmesini teklif eyleriz.
Takriri (önergeyi) veren mebuslar: Bitlis milletvekili Arif, Bitlis milletvekili Derviş, Bitlis milletvekili Resul, Muş milletvekili Kasım, Muş milletvekili İlyas Sami, Siirt milletvekili Salih, Ergani milletvekili Hakkı
“Alkışlar...
“Rasih Efendi (Antalya): Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini kendilerinden rica ederiz.”1
Said Nursî'nin o günlerde Ankara'da olup olmadığını bilmediğini (hatta zannetmediğini) TV ekranlarından duyuran tarihçi, araştırmacı ve gazetecilerin bilgi eksikliğini gidermek için bu belge yeterli olacaktır.
* * *
Bu günlere dair önemli bazı ayrıntıları da şu şekilde sıralamak mümkün:
* O tarihte Meclis Başkanlığı makamında bulunan kişi M. Kemal'dir.
* Vekiller Heyeti Reisi (Bakanlar Kurulu Başkanı, Başbakan) ise Rauf Orbay'dır.
* Dışişleri Bakanı olan İsmet Paşa, Lozan'a gidecek heyetin başına tayin edilmiş olup, bu tarihte Ankara'da değildir. "Hatırat"ıyla ünlü Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur da aynı durumdadır.2
* 1 Kasım 1922'de, Saltanat ile Hilâfet birbirinden ayrılarak, Saltanat lağvedildi. Buna göre, yönetim merkezi hem resmî, hem de fiilî olarak Ankara'ya devredilmiş oldu.
Ulaşabildiğimiz hemen bütün kaynaklar, Said Nursî'nin Saltanatın ilgası ve Lozan sürecinin başlangıcı sayılan Kasım 1922'den Lozan'daki nihaî görüşmelerin (II. Lozan Konferansı) hızlandığı Mayıs 1923 tarihine kadar geçen bu en kritik aşamada Ankara'da bulunduğunu gösteriyor.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

6

05.01.2011, 22:16

Mustafa Kemal ile karşılaşma

1) Meclis'te, Başkanlık Makamında

Elimizdeki bilgilere göre, Said Nursî ile M. Kemal Ankara'da birkaç defa doğrudan görüşmüşlerdir.
Ayrıca, hemen her karşılaşmada, derin görüş ayrılıkları sebebiyle, aralarında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır.
Bu tartışma safhalarına dair, Bediüzzaman, muhtelif mektup ve eserlerinde şu bilgileri aktarıyor:

"Ankara da, divan–ı riyasetinde (Meclis Başkanlığı makamında) pek çok mebuslar varken Mustafa Kemal şiddetli bir hiddetle divan–ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak: 'Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin.' Ben de onun hiddetine karşı dedim: 'Îmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur."
"Hazır mebus dostlarım telâş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, adeta dehşetli bir kuvveti ve hakikati hissedip geri çekilmesi, ikinci gün hususi riyaset odasında (odasında başbaşa), Hücumat–ı Sitte'nin Birinci Desiseden …ta İkinci Desiseye kadar, bir saat tamamen ona söyledim.
"Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hatta taltifime çok çalışması…"3

Buradaki ifadelerden anlaşılıyor ki, bir gün arayla iki defa görüşme olmuş. Biri kalabalık mebusların bulunduğu ortamda, diğeri ise Başkanlık odasında baş başa olmak üzere…

2) Parlak teklifler

M. Kemal ile bir başka görüşmenin "parlak teklifler paketi" çerçevesinde gerçekleştiği anlaşılıyor.
Bediüzzaman, bu görüşme hakkında şunları beyan ediyor:
"Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: 'Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip, Kürdistan'a ve vilâyât–ı şarkiyeye, Şeyh Sinûsî yerine vâiz–i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun' dediler.
"Ben de onlara cevaben dedim ki:….."4

Değişik kaynaklarda, bu görüşme esnasında, Said Nursî'ye ayrıca Çankaya'da bir köşk, milletvekilliği ve kurulacak Diyanet Dairesinde mühim bir mevki tekliflerinin yapıldığı da kayd ediliyor.
Said Nursî ise, yapılan bütün bu parlak teklifleri elinin tersiyle itiyor; M. Kemal'in emri altında çalışmayacağını, ancak dünyalarına da karışmayacağını şu sözleriyle ifade ediyor:
"Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı Hutuvat–ı Sitte namındaki mücahedatımı takdir edip, beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi.
"Bizimle çalış" dediler.

"Dedim: 'Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.'
"Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirak etmedim. Çünkü…."5

3) Fetva konusu

Said Nursî ile Mustafa Kemal arasında, "dinde reform" niteliğini de aşacak mahiyette bir fetva meselesinin tartışmalı şekilde cereyan ettiği anlaşılıyor.
Aynı zamanda, iplerin kopması ile sonuçlanan bu fetvâ meselesinin başında şu üç madde geliyor: Heykel fetvası, içki fetvası ve kadınların kısmen açılabileceğine dair bir fetva.
Said Nursî, bu fetva teklifini bütünüyle reddeder. Bundan dolayı da başına gelmeyen kalmaz.
Hatta öyle ki, ömür boyu çektiği hapis ve sürgün cezasının ana sebebinin, bu dönemde yaşadığı hadiseler olduğunu, gerek eserlerinde ve gerekse hatıralarında defalarca beyan eder.6
Bir diğer kaynakta ise, aynı konu, aynı paralelde olmak üzere şu şekilde naklediliyor:
"M. Kemal sordu: 'Molla Said! Heykel meselesindeki fikrin nedir? Ben Sarayburnu'na bir heykelimin dikilmesini istiyorum. Buna ne dersin? Bunun bir fetvasını bulabilir misin?'
"Said Nursî: 'Paşa! Biz sana heykel dikmen için mi yardım ettik? Millet bunun için mi harbetti? ...Büyük Kur'ânımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanın heykelleri camiler, medreseler, hastahaneler, yetimhaneler gibi mâbedler ve hayır müesseseleridir."7

Birbirine taban tabana zıt iki düşünce akımı, işte bu tarihlerde ve böylelikle gün yüzüne çıkıyordu.
Said Nursî, Lozan'daki dayatmaların Ankara'da ma'kes bulacağı kanaatiyle, "bâb–ı hükûmet"ten izzet û ikbâl ile ayrılarak, trenle Ankara'dan Van'a doğru yola çıkar.
Görgü şahidi Tevfik Demiroğlu'nun anlattığına göre, o esnada tren garında bulunan M. Kemal, heykel meselesini tekrar açarak Said Nursî'nin hem fikrini sorar, hem de yaptığı parlak tekliflerle onu gitmekten caydırmaya çalışır.

Ancak, bu son teşebbüs de neticesiz kalır. Said Nursî, orada da kesin bir kararlılıkla hem değişmeyen fikrini tekrarlar, hem de artık birlikte çalışamayacağı yönünde kesin ifadeler kullanır.8
Said Nursî, hem dine muhalif, hem de farklı siyasî görüş sahiplerine hayat hakkı dahi tanımayan Ankara'nın o zamanki idarecileriyle uzlaşamayarak ayrılır ve ömrünü uzun vâdeli bir iman hizmetine vakfetmek niyetiyle Van'a çekilir.**

4) Tren Garındaki son karşılaşma

Bediüzzaman ile M. Kemal'in son karşılaşması, yukarıda da değinildiği gibi Tren Garında gerçekleşiyor.
Bediüzzaman, Ankara'dan ayrılmak üzere istasyona geliyor. Yanında yeğeni Abdurrahman ile talebesi Tevfik Demiroğlu var.
O esnada M. Kemal de istasyonda olup, Said Nursî'yi gitmekten vazgeçirmek için, kendisine yaptığı parlak teklifleri bir kez daha düşünmesini ister. Ancak, değişen bir şey olmaz yine.
Bu arada, yeğeni Abdurrahman da aynı meselede amcasının fikrini sorar. Aralarında son derece ibretli ve dikkat çekici bir konuşma cereyan eder.
Nur Talebelerinden Hakkı Yavuztürk, bizzat Üstad Bediüzzaman'dan dinlemiş olduğu bu vak'a hakkında şunları naklediyor:
"Bir ziyaretimiz esnasında Ceylan Çalışkan'ın cesaretinden sitayişle bahseden Üstad Bediüzzaman, devamla 'İşte benim Abdurrahman'ım da böyle cesur bir talebeydi' diyerek, 1923 senesine dair bir hatırasını aktardı.

"Biliyorsunuz, Üstad Bediüzzaman 1923 yılı başlarında Ankara'da bulunuyor. Yeğeni Abdurrahman da o esnada Meclis'te kâtip olarak çalışıyor. Üst tabakadan bazı adamlar tarafından Said Nursî'ye Ankara'da kalması ve yeni Meclis'le beraber çalışması için çok parlak teklifler yapılıyor.
"Esasında Abdurrahman'ın arzusu da bu yönde. İstiyor ki, amcası Ankara'da kalsın ve üst düzey yönetimle birlikte çalışsın.
"Ne var ki, Üstad Bediüzzaman'ın niyeti ve düşüncesi çok farklı. O, hiç uyum sağlayamadığı adamlardan uzaklaşmak, bu sebeple Ankara'dan ayrılıp memleketine gitmek istiyor.
"Üstad, Ankara'dan hareket edecek olan trene binmek için istasyona geliyor. Yeğeni Abdurrahman da yanında. Ayrıca, istasyonda bekleşen ekâbirden bazı adamlar da var.
"Genç Abdurrahman, kafasını kurcalayan bir suâli Üstad'ına yöneltiyor: 'Ey amuca, senin bu haline bir türlü akıl–sır erdiremedim. Sana yapılan o parlak teklifleri neden kabul etmedin? Halbuki, bu teklifler bir tek sana yapıldı, başka hiçkimseye yapılmadı. Muhterem amucam ve üstadım, acaba benim bu müşkilimi halletmeyecekler mi?'

"Hz. Üstad, yeğeni Abdurrahman'a orada diyor ki: 'Bak evlâdım. Bazı rivâyetlerde haber verilen âhirzamanda gelecek ve din–i mübin–i İslâma darbe vuracak dehşetli adam(lar)ın kim olduğunu yakînen gördüm. Bütün alâmetleri yüzlerinde ve efallerinde okudum. Böyleleriyle çalışamam'

"Bu açıklama üzerine, Abdurrahman birden celâlleniyor ve belindeki kamasına dahi davranarak, amcasından emir beklercesine diyor: 'Demek ki öyle ha... Madem öyle, muhterem amuca siz bana izin verin, hemen gidip onu burada hançerimle öldüreyim.'

"Ancak, Üstad Bediüzzaman onun böyle bir teşebbüste bulunmasına müsaade etmiyor, mani oluyor ve ona şu hakikatli rivâyetleri hatırlatıyor: 'Bak evlâdım, yine rivâyetlerde var ki, onun zamanına yetiştiğinizde, ona karşı kuvvetle ve siyasetle mukabele etmeyin' diye tavsiye ediliyor. Çünkü, bu cihetiyle o galiptir, yani daha kuvvetlidir. Hem, eğer haber verilen şahıs o adam ise, zaten sen onu öldüremezsin. Zira, eşhâs–ı âhirzaman öldürülmekten mahfuzdur. Herbiri kendi vazifesini yapacaktır. İşte bu sebep ve hikmete binaen, ben de onlarla çalışmayıp çatışmayarak Van'a gitmeyi ve uzun vâdeli bir ilmî mücahede içine girmeyi tercih ediyorum."9

Merhum Hakkı Yavuztürk'ün anlatmış olduğu bu hatırayı, Tevfik Demiroğlu başta olmak üzere, "Son şahitler"den daha başka kimseler de naklediyor.
1920'de işgal altındaki İstanbul'da "Hutuvât–ı Sitte" isimli broşürün neşir ve dağıtımında hizmet eden, 1923'de ise Ankara'da memur olarak bulunan Tevfik Demiroğlu, hatıralarında özellikle Üstad Bediüzzaman'ın Ankara'daki vaziyeti ve niçin Ankara'dan ayrılmak istediğini daha başka boyutlarıyla da anlatıyor.10
Bediüzzaman Said Nursî'nin Ankara'dan ayrılma gerekçesinin bir başka şahidi ise, jandarma Hasan Ergen'dir.11
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

7

05.01.2011, 22:22

Beyannâme ve Tabiat Risâlesi

Said Nursî, Ankara'da bulunduğu zaman zarfında, Tabiat Risâlesi isimli eserini Arapça olarak, milletvekillerine hitaben yazdığı 10 maddelik bir Beyannâmeyi de Türkçe olarak neşretti.
Tabiat Risâlesi, Yeni Gün matbaasında, Beyannâme ise Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyin Tan Matbaasında basıldı.
O zamanki Ankara günlerine dair bir hatırayı da, bizzat Üstad Bediüzzaman'ın ifadelerinden naklederek konuyu tamamlayalım.
Bediüzzaman Hazretleri, Yirmi Üçüncü Lem'a olarak Risâle–i Nur Külliyatı içinde yer alan Tabiat Risâlesi isimli eserinin başında, yukarıda bahsini ettiğimiz fırtınalı Ankara seyahatinden şu şekilde söz ediyor: "1338'de (1922–23) Ankara'ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan'a galebesinden neş'e alan ehl–i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. 'Eyvah' dedim. 'Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!' ...Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu."
Tabiat Risâlesi isimli bu eserin hemen başındaki bir "Haşiye"de ise, aynen şu izahat var: "Bu risâlenin sebebi telifi, gayet mütecavizâne ve gayet çirkin bir tarzla, hakaik–i imaniyeyi tezyif edip, bozulmuş aklı yetişmediği şeye hurafe deyip, dinsizliği tabiata bağlayarak, Kur'ân'a hücum edilmesidir."12
Dipnotlar

* Bu tarihin, Rumî takvime göre "9 Teşrinisâni 1338" diye yazması kimseyi şaşırtmamalı. Zira, 1917 ile 1926 yılları arasında Rumî takvim ile Milâdî takvim arasındaki 13 günlük fark kaldırılmış; dolayısıyla iki takvimin de ay ve gün kısmı uygulamada eşitlenmiştir.

** Hür Adam filminde, sadece fetva konusuyla ilgili ikili görüşmenin cüz'î bir kısmına yer veriliyor.

1. Zabıt Ceridesi, c. 24, s. 457; Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, Yeni Asya Yayınları, İst., 1976, s. 245–246.
2. TC Tarihi Kronolojisi, TTK Yayını, Ankara 1988, s. 363–364.
3. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 214; Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 498.
4. Bediüzzaman Said Nursi, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 258.
5. Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 195.
6. Necmettin Şahiner, Son Şahitler–II, s. 298; Nursi, Emirdağ Lâhikası, s. 247.
7. Bkz: Son Şahitler'den Tevfik Demiroğlu'nun hatıraları ile Av. Hulusi Bitlisî'nin Afyon Mahkemesi Müdafaasından nakille, N. Şahiner'in Bediüzzaman'ın biyografisine–BTBSN–dair eseri, s. 250, Yeni Asya Yayınları, İst., 1976.
8. Şahiner, Son Şahitler–I, s. 219.
9. M. Latif Salihoğlu, Yeni Asya, 15 Ocak 2007.
10. Son Şahitler–1, s. 216.
11. Son Şahitler–2, s. 295.
12. Bediüzzaman Said Nursi, Lrm’alar, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 181.





Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Bu konuyu değerlendir