Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

1

28.07.2007, 18:23

'Anayasada Atatürk ilke ve inkılaplarına gerek yok'

bence bu konuyu ayrı bir sayfada tartışmaya açalım...


'Anayasada Atatürk ilke ve inkılaplarına gerek yok'


[img:274:260]http://www.hurriyet.com.tr/_newsimages/3808277.jpg[/img]

AKP'nin hukukçusu Prof. Zafer Üskül, "Bu ifadelerin sivil anayasada yer almaması onların önemini azaltmaz" dedi.


AKP'nin hukukçu milletvekili Prof. Dr. Zafer Ülkül, kafasındaki "sivil ve renksiz anayasa"yı tanımlarken, anayasanın başlangıç kısmında ve maddelerinde Kemalizm ideolojisinin yansımaları olan "Atatürk milliyetçiliği" ve "Atatürk ilke ve inkılapları" gibi kavramların yer almasının gereksiz olduğunu savundu. Üskül'ün, sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

* Sivil ve renksiz bir anayasayı savunuyorsunuz, ne demek bu? Demokrasi dışı yöntemlerle yapılan anayasalar çok eleştiri konusu oluyor ve benimsenmiyor. Renksiz bir anayasa lazım. Herhangi bir ideolojiyi öngörmeyen, dayatmayan bir anayasa lazım.

* 1982 Anayasası Kemalizm ideolojisini mi yansıtıyor? Anayasanın başlangıç bölümünde ve birçok maddesinde bu var. Yeminde de var mesela. Atatürk milliyetçiliği var, Atatürk ilke ve inkılapları var. Bütün bu kavramlar, Anayasa Mahkemesi'nin yasaları denetlemesi sırasında temel alınıyor. Dolayısıyla ideolojiler, siyasi partilerin işidir. Her siyasi parti kendine özgü bir ideolojiyi savunabilir, savunmalıdır. Farklılıklar öyle ortaya çıkacaktır. Kemalist bir parti de kurulabilir, kurulmalıdır da. Bunu destekleyecek insanlar çıkar. Ama anayasalar bütün bu ideolojilere eşit mesafede durmalıdır. Renksiz olmalıdır. Biz bunu renksiz bir anayasa olarak tanımlıyoruz. Avrupa anayasa anlayışı da böyledir.

* Atatürk milliyetçiliği ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yer alıyor. Bu ifadelerin çıkarılması mı gerekecek? Yer almaması doğru olur diye düşünüyorum. Bu bir eksiklik değildir. Mustafa Kemal Atatürk'ün bütün ulusun önderi olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu ortak değerdir. Bu herkesin sahip olması gereken ortak değerdir. Mustafa Kemal Atatürk başka bir şeydir, Kemalizm veya Atatürkçülük başka bir şeydir. Anayasa bu anlamda Kemalizm ideolojisinin izini taşıyor.

* Anayasa militarist bir mantıkla yapıldığında da daha demokratik olabilir. Örneğin 1961 Anayasası'nın birçok sivil anayasadan daha demokratik olduğu söylenir. 1961 Anayasası tabii ki bir önceki anayasaya göre demokratik hak ve özgürlükler bakımından önemli gelişmeler sağlamıştır. Ama MGK'yı anayasal olarak kuran da 1961 Anayasası'dır. Askeri Yargıtayı bir kurum olarak kuran da. Düşünce özgürlüğünün önünde sınırlar koyan da.

* Hangi kurumların öncelikle değişmesi gerekiyor? Örneğin yargı. Bütün idari işlemlerin yargı denetimine tabi tutulması gerekmektedir. Örneğin Yüksek Askeri şura, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru hakkını kabul etmesini sağlayacak bir düzenleme. ıki daireden oluşan anayasa.

* MGK da şu andaki anayasanın bir kuruluşu? Milli Güvenlik Kurulu'nun anayasada olması şart değildir. Bu, 1940'lı yıllarda olduğu gibi yasayla düzenlenebilir.
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

2

29.07.2007, 14:42

Halkın ortak değeri üzerinden siyaset yapılmaz. Devlet halkın değerlerine aynı mesafede yaklaşır.

Mesela, din üzerine siyaset yapılmaz. Zira, insanların dini duyguları ile oynamaktır. Hem iş siyasete girince dini birinci derecede referans almayanlar siyasi tarafgirlikle o siyaseti yapan kişi ile beraber dine de saldırmakta ve zarar vermektedir. O saldıran karşısında hallk tepki vermekte ve yanlış olarak o dini siyasete alet eden dini tek koruyan vaziyetine girmekte ve hakszıca prim kazanmaktadır. Nitekim o dini siyasete alet edenlerin her iktidara gelişi dindarlara zarar vermekten başka işe yaramadı.

Atatürkte öyledir. Bazı partiler Atatürk'ün şahsiyeti üzerinden siyaset yapmakta. Atatürk ilkelerini ve inkılaplarını koruma adına onu siyasete alet etmekte, Atatürkü koruma adına yaptığı icratlar siyasi tarafgirlik araya girince nasıl din adına siyaset yapmak dine zarar veriyor, aynen öyle o partiyi tutmayanlar Atatürke zarar veriyor. Devlet ise zaten Atatürkü sevmek üzerine bir ideolojiye sahip olduğu için Atatürk adına siyaset yapana yakın durmak durumunda kalıyor.Bu sefer devletin Atatürk ideolojisini bilen illegal oluşumlar fırsat bulup peydah ediyor. Sanki devlet adına bir terör örgütü gibi işliyor. Yada halk nezdinde böyle bir imaj oluşuyor. Devlet yıpranıyor.

Devlet haklı olsa bile aynı tepkiyi halkın diğer değerlerine karşıda vermek zorundadır. Vermediği vakit halk devleti taraf olarak görecektir. Ancak, kendi tarafında görmediği için bu sefer siyasetende bu baskıyı yıkmak mümkün görünmediği vakit, radikal insanlar illegal oluşumların pençesine düşmektedir.

Alın size iki karşı illegal oluşum. Alın size süreç içinde bir iç savaş yada çekişme. Alın size istikrasızlık

Demek devlet halkın tüm değerlerine aynı mesafede yaklaşmalı. Devleti Atatürkçülük adına bölmek isteyen ile ,din adına bölmek isteyene aynı şiddeti göstermelidir. Hurafeciler ile Atatürkçülere aynı mesafede olmalıdır. Devlet bir fikrin yanlış olduğuna karar veremez. O fikirlerin tarışılabilmesi için özgür bir ortam sunar. Ortam özgür olunca tartışma çatışmaya değil hakikate inkılap eder. Devleti hakikatlerde ilgilendirmez. Zira, o raiyetinin dünyasını rahat, güvenli, huzurlu kılmakla mükelleftir. Yoksa kişilerin fikirlerini bir yöne sevk etmek vazifesi değildir.
Hem bu durum korkulacak bir şey değildir. Resmi ideoloji gayr-ı resmi illegal ideolojileri doğurur. Cumhuriyet tehlikeye girer. Oysa tarafsız bir devletin raiyeti hangi ideolojiye sahip olsa devleti yıkmak adına icraat yapmak istemez.

Elhasıl devletin ideolojisi olmaz. Devlet Adildir. Adalette hakikate karar vermek değil, hak adına işlemektir.

Selametle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

3

29.07.2007, 15:24

Kemalizm ve demokrasi

Yıl 2007...
Hálá...
Sıkılıp, utanmadan aynı şeyi tartışıyoruz: Demokrasi mi, Kemalizm mi?
Çok uzun zamandır, objektif bir gazeteciliği bırakıp fanatik militanlığı seçen Cumhuriyet gazetesi manşet atmış: Hedefleri Kemalizm.

Halbuki... ‘Hedefleri demokrasi,’ manşeti çok daha dürüst olurdu.

Nedir?

Kanal 24’de,Yuvarlak Masa Programı’nda ağırladığımız ve anayasa değişikliğini tartıştığımız Prof. Dr. Zafer Üskül bize söylediğini bir kez daha tekrarlamış:

- Kemalizm veya başka bir ideoloji anayasada yer almamalı...

Ve devam etmiş:

-ıdeolojilere yer vermeyen renksiz bir anayasa düşünüyorum.

Dün baktım, statüko cephesi avaz avaza..

Neden?

Tek parti ideolojisi olan Kemalizm’e karşı çoğulcu, çok sesli ve her vatandaşa eşit mesafede demokratik bir anayasa talep edildiği için.

***

Ana Britannica Ansiklopedisi’ni alın... Kemalizm maddesini açın... O sizi ‘Atatürkçülük’ maddesine yollayacaktır.

Bakın orada ne yazıyor:

‘...Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 tarihli tüzüğünden 1937’de, 3115 sayılı yasayla Anayasa’ya geçirilen ilkeler, Altı Ok, Kemalizm diye adlandırılır.’

Neymiş?

Kemalizm, ‘Altı Ok’ demekmiş.

Ne zaman anayasaya konuyor?

Tek partili dönemde... O zaman sadece CHP var... Başka parti yok.

HHH

Türkiye güya 1946 yılında çok partili sisteme geçti.

Güya diyorum, çünkü 2007’de bile tek parti döneminin ideolojisinin demokrasiyi yere çalması istenmekte... Savunulmakta.

Bu ne demek?

‘Birçok farlı parti olsa da, herkes mecburen ve zorla CHP’li olmak zorundadır’ demek.

Medya bunu utanmadan sıkılmadan tartışma konusu yapabilmekte.

***

22 Temmuz seçimlerinde CHP ne kadar oy aldı?

-Yüzde yirmi.

Tüm topluma, ‘o partiye oy veren ve Altı Ok’u seçenler gibi düşünmek zorundasınız’ denebilir mi?

Anayasa’ya CHP ilkelerini koymak, herkesi ‘zoraki CHP’li yapmakla aynı şey...

Bu, demokrasiyle bağdaşabilir mi?

Bunu dayatmak...

Bunu tartışmak ayıp değil mi?

Kemalizm tek parti ideolojisi olduğu için demokrasiyi içermez... Ama demokrasi doğallıkla Kemalizm’i içerir..

Demokrasilerde CHP gibi Kemalist partiler olur... Ama anayasal maddelerle herkes zoraki CHP’li yapılamaz.

***

Bunun tersini savunanlar, gerçek bir demokraside böyle bir şey olmayacağını bilmiyorlar mı?

Zaten işin en hazin yanı da bu... Bal gibi biliyorlar... Ama sahtekarca davranmaktan kaçınmıyorlar... Bu sahtekarlık bu çağda, demokrasi tercihini açıkça ortaya koymuş bu ülkede ne işlerine yarayacaksa?

‘Kemalizm mi, demokrasi mi?’ tartışmasında hala ‘Kemalizm demokrasiden iyidir’ diyebiliyorlar.

Rahmetli Bülent Tanör, on yıl önce TÜSıAD için yaptığı ‘demokratikleşme perspektifleri’ adlı çalışmasında, dünyada anayasasında ‘şahıs adı’ geçen üç ülke olduğunu yazdı.

Türkiye dışında biri ıran, diğeri de Kuzey Kore...

Benzediğiniz iki ülke zaten anayasamızın durumunu ortaya koymaya yetmiyor mu?

***

Türkiye’de statüko, Mustafa Kemal Atatürk, Kemalizm ve demokrasiyi ‘aynı şey’ gibi sunarak durumu idare etti.

Mustafa Kemal bu toprakların tarihsel bir lideridir... Kemalizm ya da Atatürkçülük, tek parti ideolojisidir... Demokrasi ise çoğulculuktur.

şimdi Zafer Üskül’ü hedef tahtası haline getirmek ne oluyor?

Deniz Baykal’ı anlarım... O halktan alamadığı oyu ‘başka yerlerden’ almak peşinde... Demokrasiyle bir ilgisi kalmamış artık.

Ama diğerlerine ne oluyor?

Hele daha ilk adımda Zafer Üskül’ü satmaya kalkan AKP’lilere?

Anladık politikacısınız, anladık aklınız fikriniz ‘zamanlamada’ ama artık politika değişiyor...

Ve Üskül gibi dürüst, cesur ve açıksözlü insanlar politikaya giriyor.

Üskül’e benzemek, onun bilgisine ve cesaretine sahip olmak kolay değil.

Ama hiç olmazsa çelme takmayın.

O savunduğu doğruyu anlatır.

Halk da anlar.

Çünkü artık anlatmanın zamanı geldi.



Mehmet ALTAN
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

4

29.07.2007, 17:13

Mehmet Altan çok güzel ve anlaşılır bir biçimde anlatmış olayı.

Baykal da Zafer Üskül'ün bu açıklamalarından sonra "Dakka bir gol bir" diye söylenerek hemen bir gerilim ortamı yapmaya çalışıyor...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

30.07.2007, 15:48

Doğru söyleyeni kovmayın!

“Doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar” şeklinde bir atasözümüz vardır, ama bu bir tavsiye değil, sadece tesbittir. Böyle olduğu halde, bilhassa siyaset sahnesinde doğru söyleyeni 9 değil, 999 köyden kovmaya çalışıyorlar.

Yakın-uzak tarihimiz ‘9 köyden de kovulan’larla doludur. Ancak her defasında görülmüştür ki, doğru söyleyeni 9 köyden kovmakla ‘doğru’lar ‘eğri’ olmuyor, uzun dönemde yine ‘doğru’lar kazanıyor.

Son günlerde ‘9 köy’den kovulmak istenen kişi, ‘çiçeği burnunda milletvekili’ Prof. Dr. Zafer Üskül oldu. Üskül, bir gazeteye yaptığı açıklamada Atatürk milliyetçiliği ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılık ifadesinin hazırlanacak yeni ‘sivil anayasa’da yer alıp almaması ile ilgili bir soru üzerine, “Yer almaması doğru olur diye düşünüyorum” demişti. (Sabah, 27 Temmuz 2007)

Tabiî ki Prof. Dr. Üskül başka seyler de söyledi ve ihtilâl anayasasının bir an önce değiştirilmesi gerektiğini belirtti. Vay, sen misin bunu söyleyen! Hemen ithamlar, suçlamalar ve bir anlamda ‘tehdit’ler gazetelerde yer almaya başladı. Ancak bir farkla: Üskül’e ‘mürteci’ demelerine imkân olmadığı için biraz zorlandılar. Benzer bir teklifi, farklı dünya görüşüne mensup bir ‘yeni milletvekili’ gündeme getirmiş olsaydı, kopartılan fırtına mutlaka daha büyük olurdu. Ama Türkiye ve dünya gerçeklerinden habersiz olan topluluk, Üskül’e yine de tepki gösterdi.

Tamam, Üskül’e tepki gösteren ve onu “999’uncu köy”e kovmaya çalışanlar olmakla beraber, köprülerin altından çok sular aktığı için ona sahip çıkanlar da oldu. Bu noktada dikkat çeken ise şu oldu: ‘Çiçeği burnunda vekil’lerine asıl sahip çıkması gereken AKP yöneticileri ya sus pus oldu, ya da ‘Onun şahsi görüşleridir, bizi bağlamaz’ dediler.

AKP’li yöneticiler şunu anlamakta zorlanıyorlar: Doğruları ifade eden ‘vekil’lerinize önce siz sahip çıkmadıktan sonra hiçbir ‘köklü’ iş yapamazsınız! Bu tavır aynen, “Biz bedel ödemeye hazır değiliz”in başka bir ifadesidir. Görmediniz mi ki, ‘bedel ödeme’yi göze almadan ve ‘doğruları dile getirenler’e sahip çıkmadan ‘iş’ yapmak mümkün değil! Ama eğer ‘iş’ yapmaktan anladığınız şey; üst geçit yapmak ve sokakları daha iyi temizlemek ise o başka! Oysa asıl ‘iş’ ‘sivil anayasa’ gibi ‘zor’lukların üstesinden gelmek, siyaset alanını genişletmek ve Türkiye’yi AB yolunda yürütebilmektir. Bu ‘iş’leri bir yana bırakıp, ‘yol, su, elektrik’i birinci sıraya koymakla bir yere varılamaz.

Bunları ifade etmekle, ‘kalkınma’ anlamındaki çalışmaları hafife aldığımız düşünülmesin. Bizim itirazımız, ‘maddî’ yaklaşımın “birinci sıra”ya yerleştirilmesinedir. Öncelik; hak, hukuk ve adalet kavramlarına (örneğimizde olduğu gibi ‘sivil anayasa’ya) verilmek suretiyle maddî kalkınma yolunda atılan adımların da daha kalıcı ve faydalı olacağını düşünüyoruz.

AKP gerçekleri dile getiren kendi vekiline sahip çıkmamış olsa da, ona sahip çıkanların varlığını görmek memnun edici. ınşallah, kısa zamanda ihtilâl anayasasından kurtulur ve sözde değil, özde bir ‘sivil anayasa’ya kavuşuruz.

30.07.2007

Kaynak: http://www.yeniasya.com.tr/2007/07/30/yazarlar/fcakir.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

6

30.07.2007, 18:01

Kemalizm

Sanırım Cumhuriyet’in en büyük fiyaskosu “eğitim” sistemi oldu.

Halkın arasından çıkıp da o halkla ilişkisini kesen bir grubun epey sorunlu iktidarını sürdürebilmek için eğitim tam bir “beyin yıkama” mekanizmasına döndürüldü.

Çocukların “düşünmesini” sağlamak için değil tam tersine “düşünmemesini” ve “devlet, Atatürk, Kemalizm” gibi tabulaştırılmış kavramlara tapınmasını sağlamak için düzenlendi bütün sistem.

Sonucunda, “düşünemeyen,” sadece ezberlediklerini tekrarlayan, “kutsallıklarla” zihinleri dondurulmuş bir “okur yazar” zümresi çıktı ortaya.

Burada birçok garip çelişki belirdi.

Devleti korumak için yetiştirilen kadrolar, zihinsel bir şokla donduruldukları için daha sonra yönetime geldiklerinde devleti idare edemediler.

Devlete tapınanlar, yetersizliklerinden dolayı devleti çökerttiler.

Hukuksuz, darbeci, çeteleşmiş bir yapı çıktı ortaya.

Beyin yıkayarak itaatkar kadrolar yaratma kurnazlığı, devletin yetersiz kalmasına yol açtı.

ıkinci gariplik ise “okur yazarlar” ile “cahiller” arasındaki tuhaf rol değişimiydi.

Eğitim süreçlerinde “düşünme esnekliklerini” yitiren “okuryazarlar” ülkenin en tutucu, en gerici grubu haline gelirken, onlar kadar ağır bir “doktrin” bombardımanına tutulmayan “cahiller” daha esnek, daha değişimci, daha sağduyulu kaldılar.

Okuryazarların “devlet açısından tehlikeli” buldukları her değişimin “cahiller” tarafından desteklenmesinde, sanırım “eğitimsizliğin” bu ülkede büyük bir beyinsel avantaj sağlamasının da rolü büyüktü.

“Cahiller,” okuryazarların içine sıkıştıkları dar kalıpların esiri olmuyordu.

Türkiye’de bugün yaşanan ve bizim medyanın asla kavrayamadığı gelişmelere bakarsak, niye “tutucu ve gerici” kadroların çoğunlukla “okuryazarlardan”, değişimcilerin de “cahillerden” oluştuğunu daha iyi anlarız.

Medya, Türkiye’yi hiçbir zaman anlayamadı, bugün de anlayamıyor çünkü medyanın da kadroları “eğitimsiz eğitimlilerden” oluşuyor genellikle.

Bütün hayata ezberlenmiş kalıplarla bakıyorlar ve hayatı hiçbir biçimde anlayamıyorlar.

Bunun son örneğini Zafer Üskül’ün “anayasadan Kemalizm’i çıkartalım” önerisine medyanın verdiği tepkide de gördük.

Ortak sesleri “olmadı hocam” düzeyindeydi.

Niye olmadığını açıklayamıyorlardı çünkü bunu açıklayabilecek bir donanımları yoktu.

Geçen gün Mehmet Altan da yazdı.

Yeryüzünde içinde “insan ismi” geçen üç anayasa var.

Biri Kuzey Kore’de, Kim ıl Sung’a atıf yapılıyor.

Biri ıran’da, Humeyni’ye atıf yapılıyor.

Biri de Türkiye’de, Atatürk’e atıf yapılıyor.

Atatürk’ü yüceltmek isteyenlerin, Atatürk’ü içine yerleştirdikleri grup bu işte:

Kim ıl Sung, Humeyni, Atatürk.

Türk “okuryazarlarının” zavallı çelişkisini bundan daha iyi gösterecek bir liste sanırım az bulunur

Bizim anayasa, “Atatürk ilkelerine ve Kemalizm’e” dayanıyor.

Kemalizm’in ne olduğunu tam olarak kimse anlatamıyor ama bildiğimiz iki gerçek var bu esrarengiz “izm”de, birincisi Kemalizm’de demokrasi yok, ikincisi ordu siyasetin içinde.

CHP’nin ideolojisi bu.

Zaten de bu yüzden devlet kadrolarıyla CHP özdeş ve ikisi birlikte diğer partilerle siyasi bir mücadele sürdürüyorlar.

Onun için de CHP’nin seçim yenilgisi aynı zamanda devletin yenilgisi olarak algılanıyor.

Bir ülkede, devlet siyasi bir parti gibi davranamaz.

Öyle davranırsa herkesin değil sadece bir siyasi partinin devleti olur ve kendi halkından kopar.

Aynen bugün olduğu gibi.

Devleti yeniden devlet yapmak ve halkıyla barıştırmak için anayasadan Kemalizm’i çıkarmak bunun için gereklidir.

Aksi takdirde, devlet, demokrasi isteyen herkesle dövüşmek zorunda kalır ve kaçınılmaz olarak yenilip çöker.

O çok taptıkları devleti kurtarabilmek, onu gerçek bir devlete dönüştürmek, herkesin devleti haline getirmek için anayasadan Kemalizm’i çıkartmak zorundalar.

Zafer Üskül, bunu söylüyor.

Onlar da “olmadı hocam” diyorlar.

Tabii ki sonunda “tarafsız” bir anayasamız olacak.

Devlet olabilmenin başka çaresi yok.

Onların bunu anlayabilmesi için Atatürk’ün bir sözünü değiştirerek söylemek gerekecek sanırım, beyinleri aynı konuşma kalıplarının içinde donduğundan başka sözleri pek kavrayamıyorlar çünkü.

“Efendiler, bu ülke demokratikleşir ama bazı kadrolar değişir.”

Bilmem medyanın tepelerindekiler hayatın kendilerine ne söylediğini duyabiliyorlar mı

Ahmet Altan
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

  • "Tarik bin Ziyad" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 91

Konum: Almanya, Frankfurt

Meslek: yok

  • Özel mesaj gönder

7

31.07.2007, 06:50

cok enteresan bir yazi, ama bence zamanlamasi acisindan cok kötü.
Meclise girer girmez DTP(yani PKK) cikartti atatürkü anayasadan cikartacaz diye AK parti bu te$ebbüsden
$eytandan kacar gibi kacmalidir,kacarda..
Türkiyede laiklik oldugu sürece anayasada
atatürkün ismi gececektir, aynen kuzey koredeki adamin ismi komunizm
kalkmadiktan önce cikarilmayacagi gibi. Bu te$ebbüse giri$mek sadece
PKK bölücügüyle bir olmak ve
Baykalin Cumhuriyet mitinglerine yag sürmektir ve orduyu darbeye te$viktir
o yüzden bu meseleyi kapatmanin herkezin yararina olacaktir.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

8

31.07.2007, 20:57

zaten maksat atatürkü anayasadan çıkartmak değil tarık kardeş kemalizm ideolojisini çıkartalım diyor zafer üskül ama onun da çıkartılacağını sanmıyorum şu anki gelişmelerden ,keşke kalksa.. anayasa resmen chp politikalarını koruyor, chp zihniyetini kolluyor ,ulusalcı ve devletçi bir anayasa ,oysa böyle bir anayasa olamaz büytün ideolojilere eşit mesafeli olmalı...

inşaallah en azından kişisel hak ve özgürlüklerin yolu açılırda artık ülkemizdeki sorunlar çözülür...

muhabbetle...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

9

01.08.2007, 22:19

Böyle yemin olmaz

“Atatürk inkılapları” deyince hepimizin aklına Atatürk (1923-1938) döneminde yapılan reformlar geliyor. Cumhuriyetin kuruluşu... Hilafetin kaldırılması... Latin alfabesine geçiş... Saat, takvim ve ölçülerde Batı standartlarının kabulü... Medeni Kanun... Soyadı Kanunu ve diğerleri...

Bu reformların bazıları eleştirilmiştir: Mesela kalkınmayla Latin alfabesinin hiçbir ilişkisi yoktu. Japonya ekonomik atılımını yaparken Latin alfabesini mi kullandı?

Öte yandan, o eleştirileri yapanlar da dahil olmak üzere vatandaşlar bu inkılapları benimsedi. Uysa da benimsedi, uymasa da!

Örneğin ‘ paşa’ deyip duruyoruz. Bu yaptığımız ‘lakap ve unvanların’ kaldırılmasına ilişkin 1934 tarihli kanuna aykırı. Ama kimse, “Bu kanunu lağvedelim” demiyor.

Gelelim ‘ Atatürk ilkeleri’ne...

Bir arkadaşıma sordum: Atatürk ilkeleri nelerdir? Saymaya başladı: “Laiklik, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, devletçilik, devrimcilik ... Kaç etti? Beş... Bir tane daha vardı... Neydi yahu?” Halkçılık mı? “Hah, evet halkçılık.”

Vaziyete bakar mısınız?

Atatürk ilkeleri denince insanlar hep o altı maddeyi saymaya çalışıyor. Nedir bu altı madde? Çok açık: CHP’nin ‘6 Ok’u...

Yani bir kişi, “Atatürk ilkelerine bağlıyım” dediği anda “CHP’nin ilkelerini benimsiyorum” demiş oluyor.

Milletvekili yemininin bir bölümü nasıl?

“... Atatürk ilkelerine bağlı kalacağıma... namusum ve şerefim üzerine ant içerim. “

Çok tuhaf bir durum.

Seçimlerde CHP ile kıyasıya yarışan AKP MHP ve diğer milletvekilleri Meclis’e geldiklerinde Atatürk kisvesi altındaki CHP ilkelerine bağlılık yemini edecek!

“Laiklik” anayasanın değişmez maddesi. “Cumhuriyet” zaten devletin biçimi.

Diğer ilkeler ise siyasetin ve ekonominin alanına giriyor. Mesela niye “Devletçi” olacakmışız? Liberalizmi savunamayacak mıyız? Ben milletvekili olsam, asla “Devletçilik” üzerine yemin etmek istemem.

“Halkçılığın” günümüzdeki anlamı ne? Tarihten bihaber olanlar, bu ilkenin “ Halkımı seviyorum “ demek olduğunu sanıyor. ışin komiği, aynı halk, arkadaşların tutmadığı partiye oy verince “cahil cühela takımı” oluveriyor.

Ya “Devrimcilik”? 2007 yılında kim, kime karşı “devrim” yapacak? Söyleyin de öğrenelim.

Bu çelişkiler ve tuhaflıklar, Atatürk adeta bir fetiş haline getirildiği için ortaya çıkıyor.

Ancak bir taraf “gelin şu ülkeyi normalleştirelim” dedikçe, diğer taraf daha da keskinleşiyor.

Örnek mi? Genelkurmay 2. Başkanı Org. Ergin Saygun, 1 Haziran günü Atatürk’e ilişkin olarak şöyle demişti: “‘Allah O’nu başımızdan eksik etmesin. Allah O’na uzun ömürler versin.” Amin!


Sabah, 1 Ağustos 2007

Emre AKÖZ
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

10

01.08.2007, 22:29

Üniversitedeki dersimize konuk olan Murat Belge anlatmıştı: Dayısı Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bir cumhuriyet balosunda yüzü kızararak Atatürk'e " Paşam özür dilerim " der. Niye? "Siyah çorabım olmadığı için lacivert giymek zorunda kaldım."
" Boş ver " der Atatürk, " görseler de anlamazlar ."

Cumhuriyetin kurucu kadrosu, yani Mustafa Kemal ve arkadaşları ülkeyi hızla kalkındırmak istiyordu. Bu kalkınma hamlesinin bir parçası da Türk halkını Avrupalılara benzetmekti.
Halkı dönüştürmenin yollarından biri eğitimdi... Bir başka yol da ona belli bir ' görüntü' kazandırmak, belli bir ' modele' uymasını sağlamaktı. Örneğin fes, sarık filan kaldırılıp yerine Avrupai şapkanın getirilmesi bu yönde atılmış bir adımdır.

Bugünden geçmişe baktığımızda genç cumhuriyetin, " çağdaşlık " adını vereceğimiz bir şablon, bir kalıp geliştirdiğini görüyoruz.
Kadın ve erkekler, cumhuriyete " yakışabilmek " için, devlet iradesiyle empoze edilen o şablona uymak zorundaydılar.
Erkekler takım elbise giyip, kravat takacak... Kadınlar elbise ya da döpiyes giyecek; etek diz altına dek uzanacak, daha aşağıya inmeyecek, tercihen daha yukarıya da çıkmayacak.
( Bu nokta önemli: Çünkü yere kadar inen etek ' bağnazlığın', diz üstüne çıkan etek ise ' iffetsizliğin' simgesi oluyordu. Ancak ' tuvalet' tipi gece elbisesinin etekleri yere kadar uzanıyordu.)
Kadınla erkek balolarda Batı müziği eşliğinde vals ya da tango yapacaktı. Mesela "çağdaş" Türk asla göbek atmazdı. Ölçülü olmak esastı.
Çağdaşlaşma modelinde kişi; içinden gelerek, kendiliğinden, farkına varmadan uyum sağlamıyordu.
Sınırları belli bir şablon vardı ve ona uyum sağlamak esastı. Avrupa'dan ithal edilmiş ya da Batı'dan esinlenerek geliştirilmiş bu şablona ne kadar yakınsanız, o kadar çağdaş oluyordunuz.
ışte ünlü romancı ve fikir adamı Yakup Kadri'nin yukarıda andığımız sıkıntısı buradan kaynaklanıyordu. Siyah çorap yerine lacivert giymek zorunda kaldığı için şablonun dışına çıkmıştı.
Çağdaşlaşma modeli tüm aksaklıklarına karşın uzun süre işledi.
Ancak bu arada (özellikle 1950'lerden itibaren) bir başka süreç daha başladı. Buna da " modernleşme " adını verebiliriz.
Modernleşme, devletin empoze ettiği çağdaşlaşmadan farklı olarak, piyasa ekonomisine, yani kapitalizme paralel olarak gelişiyor.
Yani yatırımıyla, para hesaplarıyla, teknolojisiyle önce kapitalizm işliyor... Ardından insanlar bu yeni mekanizmalara, kendi meşreplerine göre uyum sağlıyor.
Devlet destekli çağdaşlaşmadan farklı olarak kapitalizmin yarattığı modernleşmenin, belli bir şablonu, bir kalıbı yok. ınsanlar kafa göz yararak, el yordamıyla, düşe kalka, kâh uzlaşarak, kâh çatışarak modernleşiyorlar.

Mesela sadece ' gelenekçi dindarlar' tarafından değil, 'çağdaşlaşmacılar' tarafından da ayıplanarak, tiksinerek izlenen kadın programlarını düşünün.
Bir kadının... Hiç tanımadığı başka kadınlarla... Milyonlarca insanın kendisini izlediğini bilmesine rağmen... TV kameraları önünde göbek atarak eğlenmesi... Yukarıda andığım iki grup için de kabul edilemez bir davranış biçimidir.
Size basit, kullanışlı, pratik bir ölçüt vereyim: Eğlenceden, aşka... Dilden, giyim kuşama... Müzikten, mimariye... Nerede " yozlaşma " (ya da " bozulma ", " aşınma " vb.) kelimesi kullanılıyorsa... Anlayın ki orada kapitalizmin dönüştürücü etkisi yaşanmaktadır.

AKP milletvekili olan Prof. Zafer Üskül, yeni hazırlanacak sivil, tarafsız, renksiz anayasada, Atatürkçülüğe yer verilmemesi gerektiğini söyledi.
Yargıtay'ın eski başsavcısı ' 367' Sabih Kanadoğlu anında ' refleks' gösterdi: " Bunu yaparsanız ulus devleti zayıflatırsınız. "
Tamam ama hangi ulus devlet?
Kanadoğlugillerin ulus devleti zaten zayıflamakta. Devletin ulusu Çankaya'ya, şişli'ye, Alsancak'a sıkıştı kaldı.
Modernleşmenin yaratmakta olduğu yeni ulus ise her yerde!


Emre Aköz
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

11

02.08.2007, 11:05

Alıntı sahibi ""@bdullah""

Genelkurmay 2. Başkanı Org. Ergin Saygun, 1 Haziran günü Atatürk’e ilişkin olarak şöyle demişti: “‘Allah O’nu başımızdan eksik etmesin. Allah O’na uzun ömürler versin.” Amin!


Sabah, 1 Ağustos 2007

Emre AKÖZ
:D :D
Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin. Mektubat - 71

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir