Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

hamdi

Stajyer

  • Konuyu başlatan "hamdi"

Mesajlar: 60

Konum: türkiye

Meslek: öğrenci

Hobiler: spor,bilgisayar

  • Özel mesaj gönder

1

19.07.2007, 22:25

Kime oy vermeli?

Kime oy vermeli?



BEDıÜZZAMAN SAıD Nursî’nin siyaset karşısındaki duruşuna, üzerinde çok konuşulagelmiş olmakla birlikte, hak ettiği entellektüel dikkatin gösterildiğini söylemek zor.

Bediüzzaman’ın Abdülhamid istibdadıyla başlayıp, II. Meşrutiyet, ıttihad ve Terakki diktası, ışgal yılları, tek partili cumhuriyet, çok partili demokrasi dönemine kadar uzanan uzun hayatında zamanı ve zemini de dikkate alarak sergilediği duruşun ‘sabite’lerini göremeyen nazarlar için, siyaset karşısındaki bu duruş ancak ‘konjonktür’le açıklanabiliyor. Nitekim, Bediüzzaman’la bir şekilde miras bağı iddiasında olan, ama her seçimde ‘konjonktür’e göre tavır değiştiren oluşumlar mevcut.

Oysa, bu uzun hayatı içinde zaman ve zemin içinde çok farklı siyasî duruşlar sergilemiş gözükmekle birlikte, onun hayatının bütününde bir ‘ilkesel tutarlılık’ kendisini göz kamaştırıcı bir surette belli ediyor.

ıkinci Meşrutiyet yıllarında siyasetin bilfiil içinde gözüken Bediüzzaman’ın daha esaret dönüşü siyasetle arasına mesafe koyması; tek parti döneminde ‘gazete okuyup radyo dinlemeden’ yaşayan aynı Bediüzzaman’ın 50’li yıllarda Türkiye’de ve dünyada olan biten siyasî hadisatı takip etmesi ama bilfiil siyasetle iştigal etmemesi, dar bir zihnin ‘konjonktür’le açıklamaya yatkın olduğu bir durum olmakla birlikte, gerçekte bir ‘ilkesel’ bütünün farklı tezahürleri niteliğinde.

Bediüzzaman’ın bütün hayatı boyunca siyaset karşısındaki duruşuna hükmeden bu ‘ilkesel’ bütünün ise, üç sacayağı var: adalet-hürriyet-meşveret.

Eski Said’in Muhakemat ve Münazarat’ından Yeni Said’in lâhika mektuplarına kadar, Bediüzzaman’ın hayatının tamamında Bediüzzaman’ın duruşunu ve tercihini adalet-hürriyet-meşveret esası üzere belirlediğini rahatlıkla okuyoruz.

Adalet üzere belirlediğini okuyoruz; zira, ‘adalet,’ Bediüzzaman’ın ontolojik tasavvurunda merkezî bir yer işgal ediyor. Hak üzere yaratılan bir kâinat üzerinden Yaratıcısını tanıma çabası içerisinde Bediüzzaman’ın kâinat Hâlıkının esma-i hüsnâsı arasında ‘ism-i âzam’ olarak gördüğü bir ismin ism-i Adl olduğuna dikkat çekmek, onun ‘adalet’ üzerindeki hassasiyetini işaretlemek için herhalde yeterlidir. Ama dahası da var. Bediüzzaman, âlemler Rabbinin Kur’ân’ının dört esasını sıralarken de, ‘tevhid, haşir ve nübüvvet’ten sonra, ‘adalet’i zikrediyor; ve ‘ibadet’i de ‘adalet’in bir tezahürü olarak değerlendiriyor. Adalet, hak sahibine hakkını vermek ise eğer, âlemler Rabbinin hakkı, mülkünde şeriki olmadığına göre (tevhid), yalnız ve ancak O’na kulluk etmektir. O’na ibadet etmemek de, O’ndan başkasını mâbud ittihaz etmek de adalet ilkesini çiğnemektir. Yine bu adalet sırrıdır ki, mü’minin şu dünyadaki varoluşunu ‘emrolunduğu gibi dosdoğru’ olarak (bkz. Hûd sûresi, ‘adil şahitler’ olarak (bkz. Maide sûresi) yaşamasını gerektirmektedir. Bediüzzaman’ın ıslâm tarihine dair okumalarında vurguladığı en temel ilkenin, Hz. Ali’nin ictihadı dahilinde ‘adalet-i mahzâ’ ilkesi olması; Emevîlere bakışından milliyetçilik gibi akımlara dair değerlendirmesine kadar pek çok noktada ‘adalet-i mahzâ’ temelinde bir tahlil sunması, bu açıdan yerinde ve anlamlıdır.

Bediüzzaman’ın ‘adalet’le birlikte ısrarla üzerinde durduğu ikinci ilke, ‘hürriyet’tir. Peşinen belirtelim, arzulara gem vurulmaması anlamında hayvanî bir ‘serbesti’ değil, iradelerin ihtiyarına, yani seçme özgürlüğüne ket vurulmaması anlamında bir ‘hürriyet.’ Bediüzzaman daha Münazarat’ından başlayarak, ‘hürriyet’i en temel insani-ıslâmî değer olarak ısrarla vurgular. Çünkü, insan fıtraten câmi’dir, bir ferd iken bir ‘küll’ hükmündedir; bütün mahlukatın ettiği tahiyyat ve tesbihatı bir ‘abd-i küllî’ ve bir ‘halife-i arz’ olarak tek başına temsil edebilir bir istidaddadır. Bu istidadın inkişafı ise, ancak hürriyet iledir. Hem, adalet de hürriyeti iktiza eder. Çünkü, ancak irade hürriyeti iledir ki, insan yaptığı tercihlerden dolayı sorumluluk alarak, Âdil-i Hakîm’in ya mükâfat veya mücazatına müstahak olur. Bediüzzaman’ın Yirmidördüncü Söz ve Otuzbirinci Söz gibi iki ‘kök risale’de dahi iradenin hürriyetine dikkat çekip Cenab-ı Hakkın mucizeleri dahi ‘akla kapı açar, ihtiyarı elinden almaz’ surette yarattığını hatırlatması, bu noktada son derece manidardır.

Ve nasıl adalet hürriyeti gerektiriyor ise, cüz’î iradelerin hürriyeti de ‘meşveret’i gerektirir. Çünkü, ancak meşveret ile insan cüz’î iradesini mutlaklaştırma tehlikesinden ve zincirinden boşanmış bir ‘serbesti’yi ‘hürriyet’ zannetme yanılgısından kendisini korur. Hür ama cüz’î iradelerin tek başına doğruyu en doğru şekilde tesbit etme imkânı, hür ama cüz’i iradelerin birliğine göre çok daha zordur. Cüz’î iradelerin biraraya gelmesini sağlayan meşveret ile, insan çok renkleri ve çok veçheleri olan hakikati birçok yönüyle kavrama imkânına kavuşur ve hakikati sadece kendi gördüğü veçhe ve renkten ibaret zannetme riskinden uzak durur. Kur’ân’ın mü’minlere meşverete emretmesi ve hadislerin ‘Ümmetim dalâlet üzere ittifak etmez” diye müjdelemesi, işte bu sırdandır.

Birbiriyle içiçe girmiş, fıtratın derinlerine nüfuz etmiş, Kur’ânî ve nebevî referansları apaçık gözüken bu üç temel değer, Bediüzzaman’ın hayatının her döneminde şahsî, cemaatî, içtimahi ve siyasî hayatlarda aradığı en temel değerler olagelmiştir.

Onun dar veya zahirî nazarların anlayamayıp hâlâ daha tenkit elini uzattığı birçok tavrını, bu üç temel ilke belirler.

Meselâ, kendisini ‘şeriat namına istibdada mecbur’ zanneden bir dindar padişah olarak Abdülhamid’in karşısında dururken, içinde lâdinîler veya dinde lâkayd isimler barındıran ıttihad ve Terakki’yle bir olup ‘hürriyet,’ ‘meşveret’ ve ‘kanunda inhisar-ı kuvvet’ temelinde Meşrutiyet mücadelesi vermesi, bu sebeptendir.

ıradelerin seçme özgürlüğünün elinden alındığı, haklı ve hakikî meşveret ilkesinin ‘yanılmaz ebedî şef’in ellerine teslim edildiği adaletin milliyetçi-devletçi bir zihniyetle çiğnendiği tek parti döneminde siyasetten büsbütün uzak duruşu, bu sebeptendir.

Çok partili dönemde, tek parti zihniyetinin mümessillerine karşı ve daha fazla sayıda ‘mukaddesatçı’ insan barındıran Millet Partisi’ne karşı Demokrat Parti’ye destek vermesi de bu sebeptendir. (Ama kayıtsız-şartsız değil. Kırşehir’i DP’ye oy vermedi diye ‘ilçe’ yapmak suretiyle cezalandırma kabilinden ‘adaletsiz’ teşebbüslere karşı adaletin gereğini hatırlatmayı da ihmal etmeden.)

Hayatı boyunca istibdada karşı hürriyeti, ‘rey-i vahid’e karşı meşvereti destekleyen, ‘kamu yararı’na karşı ‘adalet’i destekleyen ve bu sebepten meşrutiyet-cumhuriyet-demokrasi çizgisine ‘ıslâm namına’ sahip çıkan Bediüzzaman’ın, çok-partili dönemde yaptığı ‘dört eğilim’ analizi ise, bu çerçevede özel bir önem arzediyor.

Bu analizden anlaşıldığı üzere, Türkiye’nin o günlerdeki (ve bugünkü) şartlarında varolan siyasî eğilimleri dört başlıkta özetlemek mümkün:

CHP içinde kendisini ifade eden din-karşıtı siyasî eğilim.
Din-karşıtlığı noktasında CHP ile uzlaşmasa da, milliyetçi-devletçi duruşta CHP zihniyetiyle ortaklaşan milliyet-eksenli siyasal eğilim.
Böylesi bir sosyal zeminde sözümona ‘din namına’ ortaya çıkıp, dini siyasete âlet etme ve bir kutuplaşmanın aracı haline getirme riskini taşıyan siyasal eğilim.
Dine hürmetkâr, özgürlükçü, demokrat siyasal eğilim.
Bediüzzaman’ın bu dört eğilime dair değerlendirmelerine dikkatle bakıldığında, adalet-hürriyet-meşveret temel kriterinin burada da belirleyici olduğu kolayca görülür.

Birinci eğilime taraftar olunması mümkün değildir; çünkü özünde hem hürriyetin, hem meşveretin, hem adaletin karşısında baskıcı, hegemonik, kayırmacı ve devletçi-milliyetçi bir zihniyetle ‘kamu yararı’ adına şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir duruşa sahip olduğunu hem tek parti dönemi boyunca isbatlamıştır; hem de çok partili demokrasiye vurulan askerî darbelerin siyasî kışkırtıcılığına soyunmak yoluyla.

ıkinci eğilime taraftar olunması da mümkün değildir; çünkü milliyetçi bir nazar, en başta, adalet edemez. Çünkü, “unsuriyetperver bir hâkim, kendi milletdaşını tercih eder, adalet edemez.” Yine bu zihniyet, devletçi-milliyetçi refleksleriyle, hürriyet ve meşverete karşı müstebid bir zihniyete yakın durur.

Üçüncü eğilime de destek verilemez. Çünkü, din, umumun ‘mâl-i müşterek’idir; hangi partiden olursa olsun, herkes Kur’ânî davetin kapsama alanı içindedir. Dini bir partinin bagajına hapseden bir anlayış, en başta dine karşı bir haksızlıktır. Ayrıca, dini temsil misyonunu bir partiye hasreden anlayış, özü itibarıyla hürriyet ve meşveret düşmanıdır. Zira, bir partiye, daha doğrusu onun liderine yönelik bir itirazı otomatikman dine itiraz olarak yorumlama, dini tekeline alarak dinin üzerinde titrediği hürriyet ve meşveret hakikatini ketmetme istidadındadır. (Din namına yola çıkıp, seçimleri ‘Müslüman sayımı’ olarak görenlerin, kendisine değil de siyasî muhalifine verilen oyu ‘Cehenneme götüren bilet’ olarak yorumlayanların varlığını hatırlayalım.)

Özgürlükçü-demokrat siyasal eğilime gelince:

Bediüzzaman’ın zamanında bu dört eğilimin tarifini yapmak da, bu tarifi partilere uygulamak da kolaydı. Ama 1960’dan bugüne Türkiye’nin geçirdiği istihaleler, bu meyanda siyaset sahnesinde yaşanan değişimler, dönüşümler, eksen kaymaları, kendisini ‘Demokrat misyon’un temsilcisi olarak tanımlayanları otomatikman Demokrat misyonun temsilcisi olarak görmenin önünde apaçık bir engel olarak duruyor.

Gelin görün ki, âdeta bir hanedan-saltanat zihniyeti içerisinde, bir ‘Demokrat misyon hanedanı’ vehmeden ve Bediüzzaman’ın bu noktadaki analizini ‘gözü kapalı’ uygulayan kişi ve kesimlere rastlanıyor.

Bu çerçevede, vaktiyle bu dört eğilimden ilk üçünde iştigal eylemiş kimse, kendisini ‘Demokrat Partinin devamı’ olarak tarif eden partiye girince otomatikman özgürlükçü ve demokrat oluyor. Buna karşılık, bu partiye dehalet etmeden ‘demokratlık’ iddia eden hiç kimse asla ‘özgürlükçü’ ve ‘demokrat’ olamıyor!

Kendi namıma, siyasete dair bakışımda, Bediüzzaman’ın bu dört eğilim analizini hep önemli buldum, oy tercihlerimi hep buna göre yaptım. Ama icraatı ne durumda olursa olsun ‘Demokrat Parti’nin devamıyım’ diyeni demokrat gören, söylemi ve eylemiyle kendisini demokrasi-özgürlük-adalet çizgisiyle tanımlayan sair siyasî oluşumları ise bu çizginin dışında görmeye/göstermeye çalışan inhisarcı anlayışa da razı olmadım, olamıyorum.

Bu çerçevede, 2002 yılında oy verme tercihimi belirlerken, söylemi ile özgürlükçü-demokrat çizgide duracağı teminatını veren Ak Parti’ye bu dört eğilim analizi dahilinde ve yine Bediüzzaman’ın ‘ehven-i şer’ ölçüsü mucibince oyumu vermekle birlikte, bu söylemiyle eyleminin çeliştiğini gördüğümde bir sonraki seçimde oyumu aynı partiden esirgeme kararlılığıyla oyumu verdim.

Bunu yaparken, Bediüzzaman’ın bu dört siyasal eğilim analizi noktasında teoride ortaklaştığımız ama pratikte bu ‘teori’yi başka partiye uygulayan Risale ehline de saygı duyduğumu belirttim.

Benim gözümde, 2002 seçimlerinde Bediüzzaman’ın ‘dört eğilim’ ve ‘ehven-i şer’ tahlinine dayanarak DYP, ANAP, LDP veya Ak Parti’ye oy veren Risale müntesibi arasındaki fark, ‘özde’ değil, ‘uygulamada’ bir farktan ibaret olageldi.

Bugün ise, ortada bu ‘fark’tan fazlasının olduğunu düşünüyorum.

Zira, yeni kurulmuş bir parti olarak dün ‘söylem’iyle değerlendirdiğimiz Ak Parti’yi, bugün ‘eylem’iyle de değerlendirebilir durumdayız.

Kendi namıma, ana çizgi itibarıyla Ak Parti’nin ‘söylem-eylem tutarlılığı’nı koruduğu kanaatine sahip olduğum için, oyumu gene bu partiye vereceğim.

Öte yandan, 27 Nisan gecesi demokrasiye müdahalede bulunulurken, demokrasi adına bir duruş sergileyemeyip demokrasi-dışı güçlerin etkisi altında siyaset yapan DYP’nin kendisini ‘Demokrat misyon’la tanımlama hakkını tamamen yitirdiğini düşünüyorum.

Ve esasen, DYP’nin bu özelliğini ‘devlet adına’ illegal oluşumlar ve Susurluk ile şöhretşiar olan ama bu noktada bir ‘tevbe’sine şahit olmadığımız Mehmet Ağar’ın genel başkan olmasıyla birlikte yitirdiğini düşünüyorum.

Diğer partilerin durumu zaten mâlûm. Bediüzzaman’ın dört eğilim analizi dahilinde din-karşıtı siyasal eğilimlerin, milliyetçi-devletçi siyasal eğilimlerin, sözümona ‘din adına’ ortaya çıkıp dini temsil misyonunu kendi partisinin inhisarına alarak dine ve dindara zarar veren siyasal eğilimlerin temsilcileri hayatımızın hiçbir diliminde benden oy alamadılar, bundan sonra da alamayacaklar.

Bugünün Türkiyesi’nde “Kime oy vermeli?” sorusuna Bediüzzaman’ın hayatı ve eseri çerçevesinde benim verdiğim cevap bu...

Paylaşayım istedim.






Notlar:

‘Adalet-i mahzâ’ üzerinde bu kadar ısrar eden; hatta Muaviye b. Ebi Süfyan gibi sahabilerin ‘siyaset’ine dahi bu sebeple muhalefet şerhi düşen; yine bu sebepten Abdülhamid’i tenkit eden; 1950’li yıllarda ise dönemin siyasî şartlarına dair tahlilinde bir kez daha Kur’ân’ın “Birinin hatasıyla başkası mes’ul olmaz” düsturunu hatırlatıp, aksi takdirde “Hakikî adalet yapılmadığı gibi, şiddetli bir zulüm de yol bulur. Çünkü, ‘Bir masumn hakkı, yüz caniye feda edilmez’ diye, ıslâmiyetin bir kanun-u esasîsidir. Bu ise çok ehemmiyetli bir mesele-i vataniyedir. Ve hâkimiyet-i ıslâmiyeye büyük bir tehlikedir” diyen Bediüzzaman’dan ders alan ehl-i Risale’de bir ‘Susurluk’ direncini beklerdim.
Bugün tercihini Ak Parti’den yana yapan ve DP (DYP)’ye olan temayülünden dolayı Yeni Asya câmiasına söz konduran bazı zümrelerin geçmişte 12 Eylül ihtilalini ‘komünistler aleyhine ve dindarlar lehine’ görerek destek verdiklerini; daha sonra ise ‘ilkesel’lik değil, ‘güçlü’lük esasına göre siyasî tercihte bulunduklarını biliyorum. Oysa bana göre, ‘uygulamada isabet’ten daha önemlisi, ‘teorik isabet’tir. Bediüzzaman’ın siyaset duruşunun adaletçi-özgürlükçü-demokrat muhtevasının bu kesimler tarafından içselleştirilmiş olduğu, zihinlerinin devletçi-milliyetçi muhtevadan salim olduğu kanaatinde değilim.
Demokratik mücadele, demokrasi dışı güçlerin desteğine ‘ilkesel’ olarak karşı olmayı gerektirir. Ehl-i Risale’nin ‘maslahat’ mantığının ve siyasî parti tercihlerinin bu ‘ilkesel’ duruşu yer yer gölgelediği kanaatindeyim. Meselâ, Mecliste başörtülü bir milletvekilinin varlığının bu ülkede bu şartlarda ıslâm’ın hayrına olmadığını düşünebiliriz; ama başörtüsüyle seçilmiş bir milletvekilinin hakkı ve onu seçenlerin iradesi hiçe sayılıyorsa, bu zihniyete karşı demokratik direnç gösterme durumundayız. Eşi başörtülü bir kişinin cumhurbaşkanı seçilmesi ‘ısrarı’nda sorun görmemiz, böyle bir demokratik hakkın demokrasi-dışı müdahalelerle ketmedilmesine karşı olmayı gerektirdiği gibi, buna şu veya bu siyasî mülahazayla çanak tutmanın ve hatta kayıtsız kalmanın da karşısında olmayı da gerektirir. Kürtçü bir eğilimi de, Türkçü bir eğilimi de bu ülkenin hayrına görmememiz, halkın oylarıyla seçilip Meclise geldikleri takdirde, şiddetin temsilcisi olmama kaydıyla onların varlığına saygılı olmaya engel değildir. Geçmişte DEP milletvekillerinin vekilliği demokrasi-dışı bir uygulamayla ketmedilirken dindar insanlar da, ‘Demokrat misyon’ temsilcileri de göstermeleri gereken hakkâniyetli-demokrat refleksi gösterememiştir.
Bediüzzaman’ın “Güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabiler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i sâlihînden başka; siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar” tahlili, siyasete ve siyasetçiye bakışımızda temel noktalardan birini teşkil etmelidir. Siyasette ve siyasetçide ‘hayr-ı mahz’ aramayıp, bilakis ‘ehven-i şer’ mantığıyla bakmamız bu sebeptendir.
19.07.2007

© 2007 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu
zalimi sevemem
zûlmü alkışlayamam
gelenin keyfi için
kalkıp geçmişime sövemem

2

20.07.2007, 00:03

Metin Karabaşoğlu ağabeyimin Risale-i Nur'a dair tahlil ve tecrübelerinden çokca istifade etmiş olan biri olarak Yeni Asya meşvereti içerisinde çözümlemesi gereken düşüncelerini orada halledemeyip de bu şekilde makaleleştirmesini ve mensubu olduğu grubun meşveretine yan çizmesini her ne kadar yadırgasam da, birileri gibi Yeni Asya'yı haksız yere itham etme yanlışına düşmediği için tebrik ediyorum.

Allah hakkımızda hayırlısını nasip eylesin...

Mesajlar: 34

Meslek: hizmet eri

Hobiler: hizmet

  • Özel mesaj gönder

3

20.07.2007, 05:39

bugün nette kanal 7 nin haberini okudum.meşveretimizden cıkan bazı abilerin sacma düşünceleri yazıyordu.alttaki isimlerin içinde senai demirci ve metin karabaşoğlu vardı.anlam veremedim bunlar zaten yeniasyacı değilki oraya nie çıkmışlar.kime oy verirlerse versinler ortalığı karıştırmaya ne hacet.kutlular abimi üzüyolar

4

20.07.2007, 10:58

acaba dünkü nur-u hafi'nin bahsettiği haber sitesindeki yorumları okuyan varmı ?
Ortada şöyle birşey var kardeşim her cemaat istediği partiye oy verebiliyorda, Yeniasya Meşveret kararıyla dp'ye oy veremez mi ? nur-u hafi'nin dediği gibi dün çıkanlar Ak parti destekliyorlar tamam anladık fakat niçin çıkıp Yeniasya'nın siyasi görüşü yüzünden açıklama yapıyorlar onu anlamadım.
Ortalığı karıştırmaya hiç gerek yok !!!

Alpaslan

Stajyer

  • "Alpaslan" bir erkek

Mesajlar: 84

Konum: Almanya

Meslek: Inşaat sektöründe

Hobiler: Hizmet

  • Özel mesaj gönder

5

20.07.2007, 12:59

@ hamdi

Seni kiniyorum
keske inatlasmayip, paylaslamasaydin, cünkü sana karsi olan sevgim ve saygim gittikce azaliyor....baskalarinin oyununa geldin lütven uyan...
Esselamunaleyküm
Alpaslan

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

6

20.07.2007, 14:49

metin karabaşoğlu abinin yazılarını her zaman severek okurdum bu görüşünü de çok mantıklı buldum... Allah ondan razı olsun...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Alpaslan

Stajyer

  • "Alpaslan" bir erkek

Mesajlar: 84

Konum: Almanya

Meslek: Inşaat sektöründe

Hobiler: Hizmet

  • Özel mesaj gönder

7

20.07.2007, 17:03

selamunaleyküm
bir de buyaziyi okuyalim
Yeniasya 20.07.2007

Ali FERşADOğLU

22 Temmuz tuzaklarını bozmanın yolu



Sanayi inkılâbından sonra ıslâm âleminin siyasetinin büyük çapta dışa bağımlı olduğunu ifade eden Bediüzzaman, �Biz müteharrik-i bizzat değil (kendiliğimizden hareket etmiyoruz) bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim (uyutma) ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammane (sağırcasına) tahribimizde telkinlerini icrâ ederiz�1 cümleleriyle ikaz eder.

Neden siyasetimiz dışa bağımlı? Çünkü, en büyük güç kaynağı olan bilim, teknoloji ve para muslukları Avrupa veya ABD�de. Çünkü, ilim, siyaset bilimi dahil, bütün araştırma enstitüleri, teknoloji (kitle iletişim vasıtaları sinema/televizyon/gazete vs.), üniversiteler, dev sanayi kuruluşları Avrupa veya ABD elinde. �Petrol, enerji ve ticaret� gibi zengin kaynaklar da... Para kimde ise, düdüğü o çalar, dünyaya o yön verir. ıstedikleri gibi siyasî kamuoyu oluşturuyorlar. Yani, onlar üflüyor, biz burada sağırcasına oynuyoruz ve telkinlerini yerine getiriyoruz!

Seçim atmosferinde Türkiye�de toplanan ve para-ekonomi muslukları ellerinde olan Bilderbergçiler, acaba Türkiye�ye nasıl bir iktidar biçti? Büyük tirajlı gazetelere, televizyonlara bakın; anlarsınız!

* Türkiye�de yüzde 20 faiz devam etsin istediler! Sıcak parayı yatırıp milyarlarca dolar faiz kazanmıyorlar mı?

* BOP�u (Büyük Ortadoğu Projesi) yürüten ABD, Irak ve ıslâm ülkelerinin sınırlarını belirlemek için; ısrail ve ABD aleyhtarı olmayan, Irak ve Filistin�deki katliâmlara ses çıkarmayan bir iktidar istemiyor mu?

* Türkiye�de tek başına bir iktidar olsun, ama, siyasî tecrübesi olmasın, Avrupa veya Amerika�ya karşı çatlak sesler dahi çıkmasın. (Neden 161 milletvekili AKP listelerine giremedi? Biraz tecrübe kazandıklarından ve tezkereye karşı geldiklerinden mi?) Her darbe ve önemli dönemeçlerde bu tuzağı kurmuyorlar mı? Tecrübeliler alaşağı, tecrübesizler iş başına! Sonra da onları, kızgın sac üstünde hindi gibi oynatıyor ve istediklerini yaptırıyorlar?

1999 seçimlerini hatırlayın lütfen. Terörist başı Abdullah Öcalan�ı paketleyip Türkiye�ye teslim ettiler ve DSP-ANAP-MHP koalisyonunu iktidara getirdiler. Sonra, Ecevit, Irak�ın işgaline direndi;�merdivenlerden yuvarlandı mı, yuvarlatıldı mı belli değil�günlerce hasta yattı ve nihayet koalisyonu bozdurdular. Ve ardından, acemiler mangasası henüz taze bir partiyi allayıp-pullayıp iktidara sürdüler. Ve BOP çerçevesinde Irak�ı işgal ettiler�

Ya içeridekilere göre nasıl bir parti olsun? Tek başına iktidar olsun, ama zinde ve jakoben laiklerin damarına basıp; kendisini alaşağı etmesinler. ıktidar olsun, muktedir olmasın!

* YÖK�e dokunmasın. Hatta, 2 trilyon lira olan bütçesini 5 katrilyona çıkarsın! Verdiğimiz vergiler de bize yasak ve keyfilik olarak dönsün!

* Başörtüsü yasağı; imam-hatip okulları ve meslek okulları katsayısı (üniversitelere girmelerini engelleyen kanun); Kur�ân kursları yaş sınırı yasağı devam etsin! Ama, Bilderbergçilerle, ABD şirketleriyle temasta olan jakoben laiklikte hassas çevreler kazandıkça kazansın; hatta 5 senede, kârını yüzde 500 artırsın!

Bu tuzakları fark etmemek için göz körü değil, akıl, kalp körü olmak gerekir! Gelin, şu dış mihrakların ve onlara âlet olan şuursuz iktidar bağımlısı basiretsizlerin tuzaklarını hep birlikte bozalım! Nasıl mı? Buyurunuz:

�Onlar tuzak kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.�2

�Onlar bir tuzak kurdular, ama tuzaklarına karşı Biz de tuzak kurduk, kendileri farkında olmadan onların tuzaklarını bozduk, onların planlarını altüst ettik�3

ışte kurtuluşun reçetesinin özeti:

�Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır. Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar. şayet siz sabreder ve Allah�a karşı gelmekten sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez.�4

Halbuki kötü tuzak, sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder. Onlar daha öncekilerin uğradıkları fecî âkıbetten başka bir şey mi bekliyorlar? Sen Allah�ın nizamında hiçbir tebdil, hiçbir değişiklik bulamazsın! �ınkârcıların hile ve tuzakları boşa çıkar.�5

�Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.�6

Öyle ise, önce niyetlerimizi değiştirerek, sonra oylarımızı tuzaklara âlet olanlara vermeyerek tuzakları bozmalı�

Dipnotlar: 1- Sünûhat, s. 64.; 2- Enfal Sûresi: 30.; 3- Neml Sûresi: 70; 4- Âl-i ımran Sûresi: 120; 5- Mü�min Sûresi: 25; 6- Enfal Sûresi: 53, Ra�d Sûresi: 11

20.07.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com

Alpaslan

Stajyer

  • "Alpaslan" bir erkek

Mesajlar: 84

Konum: Almanya

Meslek: Inşaat sektöründe

Hobiler: Hizmet

  • Özel mesaj gönder

8

20.07.2007, 17:07

Bir de
Kutlular abini yeni asyada kiyazisini okuyalim

Alternatif ıhtiyacı

ıktidar partisinin grup başkanvekillerinden biri, geçtiğimiz günlerde, barajı aşarak Meclise girme potansiyeline sahip üçüncü partinin DP olduğunu söylemişti.

Başbakanın bir taraftan �Anketlerde yine iki parti gözüküyor� derken, diğer taraftan yoğun gündemi içinde zaman ayırıp DP liderinin katıldığı TV programlarını baştan sona izlemesi ve Ağar'ın kendilerine yönelik eleştirilerine cevap verme ihtiyacı duyması da, DP'nin AKP cenahında ne kadar yakından ve ciddiyetle takip edildiğini gösteren bir başka işaret olarak yorumlanmalı.

Bu durum, DP için yapılan �Barajı aşma şansını tamamen kaybetti� propagandasının bütün şiddetiyle devam ettiği bir ortamda bilhassa dikkat çekici.

Öte yandan, 2004 Mart'ındaki yerel seçimler öncesinde AKP Genel Başkan Yardımcılarından birinin �Öncelikli hedefimiz DYP'yi çökertmek� açıklaması da anlamlıydı.

Birbirini tamamlayan bu işaretlerden çıkarılacak sonuç, AKP'nin, dışarıya umursamaz ve ciddîye almaz bir görüntü vermeye çalışsa da, DYP-DP çizgisini çok önemsediği olmalı.

Bunun sebebi ise, AKP'nin başından beri kendisini yerleştirmeye çalıştığı seçmen tabanının, geçmiş yıllarda DP-AP-DYP çizgisine destek vermiş olan kitle olması.

Çünkü siyasette kalıcı olmanın en önemli şartlarından biri, köklü bir geleneği temsil eden bu kitle tarafından sağlam bir şekilde benimsenmek ve sahiplenilmek.

12 Eylül'den sonra siyaset sahnesine çıkan ANAP da bunun için çok uğraştı. DP-AP çizgisinin devamı olarak kurulan DYP'yi silip, onun yerine kendisi oturmak için elindeki bütün imkânları kullandı.

Ama olmadı, başaramadı.

Görünen o ki, 28 şubat konjonktüründe doğan Millî Görüş çıkışlı yeni bir parti olarak AKP de aynı gayretin içinde.

Bir taraftan, içlerinde AP-DYP kökenli isimlerin de yer aldığı transferlerle �merkez partisi� imajı verme çabalarını sürdüren AKP; diğer taraftan DP'yi yıpratma amaçlı psikolojik harekât operasyonlarına da açıkça destek veren tavırlar sergiliyor.

Bunu yaparken, ağır söylemlerle CHP'ye yüklenmesi ise hem ülkedeki kutuplaşma görüntüsünü pekiştiriyor, hem de beş yıllık iktidarında �mayınlı alanlar�da CHP'nin onayını alamadığı için tek bir adım dahi atamadığı gerçeğini örtbas etmeyi amaçlıyor.

Ve sonuçta AKP-CHP ilişkisi, görünüşte sert bir çatışma imajı sergilerken, gerçekte tarafların birbirlerini besleyip güçlendirmesine dayalı bir �kayıkçı kavgası�nı ele veriyor.

Demokratikleşme, hak ve özgürlükler başta olmak üzere ülkenin temel sorunlarının çözümü önünde en büyük engeli oluşturduğu, geride kalan beş yıl içinde iyice görülüp anlaşılmış olan bu sahte ve aldatıcı mizansene artık bir son verilmesi gerekiyor.

Bunun için de, yıllardır eksikliği hissedilen demokratik ve mâkul alternatif ihtiyacını da karşılama potansiyeline sahip köklü bir parti olarak DP'nin güçlendirilmesi icab ediyor.


Mehmet Kutlular

Sedat

Orta Düzey

  • "Sedat" bir erkek

Mesajlar: 167

Konum: Frankfurt

Meslek: Sürücü kursu ögretmeni

  • Özel mesaj gönder

9

21.07.2007, 01:03

söylem - eylem

metin abinin risale i nur yorumlarini begenerk okuyan biriyim, her zman ilginc ve enteresan ve degisik perspektiflerle yorum yapar.
Ama unutmamak gerekirki imani meselelerde güclü yorum yapan ve hepimizden iyi risale anlayan abilerimiz elhamdulillah cok ama.. unutmamak gerekirki konu ictimai meselelr oldugu zaman büyük sahabelrin birbiri ile savasa girdiklerini biliyoruz, ama iman noktasinda ki saglamliklari tartisilmaz,
ayni sekilde degerli abilerde üstadin yakin talebleri bile bu noktalarda ayriliga düsebilmisler. ama imani meselelerde risale i nuru anlamada ve anlatmada hepside tartismasiz kuskusuz.
Zamaninda ayni düsüncelerle neden ANAP olmasin?? diyen abilerimiz de oldu ve ayriliga düstüler veya neden REFAh olmasin yeni demokrat zihniyet diyenler, Refahin güclü oldugu zamanlarda evinde refah amblemleri olan ve refahi savunan kardesleride gördük bu iki partidede zaman gösterdiki Yeni Asya mesvereti cemaati hata yapmadi ve bugün o tuzaklara düsmedigi gibi o zamanlarda düsmedi ve sonucta zaman bizi dogruladi.
Sonucta Metin abinin de degerlendirmesinde AKP nin neden üstadin gösterdigi hürriyetci-adaletci ahrarlar oldugunu ispatlayan bir sey yok subjektif bi yaklasim, söylem ve eylem uyuyor diyor ama ben ne söylemlerinde nede eylemlerinde bu demokrat zihniyete uyan bir sey göremiyorum gören varsa bir zahmet yazsin da aydinlanalim.

Mesajlar: 34

Meslek: hizmet eri

Hobiler: hizmet

  • Özel mesaj gönder

10

21.07.2007, 01:08

bence beyanay ve tenvirler kitabında hersey acıkca izah edilmiş.bu meşveretten cıkan abiler keşke inceleselerdi.hem meşveret kararına uymak vaciptir.neden böle yaptılar anlayamadım

Bu konuyu değerlendir