Giriş yapmadınız.

1

05.06.2007, 23:48

M. Latif Salihoğlu serisi <-- Harika Siyasi Araştırma Diz

Sayın Webmaster abi baştan söyleyeyim. 7 günlük bir yazı dizisini arşiv niteliğinde tarihe not düşmek için bu kadar uzun alıntı yaptım. Silinmezse memnun olurum.

Siyaset bilmiyorum diyen kardeşler, sabırla bu araştırma yazı dizisini okursa çok şey öğrenecekler ve Yeni Asya'nın neden DP veya DYP dediğini açıkça göreceklerdir. Ayrıca M. Latif Salihoğlu'nun bu yazı dizisinin akabinde yazdığı yazıları da okumanızı şiddetle öneririm.

Alıntı

Fevzi Paşa Demokratları zorladı

Cumhuriyet döneminin demokrasi tarihi, henüz altmış yıllık bir ömre sahip.

Türkiye, 1946'ya kadar tek parti sistemiyle ve mutlak bir istibdat rejimiyle idare edildi.

Evet, rejimin resmî adı "Cumhuriyet" olmasına rağmen, uygulanan rejimin kendisi ise, insanlık tarihinde eşine hiç rastlanılmayan bir dikta yönetimi şeklindeydi.

Böylesine ucube ve garabetli bir sistemin başını, hiç şüphesiz Cumhuriyet Halk Partisi çekiyordu. Bütün vebâl onda ve bu partinin özellikle tepe noktasındaki kadrosundadır.

Bu tür bir zihniyet sahiplerinin, kendi rızalarıyla demokrasiye geçiş yapmaları, yani çok partili siyasî hayatı kabullenmeleri herhalde düşünülemez.

1945'te biten II. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye üzerindeki Sovyet Rusya'nın tehditleri devam ediyordu.

Keza, dünya barışını sağlamak maksadıyla Birleşmiş Milletlerin (BM) yeniden teşkili çalışmaları dünya ülkelerinin gündemindeydi.

Böyle bir durumda, Türkiye Avrupa ülkeleriyle münasebetlerini geliştirmek ve Sovyet tehlikesine karşı dost ve müttefik ülkeleri bulmak mecburiyetinde kalmıştı. Bir yandan da BM'nin kurucu ülkeleri arasında yer almak istiyordu. (1945 yılı 26 Haziran'ında kuruluşu tamamlanan BM teşkilâtı, 24 Ekim'de faaliyete geçti.)

ışte, bütün bu isteklerin yerine getirilebilmesi için, Türkiye'nin tek parti rejimini terk ile demokrasiye geçmesi gerekiyordu. Buna adeta mecbur kalmıştı. Bilhassa Avrupa ülkeleri, çok partili sisteme geçmeyen bir Türkiye'yi aralarında görmek istemiyordu.

Başkaca bir çare ve çıkış yolu kalmayan Millî şef ısmet Paşa yönetimi, göstermelik veyahut göz boyamak şeklinde de olsa başka partilerin kurulmasına razı oldu.

Demokrasi adına böyle ciddî bir kapı açılınca, haliyle değişik isimler altında peşpeşe partiler kuruldu. (1945–50 yılları arasında kurulan partilerin adeti 25'i buldu.)

ışte, bu esnada kurulan partilerden biri ve belki de en önemlisi Demokrat Parti (DP) oldu.

7 Ocak 1946'da kurulan Demokrat Partinin lider kadrosu içinde ise, şu önemli isimler vardı: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan.


ılk seçim ve sonrası


ıktidardaki Halk Partisi, kendisine rakip olarak kurulan DP'nin halktan büyük teveccüh göreceğine ilk başlarda pek inanmıyordu.

Ayrıca, muhalefetin güçlenememesi için de, bir takım tedbirler alınmıştı. Seçimler asker süngüsünün gölgesinde yapılıyor, ayrıca "oylama açık, sayım gizli" sistemi işliyordu.

Ne var ki, bütün bu olumsuzluklara rağmen, 21 Temmuz 1946'da sandık başına giden vatandaşların önemli bir kitlesi DP'ye oy vermiş ve bu anamuhalefet partisine 61 milletvekilliğini kazandırmıştı.

O günlerin en büyük handikapı, tek parti zihniyetinin sistemli uygulamaları ve bilhassa jandarmanın eliyle muhalefetteki DP'ye yapılan ağır baskılardı.

Nitekim, bu ağır baskılar sebebiyle, bu parti dört yıl müddetle (1950'ye kadar) yapılan mahallî seçimlere hemen hiçbir yerde katılamadı.

1948–49'a doğru gelindiğinde ise, yeni ve farklı bazı gelişmeler yaşandı. Meselâ, yeni bazı partiler kuruldu.

Muhalefet cephesini güçlendiren bu yeni kurulan partilerin en önemlisi, 1948'de Prof. Hikmet Bayur başkanlığında kurulan Millet Partisi idi.

Halk Partisine rakip, ancak Demokrat Partiye de muhalif olarak kurulan Millet Partisinin vitrininde ise, yakın tarihin şu renkli isimleri vardı: Mareşal Fevzi Çakmak, General Sadık Aldoğan ve ateşli bir hatip olan meşhûr Osman Bölükbaşı.

Bu isimler daha evvel DP içinde yer almalarına rağmen, bir grup hareketi şeklinde ayrıldılar ve iktidar kanadından çok muhalefetteki Demokrat Parti ile zıtlaşmaya yöneldiler.

Garip ama, çok önemli bir husus da şudur: Millet Partisi yönetimi, Fevzi Paşayı "fahrî başkan" olarak ilân etti ve onun ismini kullanarak da dindar kesimin oylarını kanalize etmeye çalıştı.

ışte, 14 Mayıs 1950'de yapılacak olan genel seçim maratonuna böyle bir atmosfer içinde girildi.


Fevzi Paşa faktörü


Mutlak istibdat devrinde 22 yıl kesintisiz şekilde Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüten Fevzi Paşa, 1944'te kerhen de olsa emekliye sevk edildi.

O tarihte CHP'nin ikinci adamı konumundaki Hilmi Uran, istemediği halde emekliye zorlanan Fevzi Paşanın ısmet Paşaya kırgın olduğunu, fakat bu kırgınlığı ilk başlarda dışa vurmadığını anlatıyor ve şu noktaları nazara veriyor:

* Mareşal'in bir siyasî beklentisinin olup olmadığını sordum, müsbet bir cevap vermedi.

* 1946'da DP'nin listesinden bağımsız aday oldu, Meclis'e girdi. Aynı sene ısmet Paşaya karşı DP'nin cumhurbaşkanı adayı oldu.

* 1948'de DP'yi adeta sattı ve yeni kurulan Millet Partisine geçti. Bu partinin fahrî başkanı oldu. Partililer onun karizmasını tepe tepe kullandılar. (Hatıralarım, s. 467–470)

Fevzi Paşa, hakikaten hiçbir zaman DP'li olmadı. Onlardan yararlanmaya çalıştı. Sonra da gidip MP'lilerin seçimlerde fahrî taşeronluğunu yaptı.

Öyle ki, Demokratlara yönelmiş olan seçmenlerin önemli bir kesimi (bilhassa dindar kesimi) Milletçilere kaymaya başladı. Zira, MP'li Fevzi Paşa, DP lideri Celal Bayar'a nazaran daha dindar, dolayısıyla daha tercihe şâyân biri olarak kabul ediliyordu.

Doğrusu, 1950'deki genel seçim sürecine girildiğinde, vatandaşın tercihi, birbiriyle yarışan üç büyük parti arasında dağılmış durumdaydı: CHP, DP ve MP.

Aynı zamanda, parti ismi lider ismiyle birlikte yâdediliyordu: ısmet Paşanın partisi, Fevzi Paşanın partisi ve Bayar'ın partisi gibi...

Dindar kitlenin Fevzi Paşayı tercihe yönelmesi, CHP karşısındaki DP'yi bir hayli zorlamaya başlamıştı. MP'li Bölükbaşı'nın hararetli ve etkili konuşmaları da, işin tuzu biberi olmuştu. Seçmen, ilk aylarda MP ile CHP arasında sıkışmış ve adeta ikisinden birini tercihe zorlanmış gibiydi.


Seçime bir ay kala...


14 Mayıs 1950 seçimleri öncesinde, Üstad Bediüzzaman'la görüşen ve ondan siyasî ders ve ölçüleri alan Nur Talebeleri, mutlak ekseriyetle tereddütlerden kurtularak, "Demokratlara nokta–i istinat" olma yönünde esaslı bir duruş sergilediler.

Bediüzzaman, Demokratların Meşrûtiyet zamanındaki Ahrarların devamı olduğunu, o zaman mânen ıttihad–ı Muhammedî'den olan Nurcular Ahrarlar'a nokta–i istinad olduğu gibi, bugün de aynen ıttihad–ı ıslâmdan olan Nurcuların Demokratlara nokta–i istinad olmaları gerektiğini talebelerine ders veriyordu. (Emirdağ Lâhikası, s. 271.)

Buna rağmen, Fevzi Paşa hakkında sair dindarların tereddüdü, hatta bir kısmının teveccühü devam ediyordu.

Derken, genel seçimlere yaklaşık bir ay kadar kısa bir zaman kalmıştı ki, MP'nin fahri başkanı Fevzi Paşa aniden öldü.

Onun ölmesiyle birlikte, Millet Partisinin yıldızı da aniden sönüverdi.

Meclis'e büyük bir grup ile girmeyi tahayyül eden MP'liler, ancak yüzde üç buçuk oy oranı ve bir tek genel başkan Bölükbaşı ile girebildiler.

Evet, Fevzi Paşanın anî ölümü, bir bakıma demokrasi tarihimizin de seyrini değiştirdi.

Gerçekten de, anî ve beklenmedik ölümlerin, tarihin seyrini değiştirdiği de bir vakıadır. Meselâ, 1921'de bütün Anadolu'yu istilâya hazırlanan Yunan Kralı I. Aleksandros'un bir maymun tarafından ısırılarak ölmesiyle, o dehşetli planın akim kalması gibi...

ışte, Fevzi Paşanın ani ölümü de, iç siyasî dengeler açısından çok önemli bir hadise olmuştur.

Onun ölümü, aynı zamanda DP'nin önündeki en büyük handikapın aşılmasını netice vermiştir ki, seçim sistemini kendi hesabına göre tanzim eden ısmet Paşanın bütün hesapları da bir anda altüst olmuştur.

Seçimin neticesi şöyledir: 487 milletvekilliğinin 408'ini DP, 68'ini CHP ve ancak bir tekini MP alabilmiş, geri kalanını da bağımsızlar kazanmıştır.

Bu yazı serisi içinde ele aldığımız siyaset zemininde ortaya çıkan son altmış yıllık zihnî ve fikrî kargaşanın kronolojik tarihini yazmaya devam ediyoruz.

Kargaşa, sırtını devlet imkânlarına dayamış olan Halk Partisi hakkında vatandaşın kanaat ve tavırlarında yaşanmıyor. Esas kargaşa ve tereddüt, bu komita ruhlu partinin karşısında vaziyet alan diğer partilerden hangisinin doğru adres olduğu noktasında düğümleniyor.

Bu noktanın kronolojik seyrine bakıldığında, bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, 1950'de seçmen kitlenin DP mi, MP mi tereddüt ve ikilemiyle ortaya çıktı.

Daha sonraki seçim dönemlerinde ise, Halk Partisine muhalif kitlenin aynı mânâdaki tereddüt ve ikileminin ana hatlarıyla şu şekilde geliştiğini görmekteyiz:

* 1950'den sona ıslâm Demokrat Partisi.

* 1957'de Hürriyet Partisi.

* 1961'de Ekrem Alican'ın Yeni Türkiye Partisi ve CKMP.

* 1965'te aynı partilere ileveten Feyzioğlu'nun Güven Partisi.

* 1969'da aynı partiler.

* 1973'de Demokratik Parti ile Millî Selamet Partisi.

* 1977'de aynı partiler.

* 1984'te Demokrat misyonu temsil eden parti, ihtilalciler tarafından seçimlere sokulmadı.

* 1987 Özal'ın ANAP'ı ile Erbakan ve Türkeş'in "mukaddes ittifak"ı.

* 1991'de ANAP ile Refah Partisi.

* 1995'te aynı partiler.

* 1999'da aynı partiler ile MHP.

* 2002'de AKP.

* 2007'de yine AKP.

Burada şunu da ifade edelim ki, elli yıllık seçimlerin hemen hiçbir devresinde, zihinler bugünkü kadar karışmış ve Demokrat misyonun asıl takipçisinin hangi parti olduğu hususunda büyük tereddütler hasıl olmuş görünmüyor.

Bu hususa açıklık getirmeyi yazı serisinin sonuna bırakarak, yazının akışı gereği 1950'den sonra ortaya çıkan siyasî tabloyu okumaya ve anlamaya çalışalım.


Millet Partisi'nden sonra ıslâm Partisi denemesi


1950 seçimlerine Demokrat Partiyle rekabet halinde giren Millet Partisi, fahrî başkan Fevzi Paşanın ölümü sebebiyle başarılı olamadı.

1950'den sonra ise, bu parti mahkemelik oldu. 1954 yılı başlarında resmen kapatıldı. Hemen ardından, aynı kadro tarafından Cumhuriyetçi Millet Partisi kuruldu. Aynı dönemde (1951'de) kurulan önemli bir diğer parti ise, emekli asker Cevat Rıfat Atilhan liderliğindeki ıslâm Demokrat Partisidir.

Demokratlara rakip, muarız ve bilhassa dindarların oyuna talip olarak ortaya çıkan bu partinin, aynı zamanda çok etkili bir medya desteği vardı.

O günlerin dinî yayın organları olarak bilinen Hür Adam, Büyük Doğu, Büyük Cihad, Yeşil Bursa, Serdengeçti ve Sebilürreşad gibi mevkutelerin hemen tamamında, ıslâm Demokrat Partiyi hararetle savunan, vargücüyle destekleyen yazı ve yorumlar çıkıyordu.

22 Kasım 1952 tarihinde ise, ülkede ve bilhassa dindar camiada büyük sarsıntılara yol açan önemli bir hadise yaşandı: Malatya'da Hüseyin Üzmez ismindeki bir lise talebesi, meşhur gazeteci Ahmet Emin Yalman'ı üstelik Başbakan Menderes'in yanında silâhla vurarak yaraladı...

Bu hadise, başta Milliyetçiler Derneği olmak üzere, Türkiye'deki dindar cemaatlere mal edildi.

Devlet kurumları derhal harekete geçti. Peşpeşe tevkifler başladı. ıslâm Demokrat Partisi lideri Atilhan, Büyük Doğu'dan Necip Fazıl, Serdengeçti'den Osman Yüksel, ayrıca Malatya'dan Avni Özmansur ve Elazığ'dan M. Cemal Bayındır gibi dindar zatlar, ağır ceza mahkemelerine sevk edilerek cezalandırıldı. Bir süre sonra da ıslâm Demokrat Partisi resmen kapatıldı.

ışte, bu tarihteki elim ve sıkıntılı hadiselerden sonra, Türkiye'de "ıslâmcı" ve "milliyeçi" olarak bilinen çevreler, Demokratlara adeta düşman oldular. Bu kitle, hemen her seçimde farklı veya muhalif bir siyasî kulvarda yürümeyi tercih ettiler. Hatta, öyle ki, 27 Mayıs ıhtlâlinde Demokratların devrilmesini dahi büyük bir sevinç ve coşkuyla karşıladılar.

Gariptir ki, dinde samimî ve hassa olan bu kesim, o gün bugündür, Demokrat misyon sahipleriyle hemen hiçbir dönemde aynı safta yer almadılar. Halen de ayrı durmaktalar.


Üstad Bediüzzaman'ın tavrı



ıslâm Demokrat Partinin kurulduğu ve tabanda taraftar bulmaya çalıştığı aynı dönemde, partinin bazı dost adamları Üstad Bediüzzaman'ı da ziyaret ediyor ve ondan siyaseten olsun destek istiyorlardı. Bir bakıma Nur Talebelerinin sade "Demokrat" yerine, artısı bulunan "ıslâm Demokrat" ismindeki partiye taraftar olmalarını talep ediyorlardı.

Böyle Eşref Edib gibi zatları kırmayan ve onlara "iman kardeşi" nazarıyla bakan Üstad Bediüzzaman, ismi "ıslâm" olan bir partinin ıslâma ve iman dâvâsına vereceği muhtemel zararı da nazara vererek, talebelerine şu mektubu yazdırıp neşrediyor:

"Aziz, sıddık kardeşlerimiz,

"Üstadımız diyor ki: 'Eşref Edip kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî ıslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir. Ve Nurun bir hâmisidir. Ben vefat etsem de, Eşref Edip Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.

"Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok. Ve Risale-i Nur, rıza-i ılâhîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensupları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, (Büyük) Doğu gibi mücahidler iman hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz-fakat siyaset noktasında değil. Çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost–düşman, derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nuru hiçbir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar.

"Hem Nur Risâleleri küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altındaki anarşiliği ve üstündeki istibdad-ı mutlakı kırdığı cihetle, bir nevi siyasete teması var tevehhüm edilmiş. Halbuki, Nurun tercümanı, birtek mesele-i imaniyeyi dünya saltanatına değişmediğini mahkemelerde dâvâ edip yirmi beş sene tarz-ı hayatıyla ve emarelerle ispat etmiştir." ( Emirdağ Lâhikası, s. 281.)

Evet, ıttihad–ı Muhammedî ve ıttihad–ı ıslâm gibi isimlerle siyasî parti faaliyeti yapılmasını doğru bulmayan Üstad Bediüzzaman, bu meseleyle ilgili olarak da aynı tavrını muhafaza etmiştir.

Yirmi yedi sene boyunca tek parti sultasıyla ülkeyi idareye çalışan Halk Partisi, demokratik sistemin işleyişine paralel şekilde gücünü, iradesini kaybetti. 1950 ve 1954 seçimlerinde kelimenin tam anlamıyla hezimete uğradı.

Görünen köy kılavuz istemezdi. Halk Partisi, bu gidişle ömrü billah daha iktidar yüzü göremezdi. Onun çeyrek asırlık şeflik devrinde maddî–mânevî büyük yaralar alan bu millet, kendi iradesiyle onu bir daha iktidara getirmek istemiyordu.

Bu fecî durum karşısında bir çıkış yolu arayan Halk Partisi, 1954 yılı hezimetinin ardından, iktidardaki Demokrat Partinin içini karıştırmaya yöneldi.

1955'te, Meclis'te "basın hakları"nın görüşüldüğü bir oturumda, şiddetli münakaşalar yaşandı. Demokrat Partinin hariçten çengel atılmış bazı milletvekilleri, muhalefetle ağız birliği yaparak, kendi partilerini yerden yere vuran konuşmalarda bulundu.

Bir süre sonra partilerinden ayrılan bu kimseler, yeni bir siyasî teşekkül kurmaya yöneldi. Aynı yıl içinde önce on dokuz milletvekili DP'den istifa etti. Bu kimseler, CHP'nin de desteğiyle Hürriyet Partisi (HP) isminde yeni bir parti kurdu.

DP'den istifalar devam etti. HP Meclis'te grup kurdu. 20 Aralık 1955'de bu partinin grubu 28 üyeye ulaştı. Hepsi de DP'den istifa eden kişilerdi.

ışte, DP'den ayrılarak Meclis'te grup kuran HP'nin önemli bazı siyasîleri: F. Lütfi Karaosmanoğlu, Turan Güneş, ıbrahim Öktem, Cihat Baban, Fethi Çelikbaş, Ekrem Alican, Raif Aybar, Enver Güreli, Kasım Küfrevi, E. Hayri Üstündağ, Ziyat Ebüzziya.

O günlerde, Nadir Nadi'nin sahibi olduğu Cumhuriyet gazetesi de, bu partinin çıkışına ve özellikle 1957 seçimlerindeki faaliyetlerine büyük destek veriyordu. Nadir Nadi, ayrıca Ankara'da çıkarmış olduğu Yeni Gün isimli gazetesini HP'nin yayın organı haline getirdi.

Araştırmalarımız esnasında, Hürriyet Partisine büyük ölçüde destek veren şu önemli isimlere de rastladık: şerif Mardin ve Hüsamettin Cindoruk.

DP'li diye bilinen Cindoruk'un HP'ye olan desteğinin gerekçesi, DP'nin kongrelerini aksatmasıydı. Bunu, kendisi de tv programlarında açıkladı.

şerif Mardin ise, yıllar sonra o zamanki yaptıklarından pişmanlık duyarak, içine düştüğü durumu şu sözlerle izah edecekti: "Hürriyet Partisi 1954’de kuruldu ve ben başından itibaren içindeydim. Çok ilginç kurucuları vardı. Üniversite yıllarında faşizmin çok lanetlendiği ortamlarda bulunmuştum. En büyük korkumuz faşizmdi. O zaman çok yanlış bir değerlendirmeyle Adnan Menderes’in hareketinin faşizmin bir belirtisi olduğuna inandık ve karşı çıktık. Anayasal özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı koymak doğruydu ama bunu 'faşizmin ucu gözüktü' şeklinde değerlendirmek de yanlıştı. 'Devlet nasılsa komünizmle uğraşıyor, ama faşist tehlikenin farkında değil, onlara biz hatırlatalım' diye yola çıkmıştık." (Ruşen Çakır'la röportaj, Vatan gazetesi, 15 Mayıs 2007)


1957 seçimleri



1957 yılı Ekim ayı sonlarında yapılan genel seçimlere dört parti katıldı.

Sonuçlar milletvekili sayısı itibariyle şu şekilde tecelli etti: Millet Partisinin devamı olarak kurulan CMP 4, Demokratlardan ayrılan Hürriyet Partisi 4, Halk Partisi 178 ve Demokrat Parti 424. (HP, sadece Fethi Çelikbaş'ın memleketi olan Burdur seçimlerini kazandı ve bu ilin 4 milletvekilini de almış oldu.)

Bu seçimlerde umduğunu bulamayan ve büyük hayal kırıklığı yaşayan Hürriyet Partisi, siyasî hayata devam edemedi. 28 Kasım'da toplanan parti kongresi, kendi kendini fesih ve bütün malvarlığıyla birlikte CHP'ye katılma kararı aldı.

Böylelikle, bu partinin ne maksatla kurulmuş olduğu da kendiliğinden anlaşılır hale geldi.

(NOT: HP'nin önde gelen siyasîlerinden biri olan Turan Güneş, 1974 koalisyon hükümetinde Bülent Ecevit'in Dışişleri Bakanlığını yaptı. Ekrem Alican ise, 1961'de YTP'nin başına geçerek Demokratlara olan muhalefetini devam ettirdi.)

Selahaddin Akyıl anlatıyor

Halen hayatta olan muhterem Selahaddin Akyıl, o günlerin bir canlı şahidi olarak şunları anlatıyor:

"1957 yılıydı. Isparta'da Üstad'ı ziyarete gittik. Bizi kabul ederek hasbihalde bulundu. ...Daha sonra Hüsrev Ağabeyin ziyaretine gittik. O da, 'Beni değil, Kur'ân'ı ziyarete gelmişsiniz' dedi ve Kur'ân'ı gösterdi.

"Burdur'da Hürriyet Partisi seçimi kazanmıştı. Isparta'da da kazanacaktı. Fakat, Üstad Bediüzzaman'ın sandık başına gitmesi ve oyunu (alenen) DP'ye kullanması, onu (HP'yi) çökertmişti. Onun için, bize en çok hücum eden Hürriyet Partililer olmuştu.

"Hüsrev Ağabey, bu meseleye temasla, tasvipkâr olmayan bir tavırla, 'Üstad sandık başına gittiği için, bize hücum geliyor' dedi." (Son şahitler–4, s. 199–200.)

Bu ifadelerden de açıkça anlaşılıyor ki, Üstad Bediüzzaman'ın siyasî tavır ve mesleğini beğenmeyen, hatta sonraki yıllarda da farklı hareket eden Hüsrev Altınbaşak da, Üstad Bediüzzaman'ın sandık başına gittiğini ve oyunu DP için kullandığını tasdik ediyor.

Hakikaten, HP'nin 1957 seçimlerinde Burdur, Isparta ve çevresini adeta siyasî kuşatma altına alarak canhıraş çalıştığı görülüyor. Ne var ki, Burdur'un tamamını almalarına mukabil, Üstad Bediüzzaman'ın bulunduğu Isparta'da hiçbir varlık gösteremediler ve iki ay kadar sonra CHP'ye iltihak ile tarihe karıştılar. (Devamı var)



DÜZELTME


Teknik bir hata sebebiyle, dünkü yazıda ilk iki sütunun başındaki cümleler eksik çıktı. Bu iki cümlenin doğrusu şöyledir:

1) Bu yazı serisi içinde ele aldığımız siyaset zemininde ortaya çıkan son altmış yıllık zihnî ve fikrî kargaşanın kronolojik tarihini yazmaya devam ediyoruz.

2) Aynı dönemde (1951'de) kurulan önemli bir diğer parti ise, emekli asker Cevat Rıfat Atilhan liderliğindeki ıslâm Demokrat Partisidir.

* Bir başka düzeltme: "Kutsal ittifak" hareketi 1991 seçimlerinde ortaya çıktı.


Bir askerî cuntanın gerçekleştirdiği 27 Mayıs ıhtilâlinden sonra, Türkiye'deki demokratik sistem büyük yara aldı. Aynı şekilde, siyasî yapı da paramparça edilerek dağıtıldı. Bu arada, devrilen hükûmetin başbakanıyla en gözde bakanları idam edildi. Yüzlerce yönetici de işkenceli bir cendereden geçirildi.

Siyaseti yeniden toparlamak maksadıyla, darbecilerin kapatmış olduğu Demokrat Partinin yerine 11 şubat 1961'de Adalet Partisi (AP) kuruldu.

Partinin Genel Başkanlığına, vaktiyle darbecilerin gadrine uğramış olan Org. Ragıp Gümüşpaya getirildi.

Ne gariptir ki, bu partinin kuruluşundan sadece iki gün sonra, yani 13 şubat 1961'de Yeni Türkiye Partisi (YTP)kuruldu.

Bu köksüz ve misyonsuz, yani nevzuhur partinin genel başkanlığına ise, vaktiyle DP'yi bölmek için Hürriyet Partisinde aktif görev almış bir kişilik olan Ekrem Alican getirildi. Parti üst yönetiminde Dr. Yusuf Azizoğlu, Kılıç Ali, F. Kerim Gökay ve T. Rüştü Aras gibi etkili şahıslar da vardı.

YTP, hiç şüphesiz ki cuntacıların emrinde ve onların isteği doğrultusunda siyasete atılmışlardı. Partinin başkanı Alican, ileride bu gerçeği şu sözlerle itiraf edecekti: "Benim parti kurmaya niyetim yoktu. Sayın Cumhurbaşkanı Gürsel, bir gün beni çağırdı ve parti kurmamı istedi. Aksi halde, ya Millet Partisinin ya da Adalet Partisinin tek başına iktidar olabileceğini, bunun ise beklenmeyen durumlar meydana getirebileceğini söyledi. Partiyi kurduktan sonra da, müracaat eden herkesi partime almak zorunda kaldım." (Hilmi Tutar; Türk Siyasetinde Sancılı Yıllar, sayfa 37.)



Demokrat kesim üçe bölündü


Parçalanan siyaset sebebiyle, 1961'de yapılan genel seçimlerde hiçbir parti tek başına iktidara gelecek gücü bulamadı.

15 Ekim'de (yani, idamlardan tam bir ay sonra) yapılan seçim yarışına dört parti katıldı. Bu partilerin aldıkları sonuçlar ise, şu şekilde belirginleşti:


CHP : Yüzde 36,7 oyla 173 m.vekili

AP : " 34,8 " 158 "

CKMP: " 13,9 " 54 "

YTP : " 13,7 " 65 "


Tabloda da görüldüğü gibi, ihtilâlcilerin gözdesi olan CHP yekpâre halde ve eski oy oranıyla sandıktan çıkmış olmasına bedel, onun rakibi durumundaki Demokratların siyasî sermayesi ise, tam üç parçaya bölünmüştü.

Bu tablo üzerinden siyaseti şekillendirmeye devam eden ihtilâlciler, yeni hükümeti kurmakla CHP Genel Başkanı ısmet Paşayı görevlendirdi.

Böylelikle, Türkiye ilk koalisyon hükümetiyle de tanışmış oldu.

(Aynı dönemde, ayrıca senatör seçimleri de yapıldı. Dört partinin Senato'da kazandıkları üye sayısı şöyle gerçekleşti: AP (Demirel): 70, CHP (ınönü): 36, YTP (Alican): 28, CKMP (Bölükbaşı): 16.)

Dört sene müddetle devam eden bu parçalı ve koalisyonlu tablo, nihayet 1965 seçimleriyle birlikte sona erdi. DP'nin devam olan AP, bu seçimlerde yüzde 50'den fazla oy alarak tek başına iktidara geldi.

Diğer iki parti ise, güçlerinin yarıdan da fazlasını kaybederek siyaset sahnesinde pasif rollere çekildiler.

Demokrasi tarihimizin en istikrarlı dönemlerinden biri 1950–60 yılları olduğu gibi, bir diğeri de 1965–71 dönemidir.

Bu zaman zarfında iki kez genel seçimler yapıldı: 1965 ve 1969.

Daha evvelki dönemde (1961) ihtilâlcilerin destek ve teşvikiyle siyaset meydanına atılan ve öncelikli stratejileri Demokratların (AP) önünü kesmek olan Millet Partisi ile Yeni Türkiye Partisi, 1965 seçimlerinde bir adım olsun ileri gidemedikleri gibi, gerilediler ve adeta hezimete uğradılar.

Demokrat oylar bölünemeyince de, AP yüzde elliden fazla seçmen oyunu alarak tek başına iktidara geldi.

Aynı durumun 1969 seçimlerinde de önemli ölçüde sağlandığını görmekteyiz. Adalet Partisi, yine yüzde elliye yakın oy desteği alarak tek başına iktidar oldu.

Ne var ki, 1969 seçimlerinden sonra, siyasî istikrar adım adım bozulmaya yüz tuttu.

1969'da AP'den ihraç edilen Necmettin Erbakan, Konya'dan bağımsız aday oldu. Seçilip Meclis'e girdikten bir süre sonra da, yeni kurulan Millî Nizam Partisinin genel başkanlığına getirildi.

Oysa, o seçim döneminde kendisini Konya'da ziyaret eden ızmir temsilcimiz Hasan şen ve Fethullah Gülen'in de dahil olduğu bir heyete yaptığı açıklamada, sadece bağımsız olarak seçilmek istediğini ve asla AP'yi bölmek gibi, yani yeni bir parti kurmak gibi bir maksatlarının olmadığını söylemişti.

Ne var ki, gelişmelerin seyri, Erbakan'ın bambaşka bir duygu ve düşünce içinde siyasete atıldığını gösterdi. Aktif olarak katıldığı hemen bütün seçimlerde, en büyük zararı oylarını dağıtıp bünyesini parçaladığı Demokrat kitleye verdi.


Seçim sonuçları


1965–71 yılları, Türkiye'nin madden ve mânen en müreffeh olduğu bir dönemdir. Dinî tedrisat yapan yüzlerce eğitim kurumunun açılması yanı sıra, iktisadî kalkınmada da, Türkiye zirvelerde dolaşıyordu. Meselâ, enflasyon yüzde 5, kalkınma hızı ise yüzde 8'ler civarında seyrediyordu.

şimdi, sırasıyla 1965 ve 1969'da yayılan genel seçimlerin neticelerine bakalım.

1965'te seçime katılan partiler şunlardı: Cumhuriyet Halk, Adalet, Millet, Cumhuriyetçi Köylü Millet, Yeni Türkiye ve Türkiye ışçi Partisi.

Sandıktan çıkan oyların yüzdelik oranıyla partilerin kazanmış olduğu milletvekili sayısı ise şöyle gerçekleşti:


AP : Yüzde 52,8 oyla 240 mv.

CHP : " 28,7 " 134 "

MP : " 6,2 " 31 "

YTP : " 3,7 " 19 "

TıP : " 2,9 " 14 "

CKMP: " 2,2 " 11 "


Gelelim 1969 seçimlerine...

Bir önceki tabloda bazı değişiklikler oldu. Erbakan'ın başını çektiği bağımsızların etkili olduğu, TıP ve YTP'nin silinme noktasına indiği, MHP'den Türkeş'in tek başına seçilebildiği, Alevilerin ise Birlik Partisi ile katılmış olduğu 1969 yılı seçim sonuçları şu şekilde tahakkuk etti:

AP : Yüzde 46,5 oyla 256 mv.

CHP: " 27,3 " 143 "

GP : " 6,5 " 15 "

BAğ: " 5,6 " 13 "

MP : " 3,2 " 6 "

MHP: " 3,0 " 1 "

BP : " 2,8 " 8 "

TıP : " 2,6 " 2 "

YTP : " 2,1 " 6 "


Görüldüğü gibi, ufak tefek bölünme, parçalanmaya rağmen, ana gövdeyi zaafa uğratacak bir durum söz konusu değil.


Erbakan, Bozbeyli ve muhtıra


Konya bağımsız milletvekili Necmet tin Erbakan, 1970'de kurulan Millî Nizam Partisinin başına geçti.

Uzun yıllar Meclis Başkanlığı yapan Ferruh Bozbeyli ise, yine aynı sene içinde AP'den koparabildiği 46 milletvekili ile Demokratik Partiyi kurarak Meclis'te ayrı bir grup teşekkül ettirdi. Celal Bayar'ın destek verdiği Bozbeyli'nin partisinde Saadettin Bilgiç, Adnan Menderes'in oğulları Yüksel, Mutlu ve Aydın Menderes ile Bayar'ın kızı Nilüfer Gürsoy da yer aldı.

Siyasî istikrarı bozmaya yönelik olarak ortaya çıkan bu iki önemli faktöre ilâveten, 1971 yılı 12 Martı'nda da bir askerî cunta tarafından sert bir muhtıra geldi.

Doğrudan doğruya iktidardaki AP'yi hedef alan bu muhtırada, hükümetin istifa etmemesi halinde, askerî darbenin yapılacağı açıkça ifade ediliyordu.

Parlamento kapısının açık tutulmasını tercih eden AP hükümeti istifa etti ve Türkiye koalisyonlu ara rejimlerin anaforu içerisine girdi.

Başbakan ve kabine üyelerinin sık sık değişmek zorunda kaldığı bu ara rejim, 1973 seçimlerine kadar devam edip gitti.

Bu arada, 1971'deki muhtıra ve ardından gelen sıkıyönetim sebebiyle yurt dışına gitmiş olan MNP lideri N. Erbakan, yeniden Türkiye'ye geldi ve aynı tarz siyaseti bu kez Millî Selamet Partisi lideri olarak devam ettirdi.

CHP'nin bütünlük halinde, karşısındaki hürriyetçi demokrat kitlenin ise paramparça bir vaziyette katılmış olduğu 1973 yılı seçimleri aynen şu şekilde neticelendi:


CHP: Yüzde 33,2 oyla 185 mv.

AP : " 29,8 " 149 "

DP : " 11,8 " 45 "

MSP: " 11,8 " 48 "

CGP: " 5,2 " 13 "

MHP: " 3,3 " 3 "

Türkiye'nin kalkınma hamlesinde en büyük atılımın gerçekleştirildiği 1950–60 devresi, binler teessüf teessüf olsun ki kanlı 27 Mayıs darbesiyle noktalandı.

Aradan on yıl kadar bir zaman geçti ve Türkiye tam da ihtilâl yarasını sarma aşamasına gelmişti ki, cuntacıları yeni bir ihtilâl sıtması tuttu. 12 Mart 1971'de hükümete muhtıra verildi ve derhal istifası istendi. Aksi halde kanlı bir darbe daha yapılacaktı.

Çekilen meşrû hükûmetin yerini ara ve kara rejimler aldı. ıki kez yapılan genel seçimlere rağmen, siyaset bir türlü toparlanamadı. Türkiye, uzun yıllar (on yıl kadar) koalisyonlu hükümetlerle idare edilmek zorunda kaldı.

1973'teki bölünmüş, parçalanmış siyaset tablosu, ne yazık ki 1977 genel seçimlerinde de devam etti. Üstelik bu fecî vaziyet, Ecevit liderliğindeki CHP'ye 60 yıllık demokrasi tarihinde kendi rekorunu kıracak bir oy potansiyelini sağlama şansını kazandırdı.

ışte, dört partinin birbiriyle yarıştığı 1977 yılı seçim sonuçları:


CHP: Yüzde 41,4 oyla 213 mv.

AP : " 36,9 " 189 "

MSP: " 8,5 " 24 "

MHP: " 6,4 " 16 "


Seçimlerin galibi olan CHP lideri Ecevit, hükümet kurmaya muvaffak olamadı. Bu durumda, II. MC hükümeti kuruldu. Ancak, uzun ömürlü olmadı. 1978 yılı başında bakanlık makamı karşılığında AP'den ayrılan 11 milletvelinin desteğiyle, Ecevit yeni bir hükümet kurdu.

ıkinci Ecevit hükümeti de başarılı olamadı. Memleket karanlığa gömüldü. Anarşi ve terör bir yandan, yokluk ve kuyruklar bir yandan, ülke adeta bir cenderenin içine sürüklendi.

Ekim 1979'da yapılan ara seçimlerin neticesi, bunalan Ecevit'in de hükümeti bırakıp kaçmasına sebebiyet verdi.

ışte, senato 1/3 (üçte bir) yenilemenin yanı sıra beş milletvekilliği için yapılan seçimlerin sonucu: Beş milletvekilinin 5'ini de alan Adalet Partisi, toplam oyların yüzde 54.1'ini alırken, diğer partilerin oy oranı ise şu şekilde neticelendi: CHP (Ecevit) yüzde 29.3, MHP (Türkeş) yüzde 5.4 ve MSP (Erbakan) yüzde 7.4.

(Aynı seçimde partilerin kazanmış olduğu senatör sayısı: AP 33, CHP 12, MSP 4, MHP 1)


Olgunlaştırılan darbe


14 Ekim 1979'da yapılan ara seçimlerin resmî sonucu henüz açıklanmadan, Başbakan Ecevit istifasını verdi.

Diğer partilerle yeni bir koalisyon kurma imkânını bulamayan Adalet Partisi ise, azınlık hükümetiyle ülkeyi idare etmeye mecbur kaldı.

Bir süre sonra da cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldi.

Mevcut partiler, aralarında uzlaşıp da yeni cumhurbaşkanını seçmeye bir türlü muvaffak olamadı. Meclis'te tam 114 tur oylama yapıldı, yine de müsbet bir netice sağlanamadı. 115. turun yapılacağı esnada ise 12 Eylül darbesi yapıldı.

Çankaya seçimlerinin kilitlenmesi, erken seçim ihtimalini olabildiğince kuvvetlendirmişti.

O günün şartlarında bir genel seçime gidilmesi halinde ise, Adalet Partisinin oyların ekseriyetini alarak tek başına iktidara geleceğine kesin gözüyle bakılıyordu.

Ama, ne yazık ki, bu yol da bir türlü açılmıyor, açılamıyordu.

Öte yandan, ülkenin muhtelif merkezlerinde her gün onlarca yerde can ve mal kaybı yaşanıyordu. Anarşi ve terör meydan almış, berkemâl olması gereken asayiş, adeta berheva olmuştu.

Siyasî ve ideolojik kavga, had safhaya varmış, farklı görüşteki insanlar, akraba dahi olsa, gözünü kırpmadan birbirinin canına kast edecek bir duruma gelmişti.

Esas görevi asayişi sağlamak olanlar ise, ya işi ağırdan alıyor, ya da ihtilâl iyice "olgunlaşsın" diye, çaktırmadan başka türlü dümenler çeviriyordu.

II. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel'in şu sözü çok manidardı: "Darbe, 1979'da yapılacaktı. Ancak, şartlar iyice olgunlaşsın diye bir sene daha beklendi. Ne yazık ki, bu durum beş bin insanın canına mal oldu."

ışte, olgunlaştırılmaya çalışılan ihtilâl, maalesef Türkiye'ye her yönüyle pahalıya mal oldu. Büyük can ve mal kaybının yanında, demokrasi ve onun vazgeçilmez unsuru olan siyasî bünye çok büyük zarar gördü.

Eski partileri kapatan ve eski siyasîlere 10 yıl süreyle yasak getiren cuntacılar, sivil hayatta da her şeyin emir komuta zinciri içinde yürütülebileceği gafletine düştüler.

Demokrasi işkence askısında

12 Eylül ihtilâlcileri, bir referandumla anayasa ve cumhurbaşkanını zorla ve dayata dayata bu millete oylattırdıktan sonra, 1983'te bazı siyasî partilerin kurulmasına–lütfen—izin verdiler.

1984'te yapılan genel seçimler öncesinde, beğenmedikleri partileri kapatan, ya da adaylarını veto ederek onları seçimlere sokturmayan ihtilâlciler, üstelik bu yaptıklarının adına da demokrasiye geçiş diyerek, kara kargaları bile güldürmeyi başardılar.

Dört yıl sonra, yani 1987'de yapılan genel seçimlerde, kısmî bir serbestlik olmasına rağmen, yine de ihtilâl şartlarının gölgesi altında gerçekleşti. Bu sebeple, hür irade Meclis'e olduğu gibi yansımadı, yansıyamadı.

Demokratları şaşırtan ve oy kitlesini bölen Millet Partisi serüveniyle başladığımız bu yazı serisini, yine aynı partinin zamanla ortaya çıkan değişik versiyonlarını, türevlerini tanıtmak ve yaptıklarını nazara vermek sûretiyle bitiriyoruz.

* * *

Yakın siyasî tarihimizin tartışmasız, tereddütsüz, en açık bir gerçeği şudur: Halk Partisinin karşısında köklü ve güçlü bir vaziyet alarak siyaset meydanına atılan kadrolu ve teşkilâtlı ilk siyasî hareketin sahibi Demokrat Partidir.

1946'daki ayıplı genel seçimlerinde 61 kişilik üyesiyle Meclis'e giren DP, 1950 seçimlerinde ise tek başına iktidara gelme cehd ve gayretiyle ciddî bir hazırlık içine girdi.

ışte, tam da bu hengâmede DP'nin karşısına Millet Partisi isminde ve kurucularının ekseriyeti dindar olan yeni bir parti çıktı.

Üstelik, partinin dindarlık yönü öylesine nazara veriliyordu ki, ilk kurucular heyeti bile–mübarek rakam diye–tam 33 kişi olarak toplanmış ve kuruluş bu haliyle ilân edilmişti.

Bu meyanda dikkat çekici önemli bir nokta daha vardı. şöyle ki: ıçlerinde Fevzi Çakmak ve Osman Bölükbaşı'nın da bulunduğu bu 33 kişilik heyet, Ankara'da ikamet etmekte olan ve çok mübarek bir zât olarak bilinen Osman Nuri (Köni) Efendinin evinde toplanıyor. (Osman Nuri Bey, eski Demokrat Partili olup, Bilkent'ten Prof. Hasan Köni'nin amcasıdır.)

Buradaki toplantıda, partinin gerek ismi ve gerekse 33 kişilik kurucular heyeti tesbit ediliyor.

Nihayet derecede dikkat çeken bir diğer nokta da şudur ki, partinin kuruluş maksadının tamamıyla ıslâmiyete hizmet olduğu, el altından efkâr–ı ammeye ilân edildi. (Bkz: Mustafa Sungur, Son şahitler–4, s. 43–44)

Hatıralarını okuduğumuz muhterem Mustafa Sungur, ayrıca şunları naklediyor: "Osman Nuri Efendi, Üstad Bediüzzaman'ın dostu ve mübarek bir insandır. Harb–i Umumi'de Alay Müftülüğü yapmış ehl–i kalp bir zat olup, Üstad Bediüzzaman'dan asrın Geylânisi ve Sultan Abdülkadirisi diye söz ediyordu." (Age, s. 44)

ışte, içinde böylesine dindar şahsiyetlerin bulunduğu Millet Partisine bile Üstad Bediüzzaman'ın iltifat etmeyerek, Ahrar tabir ettiği Demokratları destekleme mânâsında bir kaç mektup neşrettiğini, yine aynı hatıralardan öğreniyoruz.

M. Sungur, Millet Partisinin DP'ye vereceği muhtemel zararlar karşısında Üstad Bediüzzaman'ın neşrettiği lâhikalardan şu iki misali aktarıyor:

Birincisi: "...Millet Partisi ise: Eğer ıttihad–ı ıslâmdaki esas olan ıslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezc olmuş bir millet olsa, o Demokratın mânâsındadır, dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Frenk illeti tâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikri ise..." (Age, s. 45 ve Emirdağ Lâhikası, s. 422)

ıkincisi: "Milletçilere gelince... Eğer bu partide sırf ıslâmiyet esas olsa, Demokrat Partiye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise..." (Age, s. 45 ve Emirdağ Lâhikası, s. 422)


Millet Partisi: Dindarlar ve milliyetçiler



Gerek Üstad Bediüzzaman'ın ifadelerinden ve gerekse tarihi seyri içindeki gelişmelerden açıkça anlaşılıyor ki, 1950 yılındaki Millet Partisi içinde iki ana grup ve iki ana temayül var. Bunlardan biri milliyetçiler, diğeri ise dindarlardır.

Nitekim, bu iki kesimin 1950'den sonra peyderpey ayrışarak iki siyasî hareket şeklinde yoluna devam ettiği görünüyor.

Millet Partisi kökenli milliyetçiler, zamanla almış oldukları Cumhuriyetçi Millet Partisi (1954), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (1961), MÇP (1983) ve son olarak da Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) isimleriyle siyasetteki varlığını muhafaza etti.

Aynı partinin dindar kanadı ise, sırasıyla ıslâm Demokrat Partisi (1952), Millî Nizam (1970), Millî Selâmet (1973), Refah (1983) Fazilet ve günümüzde Saadet Partisi isimleriyle siyaset zeminindeki mücadelesini devam ettirdi.

Bu arada, olağanüstü şartlara bağlı olarak ortaya çıkan ve iktidara gelen Özal'ın ANAP'ı (1983) ile Erdoğan'ın AKP'sinin de, (2001) temelde Millet Partisiyle benzer bazı karakteristik özellikler taşıdığı söylenebilir.

Zira, bu partiler ne CHP'nin, ne de DP'nin devamıdır. Öyle olmadıklarını defaatle kendileri açıklamışlardır.

Bu durumda, geriye kategorik olarak bir tek Millet Partisi kalıyor: ıçinde hem dindarların, hem de milliyetçilerin bulunduğu hareket.

şu da var ki, bu iki parti, nevzuhur şartlara dayalı olarak ortaya çıktıkları ve başındaki lider kişiyle özdeşleştirleri için, büyük ölçüde liderlerinin yapılarına, kabiliyetlerine, anlayışlarına göre değişik renk ve şekillere bürünmüşlerdir.

Yani, bu partiler, misyondan ziyade başındaki liderlerle özdeşleşip parladılar. Dolayısıyla, bir nev'i lider partisi oluverdiler. Lider varsa parti var, lider yoksa parti de yok olup gidiyor.

Özal ile Erdoğan'ı iktidara taşıyan oy potansiyeli, hiç şüphesiz, geçmişte Demokrat misyon partilere oy vermiş olan kitleden geliyordu. Ancak, kendileri o partilerin mirasına konmalarına rağmen, o misyonu hiçbir zaman sahiplenmediler, hatta reddettiler. Her vesileyle "Biz yeniyiz ve hiçbir partinin devamı değiliz" dediler.

Buna rağmen, kimi bilerek, kimileri de bilmeyerek, onları Demokratların devamı mahiyetinde göstererek, zihinleri bulandırmaya siyasetin fıtrî seyrini bozmaya devam etti.

Siyasetin yeniden toparlanma vetiresine (sürecine) girdiği şu günlerde, her şeyin yerli yerine oturtulmasını ve hadiselerin ülkenin, milletin hayrına olarak fıtrî seyrinde gelişip inkişaf etmesini diliyoruz.

M. Latif Salihoğlu

Kaynak: Yeni Asya Gazetesi ( www.yeniasya.com.tr )

2

06.06.2007, 10:25

Bu yazı dizisi -tarafsızca- mutlaka -ama mutlaka okunmalı-
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir