Giriş yapmadınız.

fatih112

Stajyer

  • "fatih112" adlı kullanıcı yasaklandı
  • Konuyu başlatan "fatih112"

Mesajlar: 62

Konum: SıVAS

Meslek: SERBSET

  • Özel mesaj gönder

1

03.07.2006, 08:57

Türkiye'de Bölücülük Faaliyetlerinin Tarihsel Gelişimi

Türkiye'de Bölücülük Faaliyetlerinin Tarihsel Gelişimi

Asırlar boyunca Türk Beyliklerine, Devletlerine, ımparatorluklarına karşı yürütülen iç ve dış yıkıcı faaliyetler günümüzde de mevcudiyetini muhafaza etmekte olup bundan sonra da devam edecektir. ımparatorlukta kaybedilen topraklar incelendiğinde kaybın harpten ziyade dışarıdan desteklenen bölgesel isyanlar neticesinde gerçekleştiği görülecektir.

ılki 1806 yılında Süleymaniye Kürtlerinden Babanzade Abdurrahman Paşa önderliğinde Kürt istiklalini temin için başlayan Kürtçülük hareketi doğrultusunda; Osmanlı imparatorluğu döneminde (9), Cumhuriyet Döneminde ise (25) ayaklanma ve isyan meydana gelmiştir.

Kürt Teali ve Terakki Cemiyeti'nin liderleriyle dış güçlerin destek ve teşvikiyle Türk Devleti'ni bölmek ve yıkmak amacıyla 1925 yılında şeyh Sait, 1920 yılında Ağrı, 1937-38 yıllarında da Dersim isyanları başgöstermiştir.

Türkiye-ıran-Irak ve Suriye topraklarının bir bölümünü kapsayan bölgede bir Kürt Devleti kurma gayesi ile faaliyet gösteren Molla Mustafa Barzani'nin önderliğini yaptığı KDP(Kürdistan Demokrat Partisi)nin ülkemizdeki kolu Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) 1965 yılında kurulmuştur.

Bu yıllarda gelişen ideolojik akımlara paralel olarak yasal çerçevede kurulan Doğu Devrimci Kültür Ocakları (DDKO) ve TıP'in o dönemde düzenledikleri "Doğu Mitingleri" isimli toplantılarla yükseköğrenim gençliği arasında doğulu-batılı ayrımı yapılmaya başlanmıştır. TıP'in Anayasa Mahkemesince, DDKO'nun da Sıkıyönetim mahkemesince kapatılmasından sonra bu faaliyetler kısa bir süre durmuştur.

1974 yılında çıkarılan Af sonrasında Marksist-Leninist düşünce yapısında olan şahıslar, örgütlenme çalışmalarına yine başlamışlardır. Gelişen Kürtçülük faaliyetlerinden PKK gibi yasadışı bölücü örgütler oluşturulmuştur.

1980 yılına kadar ülke genelinde eylem ve faaliyetlerde bulunan bu örgütlerden RIZGARı ve PKKdışındakilerin günümüzde eylem ve faaliyetlerine rastlanmamaktadır. 1975 - 76 iç savaşından sonra Lübnan’ın Bekaa vadisindeki haşhaş üretimi, tarımsal üretimin % 10’u civarındaydı. Suriye’nin Lübnan’a girişinden sonra bu oran % 85’e çıktı. Hafız Esad’ın kardeşi Rifad Esad, Ortadoğu’nun en büyük uyuşturucu ve eski eser kaçakçılığının organizatörü durumundaydı. Suriye Askeri ıstihbarat Başkanı Tuğgeneral Gazi Kenan bu organizasyonda önemli görevler üstlendi.

Lübnan’ın Suriye kontrolüne girmesini takiben, dünyanın pek çok terör örgütü yanında Türkiye karşıtı Kürtçü ve Marksist örgütlerin eğitim merkezleri de buraya kaydı. Ruslarla işbirliği içinde çalışan Kürdistan Devrimcileri örgütünün bir üyesi olan Abdullah Öcalan, yeni bir Kürtçü örgüt kurma hazırlıklarını sürdürürken 1979 yılında Suriye’ye kaçarak şam’a yerleşti. PKK lideri Öcalan, 1980’li yılların sonunda Lazkiye’nin Kardaha kasabasında bir villada yaşıyordu. Öcalan ile Rifad Esad’ın burada yaptığı aşk alemleri yabancı basına bile konu olmuştu.

Aylık 100 dolar karşılığında Güneydoğu’dan toplanan işsiz ve cahil gençlerin ilk grubu Lübnan’daki Suriye yanlısı -Yaser Arafat’a karşı- Filistin’in Kurtuluşu ıçin Demokratik Cephe kamplarına getirildi. ılk desteğini Suriye’nin emrindeki bu örgütten alan Abdullah Öcalan, taraftarlarıyla birlikte Lübnan’ın Halve kampına yerleşti. Bu dönemden sonra Rusya, Bulgaristan, Küba, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ihtihbarat örgütleri PKK’yı güçlendirmek için seferber oldular.

Özellikle Suriye, Muhaberat tarafından yetiştirilmiş kendi Kürt ve Ermeni vatandaşlarını PKK’nın kilit mevkilerine getirerek örgütü tümüyle kontrol altına aldı. Rifad Esad, PKK’nın Suriye ve Lübnan makamları ile olan ilişkilerini düzenliyor ve uyuşturucu trafiğini organize ederek mali kaynak sağlıyordu. Uzun bir inceleme konusu olan Suriye - PKK ilişkileri, Hatay sorunu, Güneydoğu Anadolu Projesi’nin engellenmesi ve Uyuşturucuların Avrupa’da dağıtımı gibi pek çok paydaya dayanıyordu. Suriye’nin PKK desteğindeki uyuşturucu ticaretinden elde ettiği yıllık gelir 2 milyar dolar, PKK’nınki ise yılda 900 milyon dolar civarındaydı.

PKK, Afganistan’dan aldığı uyuşturucu hammaddesini ıran gizli servisinin yardımıyla Irak üzerinden Suriye ve Lübnan’a taşırken, bir kısmını da ıran’da kurulan imalathanelerde işliyordu. ıran, kendi ülkesinde uyuşturucuya ağır yasaklar koyarken, din ve rejim düşmanı olarak gördüğü Avrupa’ya taşınmasına göz yumuyordu. Büyük ölçüde Suriye’nin kontrolündeki Bekaa vadisinde işlenen uyuşturucular, Güney Kıbrıs (ve çevresindeki bazı ıssız adalar), Yunanistan, Almanya ve Hollanda üzerinden bütün Avrupa’ya ulaştırılıyordu. Bu konuda zaman zaman diplomatik yollar kullanılırken, kimi zaman da Avrupa’da kurulmuş paravan şirketlerin aracılığına başvuruluyordu. Batılı ülkeler bu gerçeği bilmelerine karşın, bölgesel çıkarları yüzünden PKK’ya karşı ciddi bir önlem almaktan her zaman uzak duruyorlardı..

Suriye yönetimi, Türkiye’nin ve ABD’nin baskıları karşısında zaman zaman PKK’ya olan desteğini çektiğini açıklamasına rağmen buna hiçbir zaman uymadı. Suriye’nin sıkıştığı anlarda Yunanistan, Rusya, Ermenistan, ıran ve Libya devreye girerek PKK’nın güç kaybetmesi önlendi. Öcalan, Hafız Esad’a kadar pek çok üst yönetici ile birçok görüşmeler yaptı. şam ve Halep yakınlarındaki Suriye’ye ait eğitim kamplarını kullandı. Halep, Lazkiye ve şam’da Muhaberat’a ait özel güvenlik bölgelerinde misafir edildi. Suriye’de rahat çalışabilmesi için, kendisi ve yakın adamları için bizzat Askeri ıstihbarat Başkanı Ali Duba imzalı Arap isimli kimlikler çıkarıldı. şehirlerarası seyahatlerde Muhaberat tarafından özel eskortlar görevlendirildi. Bu ilişki halen aynı düzeyde devam ediyor.

SURıYE - ıRAN TERÖR ıTTıFAKI

ıran ile Suriye’nin bölgede düşmanları ortaktı. Irak, Türkiye, ısrail ve ABD’nin diğer bölge müttefikleri başlıca hedefler arasındaydı. Özellikle Türkiye’ye yönelik düşmanlığın temelinde pek çok ilginç benzerlikler vardı. Suriye’de bulunan Türkler, ıran’da bulunan Azeriler her iki ülke yönetimleri için de tehdit arzediyordu.
ıran’ın Ortadoğu’da Suriye ile ittifak kurması, ıslam devrimciliğinin ıslam terörizmine dönüşmesine yol açtı. Kendisini ıslam Devriminin Önderi olarak lanse eden ıran’ın, Suriye’nin 1982 Ocak ayında Hama’da Müslüman Kardeşler ayaklanmasını bahane ederek 10 bin Müslümanı öldürmesine ses çıkarmaması, bütün ıslam dünyasındaki Sünni Siyasal ıslamcı örgütlerde şok etkisi yarattı. Sünni Siyasal ıslamcılar, ıran ıslam devrimciliğinin aslında bir şii hareketi olduğunu farkettiler. Bu şekilde dışlanan ıran için tek yol kalıyordu; Arap dünyasındaki şii muhalefet hareketlerine ve kendilerinden yardım almakta mahsur görmeyen Radikal ıslamcı örgütlere destek olmak.

ıran’ın Hizbullah’a yaptığı silah ve malzeme yardımı önce şam’a, buradan da Suriye’nin kontrolü altındaki bölgede faaliyet gösteren örgüt merkezlerine gönderiliyordu. Kargo uçakları ile şam’a, buradan da kamyonlarla Lübnan’a ve Bekaa’ya taşınan güçlü silah trafiği 1996 yılında daha büyük artış gösterdi. Suriye’nin Lübnan’da yaklaşık 35 bin askeri vardı ve ıran, Arap dünyasından tümüyle koparak düşmanlığının tescillenmesini istemediği için Suriye ile ittifakının sürmesi için ne gerekirse yapıyordu. Suriye’ye değişik adlar altında mali yardımlar yaptı ve askeri ve siyasi işbirliğini güçlendirdi.

1990’lı yıllarla birlikte Körfez ülkelerinde ıran yanlısı Hizbullah örgütleri boy göstermeye başladı. 1996 yılı başında muhaliflerin yoğun baskısı altındaki Bahreyn’de Bahreyn Hizbullah’ı ortaya çıktı. Suudi Arabistan’daki Amerikan askeri varlığına karşı girişilen bombalama eylemini de yine adı ilk kez duyulan Körfez Hizbullah’ı üstlendi.

fatih112

Stajyer

  • "fatih112" adlı kullanıcı yasaklandı
  • Konuyu başlatan "fatih112"

Mesajlar: 62

Konum: SıVAS

Meslek: SERBSET

  • Özel mesaj gönder

2

03.07.2006, 09:12

Güneydoğu'dan PKK - HADEP hattı...

CıZRE
Akşama doğru Kızıltepe'den yola çıktık. ıki yanımızdan dalga dalga akan buğday tarlalarının sarılığına güneşin son ışıkları vuruyor.
Çıldırtıcı bir renk cümbüşü!
Ve bir de taze biçilmiş buğdayın o iç bayıltıcı kokusu...
ıpek Yolu'nda, tarihi gerçekten yaşamış topraklarda doğanın bir akşam vakti insanoğluna sunabileceği en güzel şölenlerden biri belki de...
Kızıltepe'nin HADEP'li Belediye Başkanı Cihan Sincar Hanım'ın sözlerini düşünüyorum:
"Başlangıçta bana, sanki sırt çantamı dağda bırakıp bu koltuğa oturmuşum gibi bakıyorlardı. Bu havanın değişmeye başladığını söyleyebilirim. Fakat devletin bize güvensizliği devam ediyor."
Evet ediyor.
ıki yıl önce ilk seçildiklerinde buralara geldiğim zaman da hava öyleydi. Bugün de farklı değil. Hafta başı Diyarbakır'da görüştüğüm sivil - asker kaynakların gözünde HADEP bir yerde PKK'nın uzantısı.
Olağanüstü Hal Valiliği'nden üst düzeyde bir yetkili şöyle dedi:
"Hiçbir kuşkumuz yok, HADEP, PKK'nın kontrolünde... ıl başkanlarına telefonla fırça çekebilecek kadar kontrolünde..."
Bir askeri yetkili şöyle dedi:
"HADEP, PKK'nın legal uzantısı... Hatta adadan da (Yani ımralı, Öcalan - HC) talimat yok değil."
Bölgedeki diğer partilerin de HADEP aracılığıyla PKK kontrolünde olduğunu öne sürenlere bile rastlanıyor devlette.
Olağanüstü Hal Valiliği'nden üst düzeyde yetkili, Güneydoğu'daki 11 ilde yapılan bir kamuoyu yoklamasından söz ediyor:
"Üçte bir oranında fanatik var. Yani terör örgütüne tam bağlı görünen. Yüzde 20 - 21 ise PKK'ya kesin karşı olanların oranı. Geriye kalan yüzde 50'ye gelince... Kuvvet neredeyse, menfaati neredeyse, gider oyunu oraya verir."
Aynı yetkili şöyle devam etti:
"Bir zamanlar HADEP Genel Başkanı buralara giremezdi. Onun için mağduru oynadılar. Ama şimdi işler normale dönmeye başlıyor. Normalleşmeyle birlikte, halkın oyu da belediyelerde hizmete göre yer değiştirebilecek."
şu sözler de aynı yetkilinin:
"Siyasi partiler bu bölgede HADEP'i tek kale bıraktılar. Hatta nerede ise HADEP'ten icazetli hale geldiler. Ayrıca kendi söylemlerini bırakıp, HADEP'e benzemeye çalıştılar. Başbakan Ecevit burayı ziyaret ettiğinde, 'Aslı varken suretine niye oy versinler?' demişti. Haklı..."
Bir askeri yetkilinin sözleri:
"Bölgede parti tabelaları farklı olsa da, HADEP'in öteki partiler üzerinde de belirleyici olduğu söylenebilir."
Tabii akla şu geliyor:
HADEP yüzde 10 seçim barajını aşabilse ya da yüzde 10 baraj yüzde 5'e indirilse... Yani parlamentoya girebilse... O zaman, bölge milletvekillerinin "Benim diğer partilerde işim ne?" demeleri ve HADEP'e daha çok dönmeleri mümkün...
Bir askeri kaynak şöyle dedi:
"HADEP buralarda bire bir çalışıyor. Eski Refah Partisi gibi. Mahalle mahalle komiteler kuruyor. Ev ev çalışıyor. Diğer partilerin de gelip bu çalışma düzenini kurmaları lazım. Halbuki meydanı HADEP'e bırakıyorlar. Bu durum, insanların aşırı Kürt milliyetçiliğiyle yobazlığa kaymalarına yol açıyor."
şu sözler de aynı kaynağın:
"Özellikle sosyal demokratlara büyük iş düşüyor bu bölgede. Ayrıca DSP, MHP, ANAP, üçü de iktidarda. Gelip niçin daha iyi örgütlenmiyorlar?.."
Devletten kaynaklanan bu görüşlerle ilgili olarak HADEP ne düşünüyor?
Diyarbakır, Viranşehir ve Kızıltepe'de görüştüğüm HADEP'lilere öncelikle "PKK - HADEP hattı"nı sordum.
Reddeden çıkmadı.
Ama "Evet öyledir!" diyen de olmadı.
Daha çok susuldu.
Bu bir.
ıkincisi, öteki partilerin HADEP karşısında uzun yıllar herhangi bir şansı olamayacağını, tabela partisi olarak kalmaya mahkum olduklarını belirttiler.
Biri şöyle dedi Viranşehir'de:
"Diğer partiler zaten seçimden seçime çalışırdı. Seçim dışı zamanlarda parti büroları yazıhane gibi kullanılırdı. ıktidarda iseler iş takibi bürosu olurdu. şimdi bu da bitti. Ancak HADEP mevcut kitleyi örgütleyemiyor. Çünkü devlet nefes aldırmıyor bize. O yüzden öyle ev ev çalışma filan gerçeği yansıtmıyor. En ufak bir etkinliğimize bile izin verilmiyor. Sürekli poliste, savcılıkta, mahkemedeyiz. Ama yine halk HADEP'e geliyor."
Olağanüstü halin normalleşmesi, baskıların azalması ve hele seçim barajının yüzde 5'e indirilmesi halinde HADEP oylarının bölgede çok daha fazla artacağını söylediler.
Viranşehir Belediye Başkanı Emrullah Cin şöyle dedi:
"Ben görevimi iyi yapmazsam, ben giderim ama seçmen yine HADEP'ten bir başka adaya verir oyunu. Diğer partilere gitmez. Çünkü 'Oyumuzu size değil, kendimize, kendi kimliklerimize veriyoruz' diyorlar. Ben, bütün olağanüstü şartlara rağmen yüzde 45 oyla seçildim bu makama..."
Kızıltepe Belediye Başkanı Cihan Sincar'ın sözleri de şöyle:
"Ben seçim zamanı kampanya yapmadım. Açık hava konuşması yapmadım. Hiçbir yere fotoğrafımı bile asmadım. Ama gelip oy verdiler. Yüzde 80 oyla seçildim. Çünkü onlar büyük faturalar ödeyerek geldiler HADEP'e..."
PKK - HADEP hattı...
Bölgede diğer partiler...
Ve bu partilerin Güneydoğu'da HADEP'le yarışabilmelerinin koşulları... Bölge halkının duyarlıklarını, kimlik sorunlarını hesaba katmadan varlık gösterip gösteremeyecekleri...
Tartışılması lazım bu konuların.
Sabahın körü, bilgisayarın başındayım. Sıcak ve sivrisinek fazla uyutmuyor.
Cizre'de Kadıoğlu Oteli.
Cıvıl cıvıl sesler:
"Türk'üm, doğruyum, çalışkanım!"
Balkona çıkıyorum. Mavi önlüklü ilkokul öğrencileri, sınıfa girmeden önce bahçede ant içiyorlar.

fatih112

Stajyer

  • "fatih112" adlı kullanıcı yasaklandı
  • Konuyu başlatan "fatih112"

Mesajlar: 62

Konum: SıVAS

Meslek: SERBSET

  • Özel mesaj gönder

3

03.07.2006, 17:09

Türkiye, uzun yıllardır hiç bir ülkede görülmemiş bir biçimde teröre maruz kalmıştır. Bu terör çeşitli şekillerde kendisini göstermiş ve sonuçta binlerce masum insanımız hayatını kaybetmiş, binlerce insanımız sakatlanmış ve milyarlarca dolarlık ekonomik kayba uğranmıştır. Türkiye'de faaliyet gösteren terör örgütlerinin hepsinden daha fazla tahribat yapan ve toplumumuzda onarılamaz yaralar açan KADEK terör örgütüdür.

Başlangıçta PKK adıyla terör eylemlerine başlayan KADEK terör örgütünün 1984 yılından bugüne kadar sivil halka karşı ayrım yapmaksızın çocuklara, hatta bebeklere, kadınlara, yaşlılara ve bölge halkına hizmet eden, çoğunluğu öğretmen, din adamı ve devlet görevlilerine karşı uyguladığı terör eylemleri nedeniyle; 11.483 (5415'i ölü, 6068'i yaralı) sivil, 17.875 (5871'i şehit, 12004'ü yaralı) güvenlik gücü mensubu olmak üzere 30.000 üzerinde vatandaşımız yaralanmış veya şehit olmuştur.

Yine bölge halkının hizmetinde faaliyet gösteren 250'si okul, 110'u cami, 50'si sağlık kuruluşu olmak üzere toplam 2000 civarında tesis, yapılan saldırılarla tahrip edilmiştir.

Bu güne kadar KADEK terör örgütü ile yapılan mücadele için toplam 150 milyar dolar civarında harcama yapıldığı tahmin edilmektedir.

Bu terörist grup, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın resmi olarak yayınlanan "Yabancı Terör Örgütleri"ne ilişkin raporunda 1997'den itibaren 30 büyük terör örgütü içinde gösterilmiş ve 11 eylül saldırısından sonra da açıklanan listede yer almıştır. Ayrıca AB tarafından hazırlanan "Terör Örgütleri Listesi"'ne de PKK adı altında dahil edilmiştir.

Avrupa'da 1990'lı yıllardan itibaren bazı ülkeler tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen KADEK terör örgütünün, özellikle mücavir ülkelerden ve bazı Batı Avrupa ülkelerinden değişik şekillerde destek gördüğü bilinmektedir. Bu ülkelerin KADEK terör örgütüne sağladığı desteği; örgüte politika belirlemek ve strateji vermek, üst düzey örgüt liderlerine barınma imkanı sağlamak, lojistik destek (silah ve mühimmat) temin etmek, kamp yeri tahsis etmek, eğitim vermek, finansman temin etmek, sahte kimlik/pasaport temin etmek, tedavi imkanı sağlamak, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı yapmasını desteklemek, istihbarat kuruluşlarınca eylem yapacak örgüt mensuplarına istihbari bilgi temin etmek, başlıkları altında toplamak mümkündür.

KADEK terör örgütü kendi propagandasını yapabilmek ve operasyonel imkan ve kabiliyetlerini artırabilmek maksadıyla, toplam 30 ülkede bazı cephe kuruluşları teşkil etmiştir. Danışma merkezleri, sosyo-kültürel cemiyetler (kürdistan komitesi veya kürt enstitüleri) adı altında faaliyet gösteren bu kuruluşları, KADEK'in Avrupa kanadı işletmekte ve yönlendirmektedir. Çeşitli ülkelerde tespit edilen bu tür kuruluş ve merkezlerin miktarı 439'dur. Örgüt oluşturduğu bu teşkilat içerisindeki dernek, birlik, komite ve merkezler vasıtasıyla uyuşturucu ve insan ticaretini de yönlendirmektedir.

ABD uluslar arası uyuşturucu konuları bürosunun raporu, Avrupa uyuşturucu kartelinin KADEK mensupları tarafından kontrol edildiğini ortaya koymaktadır. Benzer şekilde rapor, KADEK'in terörist faaliyetlerini desteklemek için eroin üretimini ve ticaretini kullandığı gerçeğini bir kez daha vurgulamaktadır.

Ayrıca; Avrupa'daki vatandaşlarımızdan gasp, şantaj yoluyla zorla para toplanmakta, adam kaçırma ve silah kaçakçılığı yapmaktadır.

Bir kısım ülkeler de, politik hedefleri nedeniyle KADEK terör örgütünün bu faaliyetlerini desteklemekte, hatta yayımladıkları rapor ve aldıkları kararlarla terör örgütünü cesaretlendirmektedir.

Bu kapsamda, KADEK terör örgütü, bazı ülkelerin isteği ile ismini değiştirmiş ve bu suretle, terörist kimliğinden ve bu güne kadar yapmış olduğu katliam ve tahribattan kurtulma çabası içine girmiştir.

Terör örgütünün isim değiştirmesini müteakip AB tarafından, terör örgütleri listesine alınması konusunda direnç gösteren bazı odakların bu konuda fikir değişikliğine gitmeleri ve KADEK terör örgütünün bundan etkilenmeyeceği şeklinde beyanatlarda bulunmaları oldukça düşündürücüdür.

Bu güne kadar 30.000'nin üzerinde insanımızı katleden ve yapmış olduğu bunca tahribat ve gerçekler ortada iken terör örgütünün maske takarak terörist kimliğinden kurtulması mümkün değildir. şu kesinlikle bilinmelidir ki terör örgütü ne değişikliğine giderse gitsin yaptıklarının hesabını verecektir.

Türkiye, adı ne olursa olsun terör örgütü ve yandaşları ile kararlı mücadelesine devam edecektir. Bu durumda da bütün devletlerin bizimle aynı şekilde düşünmelerini ve terörizmle mücadele etmelerini arzu ediyoruz. Bizim müttefiklerimizden beklentimiz;

- her türlü KADEK bağlantılı grup ve örgütleri, özellikle KADEK'in kendisini yeni adı ile de terörist örgüt olarak kabul etmeleri ve,

- AB'nin listesine aldığı PKK ve DHKP-C terör örgütlerini, gerekli tedbirleri ve cezai işlemleri yapabilmesi için, "AB Terörle Mücadele Çerçeve Sözleşmesi"nde öngörülen yaptırımları ülkelerin iç hukuklarına yansıtmalarıdır.

Pek çok ülke, soğuk savaş sonrası güvenlik endişelerindeki azalmanın avantajlarını yaşarken, insanlık aleminin terör konusunda ne büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğuna son 20 yıldır ısrarla dikkatleri çekmek isteyen Türkiye'nin, bu konuda yeterli desteği görebildiğini söylemek mümkün değildir. Uluslar arası platformda terörizmle ortak mücadele bir zorunluluktur.

Terör; dili, dini, milliyeti, bölgesi, ideolojisi olmayan ve tüm dünyayı tehdit eden uluslar arası bir olgudur.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir