Latif Salihoğlu'nun Süleyman Demirel ile ilgili yazısı ...
M. Latif SALıHOğLU
Memnuniyet verici gelişmeler
Seksen yıllık Bülent Ecevit'in bundan sadece iki hafta kadar evvel ortaya atmış olduğu "Sultan Vahdeddin" meselesi etrafında dallanıp budaklanan tartışmalar, üzücü olanların da yanında, esasen pekçok hayırlı gelişmelere de sebebiyet verdi.
Evet, yer yer zahiren şer gibi görünse de, zincirleme sürüp giden bu tartışmaların, genelde büyük hayırları netice verdiği söylenebilir.
Hayırlı olduğu gibi, sevindirici ve memnuniyet verici de bulduğumuz bu gelişmelerin bir kısmını iki noktada toplamak istiyoruz. şöyle ki:
1) Ecevit'in çelişkileri ve tutarsızlıkları gündeme geldi. Onun, bir yandan herkesten daha ileri bir Atatürkçü olduğunu söyleyip, bir yandan da—Atatürk'ün 'hain' damgasını vurduğu—Sultan Vahdeddin'e yakınlık göstermesi, tam bir paradoks vaziyeti teşkil etti. Çünkü, şimdiye kadar hiç ifade etmediği ve büyük ihtilmalle de inanmadığı bir şeyi seslendiriyordu. Böylesi bir tutum ve söylem kendi cenahından bile yanlış, ciddiyetsiz, samimiyetsiz bulundu. Öyle ki, halen fahrî başkanı olduğu DSP, içten içe fokurdamaya başladı. Ayrıca, bu konuda kınayıcı net bir tavır takınmadığı için, partiden istifa furyası baş gösterdi. ıstifa edenlerden bazıları ise, üstelik Ecevit'in geçmişte en çok güvendiği siyasetteki yol arkadaşlarıydı...
Kezâ, başta CHP yönetimi olmak üzere, diğer sol partiler ile Kemalist–solcu bilinen birçok yazar ve düşünür, bu tuhaf tavrından dolayı Ecevit'i sert bir şekilde kınadı. Hatta, bir kısmı onun bunadığına hükmetti.
Ecevit'in çevresinde ve solcu partiler yelpazesinde meydana gelen bu dalgalanmaları, hayra alâmet bir gelişme olarak gördüğümüz için de seviniyor, bundan memnuniyet duyuyoruz.
2) Süleyman Demirel'in "Atatürkçü" çıkışı yadırgandı, ileri sürdüğü demode fikirler yerden yere vuruldu.
Çok da güzel oldu...
Fikir plânında yapılan sert eleştiriler, sadece dindar kesimle sınırlı kalmadı; en sosyal demokrat diye bilinen kalemler bile, Demirel'in "Atatürk lehinde ve Vahdeddin aleyhinde" gibi gözüken açıklamaları, gàyet derece mâkul ve mantıklı izâhlarla âdeta yüzgeri edildi.
Ne güzel işte...
Böylelikle, iradesi zayıf bir yönetici olmakla birlikte, aslında Sultan Vahdeddin'in hain bir kişilik olmadığı hususu, Türk kamuoyu nazarında gün gibi parlamaya başladı. Süleyman Demirel'in Vahdeddin için "Atatürk ne diyorsa o" şeklindeki taktik sözü, Ecevit'i kendi silâhıyla kendi cephesinde vurmanın ötesinde, halkın vicdanında menfi hiçbir tesir uyandırmadı. Dahası, tartışmalar alevlendikçe, Vahdeddin üzerindeki sisler dağılmaya ve üzerine yapıştırılan "hain" yaftası gitgide silikleşmeye yüz tuttu.
Eh, bu da az birşey mi?
Sultan Vahdeddin ile birlikte diğer Osmanlı padişahları da, bu vesileyle aklanıp paklanmaya devam ededursun, biz gelelim önemli bir başka gelişmeye...
Süleyman Demirel, tartışmaların hayhuyu içinde şu mânâda sözler de söyledi: "Atatürk, yüz sene daha referansımız olmaya devam edecek. Böylece, yüz sene sonra belki akıllanırız."
Demirel'in bu görüşleri de, sağdan, soldan, ortadan, yüzde seksen-doksan köşe yazarları tarafından âdeta yaylım ateşine tutuldu: "Böyle yüz sene sonrası için bugünden ahkâm kesmek doğru mu? Bu yaklaşım tarzı, düşünceyi ipotek altına almak değil de nedir? Hürriyetçi ve demokrat olarak bilinen bir siyasetçiye böylesi konuşmalar hiç mi, hiç yakışmıyor. Aynı referanslı darbelere mâruz kalmış bir siyasetçi, bu tarzda hiç konuşmamalıydı. Vesâire..."
Bu minvâl üzere konuşanların, yazanların da eline diline sağlık.
Cidden sevindik, memnun olduk, bu tarzdaki yazılara, yorumlara... Eğer Demirel'in böyle aykırı çıkışları olmasaydı, ortaya çıkan şu güzel neticeleri, belki de bu berraklıkta göremeyecektik.
Yani, yaşanan gelişmeler, netice itibariyle hayırlı olmuştur, olmaya da inşaallah devam edecektir.
* * *
Ancak, şu da var ki: Bütün bu garip, tuhaf ve aykırı gelişmelere rağmen, bizim gibilerin Süleyman Demirel ile olan "kadim dostluk köprüsü"nü yıkması gerekmiyor.
Çünkü, o kadim dostluğun büyük hatırı vardır. Ve, o dostluğun hatırı için, Demirel'in yüz tane kusuru—ki, çoğu rüşvet-i kelâm cinsindendir—olsa bile, bizler yine de ona karşı kin tutamaz, düşmanlık yapamaz, hasmane bir tutum içine giremeyiz.
Onu tenkit etsek bile, bu yine de dostane ve "mürüvvetkârane muaşeret" şekilde olur ancak. Yıkıcı tenkitlerde bulunmak, bize yaraşmaz ve yakışmaz.
Zira ki, evet, aramızda bir kadim dostluğun paha biçilmez bir hatırı vardır. O hatırın neler olduğunu ise, aşağıda yazımızın ikinci bölümünde sıralamaya çalışalım.
Dostluğun hatırı
Bir kısım eski dostlarının bile ona düşman kesildiği bir zamanda bizim kalkıp Süleyman Demirel'in "samimî dostluğu"ndan söz etmemiz, ilk bakışta hiç de akıllı işi görünmüyor.
Ne var ki, samimî dostluk zor günlerde belli olur ve işte biz de şu zor zamanda o kadim dostluğun hakkını vermek durumunda hissediyoruz kendimizi.
Evet, Süleyman Demirel ile aramızda hiç kırılmaması ve çiğnenmesi gereken pekçok hatırlar ve hatıralar var. Bunların bir kısmını şu şekilde hülâsa edebiliriz.
1) Hafız Ali'nin (rh) hatırı: ıslâmköylü Hafız Ali, Risâle-i Nur'da bahsi geçen "Isparta kahramanları"ndan biri ve bir cihetle birincisidir. 1930'lu–40'lı yıllarda Risâle-i Nur'un neşri için yaptığı hizmet, her türlü takdirin fevkindedir. Tevazuda, ferâgatta, fedakârlıkta zirveleşen bir şahsiyettir. 1944'te Denizli Hapishanesinde öldürücü zehir şırınga edilen aziz üstadı Hz. Bediüzzaman'ın kurtulması için, tereddüt dahi geçirmeden kendini fedâ ile onun yerine vefât etmiş erişilmez bir "ilim şehidi"dir.
ışte, böyle bir Hafız Ali, anne tarafından Süleyman Demirel'in akrabası olup, ona Kur'ân dersi vermiş ilk hocasıdır. Hocasının vefâtına son derece üzülen Demirel, onu daima hayırla anmış ve Nur hizmetini de hep takdirle yâdetmiştir.
Demirel'e ilk Kur'ân dersi ile birlikte iman dersini de veren Hafız Ali'nin hatırı, bizim için pek kıymetli, pek azizdir.
2) ıslâmköy'ün hatırı: Risâle-i Nur'un neşir ve intişarında, Barla, Bedre ve Sav köyü gibi, ıslâmköy'ün de çok mühim bir yeri var. Türkiye'de Allah demenin yasak olduğu, Müslümanım demenin cesaret istediği bir zamanda, hayatını ve herşeyini tehlikeye atarak Nur'a koşan ve Nur hizmetinde fütur göstermeyen bu köy halkının hatırını elbette ki kıyâmete kadar mühimsemek durumundayız.
3) Isparta'nın hatırı: Üstad Bediüzzaman'ın tâbiriyle "Isparta taşıyla, toprağıyla mübarek bir beldedir." Bir cihetiiyle Ispartalı olduğunu da ifade eden Bediüzzaman, Türkiye'ye ve bütün beşeriyet âlemine yayılan Risâle-i Nur'un evvelâ Isparta'da temerküz ettiğini ve buranın bir mânâda Medresettüzzehrâ'nın merkezi durumuna geldiğini beyan eder. Nur mekteb-i irfanının en fedakâr, en kahraman talebeleri bu diyârdan çıkmış. Bunların hatırı da bizim indimizde pek azizdir ki, Demirel de, onlardan hiçbirinin aleyhinde ne bulunmuş, ne de konuşmuş. Konuştuğu zaman da hep hayırla yâdetmiş.
4) Bayram Yüksel'in hatırı: Üstad Bediüzzaman'ın sâdık talebelerinden olan Bayram Yüksel ve iki de dâvâ arkadaşı, 1997 Kasım'ında Sofya yakınlarında geçirdiği bir trafik kazasında vefât etti. Bürokratik engeller sebebiyle, cenazeleri Bulgaristan'dan alınıp Türkiye'ye getirilemiyordu. Mehmet Kutlular'ın bilgilendirmesiyle, o tarihte cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel bizzat devreye girdi ve bir gün içinde meseleyi halletti. Cenazeler, hemen ertesi gün yurda getirildi ve Barla Kabristanına götürülüp defnedildi.
5) ımam hatiplerin hatırı: Süleyman Demirel, Türkiye'de yüzlerce imam hatip okulunun açılmasına bizzat ve bilfiil önderlik etti. Hem de çok zor şartlar ve ağır baskılar altında. Bu okullardan bir tekini dahi açmayan Erbakan'ın müstakilen siyaset sahnesine çıktıktan sonra, her ne kadar bu okullarda Demirel'e silme muhalif yetiştirilmeye çalışıldı ise de, bu eğitim kurumlarının yaptığı dinî hizmeti küçümsemek elbette ki doğru olmaz. (ımam hatip okullarını şimdiki hale düşüren sebeplerin başında, bu okulların siyasete bulaştırılması ve özellikle bir partinin "arka bahçesi" haline getirilmeye çalışılması gelir.)
6) Ülkeye hizmetin hatırı: Özellikle başbakan olarak vazife başında bulunduğu zamanlarda millete hizmet yolunda yaptığı icraatlar saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Bunları tek tek sıralamak, bu köşenin hacmini aşacağı için, bu hususu sadece hatırlatarak geçiyoruz.
7) Bediüzzaman'a dostluğun hatırı: ıslâmköy'lu Süleyman Demirel, Bediüzzaman Said Nursî'nin hayatını, dâvâsını, eserlerini biliyor, tanıyor ve okuyor. Ayrıca, okuması için başkasına da tavsiyede bulunuyor. Acizâne, defaatle bu gerçeğin şahidi olmuşumdur. Onun tavsiyesi üzerine bizi arayan birçok kimseye Nur Risâleleri götürülmüştür. Bediüzzaman ve eserlerinin daima lehinde konuşup şehadet etmiştir. 1991'deki genel seçimler öncesinde entelektüel çevrelerin teşkil ettiği Marmara Grubunda konuşma yapmak için dâvet edilen Demirel'e, Said Nursî ve eserleri hakkında—tamamı aleyhte olmak üzere—tam yedi tane soru sorulur. Soru soranlardan biri Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi'dir. Demirel'e "Sen nasıl olur da 'Said Nursî büyük ıslâm âlimidir' dersin? Hatta, daha da ileri gidip 'Ona büyük ıslâm âlimi değildir diyenin alnını karışlarım' diyorsun. Bu yaptığınız doğru mu?" diye, adeta hesaba çekerler.
Salonun genel havası bu konuda Demirel'in aleyhinde olmasına rağmen, kendisine sorulan yedi soruyu da göğüslerek cevap verir. Bediüzzaman'ı ve Risâle-i Nur'u avukat gibi pervâsızca savunur. Sonra, Kur'ân'ın tefsiri olan bu eserleri kendisinin okuduğunu, çok istifade ettiğini ve salondakilerin de alıp bunları okumasını tavsiye eder.
ışte, bu tavsiye üzerine kendisine tam takım Risâle-i Nur Külliyatını götürdüğümüz ıTO üyesi M. Yüksel şenol ile yine bu vesileyle takım külliyat siparişi veren meslek odası üyesi arkadaşı, burada bahsettiğimiz hadisenin canlı şahitleridir.
O güne kadar Demirel'in Nurcuları kullandığını tahmin eden bu zatlar, o günden itibaren ise onun Nurlar'a samimî bir dost olduğuna tam kanaat getirdiklerini bizlere itiraf ettiler. (Buna benzer daha başka hatıralar da var. Bir misâlle iktifa ediyoruz.)
Diğer bazı hatırlar: Süleyman Demirel'in geçmişte Köprü dergisi, Yeni Nesil ve Yeni Asya'da pekçok röportajı, özel beyanatı yayınlandı. Bunların önemli bir kısmı kitaplaştı. Mevkutelerimizde çıkan sözleri, zaman zaman hatırlatılıyor, hatta yüzüne de vuruluyor. Ama o, bütün o söylediklerinin arkasında olduğunu söylemekten şimdi bile çekinmiyor.
ışte, bunlar gibi daha başka hususların da hatırı için, bizler bazı hatalarından dolayı Demirel'e düşmanlık edemeyiz, başkaları gibi ona yıkıcı saldırılarda bulunamayız. Kendisini ancak dostça tenkit ederiz.
Ve fakat, kendisi Râsale-i Nur'a dost kaldığı müddetçe, aramızdaki dostluğun da hiç bozulmadan ilelebed devam edip gideceğine olan kanaatimizi burada bir kez daha vurgulamak isteriz.
GÜNÜN TARıHı
Osman Gazinin son nasihatı
1 Ağustos 1326: Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi 68 yaşında Söğüt’te vefât etti. Yerine oğlu Orhan Gazi geçti.
Osman Gazi, ölüm döşeğinde iken oğlu Orhan Gaziye yaptığı son nasihatın şöyle olduğu rivâyet edilir: “Oğul Orhan! Din yolunda gâzâya devam et. Dostlarını, komutanlarını gözet. Bilginleri kayır. Adâlet yolundan ayrılma... Ey oğul! Bu devleti sana, seni de Hudâ’ya emânet ediyorum.”
01.08.2005
E-Posta: latif@yeniasya.com.tr