Savaş Esirleri:
Savaşta bile insan onuruna saygı gösteren ıslam, Müslümanları esirlere karşı da merhametli olmaya çağırır. Peygamberimiz "Esirlerinize iyilikle davranınız!" demiştir. Bedir Savaşında alınan esirlere iyilikle ve saygılı bir şekilde davranılmasını emretmiştir. Müslümanlar da bu emre uyarak yiyecek konusunda esirlere öncelik tanımışlardır.
Savaş esirleri konusunda ıslamın temel direktifleri nelerdir? Onlara hürriyetlerini mi verir yoksa kendilerinden fidye mi alır?
Bu konudaki ayetler şöyledir:
"Nihayet onların gücünü kırdığınız zaman artık bağı sıkı tutun(onları öldürmeden ve yaralamadan tutsak edin). Ondan sonra ya iyilik yapın (karşılıksız serbest bırakın) yahut fidye alın." (47:4)
Kuran’ın bu ayeti iki şıktan birinin seçilmesi gerektiğini göstermektedir. Ya karşılıksız serbest bırakma, yahutta fidye ile serbest bırakma, bunun dışındaki uygulamalar ıslami değildir.
Savaşta bile işkence yasaktır.
"El, ayak, burun, kulak keserek cezalandırmak yasaktır."(Sünen-i Ebu Davud, Tercemesi, Cilt:10 sh. 217)
"Öldürmede bile insanların en iffetlisi, merhametlisi müminlerdir."(Ebu Davud Hds. No:2666)
Buradaki iffetli (merhametli) kelimesi en şefkatli, en merhametli ve yaratıkların organlarını kesmek ve bağlamak şeklinde onlara işkence etmekten en çok sakınan manalarına gelir. Çünkü ıslam "şüphesiz Allah her şeyde iyi ve mükemmel olanı farz kılmıştır. O halde siz öldürdüğünüz zaman, öldürmeyi (merhametlice) yapın. Bir hayvanı keseceğiniz zaman bıçağı iyice bileyin ve hayvanı dinlendirin." (Tirmizi diyet:14, ıbni Mace Zebaih:3) (Ahmed Bin Hanbel 4:123125) ıslam, bu gibi buyruklarla Müslümanların kalplerine merhameti ve şefkati yerleştirmiştir. Bu nedenle gerçek Müslümanlar bir şefkat ve merhamet örneği oldukları için savaşta düşmanı öldürürken dahi onun organlarını keserek ona işkence yapamazlar. Bu kesinlikle yasaktır. (Ebu Davud C.10 s. 270)
Savaşta kadınları öldürmek yasaktır.
Abdullah bin Ömer'den rivayet edildiğine göre: Resulullah'ın bulunduğu savaşlardan birinde bir kadın ölü bulundu. Bunun üzerine Resulullah kadınlarla çocukların öldürülmesinin ıslamda yasak olduğu söyledi. (Ebu Davud, Hds. No:2668, Buhari Cihad 147-148, Müslim Cihad 25-26, Tirmizi Siyer 19, ıbni Mace Cihad 30, Darimi Siyer 24, Muvatta Cihad 29, Ahmed Bin Hanbel c. 2: 23-22, 76, 91)
Yani savaşta savaşmayan insanlarla savaşılmaz, silahsız insanlara dokunulmaz. (Aliyyül Kari, Mirkatül Mefatih c. 4:237)
Peygamberimiz Mekke fethinde Mekke halkına şöyle seslenmiştir: "Ey Kureyş topluluğu! şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?" diye sordu. Kureyş topluluğu: "Sen kerem ve iyilik sahibisin. Bize hayır ve iyilik yapacağını umarız" dediler. Bunun üzerine Peygamberimizi; "Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'un kardeşlerine yaptığı gibidir. Hz.Yusuf kendisine komplolar kuran kardeşlerine şöyle seslenmiştir: `Bugün ve bundan sonra benim tarafımdan size başa kakma ve serzenişte bulunma gibi herhangi bir eza ve cefa düşünmeyin. Ben hakkımı helal ettim` " diyerek hepsini AFFETTı. (Taberi, ıbni Sad)
Hz.Peygamber daha Medine'ye gelir gelmez yerli ahali ve Yahudilerle imzaladığı vesikayla karşılıklı hak ve yükümlülükleri açıkça tanımladı. Ve ortak bir konsensüs sağlamayı başardı. Buna göre Müslüman olmayanlar kendi din ve düşüncelerinde yaşama biçimleri ve ibadetlerinde özgür olacak, kimse onlara müdahale etmeyecek ve ıslam Devletine verdikleri vergi karşılığında yabancı saldırılara karşı korunacaklardı. Hz.Ali, Mısır Valisi Malik bin Eşter'e gönderdiği mektubunda bunu sistemli bir hukuki ifadeye döktü. Hz.Ali'ye göre Müslümanların yönetiminde yaşayan insanlar iki gruba ayrılıyordu. Biri "dinde kardeşlerimiz olan Müslümanlar" diğeri de "yaratılışta eşlerimiz olan gayri müslimler" Her ikisinin de korunmuş hakları vardı. Tarihte hiçbir kültür kendinden başkasını böylesine ontolojik ve insanı bir temele oturtup yüceltebilmiş değildir. Nitekim Hz.Ali'nin bu çarpıcı tanımı Kuran’ın bütün insanları tek bir nefisten yarattığına ilişkin bir ayetine ve Peygamberin "bütün insanlar Adem'in çocuklarıdır. Adem de topraktandır" hadisine bir vurguydu.
Müslüman olmayan cemaat ve halkların kendi din ve hukuki inanışlarını sürdürme haklarını teminat altına alan bu geniş ve özgürlükçü perspektif, ıslam toplumunda sosyal kültürel temele dayalı bir çoğulculuğun gelişmesine yardım etti ve Hıristiyan, Yahudi, Mecusi, Hindu, Budist ve benzeri din ve inanışlara bağlı kültür ve cemaatlerin günümüze kadar din ve kültürel varlıklarını koruyup sürdürmelerini sağladı. şu bir gerçektir ki, eğer Müslümanlar, batılılar gibi diğer kültürler, dinler ve halklar karşısında baskı ve asimilasyon politikası uygulasalardı, ıslam'ın devlet olduğu ülkelerde ne Hıristiyan ne de Budist ve benzeri kalırdı. Örneğin; ıslam (Endülüs Emevileri) ıspanya'da yüzyıllarca devlet olmasına rağmen Hıristiyanları {ve Yahudileri} inançlarında zorlamamış, onları asimile etmemiştir. Buna karşın Hıristiyanların hakimiyetindeki ıspanya'da tek bir Müslüman kalmamıştır...