Giriş yapmadınız.

1

12.05.2005, 08:52

Yusuf makamında - Selahaddin Eyyubi

Mustafa Özcan

Yusuf makamında




“Gladyatör” ve “Kara şahin Düştü” gibi önemli filmlerin yönetmeni Ridley Scott’un, uzun zamandır beklenen filmi Cennet’in Krallığı (Kingdom of Heaven), John Hopkins Üniversitesi Uluslararası ılişkiler Bölümü yüksek lisans öğrencilerine toplu bir gösterimle izletilmiş ve ardından, filmin sonunda hem film, hem de Amerika’nın Ortadoğu politikası, din savaşları, haçlı seferleri, doğu-batı medeniyetler çatışması gibi konularda bir tartışma düzenlenmiş.

Öğrenciler, ilk olarak, “Irak Savaşı ile Haçlı seferleri arasında benzer yönler var mı?” sorusuna cevap aramışlar. Vardıkları sonuç: Irak Savaşı, daha ziyade “Ekonomik bir haçlı seferidir.” Filmi izleyen öğrencilerin vardıkları en önemli tesbit ise şu: Ortadoğu’da Gordiomun düğümünü ancak Yusuf makamında Selâhaddin gibi bir lider çözebilir.

Hıristiyan ve Müslüman dünya arasındaki husûmetin köklerini inceleyen Cennet’in Krallığı filmini çok beğendiklerini söyleyen öğrenciler, özellikle kuşatma sahnesinin muhteşem olduğunu ifade ediyorlar. Daha önce Selâhaddin Eyyubî hakkında çok şey bilmediklerini ve çok etkilendiklerini, kuşatmanın sonunda şehir halkını özgür bırakmasını ise çok “onurlu “ bulduklarını saklamıyorlar. Laura adlı bir kız öğrenci ise filmin sonlarındaki Selâhaddin’in yerden haçı kaldırması sahnesi üzerine hüngür hüngür ağladığını anlatıyor.

“Ortadoğu’ya barış nasıl gelir?” sorusuna ise ortak bir şekilde “Selâhaddin gibi büyük devlet adamları ile” cevabı veriliyor. Öğrencilerin vardıkları sonuç aslında Selâhaddin’in rakibi katı kalpli komutan Arslan Yürekli Richard’ın vardığı sonucun ta kendisidir. Hasta olduğunda kendisine özel doktorunu bile göndermeyi esirgemeyen Selâhaddin hakkında şunları söylemekten kendisini alamamıştır: “ınsanlığı ben ondan öğrendim...” O savaş alanlarının asil şövalyesi olduğu gibi, aynı zamanda insanlık timsalidir.


***

Bugün Selâhaddin’in mirasını paylaşmaya ve kendisine maletmeye çalışan o kadar çok müddei ve müsvedde var. Ama hiçbiri Yusuf makamında değil. Durum aynen Akşam gazetesinden Burak Artuner’in aksettirdiği gibidir: “Kendisini Haçlılara karşı koyan bu büyük sultanın günümüzdeki benzeri ilân eden Saddam Hüseyin (aynı şehirde doğmaları dışında bir benzerlikleri yok) ve yüksek değerler uğruna (!) Irak’a giren ABD’nin en büyük destekçisi Kürt liderlere (aynı soydan olmaları dışında bir benzerlikleri yok) bakınca, günümüzde Selâhaddin Eyyübi’nin önemi daha fazla anlaşılıyor...”

Selâhaddin, Yusuf makamındadır. Peki bunu nasıl anlıyoruz? Selâhaddin, babası Necmettin Eyüb ve amcası şirkuh’un Tikrit’i terk ederek Musul’a yöneldikleri gece dünyaya gelir. Babası adını Yusuf koyar. Muhyiddin-i Arabi’ye göre isimler dünyada konulur, ama cennet kaynaklıdır. Lâkabı ise Selâhaddin’dir. Kader onu Zengiler’in yanına sevk eder. Halep, şam arasında mekik dokur. Ardından şavir’in iltimasından sonra mühim görevler için Kahire’ye gider. şavir’in ihaneti üzerine ıskenderiye’de kuşatma altında kalır. ‘Mısır’ın sultanlığını da verseler bir daha mı asla’ diyerekten Mısır’ı üç talakla boşar. Ama döner dolaşır yine Mısır’a 32 yaşında sultan olur. Haçlıların gözü Mısır’dadır. şam, Mısır’ı Haçlılara kaptırmaz. Çar naçar Selâhaddin’e yine Mısır yolu görünür. Esasında Hazreti Yusuf ile Yusuf Selâhaddin’in kaderi de aynı noktada birleşir. Her iki Yusuf da istemeden zorla ve kerhen Mısır’a sevk olunur, ama her ikisini de makam ve saltanat orada beklemektedir. Her ikisi de vezir makamında sultandır. Selahaddin hem Fatimi Halifesi Adud’un veziri (sultan), hem de Nureddin’in veziridir. Yusuf Aleyhisselam da Firavun’un başveziridir. Bugünkü tabirle başbakandır. Onların şer gördükleri hayır çıkmıştır.

Bir Erzincan ezgisi ve türküsü her ikisinin de ortak kaderini özetler gibidir. Aşık ısmail Daimi ile Mine Yalçın’ın diliyle bu türkü şöyledir:

Ne ağlarsın benim zülfü siyahım,

Bu da gelir, bu da geçer ağlama.

Göklere erişti figânım, ahım,

Bu da gelir, bu da geçer ağlama.

Bir gülün çevresi dikendir hardır,

Bülbül har elinde ah ile zardır.

Ne olsa da kışın sonu bahardır,

Bu da gelir, bu da geçer ağlama.

Daimi’yem her can ermez bu sırra,

Gerçek âşık olan erer o nûra.

Yusuf sabır ile vardı Mısır’a,

Bu da gelir, bu da geçer ağlama.

12.05.2005

E-Posta: mustafaozcan@yeniasya.com.tr

Kaynak
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

2

13.05.2005, 06:07

Mustafa ÖZCAN

Yusuf'un şifresi




Cennetin Krallığı adlı film Batıdaki Müslüman imajına yönelik tekel ve önyargıyı kırıyor. Bu bakımdan, Cennetin Krallığı filmini, ıslâm imajını gerçeğine uygun olarak tashih sürecinde atılmış mütevazi bir adım olarak görmekte bir sakınca yok. Müslümanlar Batıdan ne çekmişlerse bu önyargı ve gerçekleri aksettirmeyen imajları yüzünden çekmişlerdir. Bunu düzeltmeye çalışmak az bir şey midir?

ıslâmın en parlak sayfaları bile önyargı ve taassup nedeniyle karalanıyor ve tanınmaz hale geliyor. Sözgelimi, Camridge Üniversitesinden Hıristiyan kilisesi tarihçisi ve Haçlı Seferleri üzerine uzman olan Profesör Jonathan Riley Smith böyle bir önyargının ışığında, “Bin Ladin bir film çekmeye kalksaydı ancak bu kadarını başarabilirdi” demekten kendini alamıyor. Vah, yazık! Smith, “Filmde, Müslümanlar adil ve medeni, Hıristiyanlar ise zalim ve barbar olarak resmediliyor. Bu, tarihî açıdan kabul edilemez bir çarpıtma” diyor. Çarpıtmayı tersinden okumayı yeğliyor. Smith şöyle diyor: “Film, Batılılara ‘Aslında biz de çok hatalar yapmışız’ dedirtmekle birlikte, Müslümanlardaki ‘Batıya beslediğimiz kin boşuna değilmiş’ inancını pekiştirme potansiyeline de sahip bulunuyor...”

Bu tarz Batılılar haklı çıkmak için inatlarına yapışıyorlar. Buna dair bir canlı örneği de Aslı Aydıntaşbaş’ın köşesinden öğrenmiş idik. Edelman’ın, icraatları ve kişiliğiyle Türkiye’deki Amerikan aleyhtarlığını kışkırttığı dikkate alınarak yerine Musevi asıllı bir büyükelçinin atanmaması yönünde tartışmalar yapılıyormuş. Birileri de, “Türkiye’deki bu havaya ve muhalefete prim vermemek” adına illa da gelecek büyükelçinin Yahudi kökenli olmasında ısrar ediyormuş. Sanki büyükelçinin seçiminde buraya uyup uymamasının hiç önemi yok. Sanki büyükelçilik, ilişkileri düzeltmek için değil de bozmak ve kışkırtmak için var. Önyargıdan şikâyet ediyorlar, kendileri önyargı oluşturuyorlar. Sözgelimi, Filistin-ısrail ilişkilerinde Amerikan medyasının önyargısı belgelenmiş durumda. ıkinci ıntifada’da ısraillilerin kaybı Filistinlilerin kaybına oranla dörtte bir. Ama Amerikan medyası ısrail’in kayıplarıyla ilgili haberlerini öyle tek yanlı ve abartarak vermişti. Filistinlilerin kayıplarına nazaran 3 ve 4 defa daha fazla yansıtmış. ısrail’i mazlum ve mağdur göstermek ve onu haklı çıkarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. ‘Cennet’in Krallığı’na da bu yüzden karşı çıkıyorlar. Amaçları, kamuoyunu bu yönde imale ve mobilize etmek. ınsaf ve hakkaniyet kaybolunca dostluk baki kalabilir mi?

***

ışte Cennet’in Krallığı bu tekelistanı kırma yolunda mütevazi bir adım. ılginçtir, bu konuda bir ikiliden bahsetmek mümkün. Bunlardan birisi filmin yapımcısı Ridley Scott, diğeri de 1825 yılında Selahaddin ve Arslan Yürekli Richard’ı, roman tadında yazan Walter Scott. Walter Scott’u dostumuz Dursun Gürlek Osmanlıca çevirisinden günümüz Türkçesine aktardı ve yayınlardı. Filmin ve The Talisman’ın ortak teması gerçeğine uygun olarak Selahaddin Eyyübi’nin savaşta bile diyaloğu hiçbir zaman kesmemiş olması ve bir diyalog adamı olmasıdır. ıki Scott’ın imzasını taşıyan film ve kitapta Haçlı Seferleri gelişmemiş ve fanatik haçlılarla, medenî ve diyaloga açık Müslümanların karşılaşması olarak tasvir ediliyor. Bundan daha doğru ve hakkaniyete uygun tasvir olabilir mi? Ama bazıları hafsalalarına sığdıramadıkları bu müsamaha anlayışının kefesini ağdırarak Fatih Sultan Mehmet’i Hıristiyan (Hıncal Uluç) ve Selahaddin’i de haçlı işbirlikçisi kılığına sokuyorlar. Elbette ki bunlar doğru değil. Fatih ve Selahaddin ifrat ve tefrit arasında ıslâmın emrettiği orta yolun yolcusudurlar. Güçlü iken müsamahalı olmalarının kaynağı meşbu oldukları ıslâmın ilkeleridir. Ne taassuptan yana oldular, ne de tavizden ve tefritten.

***

Selahaddin Eyyübi, kader cihetiyle istihdam edilen bir memurdan ibarettir. Kaderi onu hoşlanmadığı halde şam’a ve Mısır’a çekmiştir. Eskilerin dediği gibi, “şam’a hükmetmek Kudüs’ün kapısını açmaktır...” Selahaddin Eyyübi sevk-i kader ile Mısır’a hükmedince katiyetle Kudüs ve işgal altındaki sahil boyunu fethetmekle görevli şahıs olduğunu anlamıştır. Allah’ın onu buna memur ettiğini fark etmiştir. Mısır bakanlığı ona semadan gelen bir mesajdır. O bunu hep düşünmüş ve hep inanmış, ama Mısır’daki vezaret görevinden sonra sorumluluk mevkiine çıktığını da görmüştür (Selahaddin, şakir Mustafa, Daru’l Kalem, şam, S.86). Mevlânâ’nın çağının Ahmed’i olması gibi o da kendi çağının bir Yusuf’uydu. Hiç şüpheniz olmasın; çağın Yusuf’ları da yoldadır....

13.05.2005

E-Posta: mustafaozcan@yeniasya.com.tr

Kaynak
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Mesajlar: 80

Konum: britanya (galler bolgesinden)

Meslek: saglikci

Hobiler: okumak kamp; yazmak, seheyat etmek, muzik & ilahi ve benzeri dinlemek ve en onemlisi dinime olan sonsuz lgi ve istek.

  • Özel mesaj gönder

3

01.03.2008, 04:09

Kingdom of Heaven film'ini sevmeyen biri olarak eger Hz. selehattin eyubi'yi anlatan cok guzel iki tane video var ve bu iki video'yu aninda izlemek icin sadece www.muslumangenc.com u ziyaret etmeniz yeterlidir.
baki selamlar
Olum guzel sey!
Budur perde ardindan haber!
Hic guzel olmasaydi
Olurmuydu PEYGAMBER?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir