Forumdan sevdiğim, muhterem bir kardeşle özelde bu konu hakkında mesajlaşıyorduk. Ona da dedim, buraya da yazayım dedim, belki ye'sden kurtulmamıza vesile olur.
Önce şu hikayeyi okuyalım, Mukaddeme niyetiyle
Tillolu, yirmi yaşlarında bir gençti. Kendisini yetiştirmiş, Ankara’ya gelmiş ve bizzat Ahmet Hamdi Akseki’nin imtihanından geçer not alarak Diyanet’te işe başlamıştı.
Hizmet aşkıyla doluydu. Memleketin halini ve gelişmeleri iyiye yormuyor, Arabistan’a gitmek istiyordu. En iyi hizmetin orada olacağını düşünüyordu.
Bediüzzaman’a uzaktan uzağa bir sevgisi vardı. Bazı eserlerini almış ve okumuştu. Dedesinin de tavsiyesi üzerine babasıyla birlikte Bediüzzaman’ı ziyarete geldiler.
Bediüzzaman onları çok iyi karşıladı, kucakladı. “70 senedir Tillo’dan bir yardımcı vermesi için Allah’a dua ediyordum ve bir yardımcı bekliyordum. Allah sizi bana yolladı” dedi.
Bir müddet konuştuktan sonra Tillolu Said:
“Üstadım, ben Hicaz’a gitmek istiyorum” dedi.
Bediüzzaman, “Niye?” diye sordu.
Memleketin halini iyi görmediğini, gittikçe daha da fenalaşacağını söyleyerek şöyle dedi:
“Orada olsam çocuklarım da kurtulur, ben de...”
Bediüzzaman, “Kardeşim,” dedi, “ben orada olsaydım buraya gelirdim. ıslâm âleminin kapısının kilidi Türkiye’dir. Bu kilit bu kapıyı ıslâm dünyasına açar. Kesinlikle buradan gitmek için izin yok.”
(Bediüzzaman'la Yaşayan Öyküler-1 kitabından)
Kaynak
Hiç bir yaprak dahi yoktur ki, yere düşsün de Allah'ın izni ve ilmi olmasın. Allah görüyor, biliyor. Allah mü'minlere karşı büyük lutuf, merhamet, ihsan, şefkat sahibidir. Başımızdaki bu adamlara biz müstehakız, belki bu halimizden dolayı kader-i ılahîye fetva çıkarttırdık. Ayrıca mütedeyyin ve ıslah edilmiş olmamamızdan ötürü belki bu gelecek zenginlik bizi daha da azdıracak, bizim için hayırlı olmayacak. Belki kafir ve hain eli gibi vesilelerle hem biraz cezalandırılıyoruz, hem de hikmet-i ılahî ile daha kötü akıbetten korunuyoruz. Hem burada, Allah'a çok şükürler ile diyeyim ki, eğer hayatımdaki bazı sıkıntılar olmasa benden burada bunları dinliyor olmazdınız, belki sadece bilgisayar ile ilgili meseleleri anlatırdım, ama böyle dindar bir forumda değil. Malumdur ki, çok yemek, çok uyumak kalbi öldürür, işte öyle de gece ibadetine kalkmak kalbi diriltir. Zira ihtiyacı giderilmiş insan kendini bir şeye ihtiyacı yok zanneder, kendini rahmet ve merhamet-i ılahi'den müstağni zanneder. Gece ibadetine kalkan ise, hele kış ise, kıyamet gibi korkunç bir günün belki çok ufak bir numunesini görür de , ne derece aciz, fakir, rahmet ve merhamete muhtaç olduğunu anlar. şu ömür sermayemiz git gide azalırken Allah'ın rahmetinden kendini müstağni (istiğna olmuş, istiğna etmek : ben bundan zenginim, buna ihtiyacım yok manasında davranış, söz, kısaca fiil) görmek de, uzak görmek de iyi değildir. ışte mütedeyyin olmayan ve nefsi tezkiye edilmemiş (temizlenmemiş) ve kötü hasletlerden ıslah edilmemiş bir topluma eğer fazla fazla verirseniz, kendi yanındakileri baki zanneder, sizden istiğna eder, sizin verdiğinizle size nankörlük eder, size ne derece muhtaç olduğunu ise ancak yanındaki tükenince anlar.
Belki bu yüzden, kader-i ılahi'nin fetvasına göre bizim bu zenginliklerden istifademize izin yok, küffar ve füccar eliyle buna engel olunuyor. Ve biz ne zaman tezkiye ve ıslah oluruz, o zaman da eğer hikmet ve kader-i ılahiye'ye uygun olursa bunlardan faydalanırız.
Allahû a'lem bissavab, la ya'lemü'l-gaybe illaLlah,
Allah bunları yazarken olan kusuratımı affetsin, acil işim var kısa keisyorum o yüzden.