Giriş yapmadınız.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

17.02.2010, 08:31

“Seni bir yıldır takip ettiriyorum”


MİTHAT YANMAZ


“SENİ BİR YILDIR TAKİP ETTİRİYORUM”


<img src="http://www.yeniasya.com.tr/2010/02/17/resim/manset.jpg" align="left" />
1997'de yeni yüzbaşı olmuşken YAŞ kararıyla ordudan atılan Budak,
atılma öncesi tabur komutanının kendisini “Seni bir yıldır takip
ettiriyorum. Eşinin başörtüsünü Allah rızası için taktığına ben
inandım. Çünkü astların arasında ayrım yapmadın, işini düzgün yaptın.
Ama yukarıdan kesin emir var; ya eşin başını açacak ya da ordudan
atılacaksın” diye uyardığını anlattı.

“BAŞÖRTÜSÜ ATATÜRK İLKELERİNE TERS”

“Yüzbaşı oluyordum. Rütbe törenine eşimle gelmem istendi.
Tesettürlü almadıkları için götürmedim ve savunmamda o şekilde ifade
ettim. ‘Başörtüsü Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı, çağdaş yaşama
ters, subay eşine yakışmaz’ diye bir yazı verip, daha sonra ihraç
ettiler.”

Ya eşin başını açacak, ya ordudan atılacaksın

NAMAZ kıldığı ve eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle yüzbaşılık
rütbesindeyken Yüksek Askerî Şûrâ (YAŞ) kararıyla Türk Silâhlı
Kuvvetleri’nden (TSK) atılan Niyazi Budak, Yeni Asya’ya konuştu. İnancı
sebebiyle yaşadığı haksızlıkları gözler önüne seren Budak, YAŞ
kararlarının yargıya açılmasıyla mağduriyetlerin son bulacağına olan
ümidini dile getirdi.

Hangi tarihteki YAŞ kararı ile ordudan ayrıldınız?

1997 Aralık Şurası’nda. Yani 28 Şubat sürecinin olanca hızıyla devam ettiği zamanlar.

Size isnad edilen suç ve suçlar nelerdi?

YAŞ kararı bana tebliğ edilirken, disiplinsizlik olarak tebliğ
edildi. Tabiî ki disiplinsizliğin altında yatan neden, namaz kılmam ve
eşimin başörtülü olmasıydı.

Namaz kılmanız ve eşinizin başörtüsüyle ilgili

yaşadıklarınızdan bahsedebilir misiniz? Bu konuda size yapılan bir tebligat var mı?

Ben, 1994-96 yıllarında Hakkâri’de görev yaparken, bölgenin ve
görevimin hassasiyetinden dolayı bu konuda fazla sıkıntı çekmedim. Ama
orada bile eşimin karşılaştığı bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim:
Hakkâri’de jandarma lojmanlarında oturuyorum. Lojmanlar orduevi ile
komşu. Eşim birgün lojmana gelirken kestirme olsun diye orduevinin
bahçesinden geçmek istiyor. Nizamiyedeki asker eşim başörtülü diye onu
içeriye sokmuyor. Tabiî ben de o esnada dağlarda terörist peşinde
koşuyorum.

Bizim esas sıkıntımız, tayinimizin Ağustos 1996 tarihinde
İzmir’e çıkmasıyla başladı. İzmir Ege Ordu’da göreve başladıktan sonra
Tabur Komutanı namaz kıldığımı öğrendi. Bana mescide gidemeyeceğimi
şifaî olarak tebliğ etti. Ben de Hakkâri’den yeni geldiğimi, orada
birçok şehidim ve yaralım olduğunu, dolayısıyla namaza gerçekten
ihtiyacım olduğunu söyledim. Herkesin öğle tatili olmasına rağmen bana
sadece 15 dakika müsaade edeceğini söyledi. Fakat bu müsaadesi de bir
hafta sürdü ve ayrıca ‘‘odanda, depoda, kademede, kalorifer dairesinde
veya herhangi bir yerde namaz kılmayacaksın’’ dedi. “Peki nerde kılayım
komutanım “sorusuna da, akşam olunca evinde kılarsın deyip kestirip
attı.

Ben odamda—çok şükür —namaz kılmaya devam ettim. Belki namaz
kılmamı kimse görmüyor diye bu konuyu böyle kapattık. Başörtüsü
meselesine gelince; bu da uzun bir süreç ama ben kısaca anlatmaya
çalışacağım. Başörtüsü ile ilgili de sıralı komutanlardan çeşitli
ikazlar aldım. Ben de eşimin başörtüsünün tamamen bizim inancımızdan
kaynaklandığını ve maksadımızın Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu
izah etmeye çalıştımsa da nafile tabii ki. Yaklaşık bir yıl sonra bu
tür sıkıntılardevam ederken, Tabur Komutanın tayini çıktı ve gitmeden
önce beni odasına çağırarak şöyle dedi:

‘‘Bak Niyazi, ben seni bir yıldır takip ettiriyorum. Eşinin
başörtüsünü, Allah rızası için taktığına ben inandım. Çünkü, astların
arasında ayrım yapmadın, onlara dinî propagandada bulunmadın, işini
düzgün yaptın. Ama yukarıdan kesin emir var. Ya eşin başını açacak ya
da ordudan atılacaksın.’’

Ben de kararımızın kesin olduğunu ve gerekli işlemleri yapabileceğini söylemekle yetindim.

O yıl yani 30 Ağustos 1997’de yüzbaşı oluyordum. Yeni tabur
komutanı gelmişti. O da rütbe törenine eşli gelmem konusunda emir
yazmıştı. Tabiî ki tören alanına tesettürlü kimseyi almadıkları için
eşimi getirmem mümkün değildi. Bunun için de yani eşimi rütbe törenine
getirmediğimden dolayı bir yazılı savunma verdiler. Ben de eşimin tören
alanına gelse bile kıyafetinden dolayı oraya alınmayacağı için
gelmesinin anlamsız olduğunu yazdım. Bunun cevabı olarak da işte
başörtüsünün Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı olduğu, çağdaş yaşama
ters düştüğü, bir subayın eşine yakışmadığı ve irticanın sembolü
olduğunu içeren bir yazı verdiler.

Bu son ikaz gibi bir şeydi ve çok geçmeden de gereğini yaptılar.

Bu süreçte görev esnasında herhangi bir ceza aldınız mı?

Hayır. Subaylık hayatım boyunca kesinlikle ceza almadım. Hatta
namaz ve başörtüsü sıkıntıları devam ederken bile takdir yazıları
almaya devam ettim. Fakat bunların çok anlamı olmayacağını
düşündüğümden ayrıntıya girmiyorum.

“SUÇSUZUM, AMA HAKKIMI ARAYAMIYORUM”

Ordudan ayrıldıktan sonra hakkınızı aramadınız mı?

Tabiî ki işin en acı yönü de o. “Suçlusunuz!” diyorlar ama bir
hukuk devletinde mahkeme önüne çıkıp kendinizi savunamıyorsunuz.
Anayasanın 125. maddesinin 2. fıkrasına göre YAŞ kararları yargı
denetimi dışında biliyorsunuz. Kanunlarda namaz kılmak veya başörtüsü
takmak (hem de eşinize ait) gibi bir suç olamayacağına göre ben kendimi
suçlu görmüyorum, ama şu anda hakkımı arayabileceğim bir merci de yok
ne yazık ki.

Ordudan ayrıldıktan sonra çevrenizden nasıl

tepkiler aldınız?

Bunu çevremize anlatmaktan gerçekten çok zorlandık. Çünkü
ordumuz, Peygamber ocağıydı, askerlik Peygamber mesleğiydi. Nasıl olur
da insanlar inançlarından dolayı ordudan atılabilirdi? İşte, çevrem
bunu anlamakta gerçekten zorlandı. Ama beni tanıdıkları için de çok
fazla bir şey diyemediler belki. Ben işin iç yüzünü bildiğim için
rahattım, ama ailem için bunu çevreye izah etmek çok daha güçtü.
Zannediyorum esas sıkıntıyı onlar çekti ve çekmeye de devam ediyorlar.

ORDU, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNE SAYGI DUYMALI

Söylemek istediğiniz son bir şey var mı?

Ben ordudan irticai sebeplerden dolayı atılan insanların büyük
çoğunluğunun, dinî vecibelerini yerine getirmek istemelerinden başka
bir taleplerinin olmadığına inanıyorum. Eğer YAŞ kararları yargıya
açılırsa bu durumun çok net bir şekilde ortaya çıkacağından eminim.

Ordumuzun da bir an önce bu durumu görüp, bu tür insanlardan
korkmak yerine en temel insan hakkı olan inanç özgürlüğüne saygı
duymasını talep ediyorum. Hatta bir askerin en önemli silâhının, sağlam
bir inanca sahip olması olduğunu düşünüyorum. Tarih boyunca kazanılan
savaşların en önemli etkenlerinden biri de ölürsem şehit, kalırsam gazi
olurum inancıydı. Gelecek günlerin ordumuz ve milletimiz için hayırlara
vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.




MİTHAT YANMAZ
/ ISPARTA


17.02.2010

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

2

17.02.2010, 08:39

Bu dram , bu milletin kaderi olmamalı..!

3

17.02.2010, 13:22

Üzülecek , Ağalanacak bir ülke konumundayız.
İnanç özgürlüğü bu kadar mı hiçe sayılır.
Nefretle kınıyorum.

4

17.02.2010, 13:30

Deprem İlahi İkazdır diyen kişiler yargılanıyor, eşleri başörtülü diye ihraç ediliyor, namaz kılıyor diye dışlanıyor.
Tuhaf çok tuhaf

Benzer konular

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir