Giriş yapmadınız.

1

23.10.2004, 12:13

Danimarka'dan İslam ile ilgili derleme haber/röportajlar

Alıntı


‘Ramazan ruhumu temizliyor’



Bugünkü röportajımız Kerim ve Hatice çiftiyle. Üç senelik Müslüman olan Hatice, Mısırlı Kerim ile bir senelik evli. Bize, Ramazan'ı nasıl yaşadıklarını anlattılar. şimdi onları birlikte dinleyelim.

Sizin için Danimarka’da Ramazan nasıl geçiyor?

Danimarka’da Ramazan'ı tam anlamıyla yaşatabilmek, insanın kendi çabasına bağlı. Etrafımızda geniş Müslüman aileler bulunmaması sebebiyle iftarları gerçekleştirmek biraz zor olabiliyor. Bu sebeple, bu aya insanın kendisi nasıl bir biçim verirse, o şekilde gerçekleşiyor. Eğer çok aktif olursan, karşılığını alıyorsun.

Kaç yıldır oruç tutuyorsunuz ve nasıldı sizin için?

Hatice: Üç sene evvel Müslüman oldum elhamdülillah ve üç senedir orucumu tutuyorum. ılk Ramazan çok zor gelmişti bana. O zaman henüz evli değildim, Ramazan ayının sosyal bir ay olması, benim de yalnız yaşıyor olmam epey zorlamıştı beni. Lâkin yine de birçok yere dâvet edilmiş ve çok güzel anılarım da olmuştu bu sayede.

Kerim: Kendimi bildim bileli oruç tutuyorum. Ramazan ayı, geçirdiğim koca bir yılı, nasıl ve ne biçimde geçirdiğimi hatırlatıyor bana. Mânevî olarak ruhumu temizlememi sağlıyor. Bu materyalist dünyadan kopmama yardımcı oluyor. Kendimi çok huzurlu hissettiğim ve ailemle, mü’min arkadaşlarımla beraber geçirdiğim sosyal bir ay. Herkesin kendi biçiminde gerçekleştirdiği ama aynı dönemde ve aynı saatlerde Müslümanların birleştiği bir an olması, çok mükemmel bir duygu.

Peki evlilikten sonraki Ramazan ayınız nasıldı?

Hatice: Ramazan'ın bu uhrevî havasını beraber teneffüs etmek, yaşamak müthiş bir mutluluk. Kur’ân’ı beraber okumak, teravihleri beraber kılmak hayatımızı renklendiriyor. Bir mühtedî olarak artık Ramazan'ın muhtevasını yaşatmak zor değil benim için. Evlilik sayesinde bir aile olmakla beraber Ramazan, hayatıma tam entegre olmuş bulunmakta. Artık benim de bir Müslüman ailem var ve ayrıca kendim de bazı geleneksel Ramazan âdetleri ve ruhu katmaya çalışıyorum ki, inşaallah gelecekteki çocuklarımızla Ramazan havasını tam bir aile olarak geçirebilelim.

Kerim: Müthiş, kelimelerle ifade edemem. Ramazan'da da birbirimizi tamamlayabilmek çok güzel bir duygu. Ramazan artık benim için daha ailevî bir ay oldu, çünkü evlenmeden evvel iftarlar/teravihler daha çok arkadaşlar arasında oluyordu. şimdi eşimle beraber sahura kalkmak, iftar açmak, teravih kılmak çok haz veriyor bana.

Hiç Ramazan ayını, bir Müslüman ülkesinde geçirdiniz mi? Ve Ramazan’da en çok neyi özlüyorsunuz?

Hatice: Hayır maalesef, ama duâ ediyorum ki Rabbim nasip eylesin inşaallah. Lâkin önümüzdeki yıllarda öyle bir niyetimiz var, Ramazan ayını gerçek bir ıslâmî toplum içinde geçirmek istiyoruz. Özellikle Peygamber Efendimizin (asm) yaşadığı topraklarda.

Kerim: Ben 11 yaşıma kadar Kuveyt’te yaşadım ve orada Ramazan ayı geçirdim. Çok büyük bir fark var elbet, öncelikle sosyal atmosferi farklı. Herkesin oruçlu olması ve herkesin aynı mânevî hava içinde bulunması gözardı edilmez bir gerçek. En çok özlediğim şey ise, ezan sesiyle iftarı açmak, herkesin büyük cemaatlerle teravih kılması vs. Kısacası bir beraberlik özlüyorum burada.

Müslüman olmayanlar sana neden oruç tuttuğunu sorduklarında ne cevap veriyorsun?

Hatice: Müslüman olduğum ve bizi Yaratanın bir emri olduğu için oruç tuttuğumu söylüyorum. Ardından, orucun bana verdiği nimetleri anlatıyorum. şeytanı kendimden uzak tutabildiğim bir dönem olması, Rabbime daha yakın olabilmem ve gerçekten de kalbimi, ruhumu temizleyebildiğime inandığım bir ay olması. Ramazan gerçekten beni özüme yakınlaştırıyor. Bu dönemde “ben” kendimi dokunulmaz hissediyorum, düşünülecek olunursa, biraz korkutucu... Ama çok güven verici. Ve neticede Rabbimin yardımıyla şeytan bana dokunamıyor.

Ramazan ayını nasıl geçiriyorsunuz? Neler yapıyorsunuz?

En iyisini yapmaya özen gösteriyoruz. Açıkcası daha Ramazan ayına girmeden evvel, bir program yapıyoruz aramızda. ınsan bazen Ramazanın insana verdiği enerjiyi unutuyor. Düşünülecek olunursa, Ramazan ayı, insanın monoton hayatını çok değiştiriyor. Bir anda kendini enerjik ve programlı hissedebiliyorsun. Ve bu sebeple genelde yapmadığın şeyleri daha istekle ve zevkle yapıyorsun, daha özenli ve tefekkürlü oluyorsun. Beraber bol bol Kur’ân okuyoruz, teravihleri camide kılamadığımız günlerde, evimizde beraber kılıyoruz. Rabbimizin bize ihsan ettiği bu ayı, elimizden geldiğince tefekkür ve ibadetle geçiriyoruz.

Röportaj: Ayşenur ALEV

22.10.2004
http://www.yeniasya.com.tr/2004/10/22/ramazan/default.htm



Alıntı

‘Ezan sesine hasretim’



ıftarlar ve Ramazan günleri her ülkede nasıl yaşanıyor ve özellikle Avrupa’da nasıl yaşatılıyor, ezansız ülkelerde nasıl Ramazan geçirili-yor? Danimarka’da yaşayan birkaç Müslüman kardeşimize yönelttik bu soruları... Lubna Ghanem bunlardan biri. Kendisi 26 yaşında ve Danimarka doğumlu. Aslen Yemenli olan Lubna, biokimya mezunu. şimdi Lubna’nın Ramazanla ilgili duygularını dinleyelim.

Hiç kendi ülkende Ramazan geçirdin mi?

Maalesef hiç olmadı. Arzu etmediğimden değil, okul ve iş sebebiyle ve özellikle son yıllarda Ramazan aylarının hep kış aylarına denk gelmesi sebebiyle. ımtihanların da aynı dönemde olması imkân vermedi.

Danimarka’da, ülkenize nazaran Ramazan ayını nasıl yaşatmaktasınız ailece?

Açıkçası, çok sıkıcı ve sakin geçiyor. Çünkü Ramazan ayını sadece aile içinde yaşatabiliyoruz. Müslüman ülkelere nazaran, burada ne sokaklar süsleniyor, ne de ezanlar okunuyor. Kısacası mânevî olarak bu mübarek ayı tam anlamıyla yaşatamıyoruz.

Ramazan ayında olması gereken, ama bulamadığınız en çok neyi özlemektesiniz?

Danimarka’da en çok özlem çektiğim, ezan sesi. ıslâm ülkelerinde olduğu gibi sokaklarda hep beraber iftar açabilmek. Bunlar burada olmuyor maalesef. Müslümanlar birlik beraberlik içinde olup böyle toplu iftar düzenlemeleri gibi faaliyetler yapmıyor. Herkes acele acele eve gidip kendi evlerinde oruçlarını açıyor. Gerçi elhamdülillah, kendi çevremde bazı arkadaşlarımla anlaşıp, arada dışarıda kendi aramızda iftar yapıp ardından şehirdeki camide teravihe katılıyoruz.

Bunların dışında, Ramazan ayını, bol Kur’ân okuyup, evde ailemle teravihlerimi kılmaya özen göstererek geçiriyorum.

Okulda veya işyerinde Müslüman olmayan arkadaşlarınız, “Neden oruç tutuyorsunuz?” diye sorduğunda, nasıl cevap veriyorsunuz ve nasıl karşılıyorlar bu cevabı?

Benim cevabım açıkçası kısa ve net oluyor. Çünkü genelde benim kuşağım artık neden ve nasıl oruç tuttuğumuzu biliyorlar. Ama yine de soran olursa, dinimin emri olduğunu anlatı-yorum. Fazla garip karşılamıyorlar. Dediğim gibi bu kuşak, Müslümanlar hakkında çok malumata sahip. Zaten her Ramazan Danimarka kanallarında, Müslümanların Ramazanı hakkında programlar yapılıyor. Farklı ülkelerden gelen Müslümanların evlerine gidip iftar ânını çekiyorlar, yani çok pozitif karşılanıyor, çok ilgi görüyor.

Röportaj: Ayşenur ALEV

21.10.2004

http://www.yeniasya.com.tr/2004/10/21/ramazan/default.htm




Alıntı

‘Ramazan ayında mucizevî bir şey var’



Aslen ızlandalı olan Dorthe Diago, Danimarka’da yaşıyor. Kendisi 19 yaşında ve iki senelik Müslüman. Ramazan ayının diğer aylardan farklı olarak mucizevî mânevî bir havası olduğunu söylüyor. Bugün de onu dinleyelim.

Dorthe Diago:

Ramazan ayı benim için çok zengin bir ay. Yeni Müslümanım, lâkin çok hızlı adımlarla ilerliyorum elhamdülillah. Bu yıl üçüncü Ramazanım olacak inşaallah. Müslümanız ve yaşantımızda namaz ve Kur’ân hamdolsun hep var. Lâkin bilemiyorum, daha henüz anlayamadım ama Ramazan ayında mucizevî bir şey var.

ınsan o kadar değişiyor ki, o kadar lezzet alıyor ki, ve o kadar mutlu oluyor ki. Yani ilk oruç tutacağım yıl, epey ürkmüştüm, hem de günlerin kısa olmasına rağmen. Halsiz ve bitkin düşeceğimden korkuyordum. Okulum vardı, imtihanlar yakındı, nasıl konsantre olacağım diye endişelenirken, hiç hayal etmediğim kadar enerjik olmuştum. Bütün gün okulda kafa patlatıp, ardından her iftar vakti bir yere dâvete gidiyordum, ardından da arkadaşlarla teravihe katılıp, eve dönünce derslerimi bile yapabiliyordum. Ve bunlar beni hiç yormuyordu. Sahurdan sonra Kur’ân okuyup, hemen okulun yolunu tutuyordum. ınanın ben bile çok şaşırmıştım. Ve iki Ramazan da böyle geçti. Ve bu yıl da Cuma gününü iple çektim. Peygamber Efendimizin (asm) sünneti üzerine çoğu kez yıl içerisinde Pazartesi ve Perşembe günleri de oruç tutuyorum, lâkin tekrar altını çizmem gerekiyor ki, bu Ramazan aylarındaki oruçlara hiç benzemiyor. Çok mucizevî mânevî bir havası var gerçekten.

Birkaç yıl içinde bir ıslâm ülkesinde geçirmek isterim Ramazanımı. Çok anlatanlar var, ezanı, camileri ve o uhrevî havasını. Ben Danimarka’daki bu Ramazanlardan bu kadar zevk alabiliyorsam, bir ıslâm ülkesinde galiba mutluluktan deliye dönerim. Rabbim nasip eylesin inşallah.

Tüm ay içerisinde, teravihleri hiç kaçırmıyorum, bol bol Kur’ân okuyorum. Arapça okumayı zaten söktüm artık, yavaş okusam da, bu yıl hedefim Ramazan içinde hatim indirmek inşaallah. Ramazan ayı içerisinde haberler dışında hiç televizyonu açmıyorum, müzik dinlemiyorum. Kendimi tamamıyla bu mübarek aya lâyık kılmak için çaba gösteriyorum.

Röportaj: Ayşenur ALEV

23.10.2004

http://www.yeniasya.com.tr/2004/10/23/ramazan/default.htm






Alıntı


Danimarka’daki inanç özgürlüğü burada yok

Ayşenur Alev, Danimarka’da doğmuş, büyümüş ve halen orada yaşayan bir hanım. Her yaz olduğu gibi bu yaz da memleketine gelmiş ve meşhur başörtüsü yasağımızın ilginç bir versiyonuyla karşılaşmış kendisi. Geçtiğimiz günlerde gazetemizde de haberini okuduğunuz gibi Askerî Müzede başını ‘Türk-köylü usûlü’ örtmesi istenmiş. O da kabul etmeyince müzeye girememiş. “Ağırıma giden, benden o şekilde başörtümü bağlamamı istemeleriydi. Oysa Danimarka’da benim her şeyime izin veriyorlar” diyen ve yaşadığı bu olaydan, Türkiye’de yaşama hayallerinden vazgeçecek kadar etkilenmiş olan Ayşenur Hanımla Türkiye’deki başörtüsü yasağını ve Danimarka’daki dini özgürlükleri konuştuk. Ve ister istemez gıpta ile dinledik Danimarka’daki yaşantılarını. Ayşenur Alev’le yaptığımız sohbette, onun şûle Yüksel şenler’in öz yeğeni olduğunu da öğrendik. şule Hanım da gözyaşlarını tutamamış, yeğeninin yaşadıklarını duyunca.

* Ayşenur Hanım sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Danimarka’da doğdum, orada yaşıyorum. ılkokulu, ortaokulu özel bir Arap okulunda okudum. Danimarka’da görülen normal okul derslerini görüyorduk. Sadece Arapların bulunduğu okuldu. Orada doğal olarak ıngilizce, Arapça, Danimarkaca öğrendim. Onun akabinde Danimarka okulunda liseyi okudum. Ondan sonra iki yıllık bir Almanya maceram var. Orada Almanca öğrendim. Ondan sonra Danimarka’da işletme okudum, şimdi de tarih okuyorum. ıkinci sınıftayım.

Üniversitede tahsilimle ilgili bir işte çalışıyorum. Ayrıca bir kamuoyu araştırma merkezinde çalışıyorum. Yani Danimarka’nın kurumlarında başörtümle çok rahat bir şekilde bulunuyorum.

* Ne zamandan beri başörtülüsünüz?

Sekiz yaşında başımı örttüm. Nasıl annesi makyaj yapan küçük kızlar, “Anne ben de yapayım” der özenerek, ben de “Anne ben de örtüneyim” derdim. Annem de incili, boncuklu küçük başörtülerim vardı, onları verip “Tamam ört” derdi. Beni rahat bıraktı bu konuda. Sekiz yaşında örtündüm, bir daha da çıkartmadım başörtümü. Hep kendi tercihimle. Pişmanlık hiç olmadı, hamdolsun.

* Danimarka’da bu kıyafetinize hiç mi bir şey söyleyen olmadı?

Lisedeyken bir öğretmenim, anlattığı konuyu tekrar anlatmasını istediğimde, “Başını açsan kulakların açılır, daha iyi duyardın” demişti. Bu sözden dolayı dört tane Danimarkalı arkadaşım rektöre şikâyet etmiş öğretmeni. Rektör beni aradı, doğru olup olmadığını sordu. Evet, doğru dedikten kısa bir süre sonra tekrar aradı rektör ve “Bu öğretmen yaptığı şeyden dolayı uzaklaştırılıyor, size yeni öğretmen gönderilecek. Sen liseyi bitirene kadar o öğretmen buraya alınmayacak” dedi. Ve bu olay Danimarka’nın gazetelerinde yayınlandı. Onunla buradaki durumu kıyaslama yapmaya çalışıyorum, ama hiçbir şekilde kıyaslanmıyor. Burada talebeleri atıyorlar okullardan.

Gayrimüslimlerin bize bakış açısı çok iyi. Sadece bize değil, diğer dinlerin mensuplarına da çok saygılılar. Hz. ısa’nın filmi gösterildiğinde bütün dünyada tartışılırken Danimarka’da normal karşılandı. Yahudiler, bu doğru olabilir, ama o zaman olmuş, bizimle ilgisi yok deyip geçtiler. Yine Hıristiyanlarla Yahudiler arkadaş.

Benim de dinimi yaşamak açısından bir elim yağda, bir elim balda. Kesinlikle ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüyorum. ıkinci sınıf insan muamelesini ancak gelin veya damat olarak gelip, beş yıl orada kaldıktan sonra hâlâ Danimarkaca konuşamayanlar görür. Orada yasaya göre yabancılar gelince ilk önce kursa gider. Hem kursa gönderilir, hem para verilir devletten.

* Anneniz başörtülü olarak çalışıyor muydu Danimarka’da?

Evet, annem orada 23 yıl başörtülü olarak öğretmenlik yaptı.

* Geçtiğimiz günlerde gazetemizde haber oldu başınıza gelen olay. Türkiye’de ilk defa mı karşılaşmıştınız böyle bir yasakla?

Türkiye’de ilk defa geçen yıl başörtüsü yasağına muhatap oldum. Bir arkadaşım ödevini vermek için Fatih Üniversitesine gittiğinde ben de onunla gitmiştim. Sonra okulu merak ettiğim için girmek istedim fakat kapıdaki görevli, başörtülü olarak giremeyeceğimi, yasak olduğunu söyledi. Oraya daha önce hiç gitmediğim için, o zaman gittiğimde başörtüsünü çıkararak girebileceğimin söylenmesi çok tuhaf gelmemişti. Aslında tuhaf geldi, ağırıma gitti, ama şoka uğramadım. Fakat bu sene, her yıl girip mehteran konserini izlediğim Askeri Müze’ye giremeyişim beni çok daha fazla etkiledi. Orada bana başını aç da demediler, sadece “Başörtünüzün iğnesini çıkartıp önden sarkıtmanız gerekiyor” demeleri çok dokundu.

Benim o gün ağırıma giden şey, üniversiteli bir öğrenci olup, Danimarka’da gayrimüslimler içinde bu şekilde yaşayıp, burada yasak konulması. Bana “Köylü usûlü sarkıtmanız gerekiyor, iğne kullanamazsınız” demeleri çok ağır geldi. Köylüleri küçümsemiş olmak istemem, ama üniversiteli bir öğrencinin köylü gibi örtünmesiyle ne alâkası var? Köylünün askerî eserleri seyretmekle ne alâkası var? O anda aklımdan geçen bunlardı. Sonra, “Madem böyle bir yasak var, peki başı açıklara toka, lastik yasağınız var mı? Toka olmaz, topuz olmaz, saçlarını salacaksınız, diye bir kural var mı?” diye sordum. “Hayır yok” dediklerinde, “O zaman benim de iğneme karışamazsınız, başörtümü istediğim gibi toplarım. Teşekkür ederim, nefret tohumlarını böyle güzel güzel ekiyorsunuz. Gayrimüslimler benim her şeyime izin veriyorlar. Sizin yasağınızın altında kalmayacağım, Askeri Müzeniz sizin olsun” dedim ve çıktım. Olay buydu, ama bundan sonrası, yani benim içimde olanlar çok farklı. Bu olay beni maziye, pasaport alışıma götürdü.

* Ne olmuştu pasaport alırken?

Türk vatandaşı olarak pasaport alırken aynı şekilde örttürdüler başörtümü. Önden düğüm attırıp sarkıttırdılar. T.C. pasaportuma o resmi koydular. Danimarka vatandaşı olarak aldığım pasaportumdaysa normal bir halim, beni ben olarak yansıtan başörtülü fotoğrafım var. Ve ben o pasaportu kullanmayı tercih ediyorum. Danimarka vatandaşlığına girdiğim 1997 yılından beri Türkiye pasaportumu elime almadım. Nerede olduğunu bile bilmiyorum. Yüzüne bakmam bile. Çünkü o resimdeki ben değilim. Danimarka pasaportunda ısa’nın çarmıha gerilmiş bir resmi var, ama ben o pasaportu tercih ediyorum. Çünkü beni bu şekilde kabul ediyor, bu şekildeki fotoğrafımı koyuyorlar. Benim oradaki yaşantıma kıyasla buradaki bu küçük olaylar çok büyük geliyor. Çok sarsıldım burada.

* Türkiye’de seksenli yıllarda da başörtüsü yasağı vardı. Bir dönem sonra tekrar 97 yılında başladı başörtüsü yasağı. Sizin o dönemlerde bu yasak hakkında düşündüklerinizle şimdiki düşünceleriniz aynı mı? O zamanlar tepkiniz ne olmuştu, neler hissetmiştiniz, şimdi neler hissediyorsunuz?

Ben orada hiç böyle bir şeyle karşılaşmadığım için o 80’li yıllardaki yasağın idrakine varmamıştım açıkçası. Fakat ileriki yıllarda yasağın tekrar başlamasını çok iyi hatırlıyorum. Çok masumca şaşırmıştım. Anlamaya çalışıyordum, ama anlayamamıştım. Yıllar geçti, ben hâlâ anlayamamıştım, sonra baktım anlaşılabilecek bir şey değil, sadece gülünecek bir şey. Çok komik gelmeye başladı bu yasak bana. şimdi ise nefrete dönüştü. Onlara gülerken artık nefret etmeye başladım. Bu yasakları çıkartan insanlara gülüyorum ve nefret ediyorum. Avrupa’da yaşayan bir Müslüman için, hatta Hıristiyanlar için anlaşılamaz bir durum bu. Oradaki Hıristiyanlar da bana aynı şeyi soruyorlar, “Sizin ülkede niye böyle? Ne varmış ki başörtüde?” diyorlar. Bunları Hıristiyanlar söylüyor. “Sizin başörtüsüne niye bu kadar takıyorlar?” deniliyor. Ben de “Vallahi ben bilmiyorum, korkuyorlar herhalde” diyorum. “Neden korkuyorlar? Sen ha kasket takmışsın, ha başını kel yapmışsın, ha başörtüsü takmışsın. Bu senin tercihin değil mi?” diyorlar. “Benim tercihim, ama bana orada o hakkı vermiyorlar” diyorum.

—DEVAMI YARIN—

Naciye KAYNAK

06.08.2004

http://www.yeniasya.com.tr/2004/08/06/roportaj/default.htm






Alıntı


Yasağı anlamıyorlar


—Dünden devam—

* Kendi ülkenizde başörtünüzün yasaklanması ve orada serbest olması karşısında bir eziklik hissediyor musunuz?

Evet, orada da rencide olmak var, ben onu da çok yaşıyorum. Danimarka’da bu yasağı arkadaşlarıma izah ederken kendimi bayağı bir küçük hissediyorum. Onların omuzları kalkıyor, biz sizden daha anlayışlıyız, bizim ülkemizde hürsünüz, minnettar olun bize, gibi tavırlar da alabiliyoruz. Çok komik geliyor onlara, anlamıyorlar bu yasağı. Biz “Hıristiyanız size izin veriyoruz, orası Müslüman ülkesi değil mi, neden izin verilmiyor?” diye soruluyor. Orada bocalıyorum işte. Açıklamak çok zor. Çünkü ben de tam olarak anlayabilmiş değilim, neden böyle bir yasağa ihtiyaç duyuyorlar. Tek anladığım, rencide etmek amacıyla yaptıkları. Başarıyorlar da. Ben özellikle bu olayda gerçekten çok rencide oldum. Kendimi çok aşağılanmış hissettim. Abartılı bir şekilde gayrimüslimlere saygım arttı. Bana en çok koyan bu. Duygularımı soracak olursanız, kargacık burgacık. Çok alabora, kelimelerle izah edemiyorum. Ama buradaki kardeşlerime gerçekten çok acıyorum. ılk defa bu sene idrak ettim onların durumlarını.

* Başörtülü insanların toplumsal hayatın içinde bu kadar bulunmasında büyük katkısı olan birisiydi teyzeniz şule Yüksel şenler Hanım. Sizden onu tarif etmenizi istesek ne derdiniz?

Teyzem benim için hem bir teyze, hem de tarihi bir insan. Ben hayatım boyunca onu bir teyze olarak biliyordum. Çocukken tabiî işin içinde değildik. Yaz tatilinden yaz tatiline gördüğüm bir insandı. Çok sevdiğim bir teyzemdi, ama onun hayatını sekiz dokuz yıl evvel öğrenmeye başladım. Ben onu Türkiye’nin Malcom X’i olarak görüyorum. Yeni bir çığır açan insandı o zamanında. Başörtülü insanın doğru dürüst görülmediği bir zamanda o çıktı ve peşinden çok güzel bir kitle geldi. ınsanlar bilinçlendi. Başörtüsünün ne olduğu anlaşıldı. Baktığım zaman çok güzel bir neticeye ulaşmış bir insan olarak görüyorum teyzemi. Bu uğurda hapisler yatan bir insan. Çok büyük bir örnek. Onun gösterdiği o çabalardan sonra bugün hâlâ bazı şeylerin değişmemiş olması çok acı. Ama güzel işler yapmış, insanlar bilinçlenmiş en azından. O yüzden bu kadar çok örtülü insan o kapılarda protesto etti yasağı.

* Sizin o insanlara, Türkiye’deki başörtüsü yasağı mağdurlarına iletmek istediğiniz mesajlar var mı?

Bu insanlar o tohumlardan gelen, bilinçli insanların çocukları. ınşaallah onların da devamı gelir. şu an giremiyorlar, ama inşaallah öyle günler gelir ki onlar da güzel neticeler alırlar. Teyzemin o zamanlarda başlattığı çığırı devam ettirir, o bilinci hiçbir zaman kaybetmezler inşaallah. Hiçbir zaman yılmazlar inşaallah.

* Yasağın son çıkışında başörtüsü konusunda farklı ifadeler oldu ve birçok insan başını açıp devam etti okullarına. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Siz aynı durumda olsanız ne yapardınız?

Evet, belirli kısımlar diyorlar, başını açabilirsin bazı durumlarda, okulunuza gidin. Başınızı açabilirsin diye fetva çıkmış bir yerlerden. Ben ıslâmî araştırmalarım sonucunda bunu kabul etmiyorum. ıslâmiyette gerçekten imtihan diye bir şey var. şu anda Türkiye’deki kadınlara bu imtihan verilmiş. Ve bu imtihanı başarıyla geçmeleri gerektiğine inanıyorum ben. Peygamberimizin (asm), şöyle olduğunda başınızı açabilirsiniz ya da tahsil daha önemlidir diye bir şey çıkmadı ağzından. Bayanlara özel, tahsil görmeniz gerekiyor diye bir emri yok. Buna karşılık, durumları çok iyi olanların bile kızlarını başlarını açmak üzere üniversitelere göndermelerini anlamıyorum. Bana bu soruyu soruyorlar, sen çok tahsil meraklısısın, buraya gelmek zorunda olsan ve sana ev kızı olma emri gelse ne yapardın diyorlar. Ben yemin billah başımı açmazdım. Ve ben gerçekten çok tahsil meraklısı bir insanım. ışletmeyi bitirdim, bir altın bileziğim daha olsun diye devam ediyorum okumaya. Ama eğer böyle bir şey olsaydı, Allah şahidim, başımı açmazdım. Çünkü ben bunun imtihan olduğuna inanıyorum.

* şule Hanım ne dedi bu son karşılaştığınız olaya?

Teyzem, eve gelip o olayı anlattığımda ağladı. Kendi zamanıyla ilgili olarak bayağı bir şey anlattı ve çok üzüldü. Onun yaşadığı acılar çok daha fazla, çünkü gençliğini bu konuya vermiş. Bütün hayatını bu hizmete adamış bir insan. Bu yaşa gelmiş ve hala Türkiye’nin bu durumda olması onu çok üzüyor. Genç kızlara o kadar çok acıyor ki teyzem, o gün benim “Türkiye benim için bitti. Bugün benim içime nefret tohumu ekildi” deyişime de o kadar çok üzüldü ki, ağladı. Çok duâ etti. ınşaallah hayırlara sebep olur onun duâları. Gençliğini buna vermiş bir insan seyirci kalıyor. Buradaki bütün din kardeşlerimizin de yapabildiği bu.

Bilmiyorum bana mı öyle geliyor, ama çok kolay kabul ediliyor sanki burada herşey. ışte orası askerî müze olabilir diyorlar. Ben her yıl girebiliyordum, ama başörtümle. Hem ben askeriyeye gitmiyorum ki, oradaki mehter konserine gidiyorum. Bir de bu olayda ağırıma giden şey, Arap turistlerinki gelenek olduğu için onlar kabul ediliyor, ama siz Türksünüz demeleri. Danimarka vatandaşıyım dediğim halde, “Olabilir, ama siz Türksünüz ve geleneği biliyorsunuz” dediler. Demek Arap olunca onların geleneğiymiş, ben olunca Türk geleneği. Türk geleneği nereden çıktı? Bütün Türkler, başörtülü insanlar demek ki köylü oluyor. Üzülüyorum bu köylü kelimesini kullanmaktan. Köylüleri küçük gördüğümden ya da aşağıladığımdan değil, onlar bana bu hitabı kullandığı için. Köylü insanın bir başörtüsü tarzı olabilir, benim kendi başörtü tarzım olabilir. ıster mini giyerim, ister uzun giyerim, ister pantolon giyerim, ister cilbab giyerim. Başörtüsü de benim tarzımdır, istediğim gibi örterim. Bana yakışana ben kendim karar veririm, eninde sonunda yüzüm açık. Bu salık modası nedir? Ben bunu komedi olarak görüyorum. Ve sırf bizi rencide etmek için yapılıyor. ınanın başını aç deselerdi bu kadar dokunmazdı bana.

Madem böyle bir kural var, lastik ve toka kuralı da çıkarsınlar. Örgü ve topuzu yerine düz saç kuralı getirsinler.

* Başörtüsü aleyhine olan AıHM’in kararını öğrenince ne düşündünüz?

AıHM’den böyle bir karar çıkmasına inanın çok şaşırdım. Bu işin içinde bir oyun var diye düşündüm. Türkiye laik de olsa, Avrupai de olsa eninde sonunda ıslâm adı geçiyor ya onlarda bir korku var. Ve herhalde ıslâm fazla yaşanmasın orada diye bu yasağı mantıklı buldular.

Laikliği gerekçe gösteriyorlar burada. Aslında bu din özgürlüğüne engel değil.

Evet, biz laikiz diyorlar. Olabilirsiniz, ben buna saygı gösteriyorum, sizin benim bu halime saygı göstermeniz gerektiği gibi. Benim için çok normal, çünkü orada Hıristiyanıyla, Yahudisiyle, ateistiyle arkadaşlık yapıyorum. Ama burada öyle bir bakış açıları var ki, öyle bir korkuyorlar ki sanki biz öcüyüz, inanılmaz korkunç insanlarız gibi. Gayrimüslimler bile bize o şekilde bakmıyor. Karşılaşıyorsun, benim adım Ayşe diyorsun, yanyana oturuyorsun, projeni yapıyorsun, dersini çalışıyorsun. O kadar normal ki. Burada çok büyük bir ayırımcılık var. Danimarka’da o kadar farklı din mensupları olmasına rağmen bir ayırımcılık yok. Benim lise sınıfım çok komik bir sınıftı meselâ. Başında türban olan bir Hindu vardı, Yahudi bir talebe vardı, başında kippası olan. ıki örtülü talebeydik, bir punk kız vardı. Dilinde pearcing olan, saçlarının yanlarını kazıtmış, ortası duran bir kız. O sınıfımızla geçirdiğimiz yıllar o kadar güzeldi ki, o kadar güzel bir arkadaşlığımız vardı ki. Kimse kimseyi tuhaf karşılamıyordu. Derslerinde başarılı mısın, normal bir talebe gibi görünüyorsun. ıster yırtık pırtık pantolon giy, ister en kapalı giyin, farketmez. Sınıfımızda çok aşırı açık giyinen bir kız var. Danimarkalı kızlar bile bazen ona espri yapıyor. Ve o benim en iyi arkadaşlarımdan birisi o. Sokakta yanyana yürürken o kadar komik duruyoruz ki, bunun farkındayız da, ama iyi arkadaşız. Ben kendimi değiştirmek istemiyorum, o da kendini değiştirmek istemiyor, ama çok iyi anlaşıyoruz.

Kilise devlet ayrı değil, ama bu fark edilmiyor. Çünkü her dine saygı var. ıskandinav ülkelerinden en dindar olmayan ülke Danimarka’dır. Gerçekten dindar olan Hıristiyanlar çok azınlıkta. Ateistler çoktur ve bunların çoğunluğu Müslüman oluyor. Özellikle 11 Eylül’den sonra Müslüman olanların sayısı çok arttı.

* Ateist olup da Müslüman olanlarla konuşma imkânınız oldu mu? Niçin ateist olmuşlar ve neden ıslamiyeti seçme ihtiyacı duymuşlar?

Karina isimli bir arkadaşım vardı, Müslüman olduktan sonra adı Kerime oldu. O, “Bana hiçbirşey verilmedi” demişti. ıncil’in yatmadan önce okunan masal kitapları gibi geldiğini anlattı. Kendisi için hiçbirşey ifade etmediğini, ona inanmadığını söyledi. Sonra Müslümanların giyinişi aklını kurcalamış, saçma gelmiş ona. Bunu öğrenmek için Kur’ân’ı okumuş. Başlangıçta pek bir şey anlayamamış ama sonradan özellikle bazı bölümler onun çok ilgisini çekmiş ve inanmış.

* Ağabeyinizin bir program yaptığını söylemiştiniz. Biraz o konudan bahseder misiniz?

Danimarka’nın özel kanalı DR2’den abime program teklifi geldi. Ve üç ay boyunca o programda ağabeyim, bir Hıristiyan din adamı ve bir Yahudi din adamı her hafta bir konuyu üç din açısından ele aldılar, tartıştılar. 11 Eylül olaylarından sonra, bu olayın yanlış olduğunu, ıslâmda böyle birşeyin olmadığını anlatmıştı ağabeyim. Bunun üzerine bu programın teklifi geldi. Tanınmış bazı papazlar, Danimarka başhahamı ve oranın Cuma imamı olarak bilinen ağabeyim her Çarşamba yarım saat canlı yayında, telefon bağlantılarıyla birlikte o programı yaptılar. Çok talep olduğu için bu sene tekrar başlayacak.

* Devlet okullarında din eğitimi nasıl orada?

Lisedeyken din dersimiz vardı. Üç bölüme ayrılırdı bu ders. ılk üç ay Hıristiyanlık, sonraki üç ay ıslâm, sonraki üç ay ise Yahudilik işlenirdi. Devletin onayladığı kitaplardan işlerdik bu dersi. ıslâmla ilgili kitapta o kadar gerçekçi bilgiler vardı ki. Buradaki din dersi kitaplarına çoğu şey konulmaz meselâ. Ama orada bunu da mı koymuşlar diye şaşırıyordum. ıslâmın beş şartı anlatılıyordu, ıslâmiyetin doğuşu anlatılıyordu, peygamberlerin tablo halinde sıralanışı vardı. Oradaki bir söz beni çok etkilemişti. Hıristiyanlar, Yahudilik dini varken nasıl ısa Peygamber diyebiliyorsa ve Hıristiyanlık dini olabiliyorsa, Hz. Muhammed gelip “Ben yeni bir din getirdim” deyince neden olmuyor diye bir yazıydı bu. Ve ıslâm dininin öğretildiği dersin en sonunda Çağrı filmini izlemiştik.

* Sonradan Müslüman olan arkadaşlarınız daha bir titizlikle yaşıyorlardır herhalde ıslâmı?

Evet, muhtedi arkadaşlarımı görünce benim imanım daha çok pekişiyor. Çünkü çok daha titiz yaşıyorlar. Bir namazı kaçırmak üzerelerse “Ben ne yaptım, namazı kaçırıyorum” diye büyük bir endişeyle namaz kılmaya gidiyorlar. ıslâmiyeti onların yaşayış tarzından öğrenmeli. Kendilerini öyle bir veriyorlar ki. Ve akın akın Müslümanlığa geçiş var şu an Danimarka’da.

—DEVAMI YARIN—

Naciye KAYNAK

07.08.2004

http://www.yeniasya.com.tr/2004/08/07/roportaj/default.htm




Alıntı


Kadın kullanılıyor




—Dünden devam—

* Sonradan ıslâmı seçenler bu kadar dikkatli yaşarken bizim ülkemizde son yıllarda özellikle tesettür anlayışında epey bir değişiklik oldu. Siz bu duruma ne diyorsunuz?

Bir dönem herkes pardesü giyiyordu. Ondan sonra birşeyler oldu, Danimarka’da olduğum için ben farkına varamamıştım. 2000 senesinde geldiğimde pardesülüleri saymaya başladım. Artık pantolon, tunik modası çıkmış. Neden bu değişikliğin olduğunu bilmiyorum. ıslâmiyette örtünün maksadı erkeklerin bakışlarını üzerinden çekmektir. Başın örtülüp de makyaj yapılması bence çok ucuz görünüyor ve komple gayri ıslâmî. Bunu hiçbir şekilde tasvip etmiyorum. Kıyafet olarak da en doğrusu vücut hatlarını örtecek pardesü. Ama bu yapılamıyor, tunik giyiliyorsa yine dikkat edilmeli ince, kısa olmamasına. şu an tasvip edilemeyecek çok farklı tarzlar var.

* Bir tarafta mühtediler, diğer tarafta Müslüman bir ailede doğan, Müslüman olan ama dinî gereği gibi yaşamayan insanlar. Nedir acaba aralarındaki farkın sebebi?

Ben şunu fark ettim, gerçekten çok acı bir şey, ama burada kaç kişiye sordum, “Kur’ân’ın anlamını okudunuz mu?” diye, o kadar az kişi “Evet okudum” dedi ki. Müslümanların kendileri kendi kitapları olan Kur’ân-ı Kerim’i okumuyorlar. Ben orada Arap ortaokuluna gittiğim için fıkıh, hadis gibi dersler sebebiyle mecburî olarak okudum, ama burada olsam bunu yapmak zorunda değil miydim? Dedelerimin, anneannelerimin, şunların, bunların dediğiyle mi devam ettireceğim?

* Birkaç ay önce Fransa’da da başörtüsü konusunda üzücü bir olay yaşandı. Danimarka’da nasıl yankı buldu bu olay?

Fransa’daki yasak Danimarka’da çok büyük tepki gördü. Yürüyüşler yapıldı. Fransız konsolosluğuna siyah çelenk bırakıldı. ılk günkü yürüyüşümüzde hava o kadar soğuktu ki, kemiklerimize kadar üşümüştük, ama saatlerce o yolu yürüdük. Binlerce insan vardı o yürüyüşte.

Onlar ezdikçe çok daha fazla şeyin çıkacağına inanıyorum. Rabbim nurunu tamamlayacaktır inşaallah. ınanıyoruz, elhamdülillah Müslümanız. Tek dayanağımız da bu, şu anda.

* Yani yasağa karşı Danimarka?

Danimarka’da bir anket yapılmış yakın zamanda, halkın üçte biri başörtüsü yasaklansın demiş, üçte ikisi ise yasaklanmasını istememiş. Bu ankette okul müdürlerine de sorulmuş, okullarında Müslümanların çok fazla olduğu müdürler yasaklanmasın demiş, okullarında neredeyse hiç örtülü bayan olmayan müdürler ise yasaklansın demiş.

* Siz bu yasağın kalkması konusunda umutlu musunuz?

Eskiden geçer diye düşünüyordum. Türkiye mantıklı bir ülke diyordum, bu yasak çok fazla sürmez gibi saf bir düşünceye sahiptim. Ama haberleri izledikçe, olayları gördükçe, insanları gördükçe artık kolay çözüleceğine inanmıyorum.

Burada Moda’da, Taksim’deki kafelere gittiğimizde öyle tuhaf bakışlarla karşı karşıya geldim ki sanki “Sizin burada ne işiniz var” der gibi. Entel kesim, açık kesim sanki bayağı bir düşman olmuş başörtülülere. Çok dışlandığımızı hissettim. Onun için bu yasağın kolay değişeceğini zannetmiyorum.

Türkiye Avrupa Birliğine girerse belki bu yasak çözülür. ınsanlar çok değişmiş. Askeri Müzede altı kişi vardı karşımda. Bir tanesi bile “Kardeşim, haklısın, ama bize böyle emredildi, yapacak başka bir şeyimiz yok” demedi. Hepsi karşı çıktı. ınsanlar benimsiyor her şeyi, kabulleniyorlar.

* Medyanın insanları yanlış yönlendirmesi sonucu böyle oluyor sanırım. Sürekli bizim başörtülerimizin siyasî simge olduğu şeklinde yayınlar yapılıyor gazete ve televizyonlardan.

Allah aşkına, bunlar da çocuk masalı. Gerçekten çocuk masalı. Ne zaman siyasî simge oldu? Dedelerimiz, anneannelerimiz zamanında mı, Osmanlı Devleti zamanında mı siyasî simge oldu? Kimi kandırıyorlar? Gencecik kızlar, hiçbir şeyden haberleri yok, bir yere gelelim, iş bulalım, para kazanalım, evlerimizi geçindirelim diye okumaya çalışan gencecik insanlar bunlar. Eğer gerçekten bu siyasî simge sözüne inanıyorsa, o halk çok cahil bir halktır. Ve ben onların Müslümanlıklarından da şüphe ederim. Kur’ân-ı Kerim’deki o ayeti görmüyorlarsa, sadece siyasî amaçlı olduğunu düşünüyorlarsa ben onların Müslümanlıklarından şüphe ederim. Sadece Türkiye’de var zaten, başörtünün altında neler saklıyorlar, bizim ülkemizi alacaklar, ıran olacak gibi korkular.

ıranlı arkadaşlarımızla komik diyaloglarımız da oluyor. Onlar “Nefret ediyoruz ıran’dan. Başımızı zorla örttürüyorlar” diyorlar, ben de “Nefret ediyorum Türkiye’deki uygulamalardan. Orada da benim başımı zorla açtırmaya çalışıyorlar” diyorum. Onlar oradaki zulümden, ben buradaki zulümden bahsediyorum.

ıstibdadın her şekli kötü sonuç veriyor yani.

Aynen. Öyle bir tohum ekiyorlar ki, nefret tohumları. Bu tohumların zamanla ne hale geleceğini göremiyorlar. Özellikle Avrupa’daki insanlar bu konuda çok dolu.

* Danimarka’daki Müslüman gençler ne şekilde, milliyetlerine göre mi toplanıyor, faaliyetler yapıyor?

Kopenhag’da çok fazla ıslâmî bilinçlenme olduğu için—özellikle gençlerde—bir mühtedi gençler topluluğu oluştu. Eskiden Türklerin toplulukları, camileri vardı, Arapların, Pakistanlıların camileri, toplulukları vardı. Danimarkalılar çok dışarda kalıyordu. Türk arkadaşları olduğu için Türklerin yanına gelir, hiçbirşey anlamazlardı. Fakat 97-98 yıllarında ağabeyimin arkadaşlarıyla bir organizasyonu oldu. Bir Pakistanlı, bir Arap, bir de ağabeyim. Bütün toplantılar Danimarkaca oluyor. Tabiî mühtediler arkadaşlarına söyledi. Kimi Arap, kimi Türk derken, çok iyi Danimarkaca bilenler katılmaya başladı ve öyle bir karma topluluk oldu ki Somalilisi var, Arabı var, Türkü var, Danimarkalısı var. Müslüman olmayanlar da geliyor, bunlardan kimisi Müslüman oluyor, kimisi olmuyor.

* Son olarak Danimarka ve Türkiye’yi kıyaslamamızı sağlayacak bir şeyler daha anlatmak ister misiniz?

Yıllar evvel Eurovizyon yarışmasında bir Türk kızı üçüncü gelmişti. Ertesi gün okula gittiğimde Danimarkalı öğretmenim bana dedi ki, “Ayşe, sizin ülke üçüncü gelmiş. Ama ben sizin ülkenizi ıslâm ülkesi zannediyordum. Bizim Danimarkalı şarkıcı sizinkinden daha kapalı giyinmişti” dedi. Ben de “Türkiye’nin ıslâm ülkesi olduğunu kim söylüyor? Türkiye artık değişti” dedim. Gerçekten de öyle, buradaki açıklar, Danimarkalılardan daha açık giyiniyor. Danimarkalılar makyaj yapmazlar, modayı çok fazla takip etmezler.

* Tarih bölümünde hangi tarihleri öğreniyorsunuz?

ılk önce Ortadoğu tarihinden başladık. ıkinci sömestrede Türkiye tarihini aldık, Osmanlı devrinden Türkiye devrine kadar olan dönemi kapsıyor. Bu dönemin sonunda hazırladığım ödevi kendi seçme hakkım vardı. Ben de Osmanlı döneminden modernleşme dönemine kadar olan kadının modernleşme sürecini işledim ödevimde. Çok ağır ve çok iyi not aldığım bir ödev oldu.

* Bu araştırmanızın sonucunda nasıl bir sonuç çıkardınız Türk kadını hakkında?

O süreçte kadın öyle bir hale getirilmiş ki, açıkçası bu kadarını bilmiyordum. ıngilizce kaynaklardan okudum hepsini. Benim gördüğüm şuydu, Türkiye’nin Avrupa ülkelerine yakın olabilmesi için kadınlar kullanılmış. Nereye baksan kadın var.

Yasakçılığın devamında da yine kullanılan kadınlar oluyor.

Tabiî bu Avrupaileşmenin devam edebilmesi için yine kadınlara ihtiyaçları var. Başörtülü kadınla bu olmaz diye düşünüyorlar. Geçenlerde Danimarka’dan bir arkadaşım geldi. Kendisi Suriyeli, örtülü ve Danimarka televizyon kanallarının başında, diğer ülke kanallarıyla anlaşmalar yapıyor. Bu arkadaşım cilbablı, tam tesettürlü ve ıngilizcesi, Danimarkacası o kadar iyi ki. Diğer ülkelerde iş görüşmesi yaptığı insanlar da onun kıyafetini hiç yadırgamıyorlarmış. Yine arkadaşımın annesi ve babası cerrah, Danimarka’nın devlet hastanesinde çalışıyorlar. Kadın tam tesettürlü. Bunlara buradan bakınca çok ilginç geliyor ama orada aslında çok normal.

Türkiye’de ise başörtüsüyle bu tür başarıları bir arada düşünemiyor bazıları, kimileri de sebebini anlayamadığımız bir korku içindeler bize karşı.

Evet, farklı bir insan gibi bir bakış var burada. Halbuki ben de onlar gibi yürüyorum, alışveriş yapıyorum, onlar gibi yaşıyorum. Korkmalarını anlayamıyorum. Ve çok basit, çok çocuksu geliyor bunlar bana.

Bir de insanlar muhabbet etmekten korkuyor. Danimarka’da trene binersin, tanı tanıma, madem bir yolculuk yapıyorsun, birbirleriyle konuşur insanlar. Burada geçenlerde on iki saatlik bir yolculuk yaptım, hiç ‘tın’ yok. Millet konuşmaktan korkuyor. Eski insan sıcaklığı kalkmış.

* Türkiye’ye yerleşmeyi düşünüyor musunuz?

Ben burada yaşamayı tamamen sildim aklımdan. Eğer ben burada yaşayacak olsam ya içeri atılırım, ya da tamamıyla kafayı yerim. Gayrimüslimlere saygımın artması bu olayla benim psikolojimi bozdu. Hayatım boyunca burada evlenmeyi, çocuklarımı burada yetiştirmeyi hayal etmiştim. Ama şimdi psikolojisi normal, eğitimi normal, istediği yöne gidebilecek çocuklar yetiştirebilmek için annem gibi orada yaşayacağım.

—SON—

Naciye KAYNAK

08.08.2004

http://www.yeniasya.com.tr/2004/08/08/roportaj/default.htm


nurunözü1

Profesyonel

Mesajlar: 997

Konum: bursa

Hobiler: hat sanatı,ebru sanatı,kitap,internet

  • Özel mesaj gönder

2

23.10.2004, 19:35

Onların yerinde olmak isterdim.Doğuştan müslüman olan bizler (türk milleti)dinimizin peygamberimizin(s.a.v)hatta yaratanımızın kıymetini bilmiyoruz.Ama sonradan müslüman olmuş insanlar kıymet ve ehemmiyet yönünden bizden daha üstünler.Benim yengem de sonradan müslüman oldu ordan biliyorum.Yani gözümün önünde bir örnek vardı.Hatta 3. çocuğu kanser hastası.Geçtiğimiz kış hastanelerde yattılar aylarca inan bizden daha sabırlı ve rabbine bizden daha bağlıydı.Ağzından isyan niteliğinde ufacık bişey duyadım.Düşünsenize kollarınızda yatan hasta evladınız rabbim o an alsa yanına yapacak bişeyiniz yok işte böyle sıkıntılı günler de hep rabbine sığındı.Ya biz olsaydık!!!!!!!!!!!!!
Rabbim müslünam doğmanın kıymetini anlayanlardan eylesin.Ve Rabbim okuduğumuz,okumadığımız,bildiğimiz ,bilmediğimiz bütün bu kardeşlerimizden ebeden azı olsun....hayırlı geceler...
Ya tozu dumana katacaksın!Yada tozu dumanı yutacaksın!Yutanlardan olmamak dileği ile...

3

23.10.2004, 20:36

Amin...Allah razı olsun...

Ben de sonradan müslüman olup bizi geçen kardeşlerimizi görünce imreniyorum..."Allah razı olsun" diyorum onlar için.Bunları görmek ne kadar hoş ve sevindirici.Bizi de şevke getiriyorlar...

4

25.10.2004, 04:43

Alıntı



Danimarka’dan ıstanbul’a Ramazan esintileri



Danimarka’da Ramazan ayı çok sakin ve sessiz geçer genelde. Son yıllarda iftar vaktinin çok erken vakitte olması nedeniyle, iftar dâvetleri de zorlaştı. Malûm iftar vakitlerinde çoğunluk ya okulda oluyor, ya da işte oluyor. Bu sebeple son yıllarda hafta içi iftar daveti gerçekleştirmek epey zor. Ve bu sebeple, geçen Ramazan bir karar verdim. Hayatımda ilk kez vatanımda bir Ramazan yaşayacaktım. Ailemin onayını aldıktan sonra, elime kameramı alıp Ramazanın ikinci haftası uçağa atlayıp ıstanbul’a indim...

Son yıllarda Türk kanallarında izliyordum, ıstanbul sokaklarındaki Ramazan faaliyetlerini. Ve hep hayal ediyordum, birgün ben de gidip teneffüs edeceğim o mânevî havayı diye. Ve oradaydım. ıstanbul’da, Sultanahmet Meydanı’na kurulmuş olan Ramazan standları arasında geziyordum...

ıçim kıpır kıpırdı..

Doğduğumdan beri tek şahit olduğum şey, her kış noel zamanı caddeler çam ağaçlarıyla süslenir/ışıklandırılırdı, noel baba kılığında şahıslar caddelerde gezer ve insanlara Noel havasını yaşatırlardı. Ben her yıl bu manzaraya şahit olup, “Elhamdülillah Müslümanım, ama neden bizim Ramazanlarda/ bayramlarımızda hiç buna benzer şeyler yapılmıyor” diye buruk bir düşünceyle dolaşır dururdum...

Ve şimdi ıstanbul’daydım, vatanımdaydım.. Camiler ışıklandırılmış, sokaklar süslenmiş ve Sultanahmet Meydanı’nda standlar kurulmuştu. Hava yağmurluydu ve soğuktu, ama içim sıcacıktı. Kameramla her sahneyi, her ânı ölümsüzleştirmek istiyordum. Akşam namazı vakti geldi, camiye girdim, yazları geldiğimde hiç görmediğim kadar hınca hınç doluydu. Akşam namazını kılıp camiden çıkarken, yaşlı bir amcanın herkese bir kutu içinde hurma uzatması beni mestetti. “Ya Rabbim” dedim, “şükürler olsun Ramazanı burada yaşattığın için bana”. Cami çıkışı hurma takdim edilmesi beni kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar mutlu etmişti.

Velhasıl iftarımı hurmayla açtıktan hemen sonra cami avlusuna kurulmuş olan kitap fuarında gezdim biraz, oradan da ayrılıp caminin çıkışındaki standlara doğru ilerledim. Zaman nasıl geçti bilmiyorum, bir çadıra girip âşık atışması dinlerken yatsı ezanı okundu ve ben tekrar Sultanahmet Camii’nin yolunu tuttum. Bu kez içeride neredeyse hiç yer yoktu. Beyler alt katı doldurmuştu. Hiç bugüne kadar çıkmamış olduğum üst katı da hanımlara açmışlardı. ılk defa Sultanahmet’i yüksekten görüyordum.. Çok farklıydı her şey.

Teravih namazının ardından metroya binip eve doğru yol aldım. ıçim karman çormandı. Duygularım coşmuştu. Aşık olmuştum. ılk defa Ramazan ayının havasını ruhumda hissediyordum. şükredip, böyle bir günü yaşadığım için duâlar ediyordum. Misafir kaldığım kuzenimin evinde geç vakitte yastığa başımı koyduğumda çok yorgun ama bir o kadar da mesuddum. Bu henüz ilk günümdü. Daha göreceğim, gezeceğim çok mübarek yerler vardı. Yaşadıklarımı göz önünden geçirirken uyuyakalmışım... Birden uyandım.. Güm... Güm... Güm... Sesler geliyordu sokaktan... Davul sesleri eşliğinde araba alarmları devreye geçiyordu. Ortalık ses içindeydi. Hemen kalktım elime kameramı alıp, pencereye koştum. Uzaktan görmüştüm. ıki davulcu gümbür gümbür caddelerde dolaşıp sahur için mahalle sakinlerini uyandırıyordu. Gözlerim yaşardı...

Annem anlatırdı, Osmanlı dönemlerinde davulcular sahur vakitlerinde mahalleleri gezip halkı uyandırırlarmış diye. Lâkin kendisi hiç şahit olmamış. Ve şu an 63 yaşında olmasına rağmen, televizyonda verilen haberlerin dışında hiç duymamış ve görmemiş. Ve bu ânı ben yaşıyordum şu an.. Keşke annem burada olsaydı diye geçirdim içimden. Kamerama uzun uzun çektim davulcuyu...Ve günler geldi geçti. ıstanbul’da birçok yeri gezdim, gördüm, çektim. Artık Ramazan ayını yaşamıştım. Ve iki haftalık bu maceradan sonra bayramın ikinci günü Danimarka’ya geri döndüm.

Danimarka’da bayramların ilk günü tüm Müslümanlar, Türk, Arap, Pakistanlı, Danimarkalı mühtedîler, hepsi özel kiralanan kapalı bir spor salonunda sabah namazını kılmak için toparlanırlar. Salon ikiye ayrılır, baylar ve bayanlar için. Ve o gün herkes oradadır. Tüm sene görmediğimiz arkadaşlarla orada kucaklaşırız, bayramlaşırız... Namazımızı imam eşliğinde kılar ve ardından herkes bayramı kutlamak için dışarıda kahvaltıya çıkar. O gün tüm Kopenhang lokantaları bizim sayemizde çok para kazanırlar ve sokaklarda, her mekânda yine arkadaşlarımızla, tanıdıklarımızla karşılaşırız. ışte bu da bizim yılda iki kez yaşadığımız mutlu bir günümüzdür.

Ramazan ayını ıstanbul’da hareketli buldum, bayram gününü Danimarka’da özledim. Tuhaf bir duyguydu. Ya da ben tuhaftım. ıki ülke, iki farklı yaşantı içinde kalakalmıştım. Ama güzeldi yine her şey. Ben şanslıydım. ıki şeyi de yaşama imkânım, görme imkânım oldu... Bu da naçizane benim gözlemlediklerimdi. Tek duâm, yine birgün Ramazan ayını ıstanbul’da yaşayabilmek...

Ayşenur ALEV

25.10.2004




Kaynak link


Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir