PKK, Kemalizmin izinde
mi?
Müfİd Yüksel 30 yıllık yarenlik ettiğim arkadaşım, kardeşimdir. Her şeyden
önemlisi de, kendi semasında bir yıldızdır.
Dili de, maşallah, Hazreti Ali efendimizin zülfikârı gibi keskincedir.
Dil dedim de aklıma geldi:
Anadili Kürtçeden Farsçaya, Arapçadan İngilizceye kadar bildiği bütün dilleri
şöyle böyle değil, künhüne varıncaya kadar bilir.
Ne ki, içinden geldiği camia dahil, hiç kimseye hiçbir dilde keyif
bağışlamaz.
Hulasa, hakikatin hatırını hiçbir ilişkiye meze etmez.
Keskin bir zekâ, müthiş bir tecessüs, olağanüstü bir hafızaya sahiptir.
İstanbul’daki sokakları bile cemaziyelevveline kadar bilir: Yani, ayaklı
“Google” gibidir.
Şu farkla ki: “Google”a birkaç nüfus bilginizi verdiğinizde şecerenizi
çıkaramaz, Müfid çıkarır.
Hemi de öyle şappadak çıkarır ki, ağzınız bir karış açık kalır!
Meslekten sosyologtur, ama, başka birçok bilim dalında meslek erbabıyım
diyenlere nal toplatır.
Bundan bir yıl mukaddem, “İdris-î Bitlisî ve eserleri” başlıklı öyle bir
makale yayımlamıştır ki, okusanız, “Türkçede bu ilmî değerde başka makale var
mı?..” diye sormadan kendinizi alamazsınız.
Hiçbir şey sormasanız, “Soner Yalçın, İdris-i Bitlisî hakkında yazmaya haya
etmedi mi?..” dersiniz.
Soner Efendi mezkur makaleden haberdar olsaydı, hiç değilse, İdris-i
Bitlisî’nin doğum yerinin muğlak olduğunu dercetmez, Bitlisli olduğunu
öğrenirdi. (Ayrıca, adı üstünde, “Bitlisî” yahu!)
Gelgelelim…
Müfid Yüksel bunca birikimine nazaran yetmiş kuşağının zıpçıktı
entelektüelleri gibi “malumatfuruşluğu” gösteriş budalalığına dönüştürmez.
Bir dava adamı olduğu için bilgi birikiminin ancak çilesini çeker, havasını
atmaz.
Biraz evvel, hakikatin hatırı karşısında kimsenin avuruna zavuruna bakmaz
dedim ya, zannetmeyin ki “rüşvet-i kelam” eyledim.
Zira “Dindarlık İslâmcılar eliyle tasfiye ediliyor…” demiş, diyebilmiş
adamdır.
Gerçekten de lafını kimseden esirgemez: “Eskinin radikal İslâmcıları bütün
ilkelerinden vazgeçmiş bir yapı içindeler (…) Her bakımdan seküler hale gelmiş
durumdalar. Bir zamanlar ‘cihad hareketi’ deyip para toplanan kanallar tamamen
seküler hale gelmiş durumda. Bunlar için artık bir ses sanatçısı, bir âlimden
daha değerli…”
Bizim camiada nedense (yukarıdaki ifade bile başlı başına bir neden ya,
neyse) Müfid Yüksel’in ilminden irfanından yeterince istifade edilmemiştir.
Hem “açılım” zamazingosu icat edilmeden “Aleviliğe” açılım yapmış mutasavvıf
bir alim, hem de Kürt meselesine taa medreselerden başlayarak orijinal ve
birleştirici çözüm önerileri getiren bir Kürt aydınıdır o.
“Tanrı Ahmet Türk’ü korusun!” başlıklı yazımda, Sayın Ahmet Türk’ün, “Allah
rahmet etsin” yerine “Tanrı rahmet etsin” ifadesini tercih etmesini
yadırgamıştım ya, memlekette ne kadar Şinasi varsa hepsi ayağa kalktı.
Fakiri hem ümmetçi, hem ulusalcı, hem Kürtçü, hem de Türkçü ilan ettiler.
İmdi, rahmetli hocamız büyük İslam alimi Molla Sadreddin Yüksel’in mahdumu
Müfid Yüksel’in Yeni Asya gazetesinden Hasan Hüseyin Kemal’e verdiği röportajdan
şuncağızı okuyalım:
“1966’da eski Kulp Müftüsü Mehmet Emin Bozarslan, Kürtçede ilk Latin
karakterli alfabe kitabını çıkardı. Daha sonra PKK ve onlara yakın olan laikçi
Kürtler buna dayanarak Kemalistler gibi dil devrimi yaptılar. Arapça ve dinî
kelimeleri, terimleri sürekli ayıklamaya çalıştılar, çalışıyorlar. Dilde de
Müslümanlığı tasfiye etmeye çalışıyorlar. Burada ciddî bir kemalist taklit var…”
Alışılagelen terkibin hilafına, yaratıcıya, Allah yerine, “Esmâ–ül Hüsnâ”da
yeri olmayan “Tanrı” demeyi hasseten tercih eden kafaya niye taktığımı şimdi
anladınız mı bari?
Yoksa…
İsteyen “Ulu Manitu” der, bana ne!
Salih Tuna Yeni Şafak, 16.12.2009