Giriş yapmadınız.

1

06.10.2009, 08:55

Diplomatlar Bediuzzaman´ı tanımak istiyor

DİPLOMATLAR BEDİÜZZAMAN'I TANIMAK İSTİYOR


Başbakan Erdoğan'ın kongre salonunda yoğun alkış alan ve iç kamuoyunda büyük yankı uyandıran “Bitlisli Said Nursî'siz bir Türkiye'nin maneviyatı noksan kalır” sözü, Ankara'daki yabancı diplomatik çevrelerde de Bediüzzaman'a yönelik bir merak uyandırdı. Milliyet gazetesinin dış politika ve diplomasi yazarlarından Semih İdiz, kendisini arayan diplomatların, Erdoğan'ın konuşmasında adları geçen diğer bazı isimlerin yanı sıra Said Nursî için de “Kimdir?” diye sorduklarını yazdı.

EN BÜYÜK ALKIŞI NEDEN SAİD NURSî ALDI?


Mehmet Altan Star'daki yazısında “AK Parti Kongresinde en büyük alkışı neden Said Nursî aldı? Çektiği zulmün haddi hesabı olmadığından mı, resmen dışlanmasından mı, hâlâ tabu kabul edilmesinden mi, yoksa Nur cemaatinin yaygın gücünden mi?” diye sorarken, Bugün yazarı Hakan Aygün şöyle yazdı: “Said Nursî sistemle kavga etmedi, ama hep dik durdu. ‘Gandi taktiği’yle takdir topladı. Vicdanlarda son kazanan o oldu, mezarından cesedini çıkarıp yok etmeye çalışanlar değil.”



Diğer yazıları ve bu yazının devamını Medya-Politik sayfamızdan okumak için tıklayın.


06.10.2009

Basından Seçmeler


En büyük alkışı neden Said Nursî aldı?



Başbakan Erdoğan, önceki günkü kongre konuşmasında “devletin” ve “resmi görüşün” görmezden geldiği; üstelik pek çoğuna da zulmettiği on üç ismi sayarak...

...“demokratikleşme açılımını” daha elle tutulur, daha inandırıcı, daha yığınsal bir hale getirdi.

O hakkı yenenler arasında ise en büyük alkış, Başbakan’ın “Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır” dediği “Bitlisli Said-i Nursi” ismi zikredilince patladı.

Başbakan Tayyip Erdoğan, Adnan Menderes’den sonra “Said-i Nursi” adını resmen telaffuz eden ikinci başbakanmış.

***

Bizim geçmişimizde, sağ’a sol’a,

Kemalizm dışında her yana kapalı olan “laik rejimin” en büyük fobilerinden biri de Bediüzzaman lakabı ile anılan Said-i Nursi Kürdi idi...

Hâlbuki Said-i Nursi için ansiklopedi, “Nurculuk olarak bilinen İslamcı akımın kurucusu, düşünce ve siyaset adamı” diye yazıyor.

(...)

Said-i Nursi’nin ansiklopedilerdeki yaşamına göz atınca yeniden sordum:

“AK Parti Kongresi’nde en büyük alkışı neden Said-i Nursi aldı?”

Çektiği zulmün haddi hesabı olmadığından mı, resmen dışlanmasından mı, hala tabu kabul edilmesinden mi yoksa Nur Cemaatinin yaygın gücünden mi?

Bu soru bir diğerini de beraberinde getirdi; Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’ya çağırdığı Said-i Nursi’yi neden 1960 yılında askeri darbe “mezarsız” bıraktı?

Kuvvetli alkışın bir başka nedeni de bu olabilir miydi?

Mehmet Altan, Star, 5.10.2009


06.10.2009




Nazım’dan Ahmet Kaya’ya ve Said Nursî’ye vardık!



İlkokuldaydIm. Babam odasından bi kazak alıp getirmemi istedi. Gittim; kazakların arasında pelür kağıda yazılı şiirler vardı. İlkine baktım Kurtuluş Savaşı Destanı’ydı. Kağıtlar bir elimde, kazak diğer elimde, oturma odasına geçtim.

“Bunlar ne baba” diye sordum pelür kağıtları göstererek. Babamın yüzü bembeyaz oldu; yerinden ok gibi, fırladı. Kaptı kağıtları elimden ve haykırdı: “Bunlardan hiç kimseye söz etmeyeceksin..”

Sonra annem de sıkı sıkıya tembih ettirdi, ağzını açmak yok diye. Ve o saat Nazım Hikmet’in adını sildim belleğimden; çok kötü adamlar katına koydum. Ama babamın dolabında, böylesine kötü bi adamın yazdıkları ne arıyor diye de kendi kendime sormadım değil...

Sarın filmi öne. Gelelim 1974’e, gencecik delikanlılar, arka bahçeye gömdüğümüz kitapları çıkardık. Naylona sarmıştık kitapları ama naylon yer yer yırtılmış, kitaplar çürümüştü çoğunlukla.

Filmi gene saralım ileriye ve gelelim 1984’e. O zaman da kazmalar elimizde uzun ip belimizde, bahçelerde eşelenip durmuştuk, kitaplarımızı bulalım diye. Başbakan’ın kimlik üzerine söylediklerini, bırak dile getirmek aklımızdan bile geçiremezdik.

Sıraladığı isimler var ya... Bunların içinde vatandaşlıktan atılmış, aklınıza gelen her şeyle suçlanmış nice insan var, arkadaş! Bu ülke elbette, Ahmet Yasevi, Pir Sultan Abdal, Hacı Bayram Veli olmadan köksüz, Yunus Emre’siz dilsiz, Mevlana’sız ruhsuz, Sebahat Akkiraz yoksa türküsüz kalırız. Tatyos Efendi’yi yok saydın hadi!

Bestelerini n’apacaksın? Cem Karaca’yla Ahmet Kaya hiç yaşamadı mı bu ülkede? Onların şarkıları yüzbinlerin diline pelesenk olmadı mı?

Ve evet, nasıl Mehmet Akif’siz Türkiye olmazsa Nazım Hikmetsiz de olmaz.

Katılırsınız katılmazsınız; görüşlerine arka çıkar ya da elinizin tersiyle itersiniz ama Ahmet Hani’siz, Saidi Nursi’siz Türkiye’nin maneviyatı eksik kalır.. Başbakan üç aşağı beş yukarı bunları söyledi ve bu, bi köşeye itilmiş, resmi tarihten ve edebiyattan neredeyse çıkarılıp atılmış kişilere bir bir saygı sundu.

Türkiye’yi Nazım’ın gizli gizli okunduğu günlerden buraya getirmek, korkmadan Saidi Nursi’nin adını ağzına almak, vatandaşlıktan kovulan Ahmet Kaya’dan söz etmek için bu kadar çok niye bekledik ki? Ama bunlar bir iktidarlık olmamalı. Yarın başka bir iktidar gelir ve sil baştan yaparsa, o zaman bunca çabaya yazık olur.

Onun için de Baykal’ın CHP örgütüyle akademisyenlere birlikte hazırlattığı “Kürt Raporu 2009”u attığı çöp sepetinden çıkarması ve AK Parti’yle, en azından anlaşabilecekleri noktaları belirlemesi gerek. Gerek ki, şu 12 Eylül Anayasası değişsin.. Ve yeniden elitist bir yönetim anlayışı başımıza çökmesin!

Aziz Üstel, Star, 5.10.2009


06.10.2009




Hep prompter istiyoruz!



“Prompter”, televizyoncuların nicedir aşina olduğu bir alet...

Okuyacakları metin, kendilerini çeken kamera önüne yerleştirilen bir cama yansıtılıyor. Böylece kameraya bakarken doğaçlama konuşuyormuş gibi yapma imkânı buluyorlar.

Zamanla bu cihazı siyasetçiler de keşfetti.

Örneğin Başbakan, kapalı salon toplantılarında, grup konuşmalarında hep prompter kullanıyor. Kürsünün hemen sağına ve soluna yerleştirilen camlar, karşıdan bakınca şeffaf görünüyor; ama Erdoğan, orada yapacağı konuşmanın metnini kendi konuşma hızına göre akarken görüyor.

Ve gerçekten çok yetkin bir şekilde bir sağa bir sola dönerek, ezbere konuşuyormuş süsü vererek ve “hiç çaktırmadan” okuyor.

* * *

Niye hep prompter istediğimize gelince...

Çünkü o cihaz olunca Başbakan’ın ağzından bal damlıyor. Cihazın bir özelliği midir, nedir; arada o cam levha olduğunda Erdoğan’ı dinlemelere doyamıyoruz.

Sağa dönüyor Necip Fazıl’ı, Said Nursi’yi sahipleniyor, sola dönüyor Nâzım Hikmet’i, Ahmet Kaya’yı anıyor. Bir arada yaşama iradesinden, farklılıklara hoşgörüden dem vuruyor:

“Bizim hamurumuzda dışlamak, ötekileştirmek yok” diyor.

Bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin meselesini kendi meselesi sayıyor.

Can Dündar, Milliyet, 5.10.2009


06.10.2009




Said Nursî açılımındaki alkış nüansı



BaşbakanIn kurultaydaki “açılım” konuşması muhteşemdi de... İtirazlar var: “Sanki ülke darmadağınıkmış da lider olarak kendisi çıkıp toplamış.”Yine de güzel konuşmaydı, en azından her seferinde Başbakan “Beyaz sayfa açtı, bundan böyle farklı olacaktır” iyimserliğine kapılanlar için...

En muhteşem kısım, “mozaik” kısmına ben de bayıldım ama aradan 24 saat geçince, “aklıma şeytan düştü” istemeden...

Başbakan “Cem Karaca” dedi...

Salonda “çıt” yok gibi...

Başbakan “Ahmet Kaya” dedi...

Salonda “hafiften kuvvetli” bir alkış...

Başbakan “Said-i Nursi” dedi...

Salonda yer yerinden oynadı...

Başbakan her tarafa eşit mesafede durdu ama alkışlar pek eşit durmadı...

Hep söylüyorum, Başbakanın partisindeki çözmesi gereken “asıl sorun” budur!

“Merkez partisinde” alkışlar eşit olmalı!

***

Cem Karaca ne kadar mağdur?

Yine de AK Parti tabanının hakkını yemeyelim...

Tamam dini meselelere ve dini kişiliklere çok duyarlılar da...

Bir de şöyle durum var...

Said-i Nursi sistemle kavga etmedi ama hep dik durdu. “Gandi taktiği”yle takdir topladı. Vicdanlarda son kazanan o oldu, mezarından cesedini çıkarıp yok etmeye çalışanlar değil...

Keza Ahmet Kaya, hayatında bölücülük yapmadı. Ama Kürt kimliğinin arkasında durdu. Said-i Nursi gibi dik yaşadı, dik öldü!

Kongrede alkışı az alan Cem Karaca’ya gelince durum farklı. Solcularca “dönek” olarak fişlenmesi çok önemli değil. Cem Karaca kaçakken Türkiye’ye dönmek için devletten “aman” dilendi. Özal’ın kıyağıyla Türkiye’ye döndü. Derdini çekmeyene laf kolay ama dik durmadı!

Yani Cem Karaca, maalesef “final”ini Ahmet Kaya ya da Said-i Nursi kadar iyi yapamadı. Onlar kadar “gizli komünist sistemin kurbanı” olmadı...

Bu yüzden de “alkış azizliğine” uğradı...

AK Parti kongresindeki “resimdeki gözyaşları” için üzgünüm!

Hakan Aygün

Bugün, 5.10.2009


06.10.2009




Diplomatların Said Nursî merakı



Dün Ankara’daki bazı yabancı diplomatları yoklama fırsatımız oldu. “Olağan” olmasına karşın, bu kongrenin cesur bazı siyasi açılımların ön plana çıktığı “olağanüstü” bir dönemde gerçekleştiğine işaret ettiler. Bunun da Ankara’daki yabancı misyonlar için bu kongrenin önemini arttırdığını vurguladılar. Erdoğan’ın kongredeki sözlerini de, bu nedenle, bir tür “yeni dönem manifestosu” olarak değerlendirdiklerini söylediler.


DİPLOMATLARIN SORDUĞU İSİMLER

Bir diplomatın ifadesiyle, Erdoğan konuşmasında, dünyada da yakından izlenen iç ve dış açılımlar konusunda “geri adım yok” mesajı vermeye çalıştı. Başka bir deyişle, AKP bu açılımlara samimi bir şekilde “angaje olduğunu,” bu nedenle baskılar karşısında bunları sulandırmayacağını vurgulamaya çalıştı.

Erdoğan, insan haklarına saygılı çoğulcu bir liberal demokrasiden yana hem Türkiye’de, hem de Avrupa’da kulağa hoş gelen şeyler de söyledi. Bu arada, Ahmet Kaya ve Nâzım Hikmet’ten Said-i Nursi’ye kadar, toplumumuzun farklı kesimleri için büyük simgesel önemi olan, zıt isimleri aynı kefede değerlendirmek suretiyle, “hoşgörü yoluyla birlik” mesajı da vermiş oldu.

Erdoğan’ın, son açılımlara sert bir şekilde karşı çıkan muhalefeti “asıl bölücüler onlar” diye suçlamasının ardındaki temel düşünce de buydu. Burada “çoğulculuğun” değil asıl “kültürel tekilciliğin” bölücülüğü beslediğini vurgulamaya çalışıyordu.

Bu arada birçok yabancı gözlemci de, bu vesileyle, Türk kültürünün önemli bazı isimlerini tanıma fırsatını buldu. Bunu bizi arayan ve “Ahmet Kaya kimdir? Said-i Nursi kimdir?” diye soran diplomat arkadaşlardan anlıyoruz.

Semih İdiz, Milliyet, 5.10.2009


06.10.2009

2

06.10.2009, 12:15

Bu sırada dahilde o kadar
dahilî, haricî heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam
istifade etmek, yani mahdut birkaç arkadaşına bedel çok diplomatları
kendisine taraftar kazanmak için zemin hazır iken
, sırf siyasete
karışmamak ve ihlâsına zarar vermemek ve hükûmetin nazarını kendine
celb etmemek ve dünya ile meşgul olmamak için
, bütün arkadaşlarına
yazıp ki, "Sakın cereyanlara kapılmayınız, siyasete girmeyiniz, âsâyişe
dokunmayınız" dediği ve iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar
verdikleri, eskisi evhamından, yenisi de "Bize yardım etmiyor" diye ona
çok sıkıntı verdikleri halde, ehl-i dünyanın dünyalarına hiç karışmayıp
kendi âhiretiyle meşgul olan ve memleketinde, Nurs karyesinde öz
kardeşine yirmi iki sene zarfında birtek mektup yazmayan ve o
vilâyetlerdeki dostlarına yirmi senede on mektup yazmayan bir bîçareye,
onun âhiret meşguliyetine bu kadar ilişmeye hangi kanun müsaade ediyor?
14. Şuâ

3

06.10.2009, 12:21

Evet, şimalden gelen küfr-ü mutlak cereyanını durduracak, yalnız Risale-i Nur dur.
Siyaset, diplomatlık, bu vazifeyi göremez.
Onun için, vatanperver ve milliyetçi ve siyasetçiler, Nurlara sarılmaya mecburiyet var.
Emirdağ Lâhikası


O halde, madem bu kadar şayiâ ettiler bu meseleyi, Kocatepe mevlidinin serbestliği gayet normal olmalı tam da bu sıra!

Buyursunlar, mutantan sözlerinin altını doldursunlar devletlüler..

Aksi halde sadece trübüne oynama zannı çıkar ve seçim malzemesi olarak siyasete Üstad'ı r.a. alet etmeleri gibi bir mes'uliyet ile,

belki memleket dahi onların yerine tokat yer..

Nasıl ki bunu Nurs meselesi şâyiasında İstanbul'daki sel felaketi ve Konya Silesi ile gördük..

Risale-i Nurlar günlük siyasi malzeme hele hele üç günlük dünya saltanatı malzemesi hiç değildir!

Bu konuyu değerlendir