Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

17.08.2009, 12:34

Kim Demiş Atatürk Dinsiz Diye? (Zaman Gazetesi manşeti)

Türkiye'de sayısı az ancak sesi çok çıkan bir azınlık sürekli Atatürk'ün 'dinsiz' olduğunu söylüyor. Atatürk'ü din karşıtı olarak göstererek kendi çıkarlarına temel oluşturmaya çalışıyor. "Atatürk ve Din" isimli kitapta Atatürk'ün dine bakışını bilimsel metotlarla inceleyen Dr. Ahmet Faruk Kılıç, ilginç belgelere ulaşmış.

Mustafa Kemal Atatürk'le ilgili yapılan çalışmalarla, Türkiye Cumhuriyeti üzerine yapılan tarihî analizler çoğu zaman birbirine benzer oluyor. 1923 yılında kurulan Cumhuriyet'i, geçmiş bağlarından ayıklayarak değerlendiren yazarlar, çoğu zaman Mustafa Kemal'i de Osmanlı kültüründen bağımsız bir birey olarak ortaya koyuyorlar. Öte yandan, Şerif Mardin gibi Cumhuriyet'in köklerini Osmanlı'nın son yıllarında arayan sosyologlar ise, Mustafa Kemal'in geçmişiyle bağlarını özenli bir biçimde gösterme gayretine giriyorlar. Dem Yayınları bu ikinci yoldan giden ve Atatürk'ün yetiştiği ortamı, sosyal ve kültürel açılımlarıyla birlikte değerlendiren bir çalışma yayınladı. "Atatürk ve Din" isimli kitapta Dr. Ahmet Faruk Kılıç, Atatürk'ün dine bakışını, Namık Kemal'in, Ziya Paşa'nın veya Ali Suavi'nin din algılarından ayrı değerlendirmenin yanlışlığını vurguluyor.

Dr. Kılıç, Jön Türklerin dinle irtibatlarından Mustafa Kemal'in etkilenmeme olasılığını, psikolojiye ve sosyolojiye aykırı görüyor. Türkçe ezan, Türkçe hutbe, kılık kıyafet değişikliği ve dil devrimiyle ilgili pek çok reformun kökenlerini geçmişte bulmanın da mümkün olduğu görüşünde. Atatürk'ün dindar olup olamayacağı ve dini meselelere bakışı kitapta kendi sözleri ve davranışları ile yer buluyor. Evlâd-ı Fatihan toprağı olan Makedonya'da dünyaya gelmiş Atatürk'ün asırlarca dinî ve millî duygularla haşır neşir olduğunu söyleyen Kılıç, psikolojik bir gerçeklik olarak inanç kavramının bilinçaltında yer ettiğini ifade ediyor. Ömrünün son demlerinde bu görüşlerini tamamen değiştirdiğini söylemenin, Atatürk'ü samimiyetsizlikle suçlamak olacağını, fakat buna dair işaretlerin olmadığını da kitapta açıkça belirtiyor. Atatürk'ün bir insan olarak psikolojik ve sosyolojik açıdan dinle ilişkisini irdelemekle doğru tespitlere yaklaşmak daha mümkün görünüyor...

NASIL BİR SOSYO-KÜLTÜREL BİR ÇEVREDE BÜYÜDÜ?
Ahmet Faruk Kılıç'ın anlattığı kadarıyla, her iki dedesi de çevrece dindar bilinen, babası Ali Rıza Efendi'nin eşine hitabında "gülzâr-ı cennetim" gibi dini motifli ifadeler bulunan, annesi mahallece Molla Zübeyde olarak anılan birisidir Mustafa Kemal. İsmi Peygamber Efendimiz'in güzel isimlerinden Mustafa'dır ve annesi Zübeyde Hanım, ona hep "Mustafa'm" diye hitap eder. Doğduğu dönemde Balkanlar'daki "fetih ruhu" ve mahalledeki Mevlevihane etkilemiştir onu. Tıpkı mahalle arkadaşları gibi Kur'an öğrenmiş, camiye gitmiş, namaza başlamıştır. Zamanla dinî bilgisi ve dine olan alakası dedelerinin iftihar vesilesi dahi olmuştur. Kılıç'ın Ali Fuat Cebesoy'dan aktardığı kadarıyla Harp Okulu'nda da zaman zaman namaz kılar. Sonra lise yıllarında Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın konağında kalır bir müddet. Bu konakta, Doğu ile Batı'nın bir sentezini bulacaktır. Kılıç'a göre "askerî okulun pozitivist havasından sıyrılıp, maneviyatla buluştuğu" bir mekândır İsmail Fazıl Paşa Konağı.

İBADET EDER MİYDİ?
Dr. Kılıç tarih kaynaklarında, Mustafa Kemal'in ilk gençlik yıllarında Ramazan ayı yaz tatiline denk geldiğinde, arkadaşları ile mahalledeki Kasımiye Camii'nde teravih kıldığını gösteriyor. Bu yıllarda yine Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'ye olan ilgisi artar ve Mevlevî tekkesini ziyaret ederek semazenleri seyreder. Çanakkale'de ve İstiklal Mücadelesi yıllarında, silah arkadaşları, onun cephede namaz kıldığını ve askerlerin namaz kılabilmeleri için yer ve vakit tahsis ettiğini belirtirler. Yakınında bulunan insanlardan Hafız Yaşar Okur, onun Ramazan aylarında şehitler için hatim okunmasını rica ettiğini, Cumhurbaşkanlığı konağında gelen misafirler için sahur ve iftar verdirdiğini, Ramazan aylarında saz heyetini konaktan göndererek, kendisinden Kur'an-ı Kerim dinlemeyi tercih ettiğini anlatır.

DİNE BAKIŞI NASILDI?
Kurtuluş mücadelesinin başlaması için Anadolu'ya geçtiği sırada, gittiği her beldede dinle ilgili referanslar verir Mustafa Kemal. Bu mücadeleyi "Allah'ın yardımı" ile başlatacağını vurgular. Sadece bu dönemdeki konuşmaları bile Dr. Kılıç'a göre Atatürk'ün dini hassasiyet taşıdığını gösterir. Anadolu şehirlerinde yaptığı konuşmalarda dini ve milli duyguları harekete geçirecek kadar inanmıştır. Sözleri sık sık dualarla ve âminlerle kesilir. Bunun yanında, Allah'ı kutsal ve aklın alamayacağı enginlikte bir varlık olarak tahayyül ettiğini pek çok konuşmasında belirtir. En meşhur konuşmalarından birisinde "Dinsiz bir millet olamaz. Olsa da yaşayamaz." dediği bilinmektedir. Kılıç'ın verdiği ilginç bir bilgi de Halk Fırkası'nın (CHP) kuruluşu esnasında "İslam âleminin bize gösterdiği teveccühe layık olabilmek için Halk Fırkası'nı kuruyoruz." demesidir. Meclis konuşmalarında da sıklıkla, İslam âleminin savunuculuğunu yapar, milletvekillerine İslam âlemiyle ilgili düşüncelerini aktarır.

Ahmet Faruk Kılıç, Atatürk'ün teorik olarak dinin Anayasa'ya girmesini istememektedir. Bunu, Avrupalı bir devlet olmanın şartı olarak görür. Fakat yine de, halkın bunu isteyeceğini düşünerek ilk anayasada "Devletin dini İslam'dır" ibaresini kaydettirir. Halkın dini ve milli duygularının anayasada temsilini "halkın kendi kaderini tayin etmesi" düşüncesiyle kabullenir. Bu sıralarda bazı milletvekilleri, din olarak İslam'ın yerine Hıristiyanlığın yazılmasını uygun görerek, İslam'ın gelişmeye mani olduğunu savunur. Kılıç'a göre Atatürk'ün tavrı nettir: İslam'ın gelişmeye mâni olduğunu değil, aksine İslam'ı yanlış tatbikin ilerlemeye engel olabileceğini söyler. Bu nedenle okullarda dini eğitimin verilmesini özenle teşvik eder. İslam'ın yanlış tanınmasını, yanlış yorumlara mal eder. "İslam en mantıklı ve en tabii dindir" demiştir. Bu nedenle Kılıç, hukuktan eğitime sosyal hayatın her aşamasında, Atatürk'ün İslami uygulamaları değerlendirdiğini savunuyor.

BAŞÖRTÜSÜ VEKADIN MESELESİNE BAKIŞI NASILDI?
Dr. Kılıç, Atatürk'ün tesettür konusundaki fikirlerinin, bugün sadece peçeyi kaldırttığı şeklinde ele alınmasını eleştiriyor. Oysa kayıtlı birçok konuşmasında Atatürk, İslam kadınının tesettürle de sosyal hayatta yer alabileceğini, bu konuda aşırıya kaçan yahut büsbütün önemsemeyen örneklerin yanlış olduğunu vurgular. Yani onun karşı çıktığı, tesettür konusunda ifrat ve tefrit ölçüleridir. Mustafa Kemal Müslüman kadının, Avrupalı kadından farkı olmadığını, kadınların ilerlemede önemli rolleri olduğunu da belirtir. Kılıç, Atatürk'ün Müslüman kadının eğitimli olmasını istediğini vurguluyor. Müslüman kadının da örf ve geleneği koruyarak, Avrupalı kadınla yarışabileceğini, bunun mümkün olduğunu tekrarlar. Ahmet Faruk Kılıç'ın altını çizdiği nokta, Atatürk'ün medeniyet algısında yatıyor: Ona göre her ülke halkının kendi köklerinden ortaya çıkan bir medenileşme reçetesi vardır. Bu reçetede dini, milli ve geleneksel değerler göz ardı edilemez.

Kılıç'ın Atatürk'ün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'tan aktardığına göre, onun son sözleri "Aleykümesselam" olur. Psikanalitik bakışa göre, bu onun iç dünyasındaki yoğun İslamî geleneği işaret eder. Atatürk ve Din kitabında, Atatürk'ün çocukluğundan itibaren dini ve milli duygularla yoğrulmuş, kültürel olarak da olsa Osmanlı yaşamını beraberinde taşıdığını gözlemliyoruz. Kitaptaki bilgiler ve belgeler ışığında, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında daha dindar, olgunluğuna doğru ibadetlerini ihmal etmiş, fakat her daim dine saygılı bir görüntü çiziyor Mustafa Kemal. Kılıç, bu durumun samimiyetsizliğin değil, insanda tabi olan his ve düşünce değişikliklerinden kaynaklandığını söylüyor. Bazı siyasi manevraları göz ardı etmeden, dinin Atatürk'ün algısında hep önemli olduğunun altını çiziyor. (Zaman, 16.08.2009)
Kaynak http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno…urk-dinsiz-diye

2

17.08.2009, 13:33

Kim Demiş Atatürk Dinliydi Diye? :savunma:

Hiç güleceğim yoktu..Ama bu yazıya gülüyorum şimdi.. :catlamak2:
*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

3

17.08.2009, 13:38

Zaman gazetesi yazmış. Nurcu değiller ya, Risale-i Nur talebesi ya bunlar. Bunlar yanlış iş yapmazlar ablacım, bizde var demek ki bi yanlış...

4

17.08.2009, 14:51

Zaman gazetesi yazmış. Nurcu değiller ya, Risale-i Nur talebesi ya bunlar. Bunlar yanlış iş yapmazlar ablacım, bizde var demek ki bi yanlış...
Deccala tâbi olana "hiçbir hayırlı ameli fayda vermez." Müsned, 5:16.

Zaman gazetesinin yazması o sözün doğruluğunu ispat etmez..
Hem onlar Risale-i nur talebeliği iddiasında değiller ki..
Yaparlar yaparlar bal gibide yaparlar..
Bize gelince biz yanlış yapmayız.Hakta sebat edenler yanlış iş yapmazlar zira..
*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

5

17.08.2009, 15:00

Yok ablacım onlar -ci, -cu eklerine karşılar. "Risale-i Nur okuyoruz, biz de Risale-i Nur'un talebesiyiz, Bediüzzaman bizim de Üstadımız" diyorlar.

Abla bu kardeşlerimiz "deccal de neymiş, Müslüman milletin bağımsızlığa kavuşmasına bu kadar faydası olan bir kişiye bu yakıştırmayı yapmak Risale-i Nur talebesine yakışmaz. Deccali günümüzde arayın, geçmişte değil" de diyorlar. Yani ablacım bu kardeşlerimiz tamamen iyi niyetliler...

6

17.08.2009, 15:08

Umumi musîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.

İşte bunların yaptıklarıda bundan ibaret..Diyecem ama.Verdikleri zarar sadece kendi şahıslarıya sınırlı kalsa neyse.Olan umuma oluyor ne yazık ki..
*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

7

17.08.2009, 15:13

*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

8

17.08.2009, 15:18

Peki neden hata yapıyorlar sence Şahide abla?

9

17.08.2009, 15:52

Peki neden hata yapıyorlar sence Şahide abla?
Otuz birinci ayetin işaretinin beyanında, "Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler..." İbrahim Sûresi: 14:3. bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.

İşte hataların(ın) başı..Dünya sevgisi..
*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

10

17.08.2009, 18:14

M. KEMAL DİNDARDI, YAHUT ZAMAN’IN TAKİYYESİ!

Yalanı hakikatin göz kamaştırıcı ışıltısına tercih etmenin saikleri muhtelif: Çoğu zaman ya bir menfaatin temini, ya da bir şerrin def’i yalana hayat verir. Yalancı için; yalanla elde ettiği netice, kaybettiğinden büyüktür; bu zanla yalan söyler...

Beşerî düşünce ve ahlâk telakkîleri yalan karşısında diyardan diyara farklılık arzeder, bir memlekette şu veya bu ölçüde reddedilen yalan bir başka memlekette hürmet görür. Zaman ve şartlara göre de mefhumun itibarı med-cezirler yaşar. Bir devirde tel’in edilen yalan; bir başka zaman, bir başka asırda müsamahayla karşılanır. Alkışlandığı yegâne yer, savaş şartlarında düşmana karşı sarfedilmiş olması... Savaşı daimi ve herkesi düşman addedenlerin müşterek ve temel vasfı: Yalancılık...

Bir de, hususi şartlarda sırtına geçirdiği urba ile “takiyye” olur. Takiyye: Düşmana karşı inandığının aksini söylemek... Maksad, düşmanın şerrinden emin olmak, zarar görmemek... Takva değil, zayıf bir ruhsat...

İslâmiyet’in cadde-i kübrası sıdktır: Yalan söylememek... Yalana hususî şartlarda, maslahata mebni ve mahdut bir cevaz verilmiş... Zamanın büyük ismi Üstadım Bediüzzaman Said-i Nursi o cevazı da reddeder. Reddeder, zirâ maslahat’ın ölçüsü yok ve su-i istimalâta açıktır. İşte o parlak hakikat:

“Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bazı âlim ‘muvakkat’ fetvâsı vermişler. Bu zamanda o fetvâ verilmez. Çünkü, o kadar su-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez.
“Meselâ seferde namazı kasretmenin sebebi, meşakkattir. Fakat illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok; su-i istimale düşebilir. Belki illet, yalnız sefer olabilir. Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok; su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetvâ ona bina edilmez. Öyleyse, yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.
“İşte şimdi beşerin ortadaki dehşetli yalancılığıyla ve tezviratlarıyla emniyet-i umumiyenin ve rû-yi zemin âsâyişlerinin zîr ü zeber olması, kizble ve maslahatın su-i istimâliyle olmasından, elbette o üçüncü yolu kapatmaya beşer mecbur ediyor ve kat’î emir veriyor. Yoksa, bu yarım asırda gördükleri umumî harpler ve dehşetli inkılâplar ve sukutlar ve tahribatlar, başlarına bir kıyameti koparacak.
“Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükût etmek... Yoksa yalana hiç fetva yok.” (1)

Herkes yalan söylese bile, Nurlardan hakikat dersi alanlar yalan söylememeli... Zirâ, yalana açık duran fetva kapısını Üstãd bütünüyle kapatmış; gördük...

Sözü bu kadar dolaştırmamın sebebi, mevzuun nezãketi... Bir taraftan bütün icraatlarıyla dine hasım bir sergüzeşt-i hayatla ölüp gitmiş Mustafa Kemãl, beri taraftan onu sergüzeşt-i hayatının muhkemliğine rağmen dindar göstermeye çalışan bir kitle... M. Kemãl hakkındaki kanaatım sır değil; kitab ve yazılarım ortada... Paşa’yı ömrünü adadığı ve yaşadığı düşüncenin kuvvetli bir temsilcisi olarak görüyorum. Vazife edindiği maksat: Şeriat-ı Muhammediye’yi tahrib. İnkılâbların tamamı, bu maksada isal edecek vasıta...

Kemalizmin milleti susta tuttuğu devirlerde Kemalistlerin alamet-i farikası, dini ve dindarları tahkir etmekti. Temel istinadları, M. Kemãl ve inkılâblarıydı... Dünyada gelişen insan hak ve hürriyetleri ile demokrasi hareketleri bu zorba yapıyı zorlamaya başlayıp da kan kaybına sebeb olunca, dehşetli bir mürailikle, “Biz de müslümanız, elhamdulillah!” demeye başladılar. Kimi yedinci ceddi hoca olan ecdadından, kimi ninesinin yaşmağından dem vurur oldu. Hızlarını alamayanlar, M. Kemal’in de “özde” dindar olduğunu terennüme başladılar. Kısacası Kemalistler için yol bitmişti, bu vatanda M. Kemal’in arkasına sığınarak da olsa dinsizlikle yol alınamıyordu. Bütün tertiplere, ahlâksızlaştırmak için gösterilen asırlık gayretlere rağmen bu millet, dem ve damarlarına işlemiş olan İslâmiyet’ten vazgeçmiyordu. Kemalistler için bu, toptan ideolojik bir kayıptı, ama menfaatlerinin devamına henüz mani teşkil etmiyordu. Tezgâhlarını korumanın yolu, M. Kemãl’i dindar göstermekten geçiyordu. Onlar da onu yaptılar...

Ne var ki, bu zahmetsiz tashihat şiddetli bir red duvarına tosluyordu: Risale-i Nur cãmiası başta olmak üzere dinî şuurun acı bedellerle hayatlandırdığı cemaatleri bu Kemalist takiyyeye inandırmak mümkün değildi... Kur’an’dan sonra en çok satan ve okunan bir eser külliyatındaki çarpıcı hakikatleri yok etmenin pratik bir yolu yoktu. Netice almak, Risale-i Nur külliyatının yeryüzüne dağılmış bütün nüshalarını toplayıp imhâ gibi, teyid kastıyla yazılmış sair müelliflerin eserleri için de benzer bir neticeyi gerektirmekle kalmıyor, mevzua muttali olmuş bütün insanların da mevtini gerektiriyor: Ayıklayarak yüz milyonlarca insanı dünyanın muhtelif yerlerinde enseleyip imha etmek... Tutmasa da bilmecburiye ihtiyar olunan yol: M. Kemâl’in dindarlığını Müslümanlar arasından birilerine söylettirmek... Bu tellallığın gönüllüsü çıkmazsa, yetiştirmek...

Hazindir ki, M. Kemal’in dindarlığını ilân eden son ses, bir zamanlar çalıştığım müesseseden geldi: Zaman Gazetesi’nden...

Çalıştığım yıllarda M. Kemãl’in dindarlığına inanmıyorlardı... O kadar ki, daha sonra “İnkılab Kurbanları” adıyla neşredilen kitabımın ana malzemesinin şekillenmesinde Abdullah Aymaz Hoca fikrî ve idarî destek vermiş, mesaime terettüb eden neticeler gazetenin birinci sayfasında sürmanşetlerle taltif edilmişti. Şimdi ise tersini söylüyorlar:

“Kim demiş 'Atatürk dinsiz' diye
“Türkiye'de sayısı az ancak sesi çok çıkan bir azınlık sürekli Atatürk'ün 'dinsiz' olduğunu söylüyor. Atatürk'ü din karşıtı olarak göstererek kendi çıkarlarına temel oluşturmaya çalışıyor. "Atatürk ve Din" isimli kitapta Atatürk'ün dine bakışını bilimsel metotlarla inceleyen Dr. Ahmet Faruk Kılıç, ilginç belgelere ulaşmış.”(2)

Haberin devamı dudak uçuklattırıcı... Tafsilata girmeyeceğim, merak edenler linkten ulaşabilirler...

Netice mi? Zaman ve içinde yer aldığı cãmia “takiyye” yapıyor: Şüphesiz... İçinden çıkamadığım, kanaat-ı kat’iyye ile hükmedemediğim: Takiyenin kime karşı yapıldığı. Yãni, acaba ta başından beri de bu cãmiâ M. Kemal’in dindarlığına inandığı halde, aksine inanıyormuş gibi davranarak bize karşı mı takiye yapıyordu? Yoksa, bir dünya saltanatına inkılãb etmiş devasa menfaatlarını korumak ve Kemalist mihraklardan gelebilecek şerlerden emin olmak için onlara karşı mı takiyye yapıyorlar? Bilmiyorum, emin olamadım...

Hangisi olursa olsun, ahlâkî bulmam... Ama gönlüm hiç değilse takiyyeyi Kemalistlere karşı yapıyor olmalarını temenni ediyor. İnşaallah öyledir... Allah herkesi sevdikleriyle haşretsin!..

Dip Notlar:
1 - http://www.risaleinurenstitusu.org/index…iSamiye&Page=56
2 - http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno…urk-dinsiz-diye
Kaynak Hüseyin Yılmaz
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

11

17.08.2009, 18:21

Allah razı olsun Abdullah abi ve Hüseyin abiden...

12

17.08.2009, 19:17

Bize gelince biz yanlış yapmayız.Hakta sebat edenler yanlış iş yapmazlar zira..


takiyyede neymiş tabii herkes bizim gibi olamıyor

Yeni Asya kadar cesur ve gerçekçi....

13

17.08.2009, 19:23

Bize gelince biz yanlış yapmayız.Hakta sebat edenler yanlış iş yapmazlar zira..


takiyyede neymiş tabii herkes bizim gibi olamıyor

Yeni Asya kadar cesur ve gerçekçi....
:tamam3:
*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

14

17.08.2009, 21:28

CEVAP: M. KEMAL DİNDARDI, YAHUT ZAMAN’IN TAKİYYESİ!


Netice mi? Zaman ve içinde yer aldığı cãmia “takiyye” yapıyor: Şüphesiz... İçinden çıkamadığım, kanaat-ı kat’iyye ile hükmedemediğim: Takiyenin kime karşı yapıldığı. Yãni, acaba ta başından beri de bu cãmiâ M. Kemal’in dindarlığına inandığı halde, aksine inanıyormuş gibi davranarak bize karşı mı takiye yapıyordu?

Bence birinci şık..!

İnanmayan, pilli kulakla muhabbetlerinin şifresini çözsün..

15

17.08.2009, 22:17

.evet.hatalar olabiliyor.hekres farklı açıdan bakar neticede.zaman da v.s öyle.

16

18.08.2009, 11:00

Allah insaf vere!
Bunun bedelini nasıl ödeyecekler alem-i ahirette!
yazıklar olsun!

17

18.08.2009, 13:16

Kim Demiş Atatürk Dinsiz Diye?

vayyy beeee...Zaman'a baaak....Hay Allah'ım Ya Rab'biiiimmm..Yaşaki neler göresin..

Eeeee..Demek ki orda bir nem'a var mışş....

Bu konuyu değerlendir