Giriş yapmadınız.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

1

03.06.2008, 01:37

Çoğunluk özgür mü?

Kazim Gülecyüz

Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın AB’ye “Türkiye’de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dinî özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor” demesi üzerine laikçilerin başlattığı yaygara hâlâ devam ediyor.

“Efendim, 80 bin camiden beş vakit ezan sesleri yükseliyor. Namazı, orucu, haccı engelleyen mi var? Kimin ibadetine karışılıyor? Türkiye laiklik sayesinde ıslâmın en güzel yaşandığı ülke!”

Baykal’la aynı gün ve aynı frekanstan konuşan Demirel de “Dindar vatandaşlarımıza 40 yıldır soruyorum: Dini serbestçe yaşamanızı engelleyen ne varsa bana gelin” beyanını tekrarlıyor.

Peki, madem “Türkiye ıslâmın en özgür yaşandığı yer” diyorsunuz, şu sorulara cevap verin:

Eğer öyle ise, en başta başörtüsü yasağı neyin nesi? Yasağın bilumum öğrencilere uygulanması yetmiyormuş gibi, veliler de ucundan kıyısından yasak kapsamına alınmıyor mu? Daha geçen hafta Zonguldak Üniversitesindeki bir mezuniyet törenine katılan anneler salonu dolaşan güvenlik görevlilerince tek tek uyarılarak örtülerini “tavşan kulağı”na çevirmeleri istenmedi mi?

Aynı şekilde, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesindeki rektörlük seçimlerinde en yüksek oyu alan adaylardan biri, sırf eşi örtülü olduğu için YÖK tarafından listeden çıkarılmadı mı?

Ve Yargıtay Başsavcısı, AKP’yi kapatma dâvâsı için verdiği esas hakkındaki görüşte, başörtüsünü insan hakkı saymadığını tekrarlamadı mı?

Tesettürü dinin gereği olarak gören ve kendi hayatında yaşamak isteyen insanların maruz bırakıldığı bu baskı, tek başına, çoğunluğun din özgürlüklerinin kısıtlandığını ispatlamıyor mu?

Ve maalesef örnekler bununla da sınırlı değil.

Eğer Türkiye’de çoğunluk din özgürlüğünü en geniş anlamda yaşama imkânına sahipse, din eğitimi veren imam hatiplerin orta kısımlarına 28 şubat’ta vurulan kilit niye hâlâ kaldırılmadı?

Çocuğunun yeterli ve tatminkâr bir din eğitimi almasını isteyen halkın ısrarlı ve yoğun taleplerine rağmen bu ihtiyaca istenen şekilde cevap vermeme inadından niçin vazgeçilmiyor?

Aynı şekilde Kur’ân öğrenmeye yine 28 şubat’ın getirdiği yaş sınırı neden kaldırılmıyor?

Okullarda veya kamu kurumlarında mescit açılıp namaz kılınması niye suç gibi gösteriliyor?

Faiz, millî piyango, flört, ölçüsüz kadın-erkek ihtilâtı gibi—laikçi cenahın tabu olarak görüp cansiperane savunduğu—konularda dinî hükümlerin dile getirilmesi üzerine niçin kıyametler koparılıyor; Diyanet başta olmak üzere bu “suç”u işleyenlere linç kampanyaları açılıyor?

Alkol tüketimi ve müstehcenlik alabildiğine teşvik edilirken, bunlara karşı dile getirilen herhangi bir itiraz niye amansız bir karşı hücum ve yıldırma kampanyasıyla susturulmak isteniyor?

Oruç ve Ramazan huzuru, niçin her defasında ipe sapa gelmez uyduruk iddialar, asılsız suçlamalar ve yapay gündemlerle sabote ediliyor?

Zekât ve fitrelerle kurban derilerine THK adına el koymak için sürdürülen “devlet terörü” halkın onca itirazına rağmen niye bitirilmiyor?

Afet ve musibetleri Kur’ân’ın geçmiş kavimlerden bahsederken verdiği ölçüler çerçevesinde “ilâhî ikaz” olarak yorumlayanlar niye mahkemelere verilip hapislerde süründürülüyor?

Müslüman çoğunluk içinde önemli bir yer oluşturan cemaat ve tarikatlar devletin güvenlik belgelerinde ve kimi devlet kurumları adına yapılan açıklamalarda niye tehdit unsuru ve tehlike olarak gösteriliyor ve böylece cemaat-tarikat mensubu insanlar niçin itilip kakılıp incitiliyor?

Ucu bucağı, kaydı sınırı belli olmayan irtica iddialarıyla, dindar insanları sürekli bir psikolojik baskı altında tutmaktan niye vazgeçilmiyor?

Said Nursî gibi muteber din âlimlerinin eserlerini öğrencilere tavsiye etmek, dağıtmak veya önemli hakikatleri, ahlâkî öğütleri içeren özlü vecizelerini okulların internet sitelerine koymak neden çok ağır bir suç olarak telâkkî ediliyor?

Sorular ilânihaye çoğaltılabilir. Peki cevaplar?

03.06.2008

http://www.yeniasya.com.tr/2008/06/03/yazarlar/kgulecyuz.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

2

03.06.2008, 01:40

Bunlar “sorun değil!” mi?

Ali FERşADOğLU

Dışişleri Bakanı Ali Babacan, “Müslüman çoğunluğun da sorunları var!” deyince, bazı çevreler cehalet, echeliyet ve cebr-i keyfî-i küfrîlerini ortaya koyarak ona yüklendi. Müslüman çoğunluğun sorunları yokmuş!

Tekke ve zâviyeler 30 Kasım 1925’te kapatıldı; kapatılış o kapatılış! Peki, bu sorun değil mi? Tarih 3 Kasım 1928. Harf inkılâbı senesi. 1353 sayılı kanuna göre, 1000 yıldan beri yoğrulduğumuz kültürün harfleri yasaklanır. Hedef: ıslâm kültürünü imhâ etmek; kökünü kazımak! Ve 14 asırlık ıslâm kültürünün, kütüphanelere hapsedilmesine karar verilir. Pekâla, ıslâm harfleri muhafaza edilirken de, Lâtin harflerine yumuşak bir geçiş yapılabilirdi. Müslüman gençler, ecdadlarının yazdığı eserleri, dedelerinin mezar taşlarını okuyamıyor! Bu, sorun değil mi? 1057 Sayılı “Kitâbelerin Kaldırılması Kanunu” 1927’de çıkarılır. Bu; kitâbelerin, tuğraların yağmalama emridir. Kitâbeler yasak, yağmalamak serbest! 1927 yılından başlanarak 1930’lara kadar, orta dereceli okullardan din dersleri tedricen kaldırılır. Yıl 1928: 1924 Anayasasının 2. Maddesi olan, “Bu devletin dini, din-i ıslâmdır” ibâresi kaldırılır. Müslüman olmak yasaktır. 1932 yılı kara, kap kara bir yıldır. Dinin şehâdeti minârelerden susturulur. Birçok cami kapatılır. Sene 1934: 2590 Sayılı Kanunla, “hacı, paşa, efendi, beyefendi, hâfız, molla” gibi lâkap ve ünvanların kullanılması yasaklanır. Yıl 1937: Anayasa, 9 yıl sonra “Türkiye Cumhuriyeti laiktir” ibâresine kavuşur. TBMM’de, ıslâm dinini değiştirip Hıristiyanlığı kabul etmenin yanında, imân esaslarının nasıl çürütülmesi gerektiği tartışmaları yapılır. ıthal ve resmî ideolojinin jakoben terörü olanca hıncıyla saldırmaktadır. Korku dil, beyin, kafa, gönül, zihin, dağ ve taşlara sindirilmiştir.

ılke ve inkılâplar adına ortaya konan demokrasisiz cumhuriyet, “insan haklarından” mahrumdur. Militarizm, demokrasi diye yutturulmaya çalışılır. Hülâsa halka, “altın tasta zehir” içirilmektedir. Meşhur 163. madde, 70 yıl boyunca, mütedeyyin insanların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi asılı durmadı mı? Ve şimdi onun yerine ikame edilen 301 ve 125. maddeler sorun değil mi?

Bugün, bütün aydınger kafaların, şu soruyu cevaplandırmaları vicdânî borçlarıdır: “M. Kemal, milletle birlik olarak, emperyalist güçlere karşı savaştı. Din, imân, vatan diyerek hep birlikte zafere ulaşıldı. Ve sonunda, Batı emperyalizmi ne yapmak istediyse, aynısı Türkiye’de neden uygulandı? Eğer Batı müstemlekesi devam etseydi, acaba onlar daha ne gibi inkılâplar yapar, ne gibi ilkeler yerleştirmeye çalışırlardı?”

Bu sorunun cevabını bilmiyoruz; bu sorun değil mi?

Medya, fitne kazanının başına çökmüş, habire resmî makamlara “jurnal” pişirip gönderiyor. Tarikat ve cemaatler illegal sayılıyor. Mütedeyyin ilim ve fikir adamları tutuklanıyor, hapis ve mahkemelere sevk ediliyordu. “Tetik çekenler” serbest, “tesbih çekenler” mahkûmdu.

ınançlarının gereği başörtüsü örtenler üniversiteye alınmıyor; bunlar sorun değil mi? ımam-Hatipliler yüksek puan tutturduğu halde, ılahiyat fakülteleri dışında üniversiteye alınmıyor; bu sorun değil mi? Küçük çocuklar ilköğretimi bitirmeden Kur’ân kursuna gidemiyor; bu sorun değil mi? Bazı memurlar veya bir kısım şirketlerde çalışanlar vakit namazlarını kılamıyor veya Cuma namazına da gidemiyor! Bu sorun değil mi? Ve Müslümanların dinî değerleriyle alay ediliyor, dindarlara hakaret ediliyor ve onlar hakkında gerekli soruşturma yapılamıyor; bu sorun değil mi? Peki, bu çoğunluğun oyunu alan iktidar; Meclis’ten 411 milletvekilinin oyu ile geçirdiği başörtüsü serbestisini uygulayamıyor; bu sorun değil mi? Bu çoğunluğun seçtiği parti kapatılma ile karşı karşıya; bu sorun değil mi? Bu çoğunluğun seçtiği iktidar; çoğunluğun problemlerini halledemiyor; bu sorun değil mi?

03.06.2008

http://www.yeniasya.com.tr/2008/06/03/yazarlar/afersadoglu.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

3

04.06.2008, 01:23

“Dinî özgürlükler” sorunu…(1)

Cevher ıLHAN

Dışişleri Bakanı Babacan’ın Avrupa Parlamentosu Dışilişkiler Komisyonunda yaptığı konuşma, çetrefilli çarpıtmalara teşne. Bu yüzden üzerinde bir dizi spekülasyon yapılıyor.

Doğru, Türkiye’de “dinî azınlıklar”ın da bazı “sorunları” var; lâkın Müslüman çoğunluğun “dinî özgürlükler”le ilgili sorunları daha fazla. Bunu Türkiye’deki gayr-ı müslimlerin dinî temsilcileri de belirtiyorlar. Neticede hangi farklı “konteks” içinde söylenirse söylensin, Türkiye’de Müslüman halkın “dinî özgürlükleri sorunu”nun olduğu, bizzat Dışişleri Bakanınca da deklâre edilmiş oluyor. Başbakan Erdoğan’ın, Babacan’ın “gayr-ı müslimlerin dinî özgürlük sorunları”nı delil olarak gösterdiği “Müslüman vatandaşların özgürlüklerinin kısıtlanması”nı onaylaması da bunu gösteriyor. Lâkin Başbakan’ın bu “sorunları,” Diyanet’e havale edip işin içinden sıyrılmaya çalışması, bir başka tartışmayı başlattı.

şimdi herkes bu “sorunları” tartışıyor; ve bazıları “bu ülkede camilerin açık olduğu”ndan başlayarak, “hangi dinî özgürlükler?” sorusunu soruyor…


“CAMıLERıN AÇIK OLMASI” YETERLı Mı?


Doğru, tek parti döneminde yıkılmaktan kurtulan camiler açık. Vatandaşların yaptırdığı camilere Diyanet imam da tayin etmiş. Ancak, yüzde doksandokuzu Müslüman olan bir ülkede “camiler açık ya!” savunmasının pek de yeterli olmadığını bunu ileri sürenler de biliyor…

Bugün 80 bin cami görevlisi olsa da, hâlen binlerce caminin “din görevlisi” olmadığını ve en az 15 bin imam ve müezzine ihtiyaç duyulduğunu Diyanet açıklıyor. Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Aydın’ın geçen yıl, son beş yıl içinde bunca ihtiyaca karşılık Diyanet’e bir tek kadro vermedikleri açıklaması, bunun bir diğer itirafı.

Kaldı ki Türkiye’de “Müslümanların dinî özgürlükleri sorunu,” camilerin eksik kadrolarıyla da kalmıyor. Bu camilerde merkezden gönderilen metinlerin dışına çıkanlar muaheze ediliyor. Vaaz ve hutbelerinde tesettürün “dinî vecîbe” oluşunu, “faizin haram kılındığı”nı, “piyango,” “kumar” ve “müstehcenliğin” günâh olduğunu anlatan “din görevlileri” sık sık sık “soruşturmalar”a tabi tutuluyor.

Dinden bîbehre ağızlar, televizyonlarda “laiklik” bahanesiyle, “irtica” suçlamasıyla saldırıyor; en bâriz dinî vecîbeler hakkında ahkâm kesiyorlar. Önüne gelen dinî konularda “fetva” verdiyor; her Kurban Bayramı öncesinde “kurban”ın gerekliliği gibi tamamen dinî bir vecîbenin gerekliliğinin tartışılması gibi… Ne var ki başta devletin “din işleri”yle yetkili anayasal kurumu Diyanet olmak üzere, hiç kimse çıkıp doğru dürüst cevap vermiyor.

Aslında Müslümanların “dinî özgürlükleri”nin başında başörtüsü geliyor. En son Diyanet’in iki fetvasıyla, Müslüman kadınların başlarını örtmesinin Kitap (Kur’ân), Sünnet (Peygamberimizin buyrukları, yaşayışı) ve ıslâm âlimlerinin ittifakıyla “Allah’ın emri ve dinî bir gerek” olduğu ortada iken, üniversitelerde ve kamu kurumlarında yasaklanması, bunun açık örneği…


BıR DıZı “DıNÎ ÖZGÜRLÜK SORUNU” VAR…


Dinin gereği olarak sırf başı örtülü olduğu için, öğrencilerin hak kazandığı üniversitelerde eğitim hakkından mahrum edilmesi, kadınların kamu kurumlarında çalışmaktan menedilmesi, Müslümanlara getirilen bir dinî özgürlük kısıtlaması. Dinin gereğini yerine getirdiği için vatandaşların en insanî temel hak ve hürriyetlerinden mahrum edilmesi, “dinî özgürlük sorunu” değil mi?

Ya da imam hatip lisesi mezunlarının katsayı mağduriyetiyle haksızlığa uğratılması, bir “eğitim” ve “dinî özgürlük sorunu” değil mi?

Veya anayasa gereği devletin din eğitimi ve öğretimi görevini doğru dürüst yerine getirmemesi, “zorunlu” din öğretiminin “resmî ideoloji”yle “laikliğe göre” verilmesi, din derslerinin sürekli çekiştirilip “din kültürü” perdesinde Budizm’den şintoizme uzanan bir dizi ıslâm dışı “batıl inanışlar”la müfredatın içinin boşaltılması, Türkiye’de Müslümanların “dinî özgürlük sorunu” değil mi? Keza eşi başörtülü olduğu için subay ve astsubayların hayatlarını verdikleri mesleklerinden YAş kararlarıyla yargısız ihraçları, bir “dinî özgürlük sorunu” değil mi?

En vahimi, bu ülkede çocukların dininin temel kitabı Kur’ân-ı Kerimi okumasının yaşla sınırlanması; opera, dans, müzik kursları için hiçbir yaş şartı aranmazken, Diyanet’in denetimindeki Kur’ân kurslarında ve camilerde Müslüman çocuğun Kur’ân öğrenimine “yaş yasağı” getirilmesi, “dinî özgürlük sorunu” değil mi?

Babacan bütün bunları düşünerek mi konuştu; bilmeyiz. Ancak demokratik irâde zâfiyetinden kaynaklanan Müslümanların dinî özgürlüklerine dair sorunlarının giderilmesi de yine en başta siyasî iktidara düşmekte…

Zira iktidar, “şikâyet makamı”, hele yabancı mahfillerde “yakınma yeri” değil; sorunları çözme ve millet irâdesini hâkim kılma sorumluluğudur. Zira millet, “sorunları” saymak için değil, çözmek için oy verdi…

04.06.2008
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

4

04.06.2008, 10:58

Namaz kılan memurun akibeti ne olur?

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Bu soruyu devam ettirelim...

Namaz kılan generalin akıbeti ne olur?

Namaz kılan öğretim üyesinin akıbeti ne olur?

Namaz kılan futbolcunun akıbeti ne olur?

Namaz kılan valinin akıbeti ne olur?

Namaz kılan bir siyasetçinin akıbeti ne olur?

Namaz kılan medya mensubunun akıbeti ne olur?

Bu soruları siyasi bir üyeliği olmadığı halde başını örten bayanlar içinde soralım....

Elini vicdanına koyanlar bir çok engellerle karşılaşacaklarını, etiketleneceklerini, yargısız infaza maruz kalacaklarını ve tasfiye edileceklerini söyleyecektir. Ama kapıcı, odacı, hizmetli olmakla yetinirse hiç bir şekilde karışılmayacağı söylenecektir.

Dini duyarlılığı olan çoğunluk çalışmalı ve üretmeli, üretmeden tüketen mutlu elitist azınlık yemeli. Bu imtiyazlı yapılanmanın devam etmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. ”Sen çalış ben yiyeyim aç gözlülüğü” Fransız ıhtilali ve Bolşevik devriminin ana sebebi değil mi?

Silahlı Kuvvetler'den yargı yolu kapalı bir şekilde yani YAş kararı ile tasfiye edilenler “Ben disiplinsiz değilim” isimli bir kitap yazdılar hangi yayınevine gittilerse yayınlatamadılar. Kendi imkanları ile kitabı zorlukla bastırdılar.

şimdi Dışişleri Bakanı sayın Babacan'ın “Türkiye'de çoğunluğun da din özgürlüğü sorunu vardır” dedi diyerek medya terörü başlatıldı. Camiler açıkmış, Hac serbestmiş.

Bir subay liyakatı olduğu halde terfi ettirilmiyorsa, bir memur liyakati olduğu halde yükselmesi eşinin başörtüsü nedeniyle engelleniyorsa bu özgürlük sorunu değil mi?

Lütfen ‘Ama onlar tarikatçı’ demeyin yasalarda olmayan bir suçla bir insanın önü tıkanıyorsa bu davranış en basit ifade ile zalimliktir. Yasa dışı işler yapanları saptayamayan devlet aczini niyet okuyarak hüküm verme adaletsizliği ve hukuksuzluğu ile giderebilir mi?

Niyetler mahkum edilebilir mi?

Niyet okuyarak bir insana irticacı deniyorsa bunun adı ırtica Paranoyasıdır.

Niyet okuyarak bir insana bölücü deniyorsa bunun adı Bölücülük Paranoyasıdır.

Niyet okuyarak gazete küpürleri ile Parti kapatılırsa bunun adı Yargı Paranoyasıdır.

Niyet okuyarak bir subayın terfisi engellenirse bunun adı Askeri Paranoyadır.

Hitler, Stalin paranoid kişilerdi dünyayı kana buladılar ve korktuklarını kendilerine çektiler.

Bu ülkede subayın, öğretmenin, doktorun, mühendisin dindar olma hakkı resmen engellenmiyor.

Ancak sistemin ikiyüzlü işleyen şekli nedeniyle kürt kökenli ve dindar kişilerin çaktırmadan önü tıkanıyor.

’Özgürlük sorunu’ var mıdır? Maalesef vardır. Son on yılda din ve inançları engellendiği için depresyona giren hastalarımızın hikayeleri 12 Eylül hikayeleri gibi yakında vizyonda olacaktır.

Abdülhamid döneminde namaz kılmayanlar paşa olamıyormuş şimdi yazılı olmayan kurallar tersine işledi diyenlerin elinde pekçok kanıt var.

”Benim Dedem de müftü idi” muhabbeti hiç inandırıcı değil.

Dindar insan görünce 220 volt elektriğe tutulmuş gibi olanlar sağlıklı düşünemezler.

Kendi din anlayışlarını temel alarak yapılan yorumlar empatiden yoksundur.

Dört tane polisin ortasında başörtüsü çekiştirilen kız öğrenci resmi 28 şubat utancının simgesi oldu.

Bir dine inanma ve inanmama özgürlüğü,

ınançlarından dolayı kınamaya maruz kalmama özgürlüğü,

ınandığı dinin esaslarını öğrenme özgürlüğü,

ınandığı dinin ibadetlerini yapma özgürlüğü,

ınandığı dinin değerlerini başkalarına anlatma, çocuklarına öğretme özgürlüğü gibi her bir maddede özgürlükler incelenirse çok sabıkalı olduğumuz anlaşılır.

Lütfen özgürlük rolü oynamayalım dürüst olalım.

Dindarlığa siyasi anlam yükleme biçimindeki psikolojik savaş taktiklerine rağmen toplumun çoğunluğu ve Diyanet kurulları başörtmeyi dini vecibe olarak kabul ediyor.

Dini vicdana hapsetme talebi dindar bir insan için psikolojik taciz anlamına gelir. Türkiyede resmi uygulamalarla “Mobbing”e maruz kalan dini duyarlılığı olan insanlar artık demokratik tepkilerini ve sivil itaatsizliklerini göstermeliler.

Demokrasi çağında yaşıyoruz “Mehdi gelecek kurtaracak” diyenlere geçmiş olsun demek durumundayız. Bu konu demokratik duruşlarla çözüme kavuşmalı, tartışılmalı, özeleştiri ve derin düşünme kültürü ile kaygılı olanlarında endişeleri göz önüne alınmalı.

Aksi takdirde zaman ve enerjimizi tüketmeye devam ederiz.

Siyasetçilerin şapkasını alıp gitmesini bekleyenlerin oyunu ancak böyle bozulur.

http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=143058
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

05.06.2008, 00:21

Cevher ıLHAN

“Dinî özgürlükler” sorunu… (2)


Türkiye’de Müslümanların “dinî özgürlükleri sorunu” olduğu, Rum ve Ermeni patriklerinin yanısıra diğer dinî azınlıkların ruhanî temsicilerince de kabul edilmekte.

Antakya Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Jozef Naseh’in iki yıl önce AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen’e, “Türkiye’de öncelikle Müslümanların çözüm bekleyen sorunları var; öncelikle onlar çözülsün” talebi, bunun en açık ifâdesi. Bu bakımdan Türkiye’de Müslüman çoğunluğa gayr-ı müsimlerden daha fazla dinî baskı ve sınırlamalar olduğu, yerli-yabancı gözlemcilerle belirlenmekte.

Başbakan Erdoğan, Türkiye’de “Müslümanların dinî azınlıklar sorunu”nu Diyanet’e havale etmişti. Devletin “din işleri”yle yetkili anayasal kurumu olan Diyanet ışleri Başkanlığı yöneticileri, başta başörtüsü yasağı ve din eğitimine getirilen kısıtlamalar olmak üzere, Müslüman çoğunluğun engellenen dinî özgürlüklerini saydılar.

ımam hatip mezunlarının katsayı mağduriyetiyle aynı puanı aldığı halde diğer meslek liseleriyle üniversite giriş puanlarının 50-60 puan eksik sayılması, Diyanet’e bağlı Kur’ân kurslarında ve camilerde, 28 şubat postmodern darbe sürecinden kalma çocukların Kur’ân öğreniminin “yaş”la sınırlanıp yasaklanması, Cuma namazı saatlerinde kamu ve özel sektörde çalışanların izninin olmaması, bunların başında geliyor…


“ıLÂHÎ ıKAZ” CEZALARI


Birtek başörtüsü yasağı, üniversite kapılarında onbinlerce öğrenciyi mağdur ediyor; insan hak ve hürriyetlerinin başında gelen inanç ve eğitim hakkını gasbediyor. Yasağın baştan beri “kamu”da da dayatılması, sırf başı örtülü olduğu için Anayasa ile teminat altına alınan yüzbinlerce vatandaşın “istediği işi tutma” hakkından mahrum ediyor…

Ne var ki, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın tespitiyle “Türkiye’deki bu dinî özgürlükler sorunu”nu siyasî iktidar sâdece seyrediyor.

Laikliğin en katı ve jakobence tatbik edildiği Sarkozy Fransa’sında bile, başörtüsü yalnız devlet liselerinde yasaklanmış. Bunun dışında başta üniversiteler olmak üzere, diğer vakıf özel liselerde serbest. Kliselere bağlı okullara ise zaten kimse karışamıyor.

Buna karşılık Türkiye’de Anayasa ve yasalara tamamen aykırı olarak tepeden dayatılan başörtüsü yasağının üniversitelerde yasaklanması, ne yazık ki AKP hükûmetinin “savunması”yla AıHM’de “onaylatıldı.”

Zira Leyla şahin davasında, hükûmetin devletin dinle yetkili kurulu Diyanet’in en üst mercii Din ışleri Yüksek Kurulunun kararlarını esas alıp, başörtüsünün “dinî bir vecîbe” ve “Müslüman kadınların inancı gereği uymaları gerken Kur’ân’ın emri” olduğunu bildirmek yerine, tıpkı “yasakçılar” gibi başörtüsünün “laikliğe aykırı”, “siyasî sembol” ve “gerginlik sebebi” saydı.

Başbakan, Millî Savunma Bakanıyla birlikte, YAş’taki “irtica” iddialı ihraçlara “şerh” koymakla yetindi. Başbakanken “şerh” koyan Gül, Cumhurbaşkanı olarak bekletmeden “imzaladı.” Sınıf ve hatta okul dışında kazandığı “birincilik” ve “bilim ödülleri”ni almaya gelen öğrencilerin salondan atılmalarına Başbakan, “tesellî telefonları”yla üzüntülerini bildirmekle kaldı…


ÇELışKıLERDEN KURTULMALI...


Her şey bir yana; yine 28 şubat döneminden kalma “ılâhî ikaz deprem” davalarında hükûmetin hâlâ inanç ve ifâde özgürlüğünü “suç” sayan iddiaları ısrarla savunması, Türkiye’de “Müslümanların dinî özgürlükleri” söylemindeki çelişkiyi sozkonusu ediyor.

Yüzlerce âyete ve Peygamberimizin hadislerine dayanarak, üstelik Diyanet’in hutbe ve dergilerinde açıkça belirtilen zelzele gibi musîbetlerin mânevî boyutundaki “ılâhî ikaz” dinî tespitinin “suç” sayılıp ceza almasını, Ankara’nır hâlâ büyük bir pervâsızlıkla tıpkı başörtüsü yasağı gibi AıHM nezdinde “savunması”, bir başka tezat.

Sormak lazım; üç defa değiştirildiği halde hâlâ 312. madde ile depremin dinî tefsirinin yargılanması, Kur’ân’ın musîbetler hakkındaki mânâsını izâhının hapis cezası alması, inancını ifâde özgürlüğü” ve “dinî özgürlük sorunu” değil mi?

Gerçekten, Türkiye’de Müslüman halkın“dinî özgürlükler sorunu” var; ve siyasî iktidar altı yıldır bu sorunları çözmedi, çözmüyor. Salt “şikâyet”le kalıyor; özgürlükleri genişletmede bir mesâfe almıyor…

Bu durum, “dinî azınlıkların özgürlük sorunları”nı bildirme adına “Müslümanların da dinî özgürlükleri”nin kısıtlandığını söyleyen Dışişleri Bakanı ve Başbakan’ın açıklamalarıyla AKP hükûmetinin icraatları arasıdaki çelişkiyi ortaya koyuyor.

Türkiye âcilen bu çelişkilerden kurtulmalı; ve hiç olmazsa Müslüman çoğunluğun “dinî özgürlükler sorunu”nu çözmeli…

“Başkası için” değil, Türkiye’nin demokratikleşmesi, temel hak ve hürriyetlerde özgürleşmesi için…

05.06.2008

E-Posta: cevher@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

6

05.06.2008, 00:24

Kadir AKBAş

Din bir özgürlük alanı mıdır?

Dışişleri Bakanı Babacan’ın Avrupa Parlamentosunda Türkiye’de çoğunluğun da din özgürlüğü konusunda bazı kısıtlamalar ve yasaklarlar karşı karşıya olduklarını dile getirmesi, belli çevreler tarafından hedef alınmasına yol açtı. Bu yalın gerçeğin ifade edilmesi karşısında kimileri ahlâk ve edep sınırlarını zorlayarak Sn. Bakan’a hakarete yeltendiler.

Genel olarak özgürlükler alanını genişletmek ve var olan yasak ve kısıtlamaları kaldırmak varlık sebebi olan hükümetin, altı yılı aşan bir iktidar döneminden sonra hâlâ, yakınma pozisyonunda duruyor olması, geçen yılların da yitirildiğinin itirafıdır aslında. Türkiye’de devlet dini bir özgürlük alanı olarak olarak değil, bir ideoloji adına kıskaç altında tutulması gereken bir asayiş alanı olarak görüyor. Dinin bir özgürlük alanı olarak kabul edilmemesi sebebiyle Türkiye’de devlet aygıtı en kaba yöntemlerle yoğun bir din özgürlüğü ihlâlleri üretmekten geri durmamaktadır. Dini bir özgürlük alanı olarak görmeyen bu anlayış, dini dönüştürmeyi, şekillendirmeyi ve ötesine geçip bütünüyle ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Bu hedef Türkiye’nin çok partili hayata geçmesiyle tam olarak tahakkuk ettirilememiştir. Ancak çok partili hayata geçişi, bütün kötülüklerin! anası olarak gören anlayış, devlet aygıtının sivil, askerî, özellikle de yüksek yargı bürokrasisi tarafından adeta içselleştirilmiştir.

Çok partili hayata geçişle sekteye uğradığı düşünülen hedef, yargı kararlarıyla tahakkuk ettirilmek istenmiştir. AKP hakkında açılan kapatma dâvâsı iddianamesi ve esas hakkındaki mütalâa, yüksek yargının bir bölümü tarafından dinin bir özgürlük alanı olarak görülmediğini olanca çarpıklığıyla ortaya koymuştur. Dinin bir özgürlük alanı olarak görülmemesi, yargı çevrelerini hukukun evrensel değerleriyle karşı karşıya getirmektedir. Dinin demokratik zeminlerde özgürce yaşanabilmesi, aynı çevrelerin demokrasiye karşı mesafeli ve kuşkucu bir anlayış sergilemelerine yol açmaktadır.

Din özgürlüğü; ferde inandığı dini, hayat üslûbunu, tercihlerini, moral değerlerini belirleme, seçme, hayata geçirme, geliştirme ve yaymasına imkân verilmesidir. Türkiye en yalın haliyle bile, din özgürlüğü alanında demokratik ülkelerin çok gerisindedir. Anayasal kurumların gölgesinde vesayetçi demokrasi işletilmeye çalışıldığı gibi bir ideoloji adına vesayetçi, vahiyden kaynaklanmayan, dinin özünden uzaklaştırılmış, dindarlık! üretilmeye çalışılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerine ilişkin olarak bugün açıklaması beklenilen kararı, mahkemenin dini bir özgürlük alanı olarak görüp görmediğini bir kez daha ortaya koyacaktır. Olumsuz bir karar, dinin bir özgürlük alanı olarak görülmediğini ortaya koymakla kalmayacak, Anayasa Mahkemesinin dinle birlikte demokrasiyi de vesayet altında tutma niyetini ortaya koyacaktır.

05.06.2008

http://www.yeniasya.com.tr/2008/06/05/yazarlar/kakbas.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

7

05.06.2008, 19:07

Oldukça iyimser ve gayet yumuşak uslubla ve tamir maksatlı yazılmış bir yazı. Allah razı olsun.

Lakin ben daha farklı bir pencereden bakıyorum.

Sayın bakanın açıklaması -bence- göz boyamadır. Bu AKp zihniyetinin kurulduğu zamandan bu yana yaptığı en başarılı şey. Çok söz, az iş. Böylece halklar onların sözüne bakacak, öbür tarafta ki yasakçalıra tepkisini yönlendirip diyecek "Bakınız! AKP nin önüne bu yasakçılar çıkmasa her şeyi düzeltecek"
Hayret doğrusu! Elbette her işte engeller veya engel olmak isteyenler çıkar. Çıkmasa zaten iş kolay. Kolay işleri yapmak ise en basit insanın bile harcıdır. Zor olanı başarmak büyük insanlara aittir. Zaten AKP'yi büyük yapacak bir şey varsa oda o engelleri yenebilme kabiliyetidir ki böyle bir kabiliyet görünmemiş.

Benim tuhafıma giden bir husus daha var.

AKP çok söz, az icraat yapıyor. Halklar o sözlerin peşinde gidiyor. Yasakçılar AKP'nin verdiği sözleri yerine getirmesine engel oluyor. Böylece halkın tepkisini çekip oylar AKP'ye akıyor.

Peki bu halde AKP yasakçılar ile iş birliği yapmış gibi olmuyor mu? Çünkü, nihayetinde sözlerini icraate dönüştürmedikleri için kazanan yasakçılar oluyor. Yada yasakçıları tahrik ederek, kandırıp iktidarını garantiye almış olmuyor mu? Her iki halde de halkı kandırmış olmuyor mu?

Çok söz söyleyip hiç icraat yapmayarak koltuğunun koruma stratejisi izlemek, AKP'nin tek kutsalının iktidar olduğu anlamına gelmez mi?

Peki iktidarda iken yasakçılar ve baskılar yüzünden halkın yararına hiç bir icraat yapamıyacaklarsa iktidarda durma ısrarı niye? Öyle bir iktidar sadece yasakçılara yaramaz mı? Zaten öyle olmuyor mu?
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir