Giriş yapmadınız.

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

1

21.06.2004, 04:37

Ey adam doğuran adam: güle güle git!

28 şubat post-modern darbesi, sıra dışı bir müdahaleydi. Baskı ve zulüm yöntemleri de sıra dışı oldu. Bu müdahalenin zulüm çetelesini tutanlar, görünenin dışında bir çok görünmeyen mağdur ve mazlumun varlığını gün geçtikçe daha net görecekler.

Sırf benim dinlediğim öyle iç paralayıcı, öyle dehşetengiz 28 şubat dramları var ki, bırakın yaşamayı, bunları dinlemeye bile tahammül edemiyor insan. Prof. Esad Coşan Hocaefendi de post-modern darbe sürecinin görünmeyen mağdurlarından biri. Evet, doğrudur "gönüllü sürgün" ifadesi, hatta yumuşatıldığı bile düşünülebilir.

Her biri hicretin ebedi gelini Hacer gibi dünyanın dört bir yanına hicret etmek zorunda bırakılan başörtüsü mağduru kızlar da, merhum Esad Hoca gibi birer 28 şubat sürgünü değiller mi? Bu ülkenin kendisine zindan edildiği, yaşam alanı daraltılan ve birinci tehdit ilan edilip kendilerine "topyekün savaş" açılan dindar kesimlerine mensup kaç kişi, yurdunu yuvasını, evini barkını, hatta ülkesini yaşlı gözler ve kırık gönüllerle "Ya Kahhar!" çekerek terk etmiştir. Allah bilir.

Esad Coşan'ın, Fethullah Gülen'in ve bu ülkenin yetiştirdiği daha bir çok değerin gönüllü-gönülsüz sürgüne tabi tutulması elbette bu ülke adına bir utanç ve kayıptı. Fakat ben bu post-modern sürgünleri, cüz'î şerle küllî hayrın murad edildiği ilahi bir 'atama' olarak algılama taraflısı oldum. Kimi dostlar bu görüşüme ısrarla karşı çıksalar da, ben bu post-modern sürgünleri birer 'hicret' olarak değerlendirdim.

Tüm hicretler, bardağın boş yanına bakınca birer 'kaçıştırlar'. Eğer şeytanın gör dediği yerden bakılırsa en soylu hicretler bile böyle değerlendirilebilir. Fakat, aslında her hicret bir heyelandır. Heyelanlar, ilk bakışta bir felaket, bir âfet gibi görünürler. Zemin kaymasıdırlar ve kimi zaman can da yakarlar. Fakat, her heyelanın görünmeyen güzel bir yüzü daha vardır; yorgun toprakların dinç topraklarla yer değiştirmesi, bir tazelenme, yenilenme...

Dünya tarihinde iz bırakan tüm medeniyetler büyük göçlerin sonunda gerçekleşmiştir. Kavimler ana yurtlarında hiçbir şeyken, göç ettikten sonra tarihe damga vurmuşlardır. Tarihin en büyük iman hamleleri, sürgünlerin, göçlerin ardından yaşanmıştır. Hz. ıbrahim'in gönüllü sürgünü, Hz. Yusuf'un zoraki göçü, Hz. Musa'nın 'isra'sı, Hz. Muhammed'in Hicret'i gibi...

Anadolu'daki ıslam'ın kendisi de bir göçün, hem de büyük ve organize bir göçün eseri değil midir? Âlimleri, gazileri, dervişleri nasıl unuturuz? Rumeli'de ve Balkanlar'da ıslam'ın temellerini atan Sarı Saltuk'u nasıl unuturuz? Öldüğün zaman cesedinin hangisinde olduğu bilinmeyen yedi tabut hazırlatılıp, bunların Macaristan'dan ısveç'e, Dobruca'dan Moskova'ya kadar tek tek belirttiği yerlere gömülmesini vasiyet etmişti. Avrupa'daki ıslam'ın müstakbel sınırlarını tabutlarıyla çizen bu adamın Medeniyet bilincine bu ülkenin asil ve cins evlatlarını gözünü kırpmadan harcayan yönetici aklının aklı erer mi, havsalası alır mı?

Esad Coşan, git gide rafineleşen ve tortularını atarak yaygın bir halk eğitim müessesesine dönüşen Anadolu sûfîliğinin en şuurlu ve dik duruşlu önderlerinden biriydi. ılimle, kitapla, kalemle ünsiyeti olan ve 'mahsus' (hisse dayalı) değil 'mansus' (nassa dayalı) bir tasavvufi kola mensup olması, görüş ve düşüncelerini gittikçe daha berrak hale getirmişti. Bakınız, vefatından önceki son Cuma konuşmasında (26 Ocak 2001) ne diyor:

"Lütfen beni de sivriltmeyiniz... Her biriniz kendiniz hizmet ediniz... Bir tek kişinin çalışmasına bağlı olan çalışma, çalışma değildir. Mühim olan ıslam'a hizmettir... Hepinizi şuura davet ediyorum, göreve davet ediyorum, ıslam'a hizmet etmeye davet ediyorum, Hakka tabi olmaya davet ediyorum, körü körüne hareket etmemeye davet ediyorum. Müslümanlar fikir farklarına rağmen işbirliği yapmasını öğrenmek mecburiyetindedirler!"

Bu cümlelerin altına hangi aklı başında müslüman imza atmaz? Merhum "aşırı yüceltmeye", "insanüstüleştirmeye" açıkça tavır alıyor. Müntesiplerini 'gölge' değil 'şahsiyet' olmaya davet ediyor. Müminleri duygu, düşünce ve iş birliğine davet ediyor. Adeta bir vasiyet gibi olan bu son konuşmasının bir yerinde lokomotifi olduğu meşrebi de aşıp engin ufukları kucaklayan şu çağrısı, onun yaşadığı son acılardan hakikat ve bilinç damıttığının en güzel göstergesi:

"Ben, Allah'ın rızasına uygun hayat tarzını hedef alıyorum. Yani ben, illa mutasavvıf olacağım diye yola çıkmış değilim, ben Allah rızasını kazanmak için yola çıkmışım. O yol beni nereye götürürse ben oyum!... Biz insanlara "Derviş ol!" diyoruz, halbuki "Ehl-i Kur'an ol, ehl-i hadis ol!" dememiz lazım. Çünkü Kur'an münakaşasız bir rehberimiz, Peygamber Efendimiz münakaşasız bir önderimiz. Sen Kur'an'ın hakiki ehli ol, ben senin ayağını öpeyim..."

Bu, işte bu!

Ruhuna sağlık üstadım; imanına, izanına, irfanına, ihsanına sağlık!..

Güle güle git; yolun da bahtın gibi açıktır, gözün de yüzün gibi aydın olsun!

Çizgiler, üsluplar, yaklaşımlar ayrı olmuş, ne fark eder ki? Aynı rüyayı görmüyor muyuz, aynı sevdayı duymuyor muyuz, aynı davayı omuzlamıyor muyuz, aynı sancıyı çekmiyor muyuz?

Bize oralardan dua et üstadım! Buralardan ağıt sesi duyarsan sanma ki senin içindir; kalanlar kendi hallerine ağlıyorlar, ağlasınlar; ağlasınlar ki seni ve senin gibi adam doğuran adamları anlasınlar!

Güle güle git! Makamın cennet olsun!

( 9 şubat 2001 )

MUSTAFA ıSLAMOğLU

Bir Savaşçıdır Kalbim...

2

21.06.2004, 10:45

saygıdeğer mercandede kardeşim;

9 şubat 2001 yılında Sayın Mustafa ıslamoğlu'nun yazdığı bir yazıyı nakletmişsiniz.
bu yazıda mühim hususlar var.
bazılarına temas etmek lazım geliyor.

yazarın girişte bahsettği mesele çok doğru.
ben 1971 ihtilalini kısmen,
1980 fiilen,
28 şubat postmodern darbesini de taamamen yaşamış birisiyim.

gerçekten de 28 şubat ehl-i iman için çok dehşetli ve sıkıntılı oldu.
öyle ki, yazarın da belirttiği gibi, bazı alim insanlar;
ya ülkeyi terk etmek;
ya da terkettirilmek durumunda kaldılar.
terk edemeyen de sesini kesmek zorunda kaldı.
ama Sayın ıslamoğlu'nun da gözden kaçırdığı bir husus var.
Hem ülkeyi terk etmeyen hem de Hakkı müdafa etemeye devam eden insanlar da vardı bu ülkede.
Yeni Asya ve Mehmet Kutlular bunlardan biriydi.
Öyle ki Yeni Asya yazarları toptan mahkemelere verildi.
susturmak için 312 ve 159. maddeler alabildiğince kullanıldı.
Hatta yazarların bir çoğuna en az 1 yıl 8 ay;
Mehmet Kutlular a da 2 yıl 1 gün ceza verildi.

Mehmet Kutlular ın cezası kesinleştiği zaman kendisi bir programa katılmak üzere Avusturalya da bulunuyordu.
Ben şahit olduğum için biliyorum.
kendisine "bir kaç ay Türkiye'ye dönmeyin" diye rica edildi.
bu ricayı avukatı yaptı.
ama Kutlular cezanın kesinleşmesi üzerine derhal Türkiye ye döndü.
ve netice olarak Mehmet bey cezasının- son 15-20 günü hariç- hepsini çekti.
ınancı uğruna hapiste yattı.


bu noktada:
Ölüm nerede olsa insanı buluyor.
bir hocamız ta dünyanın öbrü ucuna gitti de ölümden kurtuldu mu?
diğeri de kurtulamayacak.
ımam-ı Azam Ebu Hanife hapiste yediği dayaklar neticesinde öldü.
Üstad Hazretleri kendisini yurt dışına çıkarmak isteyenlerin hepsini reddetti.
"Ben Mekke de de olsam yine buraya gelecektim" diye de bu durumu vecizeleştirdi.
demek ki bu devir "saçları adedince başları olsa onu ıslama feda edecek" fedakar insanlar istiyor.
yoksa basit tevillerle kendini dışarı atanları değil...

saygılar...

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

3

21.06.2004, 11:12

Çok haklı bir tesbit kardeşim.

Allah razı olsun.

Hepsine canımız feda...Mehmet Kutlular ağabeyimiz Allah ondan razı olsun dertli bir insan.Hayatını ıslama vakfetmiş bu yolda çok çileler çekmiş çok imtihanlar görmüş bir insan.

Kalanlarda Allahın rızasını güderler ,gidenlerde.Üstadımızı ve Ebu Hanife hazretlerini zaten anlatmaya gerek yok.

Hazreti ıbrahim de hatırlarsınız gönüllü sürgünlerden.Nemrudun beldesine kendini sürgün edenlerden.

Bu anlamda gözyaşlarıyla Mekkeyi terkederken Ey Mekke zorla çıkarılmamış olsam seni asla terketmezdim diye hüznünü açığa vuran Peygamber Efendimiz SAV de gönüllü sürgünlerden...

ılk hicret eden Caferi Bin Tayyar ,Ammar Bin Yasir (R.A) ve diğer sahabelerde gönüllü sürgünlerden.

Ve ıslam Tarihinde niceleri...

Burada hizmetlere dair,Müslümanların zulmune yeşermiş fidanların katline sebeb olacaksa her insan kendini feda eder.Perdeleri kaldırınca sürgünlerin Allahın bir dilemesi olduğunu görmekteyiz.

...
Bir Savaşçıdır Kalbim...

4

21.06.2004, 18:24

Beni en çok etkileyen hususta budur.

Davasında sadık bir insan ölümüne davasını devam ettiriyor.

Bunun yanında hapisleri sürgünleri bir cennet bahçesi addedip davasına daha bir sarılıyor.

Buda gösteriyor ki ; bir hakikat var ortada hiçbir şeye feda edilmez.


ışte Peygamber efendimiz (SAV.) varisleri bu noktada inkişaf ediyor.
Allah Razı Olsun. Mekanları Cennet olsun. Böyle davasında sebat edip, Din-i ıslama hizmet edenlere...

Selamün Aleyküm.

nurladol

Stajyer

Mesajlar: 53

Konum: fransadan

Meslek: ogrenci olabilmek

Hobiler: talebelik gorevine devam etmek

  • Özel mesaj gönder

5

24.06.2004, 05:58

Alıntı sahibi ""MeRCaNDeDe""

.Perdeleri kaldırınca sürgünlerin Allah'ın bir dilemesi olduğunu görmekteyiz.
...




Buna katiliyorum Mercandede,
Gaye ALLAH rizasi ve Islama hizmet olunca tum dunya hizmet yeridir, elbet bazilari bazi sebeplerle surgun edilecek, gurbet edecek, ki alem islam nuru ile aydinlansin...

ALLAH tum en kucugunden en buyugune kadar hizmet eden ISlam neferlerinden razi olsun...
En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışandır...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir