Giriş yapmadınız.

1

17.12.2004, 14:44

Gaybı bilmek

selamun aleyküm

gaybı Allah cc bilir diyoruz bir de Rasulu(sav) ne bazı gaybi haberler bildirir, diyoruz

acaba Allah (cc) ve Rasulu(sav)nden başka Allah(cc)ın gaybı haber verdiği kimseler var mı?

görüşlerinizi delil ve örnekleriyle bekliyorum...
Ey iman edenler, eğer siz Allah''a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (MUHAMMED_7)

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

2

17.12.2004, 15:27

Hamza...
Gaybi Allah bilir. Ancak bir de Onun bildirdikleri bilir.

Mesela Rasuller ancak ve ancak Onun onlarin bilmesini murad ettigini bilir. Iste bunun gibi bazen bazi zatlara- kulluklarinda zirvelesmeleri ve de cevrelerindeki insanlarin asklarini artirmasi yonunde bazi gaybi haberleri bildirebilir.

Mesela Muhyiddini Arabi hazretlerinin Osmanlinin tum padisahlarinin listesini sifreli bir bicimde saymasi ve daha o donemde Osmanlidan en uak bir isaret olmamasi gaybi bildirmeye ornektir. Lakin bu onun bilmesi degil. Allahin bildirmesidir.

Kismen gaybin ondan baska bildirildigi gecmisten gunumuze bircok evliya ve asfiya olmustur. Bunlarin burda sayilmasi luzumu yoktur.

Gaybi Allah degisik yollarla bildirebilir. Mesela Kur'anda gecen bir ayetin sirrini o kulunun kalbine acar. Oyleki o manayi cikarmak o ilham olmadan mumkun olmaz.Zaten "yas ve kuru ne varsa bu kitapta yazilidir" ayeti de buna kapiyi aralar. Baska bir yontem sahih ruyalardir(yakaza da olabilir). Aslen ruyalar cok gizemlidir ve kisilere isaretleri coktur. bunlar icinde bazen bir ruya olurki, siz tevilini ararsiniz ve yazarsiniz. bu ruyanin bir manasi da su olabilirki..... diye baslarsiniz. Aradan biraz zaman gecer ve gorursunuz ki bu oluyordur. Hatta sahih ruya gormek icin herzaman evliyalik da gerekmez ama onu dogru tevil etmek icin ilme ihtiyac duyulur...

bu hamur cok su goturur. Lakin kisinin gaybi bilme meraki ile degil, ani yasama gayreti ile omrunu devam ettirmesi lazim. cunku siz icinizde oldugunuz ani gerektigi gibi yasarsaniz gelecekte geldigi vakit o anlardan bir an olarak yasanir. Allah da zaten boyle kullarina cok yardim eder...

hurmetler ve baki selamlar
Barish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

3

17.12.2004, 16:12

Alıntı

- Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu ısa Mesih'dir; dünyada da ahirette de itibarlı, aynı zamanda Allah'a çok yakınlardandır.
- Beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak ve iyilerden olacaktır. (Al-i Imran 45-46)


Alıntı

- Hani bir vakit ilham edilmesi gereken şu ilhamı annene verdik:
- "Onu (Musa'yı) tabut içine koy da denize bırak. Deniz de onu sahile atsın. Onu hem bana düşman, hem ona düşman olan biri alsın." Bir de benim gözetimim altında yetiştirilmen için, üzerine katımdan bir sevgi bırakmıştım. (Ey Musa!) (Ta-Ha 38-39)


Aleyküm selam @HAMZA_02 kardeşim. "Gayb" kelimesi farklı manalara gelen bir kelimedir. Gelecekte olacak olan hadiseler de gayb kavramı altına girer. herhalde sen bunu kastettin. Sadece bu konuda ki ayetleri yazdım.
Al-i Imran 45-46. ayetlerde Hz.Meryeme, Daha sonra dünyaya gelecek olan Hz.ısa hakkında melekler vasıtasıyle Cenab-ı Hak bilgi veriyor.
Ta-Ha 38-39. ayetlerde ise Hz. Musanın annesine gelecekle ilgili bilgi veriliyor.
Ayette geçen "vahyettik" tabirini alimler "ilham" manasına almışlardır. Demek Cenab-ı Hak Peygamberler haricinde de istediği insanlara istediği miktarda gaypten haber veriyor. Büyük evliyalara da verdiğini görüyoruz..

4

17.12.2004, 16:23

Alıntı sahibi ""mihmandar""

Alıntı

- Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu ısa Mesih'dir; dünyada da ahirette de itibarlı, aynı zamanda Allah'a çok yakınlardandır.
- Beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak ve iyilerden olacaktır. (Al-i Imran 45-46)


Alıntı

- Hani bir vakit ilham edilmesi gereken şu ilhamı annene verdik:
- "Onu (Musa'yı) tabut içine koy da denize bırak. Deniz de onu sahile atsın. Onu hem bana düşman, hem ona düşman olan biri alsın." Bir de benim gözetimim altında yetiştirilmen için, üzerine katımdan bir sevgi bırakmıştım. (Ey Musa!) (Ta-Ha 38-39)


Aleyküm selam @HAMZA_02 kardeşim. "Gayb" kelimesi farklı manalara gelen bir kelimedir. Gelecekte olacak olan hadiseler de gayb kavramı altına girer. herhalde sen bunu kastettin. Sadece bu konuda ki ayetleri yazdım.
Al-i Imran 45-46. ayetlerde Hz.Meryeme, Daha sonra dünyaya gelecek olan Hz.ısa hakkında melekler vasıtasıyle Cenab-ı Hak bilgi veriyor.
Ta-Ha 38-39. ayetlerde ise Hz. Musanın annesine gelecekle ilgili bilgi veriliyor.
Ayette geçen "vahyettik" tabirini alimler "ilham" manasına almışlardır. Demek Cenab-ı Hak Peygamberler haricinde de istediği insanlara istediği miktarda gaypten haber veriyor. Büyük evliyalara da verdiğini görüyoruz..


burada ölçümüz ne olacak mihmandar kardeş yani biri çıksa ve bana Allah cc gaybden haber veriyor dese bunun doğruluğunu nasıl anlayacağız?

dikkat ettiğin gibi yukarıda peygamber annesine ilham ediliyor. aşağıda gayble ilgili ayetleri veriyorum. bildiğiniz hadisler varsa bu konuyla ilgili öğrenmek isterim...
Ey iman edenler, eğer siz Allah''a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (MUHAMMED_7)

5

17.12.2004, 16:26

Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
(BAKARA/3)
(Allah:) "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim."
(BAKARA/33)
Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.
(AL-ı ıMRAN/44)
Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak değildir. Ama Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve elçisine iman edin. Eğer iman eder ve sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.
(AL-ı ıMRAN/179)
Ey iman edenler, Allah görünmezlikte (gaybte) kendisinden kimin korktuğunu ortaya çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği avdan bir şeyle andolsun sizi deneyecektir. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, onun için acı bir azab vardır.
(MAıDE/94)
Allah, elçileri toplayacağı gün, şöyle diyecek: "Size verilen cevap nedir?" Onlar da: "Bizim bilgimiz yoktur; şüphesiz görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen."
(MAıDE/109)
Allah: "Ey Meryem oğlu ısa, insanlara, beni ve anneni Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen."
(MAıDE/116)
De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"
(EN'AM/50)
Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır.
(EN'AM/59)
O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (her şey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır.
(EN'AM/73)
De ki: "Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim."
(A'RAF/188)
Onlar bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli tuttuklarını da, fısıldaştıklarını da biliyor. Gerçekten Allah, gaybın bilgisine sahip olandır.
(TEVBE/78)
Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: "Özür belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O'nun elçisi de. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen'e döndürüleceksiniz ve O, yaptıklarınızı size haber verecektir."
(TEVBE/94)
De ki: "Yapıp-edin. Allah sizin yapıp-ettiklerinizi (amellerinizi) görecektir. O'nun elçisi ve mü'minler de. Yakında gaybı ve müşahede edilebileni Bilen'e döndürüleceksiniz ve O, size yaptıklarınızı haber verecektir."
(TEVBE/105)
Bir de derler ki: "Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!.." De ki: "Gayb yalnızca Allah'ındır, siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim."
(YUNUS/20)
"Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir."
(HUD/31)
Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. şu halde sabret. şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir.
(HUD/49)
Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
(HUD/123)
"Dönün babanıza ve deyin ki: '-Ey babamız, senin oğlun gerçekten hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın kollayıcıları değiliz."
(YUSUF/81)
Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf'un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin.
(YUSUF/102)
O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir.
(RA'D/9)
Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. şüphesiz, Allah her şeye güç yetirendir.
(NAHL/77)
(Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez." Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
(KEHF/22)
De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."
(KEHF/26)
Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. şüphesiz O'nun va'di yerine gelecektir.
(MERYEM/61)
O, gayba mı tanık oldu, yoksa Rahman (olan Allah)ın katında(n) bir ahid mi aldı?
(MERYEM/78)
Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.'
(ENBıYA/49)
Gaybı ve müşahede edilebileni bilendir; onların ortak koştuklarından yücedir.
(MÜ'MıNUN/92)
De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar."
(NEML/65)
ışte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur.
(SECDE/6)
ınkâr edenler, dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiç bir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır."
(SEBE'/3)
Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkca ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı.
(SEBE'/14)
De ki: "şüphesiz Rabbim hakkı (batılın yerine veya dilediği kimsenin kalbine) koyar. O, gaybleri bilendir.
(SEBE'/48)
Oysa daha önce onu inkar etmişlerdi; onlar uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı (dil uzatıyorlardı).
(SEBE'/53)
Hiç bir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden 'içleri titreyerek-korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır.
(FATIR/18)
şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı bilir.
(FATIR/38)
Sen ancak, zikre (Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. ışte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.
(YASıN/11)
De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahede edilebileni bilen Allah'ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin."
(ZÜMER/46)
şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı görendir.
(HUCURAT/18)
Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır, böylece yazıp-duruyorlar?
(TUR/41)
Gaybın ilmi onun yanında da o mu görüyor?
(NECM/35)
Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.
(HADıD/25)
O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur.
(HAşR/22)
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir."
(CUM'A/8)
Gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, Aziz (üstün ve güçlü), Hakim (hüküm ve hikmet sahibi)dir.
(TEğABÜN/18)
Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O'nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir ecir vardır.
(MÜLK/12)
Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar?
(KALEM/47)
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.)
(CıN/26)
O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)
(TEKVıR/24)
Ey iman edenler, eğer siz Allah''a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (MUHAMMED_7)

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

6

17.12.2004, 17:31

Alıntı

acaba Allah (cc) ve Rasulu(sav)nden başka Allah(cc)ın gaybı haber verdiği kimseler var mı?


@HAMZA_02 kardeşim.. Sen Resulullah efendimizden başkasına Allah gaybi bildirirmi diye sordun. Onun için Bu iki ayeti yazdım. Aslında Peygamberimiz haricinde diğer peygamberlere de Allahın gaybi bildirdiğine dair ayetler var. Onları yazmayı unuttum.

Senin yazdığın ayetlerde aşikaren görünüyor ki gaybın anahtarları yalnız Allahın elindedir. Zaten "Allam-ul guyub" ismi de Allah'a aittir. Kalplerde olanları, geçmişi,geleceği hulasa aşikar veya gaybi olan herşeyi bilici Allahdır.
Fakat benim yazdığım ayetler de ise geleceğe ait bazı bilgileri Allahın, Peygamber olmayan birisine dahi verdiğini görüyoruz. Bunlar da Kuran ayeti.
Onun için şöyle diyebiliriz: ınsan gaybı kendi kendine ve kendi gücü ile bilemez.Bu Allaha mahsustur.Hiç bir peygamber dahi bunu diyemez. Zaten bu mealdeki ayetleri siz yazdınız. Bu manada "Ben gaybi bilirim" diyen yalancıdır. Kurana muhalefet etmiş olur.

Fakat Gaybin sahibi ve Onu Hakkıyle bilen Allah, Gayb hakkında ki bazı malumatı Başta peygamberler olmak üzere peygamber olmayan kullara da bildirir. Bunların Peygamber annesi olması, veya olmaması fazla bir farkı olduğunu sanmıyorum. Sonuçta "Risalet" vazifesi ile vazifeli olmayan birisine Cenab-ı Hak gaybi bildirmiştir. Kurandan görüyoruz.

şuna da açıklık getirmek gerekir ki: Gaybin öyle çeşitleri varki, mesela Alahın zatına ve sırf ona ait gaybi bilgileri yalnız allah bilir. Başka bir mahlukun bunu idraki mümkün değildir. Bazı bilgiler vardır . Onu anlamak idrak edebilecek yalnız resullerdir. Cenab-ı Hak bu resullere bu bilgileri verebilir. Yani gaybin çeşitli mertebeleri vardır. bir veliye Allahın verdiği gaybi bilgi ile bir resule verilen gaybi bilgi her zaman aynı olmaz. yani o veli o gaybi hakikati idrak edecek seviyede bir ruh haline sahip değildir veyahut Allaha o kadar yakın değildirki Cenab-ı Hak ona bu sırrı açmaz.. Geleceğe ait bazı hadiselerde ise O veliye Allahın Bazı hadiseleri göstermesi ise bu ayetlere zıt değildir. Kaldı ki Barish kardeşin dediği gibi Rüya-yı sadıka ile bir çok sıradan insana Allah geleceğe ait bazı hadiseleri gösterebiliyor , görüyoruz.

hulasa: Gaybi Allah bilir, ve O bildirir. Bir Resul , "Allah Bana gaybi bildiriyor" dese iman ederiz. Başka bir zat bunu derse ispat etmesi gerekir. Yani falanca veli zat "gelecekte bazı hadiseleri Allah bana bildirdi" derse dediği şeylerin vuku bulup bulmayacağına bakarız. Eğer vüku bulmuşsa "Allah ona bazı şeyleri bildirmiş" deriz. Fakat Onların "ilerde şöyle bişey olacak , bana bildirildi" derse o hadisenin aynı şekilde vuku bulacağına kesin olarak inanmayız. Çünkü evliyalara gelen ilham perdelidir. O evliyalardan kaynaklanan bazı arızalarla verdikleri haberler yanlış çıkabilir. Bu mesele hakkında Başka birkaç nokta daha var. Gerekirse onları da yazarım. Ama şu an kısa kesmem gerekiyor. Selametle..

7

17.12.2004, 17:39

Alıntı

burada ölçümüz ne olacak mihmandar kardeş yani biri çıksa ve bana Allah cc gaybden haber veriyor dese bunun doğruluğunu nasıl anlayacağız?

dikkat ettiğin gibi yukarıda peygamber annesine ilham ediliyor. aşağıda gayble ilgili ayetleri veriyorum. bildiğiniz hadisler varsa bu konuyla ilgili öğrenmek isterim...


şimdi burada şunu tartışalım;

Nebilerden başkasına vahiy,ilham gelir mi?

Eğer nebilerden başkasına gelmiyorsa, vahiy,ilham kesilmiştir, zira Peygamberimiz a.s.m. Hatem'ül-Enbiya'dır. (Nebilerin,peygamberlerin sonuncusu)

Gayb kelimesi Yasin Suresi'nde de geçmektedir,

11. Sen ancak "zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan" kimseyi uyarabilirsin. ışte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.

"menittebeazzikra ve haşiye'r-Rahmane bi'l-gayb"
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

8

17.12.2004, 20:53

Risale-i Nur'un kendisi zaten vahiy ile yazılmıştır..bu bu kadar açıkken vahiy nasıl kesildi diyebiliriz..Allah istediğiyle vahiy yoluyla konusabilir...
ayette de dediği gibi : "Allahın hiçbir beşerle konuşması olmamıştır, illâ vahy ile"
şüphesiz doğru yol, Allah'ın yoludur. (Al-i ımran 73)

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

9

17.12.2004, 22:03

kyle kardes
dikkatli olunuz...

eger "vahiy kaynakli ilham" ile derseniz kabul edilir. Yoksa bizim genelde anladigimiz manada vahiy Nebilere mahsustur.

hurmetler
Barish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

10

17.12.2004, 22:11

esselamu aleykum ve rahmetullah ve berakatuhu
vahiy kaynaklı ilham ne demektir..vahiy farklı şeydir ilham farklı şey...vahiy ayette de denildiği gibi Allah'ın konusmasıdır..şeri bir vahiy kutsal kitaplardır...ama konusma olarak vahiy Allah'ın dilediği herkesle olur...Kur'an'da da nebiler dışında ki insanlara Allah vahyettiğini soyluyor...burda ilhamsı vahiy gibi garip bir tabir ne demek oluyor onu anlamadım..sizce risaleler vahiy ile yazılmadı mı...
Allah Razı Olsun...
şüphesiz doğru yol, Allah'ın yoludur. (Al-i ımran 73)

11

17.12.2004, 22:32

Bir kelimenin lûgat manasında kullanılması ve ıstılahi manada kullanılması var,

bazen görürsünüz ki;
kelime lûgat manasının dışında kullanılır,

biz Türk dilinde vahiy diyince "Nebi"lere gelen vahiy anlarız,


Taha 38.Ayet
38-Hani o vakit annene, verilen şu ilhamı vermiştik
E.H.Yazır Meâli
38. Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik:
Diyanet meâli
ız evhaynâ ilâ ümmike ma yûha



Türkçe'de vahiy denilince anlaşılan nübüvvetle gelen vahiydir,
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

12

18.12.2004, 12:51

Ebced hesabı ve gelecek bilgisi


Antakya’dan Cemil YÜZER: “Ebced hesabı diye bir şey var mıdır? Varsa ebced hesabı ne demektir? Ne zaman başlamıştır? Neden yapılmıştır? Hangi kaynağa dayanır? Ne derece sıhhatlidir? Bazı şahısların yaptıkları hesaplar doğru mudur? Bununla ilgili bilgiler hangi kaynaklarda geçmektedir? Herkes ebced hesabı yapabilir mi? Ebced hesabı ile istikbal bilinir mi?”

Yirmi sekiz harften ibaret olan Arap alfabesi, Emevî Halifesi Abdülmelik bin Mervan zamanına kadar Ebced tertibiyle okunur ve yazılırdı. Abdülmelik bin Mervan zamanında Nasr bin Asım ile Yahyâ bin Ya’mer el-Udvânî’den kurulan bir ekip, Arap alfabesinin harf sırasını değiştirdi ve birbirine benzer harflerin ard arda sıralanması esasına dayalı “hurûf-u hecâ” denilen ve bu gün kullanılan alfâbeyi oluşturdu. Yazı dilinde bu alfabe kullanılmaya başlandı.

Arap harflerinin ebced tertibine göre dizilişinin Hazret-i Âdem’e (as) dayandığı rivâyet edilir. Bu tertip ile alfabenin kullanıldığı tarih süreci içerisinde, zamanla bu harflere sayısal değerler verilmiş; bu sayısal değerler âlimler, edebiyatçılar ve şâirler tarafından makbul ve muteber karşılanmış ve kullanılmaya başlanmıştır. şâirler ve edipler, yazdıkları manzum ve mensur eserlerde ebced hesabını da kullanmışlar ve harflere verdikleri rakamsal değerler ile önemli tarihleri kaydetmişler; zaman içinde bu usûl yaygınlaşma ve gelişme istidadı göstermiş; âdetâ Arap alfabesinin bir yan ilim dalı olarak olgunlaşmış ve adına da “Ebced Hesabı” veya “Cifir ılmi” denmiştir.

Ebced dizilişine göre Arap alfabesi; “elif, bâ, cim, dâl, he, vav, ze, ha, tı, yâ, kef, lâm, mim, nûn, sin, ayın, fe, sad, kaf, rı, şın, te, se, hı, zel, dad, zı, ğayın” şeklindedir ve “ebced” ismini de bu dizilişin ilk dört harfinden almıştır. Bu alfabe kolay ezberlensin diye şu formül ile de ifâde edilmiştir: Ebced, Hevvez, Huttî, Kelemen, Sa’fes, Karaşet, Sehaz, Dazağ. Bu dizilişe göre Arap alfabesi sayısal değer açısından üçe ayrılmış; ılk dokuz harfe “âhâd” yani “birler”ve birler basamağından değerler verilmiş; ikinci dokuz harfe “âşâr” yani onlar denmiş ve onlar basamağından değerler verilmiş; üçüncü on harfe “miât” yani “yüzler” denmiş ve yüzler basamağından değerler verilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim inmeye başladığında Araplar arasında Ebced hesabı biliniyordu ve alfabe bilgisi olan şâirler ve edebiyatçılar tarafından da kullanılıyordu. Arap lisanının belâğat, fesâhat ve edebiyat açısından en gelişmiş döneminde nâzil olmaya başlayan ve mu’cize ifâdeleriyle şâirleri ve edebiyatçıları hemen etkisi altına alan Kur’ân-ı Kerim’in; bu lisanı vahiy dili olarak kabul edip, bu lisanın yan bir ürünü diyebileceğimiz Cifir ılmini reddetmesi düşünülemezdi. Esâsen Cifir ılmini reddetmesi için geçerli bir sebep de yoktu. Zîra Kur’ân-ı Kerim prensip olarak, insanlığın zararına kullanılmayan her “birikime” kapılarını açan bir ılâhî Kitaptı. Cifir ılmi ise, Arap Lisanının binlerce yıllık birikimini yansıtan bir ürünü idi.

Nitekim, edebiyatça, belâgatça, güzel ve şâirâne söz söylemek sanatı bakımından ve bilhassa düpedüz hakîkati ifâde etmesi açısından şâirlerin ve edebiyatçıların gerisinde asla kalmayan ve sözüyle-hakîkatıyla herbir şâiri, edebiyatçıyı ve akıl ehlini hayran bırakan Kur’ân-ı Kerîm’in, âyetlerini Cifir ilmine göre muhtelif târihler veren birer anahtar hüviyetinde donatması, mucize oluşunun da bir gereği idi. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz’den (asm) günümüze kadar ehil âlimler tarafından, Kur’ân-ı Kerim’in âyet ve kelimelerinden Cifir ılmine göre bir takım tarihler çıkarıla gelmiş ve bazı hakikatlerin sırlarına bu yol ile ulaşılabilmiştir.

Ancak, bu çalışmayı bu ilme vakıf ehliyetli ulemâ yapabilir. Yoksa, her önüne gelenin bu ilme göre tarih çıkarma girişiminde bulunmasının yanlış ve sıhhatsiz sonuçlara götüreceği açıktır.

Meselâ, Osmanlı ulemâsından Molla Câmî, Sebe’ Sûresinin 15. Âyetinde geçen “beldetün tayyibetün” ibâresinden ebced hesabına göre hicrî 857, milâdî 1453 tarihini çıkarmış ve ıstanbul’un Fethinin bu âyetle de müjdelendiğini haber vermiştir.1

Meselâ, bir gün Yahûdî âlimlerinden bir kısmı Peygamber Efendimizin (asm) huzurunda Bakara Sûresinin ve Meryem Sûresinin başlarında bulunan şifreli harflerden Cifir ılmine göre tarih çıkararak:

“Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti az olacaktır!” demişlerdi.

Allah Resûlü de (asm) sâir sûrelerin başlarında bulunan şifreli harfleri Cifir ılmine göre yorumlayarak:

“Az değil; daha var!” buyurdu.2

Cifir ılminin Hazret-i Ali (ra), Hazret-i Cafer-i Sadık (ra), Muhyiddin-i Arabî (ra) gibi bir çok ıslâm ulemâsı ile birlikte asrımızda Üstad Bedîüzzaman (ra) tarafından da kullanıldığı ve muhtelif tarihlere, haberlere ve müjdelere işâret edildiği bilinmektedir. 3

Cifir ılminin tarih boyunca kullanıldığı ve Kur’ân’dan da bu ilme dayanarak bazı tarih, haber ve müjdelerin çıkarıldığı doğrudur; ancak bu ilim, gaybı yalnız ve yalnız Allah’ın bildiği; Allah bildirmediği takdirde hiçbir kulun gaybı bilemeyeceği hakikatine gölge düşürecek şekilde kullanılamaz, kullanılmamıştır ve kullanılması doğru da değildir. Gaybı ancak ve ancak Allah (cc) bilir. Allah (cc) bildirmediği sürece kul gaybı bilmez. Bedîüzzaman Hazretleri (ra) Kur’ân’dan bu çerçevede verdiği haberlerde, “Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez!” hakîkatini hep hatırlatmış; “Gerçek ilim Allah katındaki ilimdir”4 âyetinin rehberliğinde yürümüştür.

Netice olarak söylemeliyiz ki: Ebced hesabı geleceği keşfetmeye yeterli bir kaynak değildir. Gelecek Allah’ın ilminde, irâdesinde ve kudretindedir. Allah bildirmedikçe hiçbir kimse, hiçbir hesaplamayla yarının ne olacağı hakkında bir ön bilgiye veya tahmine sahip olamaz.

Dipnotlar:

1- Yazır M.H. Elmalılı Tefsiri, s. 3956

2- şuâlar, s. 613 (ıbn-i Kesir , Tefsir'ül-Kur'an'il-Azîm: 1:38 , Tefsirüt-Taberi 1:71-72)


3- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 63, 101, 125

4- Ahkaf Sûresi: 23

01.09.2004




Yıllar sonra yapılan bir söyleşide Dr. Barçın Bediüzzaman'ın şöyle dediğini belirtmişti: "Öldükten sonra yerimin belli olmasını istemiyorum. Çünkü türbeye gelenler olacak. Kimi ekmek asacak, kimi ip bağlayacak, kimi dilekte bulunacak. Beni kabrimde rahatsız edecekler. şimdi birisi gelip de elimi öpmek istese, bana tokat vurmuş gibi oluyor. Böyle şeyleri istemiyorum. Mezarım bilinmesin."

Üstad eğer kendini satmak isteseydi nefsine verirdi.Risalelere değil!!!
Bak kabrinin bilinmesini bile istemiyor! Bilinseydi o kabrin başı boş kalır mıydı sanıyorsun?

Ayrıca yukarıda adı geçen ıbn-i Kesir ıbn-i Teymiyye gibi tasavvufu tenkid eden bir alimin talebesidir! O tefsiirnde bu olaya yer veriyor, hadi Taberi'yi saymadın diyelim...
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

13

18.12.2004, 13:26

EBCED

Cümel, Cifr, Sayı sembolizmi.

Ebced veya Ebûced, Arap alfabesindeki harflerin kolaylıkla hatırda kalması için düzenlenen bir hârf dizisi ile bu harf dizisinin her birine tekabül eden bir rakam değeri sistemi ve diziyi oluşturan sekiz kelimenin ilkinin adıdır.

Harflerin her birine 1'den 1000'e kadar matematik değerler verilmiştir.

Bu sekiz temel kelime şöyledir: "Ebced, Hevvez, Huttiy, Kelemen, Se'fes, Karaşet, Sehaz, Dazığ".

Bu kelimeler aslında ıbrânî, Ârâmî Süryâni alfabelerinin harfleriyle -sessiz harfleri dikkate alınarak aynıdır. Alfabe Araplara Nebatîler yoluyla gelmiştir. Sâmi alfabelerinin hemen tamamında bir rakam değeri olan harfler sistemi kullanılmıştır. Eski Ön Asya dillerinden Akadça ve Asurca'da bile bu değerler kullanılmıştır.

Yalnız başlarına hiçbir anlamı olmayan ve sadece ezberleme işini kolaylaştıran bu sembolik sekiz kelimeden başka harflerin sırası ve bunların sayıları göstermekte kullanılmaları bakımından ıbrânî ve Ârâmî dillerindekiyle aynıdır. Hemze'den, K'ya kadar olan harfler 1-100, son dokuzu da 200-1000 sayılarına delâlet eder. Yine bir başka eski sistemde aynı yazı şeklinde olan harfler biraraya getirilip her grubun ilk harfinden sonra o harfe benzeyen diğer harfler sıralanır. Meselâ, "Te", "Se", harfleri "Be"den sonra konulmuştur. Yalnız "Lam", "Vav", ve "Ye", harfleri sona bırakılmıştır. Bu sıra Mağrib alfabesinde bugüne kadar muhafaza edilmiştir: Elif, Be, Te, Se, Ha, Cim, Hı, Dal, Zel, Rı, Ze, Tı, Zı, Kef, Lam, Mim, Nun, Sad, Dat, Ayın, Gayın, Fe, Kaf, Sin, şın, Lam, Vav, Ye.

Rakam değerli harf sistemi, çivi yazısının kullanıldığı döneme kadar inen bir tarihi kökene sahiptir. Bu da vahiyle ilgisi olmayan bir alana yayılmış olduğunu göstermektedir.

Cürhümî alfabesi temeline dayanan Arapça harfler diğer Sâmi dillerinden farklı olarak sıralanmaktadır. Bu sıra ısmail (a.s.) zamanında ilk kez Arapça'ya uygulanmıştır. Sekiz kelimeden ibâret Ebced alfabesi yirmi sekiz harftir. Bunlara kolaylıkla öğrenilsin diye "ıslâmî" bir kılıf giydirilmiştir. Meselâ:

1. Ebced'in ilk altı kelimesi olan Ebced, Hevvez, Huttiy, Kelemen, Se'fes, Karaşet; şuayb (a.s.)'ın kavminden altı askerin adıdır. Bunlar Medyen ülkesinin şahları olup, Kelemen, hepsinin büyüğüydü ve harfleri bu şahlar düzenlemişlerdi. Onlar, Medyen ve Eyke halkıyla birlikte helâk oldular.

2. Harfler altı şeytanın adına göre düzenlenmiştir. Bu şeytanlardan korunmak için kelimelerin sonuna "Fetebârekallahu bi ahseni'l Hâlikın" ibaresi eklenmiştir

3. Ebced kelimeleri haftanın günlerinin adıdır. Harflerin sırası gün adlarındaki sıraya göre düzenlenmiştir.

Bu iddiaların hepsi de ısrailiyattan ibârettir ve uydurmadır. Ebced hesabını ıslâm tarihinde ilk kez yahudiler yapmışlardır. Rasûlullah'a gelen bir grup yahudi Kur'an-ı Kerim'deki hurûf-ı mukattaa adı verilen Elif, Lâm, Mim, vb. harflerini Ebced'e göre değerlendirip, "ıslâm ümmetinin ömrü, "Elif: 1, Lâm: 30, Mim: 40" olarak toplam 70 veya 71 yıldır" demişler; kendilerine hurûf-u mukattaa ile başlayan "Kef, He, Ye, Ayn, Sad, gibi diğer ayetler hatırlatılınca önce hesap etmeye başlamışlar, sonra bu işin altından çıkamamış, zihinleri karışmış, rezil olmuşlardır. Ashab ve Rasûlullah (s.a.s.) onların bu çocukça hesap işine gülmüşlerdir.

Bazı âlimlerin de yalnız fonetik fizyolojisi ilkelerine göre tanzim edilmiş bir alfabe sistemi vardır. Bu sistemde gırtlak sesleri ile arka damak sesleri başta gelir ve ağız önünden çıkarılan sesler ile dudak sesleri sona bırakılmıştır. Halil b. Ahmed'in "Kitâbü'l Âyn'ında sıra şöyledir:

(ayn-ha-lamelif-gayn-gaf-kef-şın-sad-dad-sin-ra-tı-dal-te-zı-zel-se-ra-lam- nun-fe-be-mim-vav-elif-ye)

Bu sıra el-Ezherî'nin "Tehzib"inde ve ıbn Sîde'nin " el-Muhkem"inde de aynıdır.

Hvaş erbâbı harflerin âdedlere delâlet etmek özelliğine dayânarak eski devirlerde Ebced vb. kelimeleri büyü ve sihirde kullanmışlardır. Bu sistemde Elif'ten ğayın'a kadar her harfe bir tanrı adı ile tabii kuvvetler tekâbül eder. Bir taraftan aded ile harf arasındaki bu ilişkiler diğer yandan bunlara tekâbül eden timsaller sayesinde amelî bir sır sistemi geliştirdiklerine inanmışlardır. Meselâ, efsun ve muskacılıkta, harflerin adedi değerlerine göre toplanır ve bu toplamın "cinler âlemi" ile ilişkisi bulunduğu kabul edilir. Bütün bunlar boş, şeytani uğraşıdan başka birşey değildir.

Ebced hesabı Fars ve eski Türk edebiyatında tarih düşürmede de kullanılmıştır. Meselâ ıstanbul'un Fetih tarihi için Kur'ân-ı Kerîm'den "Âherûn" kelimesi düşürülmüştür. Bunların toplamı

(elif+gayn+ra+vav+nun)=1+600+200+6+50=857

çıkmaktadır ve bu tarih Hicri 857 (M. 1453) yılı olan fetih tarihidir. Aynı şekilde Elmalılı M. Hamdi Yazır, tefsirinde Molla Câmi'den naklederek Sebe sûresinin onbeşinci âyetindeki "Beldetün Tayyibetün" (iyi bir belde) ifadesi ile ıstanbul'un fethinin kastedildiğini ve ıstanbul'un fetih tarihinin (857 H. yılının) bu cümlenin ebcedi ile haber verildiğini yazmaktadır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, ıstanbul 1936, V, 3956).

Ayrıca şâir Fuzûli, Kanunî Sultan Süleyman'ın Bağdat'ı fetih tarihi olan 941 H. yılı için; "Geldi burc-i evliyaya padişah-ı namdâr" mısraını tarih düşmüştür. Yine Sultan Abdülmecid'in saltanata geçişine de "Bir iki iki delik Abdülmecid oldu Melik" mısrası ile tarih düşmüşlerdir.

Hatta bazen halk arasında dolaşan ve Kur'an-ı Kerim'in şifa ile ilgili âyetlerinin ebced hesabına göre rakamların yazılıp bunlarla yapılan muskalar bulunmaktadır ki, bu rakamların şifa vereceğine inanmak küfürdür. Bu gibi hususlar Hz. Peygamber'in sünnetinde olmadığı gibi ashab, tâbiîn ve büyük imamların böyle bir şeye başvurmadıkları ilmen ve tarihen bilinen bir husustur. Ebced hesabına dayanarak ortaya çıkan Hurûfilik, bu işi Kur'ân ile fal bakmaya kadar götürmüştür. Bir devlet kuruluşu olarak Diyanet ışleri Başkanlığı'nın, devletin dinî anlayışını yansıtmak üzere 1960'larda yayımlanan ''Allah Bizimle" adlı bir kitapçıkta Ebced hesabı ile Hz. Peygamber (s.a.s.) ile ilgili olan bir âyeti, 27 Mayıs 1960 askeri darbesine tarih düşürmeye çalışmıştır. Oysa bu hesaplar, bir ısrailiyyat uydurması olup ıslâm ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Bütün hurûf-û hecâ denilen yirmi sekiz harfi içine alan Ebced harf tertibinde harflerin sayısal değerleri şöyledir:

Ebced: Elif : 1, Ba : 2, Cim:3, Dal:4 Hevvez: He : 5, Vav : 6, Ze : 7 Hutti: Ha : 8, Tı : 9, Ya : 10 Kelemen: Kef : 20, Lam : 30, Mim : 40, Nun : 50 Se'fes: Sin : 60, Âyn : 70, Fe : 80, Sad : 90 Karaset: Kaf : 100, Rı : 200, şın : 3002 Te : 400 Sehaz: Se 500, Hı: 600, Zel : 700, Dazığ: Dad : 800, Zı : 900, ğaym 1000.

Bugün ancak eski kitâbelerde ebced hesaplarına rastlanmaktadır. Arap harflerinin kutsal ve bâtıni bir ilim olan "Cifr" ile ilgili olan sayı sembolizminin Hz. Ali (k.s.) tarafından kodlandığı iddia edilir (S. Hüseyin Nasr, ıslâm ve ılim, ıstanbul 1988, Çev: ılhan Kutluer, s.77). Bunun uydurmadan başka birşey olmadığı açıktır.

şâmil islam ansiklopedisi
Ey iman edenler, eğer siz Allah''a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (MUHAMMED_7)

14

18.12.2004, 13:27

CıFR HESABI



Harflere verilen sayı değerleri ile geleceğe veya mazideki olaylara tarih düşürmek yahut isme dair işaretler çıkarmak ilmi. Ebced* hesabına yakın bir ilmin adıdır. Kelime olarak; sütten kesilmiş oğlak veya kuzu derisi anlamında olan "çefr"den gelmektedir.

şiîler arasında çıkmış, daha sonra bu kültürün etkisiyle tasavvufa yakın veya mutasavvıf bazı Sünnî âlimlerin de itibar ettiği bir hesap olmuştur. şiîler, Kur'an'ın batınına dair Hz. Ali' nin bir tefsirinin bulunduğunu, bu tefsirin gizli ilimler ihtiva ettiğini ve içinde Ehl-i Beyt'ten olanlar için, kıyamete kadar gelecekte vukû bulacak dinî ve siyasî bütün olayların yazılı olduğuna inanırlar. Bazıları ise; Hz. Ali' nin değil de, Ca'fer es-Sadık'ın böyle bir kitabının bulunduğunu söylerler. Kitap, sütten kesilmiş oğlak ya da kuzu derisine yazılı olduğu için ona "cefr" denilmiştir. ıbn Haldun, bu kitapla ilgili rivayetlerin asılsız olduğunu söyler (ıbn Hâldun, Mukaddime, Beyrut (t.y) 334). Gerçekten, bu ilmin ıslâm'da aslı yoktur. ımâmiyye, Ehl-i Beyt'in kazanılmış ilimler yanında Hz. Peygamber'den intikal eden Allah vergisi ilimlere de vakıf olduğuna "Peygamber (s.a.s.)'ın bu ilmi Ali'ye verdiğine; Ali'den de Hz. Hüseyin'e, ondan, oğlu Ali Zeynelâbidîn'e ondan Muhammed Bâkır'a, ondan da Ca'fer-i Sadık'a geçtiğine inanır. Bu ilme cifr ilmi diyorlar. Ca'fer-i Sadık'ın, cifri; "o, deriden bir kaptır; onda peygamberlerin ve ısrâiloğulları bilginlerinin bilgisi vardır" şeklinde tarif ettiği söylenir" (Süleyman Ateş, ışarî Tefsir Okulu, Ankara 1974, 47).

Zamanla bu kitapta ayrı ayrı harfler rumuz gibi kullanılarak, bunlardan ahkâm çıkarma itikadı doğdu ve bu sûretle "ılmu'l-cefr" tabiri "ılmu'l-Hurûf" manasına kullanılır oldu. Dolayısıyla cifr, sadece istikbale ait bir keşif iken, sonraları harflerin rumuz ve sayılarına dayanarak geleceğe dair hüküm çıkarmak demek olan. Hurufiliğe dönüşmüştür. Bu da harflere sayısal değerler atfetmek suretiyle istikbalden haber vermek usûlüdür. Ebced hesabı* diye isimlendirilen bu ilme göre "ebced, hevvez, huttî, kelemen.." kelimelerinde ilk harfin değeri bir, ikinci harfin değeri iki... şeklinde onuncuya kadar harflerin değeri birer birer artırılır. Onuncu harften itibaren sırasıyla harfler onar onar arttırılır. Yüz değerini taşıyan harften itibaren de her harfin değeri yüzer yüzer artırılır. Böylece son harf bin değerindedir. Cifre ve gaybı bilmeye dair sahih bir dayanak yoktur.

Eğer buna dair ilmî bir dayanak olsaydı elbette gelişir ve herkes bunu öğrenirdi. Allah hiç kimseye gaybdan haber verme hususunda bir ilim ve yetenek vermemiştir. Yalnız, bazı peygamberlere ahiret, melekler ve cinlerle ilgili bilgiler bahşetmiştir ki bunlar vahiy ile sabittir, inanmak gerekir.

Araştırmacı ve titiz âlimler "Cümmel esâbı" diye de isimlendirilen cifr hesabına şiddetle karşı çıkmışlardır. ıbn Hacer el-Askalânî, buna itimat etmenin caiz olmadığını söyler. ıbn Abbâs'ın da, bu hesabı sihir cümlesinden saydığı nakledilmektedir (Subhi es-Salih, Kur'an ılimleri Çev. M. Sait şimşek, Konya (t.y.) s. 188-189).

şamil islam ansiklopedisi
Ey iman edenler, eğer siz Allah''a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (MUHAMMED_7)

15

18.12.2004, 23:49

ınsan ve Gayb

ınsan, sadece et ve kemikten meydana gelmiş bir madde yığını değildir. Mevlana'nın ifadesiyle, "Biz, saman gibi olan bu tabiat âlemiyle örtülmüş mana deryasıyız. Cismimiz, bizim ruhumuza perde ve nikab olmuştur" (Mevlana, Mesnevî, XII, 210) Nasıl ki, üzeri samanlarla örtülü bir denize bakıldığında, dıştan sadece samanlar görülür. Halbuki, samanların altında muazzam bir âlem gizlidir. Onun gibi, dıştan bakıldığında insan, bir madde yığını zannedilir. Halbuki, ceset perdesinin altında akıl, kalp, hafıza, önsezi, merak, sevgi gibi nice manevi duygular, latifeler vardır.



Akıl ve kalp, manevi âilemizin merkezinde yer alır. Bunlardan akıl,

- Nuranî bir cevher,

-ılahî, kudsî defineleri, hem kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır (şualar)



Kalb ise,

-Hislerinin görüldüğü yer vicdan, fikirlerinin yansıdığı yer dimağ olan Rabbanî bir latife,

-Allah'a müteveccih bir telefon,

-Gayb âlemlerine karşı bir pencere,

-ınsan makinesinin merkezi ve zembereği,

-Binler âlemlerin manevi bir haritasıdır.



Aklın, ilâhi, kudsî defineleri, hem kâinatın binler hazinelerini açabilmesi için müstakîm ve münevver; kalbin, gayb âlemlerine karşı bir pencere olabilmesi için selim ve nuranî olması lazımdır. Bu özelliği gösteren akıl ve kalbler "âlem-i gayb ve âlem-i şehadet ortasında insanî berzahlardır. ıki âlemin birbiriyle temasları ve muameleleri insana nisbeten o noktalarda olmaktadır." (şualar)



Yani, gerek istikametli ve nurlanmış akıllar, gerekse selîm ve nurlu kalpler, gayb ve şehadet âlemlerinin ortasında, insana ait geçit noktalarıdır. ınsan, akıl ve kalb vasıtasıyla bu alemlerle temasa geçer. Mesela, kalp telefonuyla doğrudan doğruya Allah'a muhatap olur, halini arz eder. Allah'dan kalbine ilham gelir. Aklına da, bir takım parıltılar görülür, şimşekler çakar. Günlerdir halledemediği bir meseleyi, birden aklında halledilmiş olarak bulur.



Beynimizde mercimek kadar maddî bir merkezde yer alan hafıza,

-Dimağın cebi,

-Levh-i mahfuzun bir nümuneciği,

-ınsanın dimağındaki pek büyük ve pek küçük kütüphanesi durumundadır. Bu cep olmasa, delik cebe atılan paraların düşmesi gibi, öğrenilen her şey boşa gider. Bu küçük hafıza, insanın hayat boyu okuduklarını, gördüklerini, duyduklarını, hatta hissettiklerini hatırlayabilecek kapasitededir. Cisim olarak çok küçük olmakla beraber asırlık bir ömürde öğrenilenleri arşivleyebilir.



Gayba yönelik duygularımızdan biri, ecdadımızın "hiss-i kable'l-vuku" dedikleri önsezidir. Önsezi, herkeste az-çok vardır. Hatta hayvanlarda da vardır. Sadık rüyaların ehemmiyetli bir kısmı, önsezi türündendir. Hatta bazı insanlarda bu önsezi, hassasiyet cihetiyle kerâmet derecesine çıkar.



"Herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki, birisinden bahsediyorken ani kapı açılarak, tahminin fevkinde aynı adam gelir." (Mektubat) Demek bir önseziyle Rabbani latife o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru kuşatamadığı için, ihtiyarı dışında ondan bahsetmeye sevkeder.



Gözü kapalı bir insan, çevresini el yordamıyla görür. Gözünü açtığında ise, birden çok geniş bir çevreye muhatap olur. Demek önsezi de, adeta bir başka göz gibidir ki, maddi gözün görme alanına girmeyen şeyleri hissedebilir. Bu hissin tesiriyle, o anda yanına gelen bir kimseden bahsetmeye başlar.



Salih kişilerde ve özellikle veli olan zatlarda, bu önsezi çok daha kuvvetlidir. Böyleleri, zaman zaman, muhatabının kalbinden geçenleri söyleyebilir. Veya, bir olay daha vukua gelmeden az-çok hissedebilir.



Önsezi hayvanlarda da vardır. Deprem öncesi, kedi ve köpeklerin şehirlerden uzaklaştıkları, toplandıkları yerde garip sesler çıkardıkları, tecrübeyle bilinen gerçeklerdendir.



Sadık rüyalar da, önseziyle alakadardır. Sevindirici veya üzücü olaylar, daha meydana gelmeden bazen rüyaya yansır. Kişi, o olayla karşılaşınca rüyasını hatırlar.



Ayrıca hassas ruhlu, şeffaf kalpli, ince duygulu insanlar bir felaket öncesi kabz hali, bir sevindirici olay öncesi bast hali yaşarlar. Çoğumuzun kullandığı "içimde bir sıkıntı var" sözü, aslında meydana gelmiş veya gelecek bir üzücü olayın habercisidir. Sevindirici bir olay öncesinde ise, insan büyük bir neşe içindedir. Nerden geldiğini bilmediği bir şevk dalgası onu bürümüştür.



Önsezi bazen uzak istikbale de uzanabilir. Bediüzzaman'ın talebelerinden Ahmet Nazif, Bediüzzaman'ı ilk olarak 1908'de ınebolu'da görür. Birbirlerine bakışırlar. Bediüzzaman'ın keskin bakışları Ahmet Nafiz'i cezbetmiştir. Bir defa gördüğü Bediüzzaman'ı unutamaz. Muhabbeti gittikçe artar. 1938'de, Bediüzzaman Kastamonu'da sürgünde iken gelir, O'na talebe olur. Bediüzzaman, bu olayı şöyle değerlendirir:



"Bazı ehl-i velayetin, ilerde talebesi olacak zatları, daha dünyaya gelmeden, hiss-i kable'l-vukuun (önsezinin) inkişafıyla kerametkarane keşfettikleri gibi; Risale-i Nur talebelerinin mühimlerinden birkaç zât dahi, çok zaman evvel bir hiss-i kable'l-vuku ile, ilerde Said ile alakadar bir surette Nur'a hizmet edeceğini hissetmişler. ışte, onların birisi de Nazif'tir." (Kastamonu Lahikası)



Bediüzzaman'ın zikrettiği şu olay da, önseziye güzel bir misaldir:

"Bir miktardır hiç görmediğim bir tarzda, pek şiddetli bir alâka ile, çoktan görmedikleri peder-validelerine hararetli bir iştiyak ile ellerine sarılmaları gibi, iki yaşından on yaşına kadar masum çocuklar, faytonla gezdiğim vakit, beni görünce aynen öyle uzaktan koşup benim ellerime sarıldıklarının ne hikmeti var, diye hayret ediyordum. Birden ihtar edildi ki:



Bu küçük masumlar taifesi, bir hiss-i kable'l-vuku ile ilerde Risale-i Nur ile saadeti bulacaklarını ve tehlike-i maneviyeden kurtulacaklarını, belki de içinde çokları şakird olacaklarını ve buranın maddî-manevî havasına imtizaç edemediğim için menfilere(sürgündekilere) serbestiyet münasebetiyle, buradan gitmemekliğim için lakayd olan büyüklerin bedeline, "bizler Nur dairesindeyiz, bizi bırakma, gitme" gibi bir mana var hissettim." (Emirdağ Lahikası)



ınsan ve gayb konusunda son olarak saika ve şaika'dan bahsetmek istiyoruz. Bunlar, insandaki beş duyuya ilâveten, Bediüzzaman'ın bahsettiği iki duygudur. Bunları bir nevi, "altıncı ve yedinci duyu" şeklinde mütalaa edebiliriz. Ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, meşhur olmayan o duygulara, hata ederek- "sevk-i tabiî" (içgüdü) diyorlar. Haşa, içgüdü değil, belki bir çeşit fıtrî ilham olarak insan ve hayvanı ilâhi kader sevk ediyor. Mesela, kedi gibi bazı hayvan gözü kör olduğu vakit, kaderin sevkiyle gider, gözüne ilaç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur. (Mektubat)



Kediyi, kendisine lazım ota sevkeden kader-i ılâhi insanı da hayat boyu değişik şeylere sevk eder. Tereddütler içinde bocaladığımız hallerde, içimizden gelen bir ses, bir nevi sevk-i ılâhidir. Çıkmazlardan bizi çıkaran, sevk-i ılâhidir. Pek çok alternatif içinde isabetli olana bizi yönlendiren, sevk-i ılâhidir. Daha önceden hiç gitmediğimiz bir şehirde, aradığımız dostumuzu yolda karşımıza çıkaran sevk-i ılâhidir...



ınsana şevk veren duygu ise, şaikadır. Araba için benzin ne ise, insan için de şevk odur. şevkini yitirenler, yolda kalmaya mahkumdur. ışte bazan insana bir şevk dalgası gelir. Daha önce günde yirmi sayfa okuyamayan birisi, anlayarak her gün yüzlerce sayfa okumaya başlar. Bu şevkin tesiriyle, diğer duygularında tam bir uyanıklık hali meydana gelir. Rahmanî ilhamlara hassas bir alıcı özelliği kazanır. Fennî ve teknolojik keşifleri yapan ilim adamları da, böyle bir şevk ve sevk dalgasının neşesi içinde buluşlarını gerçekleştirmişlerdir.
2004-08-06
Doç Dr. Nurullah Sönmez
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

  • "Tarik bin Ziyad" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 91

Konum: Almanya, Frankfurt

Meslek: yok

  • Özel mesaj gönder

16

19.12.2004, 08:47

Hamza02 sen tevhidweb.net isimli wahabi forumda sacma sapan itikadini
yeterince yayamadinmi, illa gelipte burayidami bulandiracaktin? git isine be kafir ibni teymiyenin talebesi

17

19.12.2004, 09:20

Risale-i Nurlarda gayba ait bilgiler var. Halbuki gaybı ancak Allah bilir. Kıyameti Allah peygamberimize bildirmemiş, Risale-i Nurlarda böyle bir konu nasıl geçer Bu konuyu izah eder misiniz?

“Gaybı Allah'tan başkası bilmez” hükmü gaybın kaynağı hakkındadır. Gaybın kaynağı Allah’tır. Cenab-ı hakkın bildirdiği herkes gaybı bilebilir. Zaten bildirdi ise gayb olmaktan da çıkmıştır.

Bunu Kur’an'da da bulabilirsiniz. Cenab-ı hakkın gaybı bildirmesiyle peygamberler ve veliler gaybı bilmiş ve etrafındaki insanlara açıklamışlardır. Kur’an'daki kıssalarda Hz. Yakub, Hz. Yusuf gibi kıssalarda çok açık ve nettir. Hz. Yusuf rüyayı yorumlayarak 14 sene sonraki döneme kadarki bolluk ve kıtlığı haber vermiştir. Rumlar ile ıranlıların savaşı ve kimin kazanacağı gibi misaller çoğaltılabilir.


Yine peygamberimizin geleceğini hükmünün şarktan garba kadar uzanacağını bir çok peygamber, veli, hükümdar, cin ve kahin haber vermiştir.

Bilindiği gibi, peygamberimiz ıstanbul'un fethini haber vermiştir. Akşemsettin'in hocası Fatih'in ve Akşemsettin'in ıstanbul'u fethedeceğini haber vermiştir. Hz.Ömer hutbeden gayb olan ıran'daki ıslam ordusunun durumunu görerek komutan Sariye'e taktik vermiştir.

Yine peygamberimiz ıran'ın fethedileciğini ve Kisra'nın bileziklerini alacak olan sahabenin ismini dahi söylemiştir. Geylani, Rabbani, Mevlana gibi zatlar o zamanki Hıristiyan ve Yahudilerin de inkar etmeyerek iman ettikleri o kadar gayba ait kerametler göstermişlerdir ki, sayısı yüzleri geçer.

ıslami kaynaklara bakacak olursak Hz.Ali'nin de bir kısmı gayba ait olmak üzere bir çok kerameti vardır.

Ahirzamandaki önemli hadiselerle ilgili peygamberimizin çok sayıda gaybi haberleri ve ikazları olduğu gibi velayet silsilesinin en önemli rüknü olan Hz. Ali de haberler vermiştir.

Gayba bu ait haberlerin kaynağı Allah'tır. Peygamberler veya veliler değildir. Risale-i Nurda açıklanan bir soru vardır. Hz. Yakub'a sormuşlar, Mısır'daki gömleğin kokusunu duydun da, Kenan kuyusuna atılan Yusuf'u neden hissetmedin? ıkinci bir soru, Hz.Ömer ıran'daki komutan Sariye’yi gördü de, arkasındaki ıranlı suikastçıyı neden görmedi? Bunların cevabı Risale-i Nurlarda detaylı olarak var. Geleceği dair işaret ve haberler peygamberlerde mucize, velilerde ise keramet olarak isimlendirilir. Burada önemli husus kişilerin isteğinden ziyade Cenab-ı hak ikram eder. Zaten keramet ikram manasındadır. Yani Hz. Ömer hutbede iken “ıran'a gönderdiğimiz bizim ordu ne durumda, hangi tehlikelere maruz?” diyerek merak edip de keramet göstermiş değildir. Cenab-ı hak onun iradesi dışında ıslam ordusunu ve maruz kaldığı tehlikeyi göstermiştir. Orduya da hem stratejik noktadan hem de, Hz. Ömer ve gerçekte alemlerin rabbi bizi izliyor ve gözetiyor diyerek büyük bir moral olmuştur.

Kıyametin zamanını peygamberimiz bilmiyordu. Başkası nasıl bilebilir sözü de iki cihetten yanlış. Bu “Kur’an yada Hz. Muhammed neden uçaktan yada Einstein'in bildiği atomdan bahsetmiyor?” sorusundan pek farklı değil.

Kur’an'da –ayetin de belirttiği gibi- yaş ve kuru her şey vardır. Buradaki bazı ayetlerden Bediüzzaman Hazretleri bazı işaretler çıkarmış, 3-4 işaret aynı zamana tevafuk ediyor. Kesin olarak da “budur” demiyor. Gayba ait her işaretinin sonunda olduğu gibi kıyamet ile ilgili bahiste de “Gaybı Allah'tan başkası bilmez” diyerek, gaybın kaynağını açıklar ve şartları olduğunu da izah eder.

Bediüzzaman Hazretleri 1950 yılında yazdığı bir eserde felak suresini tefsir ederken 1971 yılındaki terörü açıkça tarih vererek haber vermiştir. Misaller çoğaltılabilir.


Gayb ile ilgili önemli bir hususu daha hatırlatmak gerekir ki, Bediüzzaman Hazretlerinin de belirttiği gibi, bir kişinin gaybi hadiseleri ortaya çıkarmak için kasti olarak çalışmalar yapması “Gaybi Allah'tan başkası bilmez” hükmünün edebine muhaliftir. Ama kişinin ayetleri ve hadisleri okurken tefekkür esnasında kalbinde-ilham eseri olarak- bazı manalar hissetmesi normal bir hadisedir. Bu cenab-ı hakkın insanları ikaz veya müjdelemesinin bir şeklidir. Dokuzuncu lemada detaylı olarak açıkladığı gibi, Bediüzzaman Hazretleri, ebced, cifir ve matematik gibi sahalarda çok ileri olmasına rağmen açıkladığı bu gerekçe ile kasti olarak bu konuyla meşgul olmamış ve talepleri geri çevirmiştir.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

18

19.12.2004, 09:55

nokta :!:
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

19

07.12.2009, 16:15

Risale-i Nur'un kendisi zaten vahiy ile yazılmıştır..bu bu kadar açıkken vahiy nasıl kesildi diyebiliriz..Allah istediğiyle vahiy yoluyla konusabilir...
ayette de dediği gibi : "Allahın hiçbir beşerle konuşması olmamıştır, illâ vahy ile"

Tuzak bir mesaj sanki..? Okuyan zannetsin ki Nurculuk ayrı bir din..

Yoksa aklı başında olan herkes bilir, vahiyle indirilmiş son kitabullah sadece Kur'an-ı Kerim'dir..

20

07.12.2009, 18:14

Sitede bu sayfayı ilk defa görüyorum..Değişik amaçlarla siteye üye olanlar kendini hemen ele veriyor zaten. Risale-i Nur'un üslubuna , adabına uyumsuz olanlar olabilir. Kardeşlerde güzel izah etmişler ama fazla söze hacet yok.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir