Giriş yapmadınız.

1

04.09.2007, 02:09

sahi edep neydi?

[img:533:36]http://img405.imageshack.us/img405/4094/dividers3880iumc0.gif[/img]
Hep şikâyet edip dururuz. Her şeyin tadı tuzu kaçtı diye. Evet, gerçekten nimetlerin yağmur misali bol olduğu günümüzde insanların hâl ve hareketlerinde yapmacık, gösteriş hâkim olduğu için tat tuz kaçtı.
Ortada yağ var, un var, şeker var; ama şöyle güzel bir helva kavuracak kabiliyetli ellerden mahrum olduğumuz için bir türlü soframıza leziz bir helva konulamıyor. ışte bu usta elin damarında ve kalbinde, un, şeker ve yağı imal eden ve satanların ekserisinde Allah korkusu yer almadığı için edep duygusundan mahrum olarak meydana getirilen gıda maddeleri zehir saçıyor.
ışin temeline inmeden hep şikayette kaldığımız için yapılan hırsızlık, dalavere, sahtekârlıkları medya ve gazetelerde sıralamaktan öteye geçemiyoruz.
Sünnet–i Seniyye'ye uygun hareket ve hayâ duygusu demek olan edep, utanılacak şeylerden insanı koruyan en mümtaz melekedir.
ınsanı hayvandan ayıran en önemli özellik aklın yanında edeptir. Edepten mahrum olana insan denemez.
Bütün güzel sanatlar bu kelime ve anlayış üzerine bina edilmedikçe, onlardan hayır ve kurtuluş beklenemez. Saygı ve edepte cimri olanın, maddiyat konusundaki cömertliğinin hiçbir kıymeti yoktur. Bu cümleden olarak edebiyat, edebe, terbiyeye ait söz, yazı ve şiirle uğraşan bilim dalı olduğu gibi edeb–i kelamdan ise, bayağı ve çirkin tabirlerden uzak olarak söz güzelliği ve zarifliği anlaşılır.
Yine aynı kelimeden türetilen edeb–i muaşerete, âdâb–ı muaşeret de denilir ve bir arada yaşamada, ıslâmca yaşama ve geçinme usûl ve yolu ifade edilir. Yine edep kelimesinden meydana gelmiş âdâb–ı umumiyye, âdâb–ü erkan, âdâb–ı milliye gibi daha pek çok kelimeler vardır.
Ama dilimizdeki bu açık ifadeye rağmen bütün değerlerimizin altüst edildiği bir kaos ortamında maalesef edep kavramı da şirazesinden ayrılıp tepetaklak edilmiştir.
ınsan yüzünü kızartacak zırvalar edebiyat eseri olarak sunulduğu gibi, ahlâkı allak bullak edecek utandırıcı şeyler de sanat eseri olarak takdim edilmektedir.
Onun için edebi hakkı ile yaşamaya ve yaşatmaya çalışan güzel ecdadımız şöyle diyordu:

"Edeb bir tac imiş nur–i hüdadan
Giy o tacı emin ol her belâdan"

[img:533:36]http://img405.imageshack.us/img405/4094/dividers3880iumc0.gif[/img]
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

2

04.09.2007, 14:25

Allah razı olsun.

Not: Hareketli (animasyonlu) resimler bir yazıyı okurken (başkalarını bilmem ama) benim dikkatimi dağıtıyor.
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

3

04.09.2007, 19:22

edeb konusu çok güzel oldu... kardeşimin yazısını devam ettiriyorum...
edeb konusunda herkezin güzel şeyler söyliyeceğini umuyorum...

GÜZEL EDEPTEN DAHA DEğERLı MıRAS YOKTUR

Edebini takınarak ve Allah'tan korkarak başını örtmek isteyenler, ikinci sınıf vatandaş sayılıp okuma ve resmî çalışma hakları elinden alınırken, toplumu ayakta tutan her türlü değere hayâsızca saldıranlar edip ve yazar sayılıyor. ınsanların hayâ duygusuna karşı saygısızlık, demokrasi ve insan hakları namına istismar edilmektedir. Başkalarının düşüncelerine saygılı, insanları kendi mertebelerinde görüp kabullenerek diyalogu sağlayıcı bir anlayış olmadan, çağdaşlık hayaldir. Unutmamak lâzımdır ki hayânın her türlüsünü korumak, yaşamak ve yaşatmak isteyen ve kınayanın kınamasından çekinmeyen Müslümana da büyük mükâfatlar vardır. Allah'ın Resûlü şöyle buyuruyor:
"Hiçbir baba evladına güzel edepten daha değerli bir armağan ve daha önemli bir miras bırakamaz." Ve yine şöyle buyurur Efendimiz: "Her dinin kendine göre bir ahlâkı vardır. ıslâm'ın ahlâkı ise hayâ(utanma)dır." Allah ve Resûl yolunun âşığı Mevlânâ ise, şöyle seslenir: "Efendi! Anla ki, insanın tenindeki can ne ise edep de odur. ınsanların kalbindeki, göğsündeki nurlar edepten ibarettir. Ayağını ıblis'in kafasına koymak, ona hâkim olmak istiyorsan gözünü aç, anla ki şeytanı öldüren edeptir.
Müslümanlar iyiliğin yayılması ve kötülüğe mani olunması ana görevlerini terk edip, şer odakları ise, her cepheden gemi azıya alınca, edebin yayılma ve sevdirilmesini de terk ettiler. Eğitimde Adab–ı Muaşeret Dersleri kaldırılıp, Din Dersi haftada bir saate indirilince edep vicdanlarda mahkûm hâle getirildi. Sadece nasihatlerde değil, fıkra ve nüktelerde, hatıra ve sohbetlerde, göz nuru ile, besmele ve salâvatı şerifelerle hazırlanmış, birbirinden güzel levhalarda hep edep konuları işlenirdi. En azından nesillerde bir kulak dolgunluğu meydana gelirdi. ınce siyaseti, marangozluğu, her alandaki muazzam hizmetleri yanında aynı zamanda iyi bir hattat olan cennetmekân Sultan II. Abdülhamid Han da sülüs hattı ile "Edeb Yahu" levhasını kaleme almıştı. Toplumun her kesimi buna yardımcı olur, ana babanın verdiğini okul tamamlardı. Bugün okulda maalesef eğitim yok, kuru bir öğretim var. Ardından dershanelere malzeme hazırlar gibi talebe sevki başlıyor. Okuma yazma ile beraber başlamayan ve bütün öğretim kademelerinde devam etmeyen edep ve ahlâkî eğitimin meydana getirdiği nesil gözler önündedir.
Otobüste büyüğüne yerini vermemek için pencere kenara çekilip, uyur numarası yapan, daha bacak kadar boyu ile, okul çıkışı ağzına yerleştirdiği sigarası ile kız arkadaşı ile sarmaş dolaş kol kola giden, yaka paça açık, gömlek ve kravat bir yandaki tipler ne uzaydan geldi ne de başka ülkelerden. Bunlar âdâb–ı muaşereti ders olarak okulda, evde ve iş yerinde terk etmemizin hazin neticesi değil midir? Âdâb–ı muaşeret yani ıslâmî görgü kuralları sadece nezaket değil bir mecburiyet ve insan olmanın gereğidir.
Allah korusun insan bir kere hayâ perdesini yırtınca yaptığının neticesinden korkmaz, hesap kitap aklına gelmez. Hayatı artık hayvanileşir belki ondan bile beter olur. Kimsenin kınamasından çekinmediği gibi, insanlara kötülüğü meslek edinmeğe başlar, menfaatine az da olsa dokunan muhataplarına saldırır ve düşman olmaya başlar. Böylesine hiç acınmadığı gibi kalplerin ona sevgi duyması ve güvenmesi imkânsız hâle gelir. ışte henüz gençliğinin baharında olan, yığın yığın insanımız kendiliğinden bu hâle gelmiyor. Çevremizde olan mânevî yangına bigâne kalamayız. Her Müslüman sorumluluğunu takınmalı, sade kendi çoluk çocuğundan değil, mahalle ve komşusunda olan çocuklarla da, çok güzel diyalog kurarak, edebin korunması için mum gibi erime pahasına, etrafını nurlandırarak hatalı hareketleri en münasip tarzda düzeltmeye, küsleri barıştırmaya, insanları kaynaştırıp sevimli olmalarına gayret göstermelidir. Yoksa meydana gelen ve yüreğimizi burkan hâdise ve sözlere ah vah etmek veya devekuşu gibi görmezlikten gelmek, zarardan kurtaramayacağı gibi, bir mâna da ifade etmeyecektir.
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

4

04.09.2007, 19:24

GURURLA VAKAR,
TEVAZU ıLE ZıLLET


Abdullah b. Mübarek şöyle der:
"Edebi küçümseyip önem vermeyen, sünnetlerden mahrumiyetle cezalandırılır. Sünnetleri küçümseyen, farzlardan fire vermeye başlar. Farzları küçümseyen marifet–i ilâhiyyeden mahrum olur." Bir zamanlar adı diyar–ı Rum iken ıslâm'la şeref bulduktan sonra Anadolu ismini alan bu güzel diyarın nasıl Müslümanlaştığını nesillerimize belletmek mecburiyetindeyiz. Hanımları "Baciyan–i Rum", esnafı "Ahiyan–i Rum" ve kötü huylarını iyiye, geçici varlılarını ise gerçek varlığa tebdil eden insanları da, "Abdalan–i Rum", yani Anadolu'nun hâlis kulları sıfatını alarak sevgi, muhabbet ve sadakatle bu toprakları elde etmişlerdir. ışte Abdalan–i Rum Ocağı'na mensup ve Alanya'da doğan 14. yüzyıl tasavvuf şairlerimizden Kaygusuz Abdal bakın edebin değerini mısralarına nasıl yansıtıyor:

Ey özünü insan bilen
Var edeb öğren edeb
Ey edeb, erkan bilen
Var edeb öğren edeb
Gel hakka olma asi
Ta gide gönlün pası
Dört kitabın manası
Var edeb öğren edeb
Edeb gerektir kula
Ta işi temiz ola
Edebsiz girme yola
Var edeb öğren edeb
Gaflet içinde uyan
Edebsiz olma ey can
Edebdir asl–ı iman
Var edeb öğren edeb
Kaygusuz Abdal uyan
Aşkı bil aşka boyan
şöyle demiştir diyen
Var edeb öğren edeb


Büyüklerin hayatını yakından inceleyiniz. Her nefesi, son nefes olacakmış gibi hareket eder, kimseyi kırmaz, herkesle hoş geçinir, son derece kibar hareket ederlerdi. şöhretten ve yağcılıktan hoşlanmaz, şekle takılıp kalmaz, yüzlerinden tatlılık eksilmezdi. Kur'an'a son derece saygılı davranır, onun sadece düzgün okunuşuna değil mealini de kavramaya gayret ederlerdi. Hareket ve tavırları son derece ölçülü sadece insanlara değil diğer bütün mahlûkata karşı şefkat ve merhamet sahibi idiler. "Seversen Subhan'ı, incitme hiçbir canı" der ve her şeyde güzel tarafı görmeye çalışırlardı. Ama bu derece tatlı muamele, bilerek din düşmanlığı yapanlara karşı, onları her şeye peki demeye asla sevketmezdi. Uysal koyun olmaktan Allah'a sığınır ve zulüm karşısında aslan kesilirlerdi. Gururla vakarı, tevazu ile zilleti, düşmanlıkla dostluğu çok iyi ayırır ve korurlardı. ışte bunlar Sünnet'in sadece küçük bir parçasıdır.
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

5

05.09.2007, 00:39

Alıntı sahibi ""@bdullah""

Not: Hareketli (animasyonlu) resimler bir yazıyı okurken (başkalarını bilmem ama) benim dikkatimi dağıtıyor.


msj alinmistir.. ne güzel yagmur damlalari damliyordu.. ama aritk koymam.. :trip1:
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

6

05.09.2007, 22:59

EDEP, LÜKS DEğıL; ZORUNLULUKTUR

"EDEP" KELıMESı
NEYı ANLATIYOR?


Edep, Arapça bir kelimedir… Sözlükte, "güzelliği dolayısıyla insanı şaşırtan, takdirini kazanan şey", "insanı takdire değer ve meziyet sayılan hususlara davet eden, bilgisizlik ve kötü davranışlardan alıkoyan şey" ve "söz ve davranış olarak takdire değer kabul edilmiş olan bu meziyet ve davranış tarzlarını uygulamak" olarak tanımlanıyor.(2) Yine herkes tarafından beğenilen söz ve davranışlar (güzel ahlâk) ve yanlışın her çeşidinden sakınmak da aynı şekilde edep kavramı içinde kabul ediliyor.(3)
Tanımlara dikkat edildiğinde edebin kapsamına ilişkin birkaç hususun öne çıktığı görülmektedir. Bunlardan bazılarına burada değinmek istiyoruz. Edebin, güzelliği dolayısıyla insanı hayrette ve hayran bırakan yönü, edepte öne çıkan hususlardan biridir. Gerçekten tam bir edebin sahibi insan, görenleri kendisine hayran bırakmakta, takdir ve övgülerine mazhar olmaktadır. Hz. Peygamber bu edebin en üst seviyedeki örneğidir. Gerek Müslümanlar ve gerekse Müslüman olmayanlar tarafından O'nun üstün ahlâk ve edebine dair yazılanlar bunun en açık delilleridir.
Edepte göze çarpan ikinci husus, onun insanı kötülüklerden engelleyici, koruyucu özelliğidir. Bu özelliği dolayısıyla edep, sahibini, sadece övgüye mazhar yapmakla kalmamakta, bu durumun o kimse için sürekliliğini sağlayarak onu küçük düşürücü durumlardan da korumaktadır. Edep, sahibi için bir kalkan ve fren olmaktadır. Sahibini dışarıdan gelebilecek kötülüklerden korurken, kendisinin de bu tür yanlışlıklarda bulunmasına engel olmaktadır. Edebin takdire şayan bir nitelik ve hâl olmasının bir sebebi de budur.
Kur'an bir edep kitabı, Hz. Peygamber de bu edebin en üst modeli ve öğretmeni kabul edilirse, Müslümanın da edepli kimse olduğu söylenebilir. Müslümanı edeple donanmaya sevk eden sebepse, "Allah'ın her an, her yerde kendisiyle beraber olup, bütün hâl ve hareketlerinde onu gözetlediği"ne dair taşıdığı inancı yani kısaca "Allah ile beraber olduğunun farkında olma şuuru"dur. O bazen bu şuuru kaybetse, bundan gafil olsa da gerçekte bu gafleti çok uzun sürmez. Çünkü bu şuur onun vicdanının derinliklerinde kök salmıştır. O bilir ki, zatını görmese de, sesini duymasa da her zaman Allah ile beraberdir. Allah onu görmekte, işitmektedir. Nitekim Allah bu beraberliği bir âyet–i kerimede şöyle haber verir: "Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür."(4)

1 Mü'minun, 51
2 TDV, ıslam Ansiklopedisi, "Edep" Mad.
3 Bkz. Cürcânî, Tarifat ve yine Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Deyimleri Sözlüğü, "Edep" ve "Edep ve Erkan" maddeleri.
4 Hadid, 4
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

7

08.09.2007, 12:12

Edep;
ağlayabilmektir ağlanılacak yerde
insanlığın üzüntülerine,dertlerine...
bazen gülebilmektir insanların yüzüne edep
güneş gibi...
...
Edep;
müminliğini idrak edip umutla bakabilmek
geleceğe edeple
saadet devrini hatırlamak, hatırlamak neki unutmamak.
yaşamaktır edep...
...
Edep;
takatin yettiği kadar haykırmak nefsine sessizce
edepsizler duyana kadar
gözyaşıyla
yüzü yıkamaktır edep....
...
Edep;
kuranın sesini duyabilmek duyurabilmektır edep
gönlüne sindire sindire her zerresinde
secdeye başkoymaktır
gecenin bir yarısı...
...
Edep;
hülyalarında sadece onu görebilmektir...
ona ümmet olabilmektir edeple
ve sevebilmektir yaratılanı
yaratandan ötürü ....
...
En zor anında
ümidini kaybetmemek
paylaşmaktır medinedeki paylaşma gibi
imanın yaldızıdır edeb
ciddiyettir edep
latifeyi unutmadan
Dalkavukluğa kafa kaldırmaktır
edep...
...
Edep;
islam deryasına atabilmektir kendini
fedakarlıktır aşktır edep
dost kalabilmektir Allah dostuyla
emanete sadakattır edep...
bazen susmaktır gözyaşıyla edep
günahları tövbeyle yakmaktır
edep...
...
Edep yahu! ..

--------------------------------------------------------------------------- -----
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

8

08.09.2007, 19:01

çok güzel bir şiir...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

9

09.09.2007, 15:33

Sohbetin Adabı...

ıslam dini hayatın her safhasını tanzim edip prensipler koyduğu gibi, insanların birbirleri ile sohbet etmelerine de kurallar koymuştur. ıslam dini ile ilgili bir kural ve prensip konuşulduğunda akla ilk gelen ayet ve hadis olur. Burada Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin sohbetle ilgili şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
"Her hangi bir topluluk, Allah–u Teala'nın evlerinden bir evde toplanırda, Allah'ın kitabını okur, karşılıklı birbirlerine öğretirlerse üzerlerine bir sekine iner ve onları rahmetiyle kaplar. Melekler onları kuşatır ve Allah–u Teala o kimseleri nezdindeki melekeler arasında zikreder."
Bu hadisi şerifte izah edilmesi gereken birçok husus bulunmaktadır. ılk anlayacağımız husus, dini sohbet yapılan yerlerin Allah'ın evi olduğudur. Sohbette bulunanların üzerine sekine ineceğinden, rahmete mahzar olduklarıdır. Rahmete mazhar olan müminlerin kalbi huzur ve mutlulukla dolar, gönülleri hoş olur. Üçüncü meseleye gelince; hepsinden önemlisi bu sohbete iştirak edenlerin Allah katında, melekler birlikte zikredilmeleridir. Ne büyük devlettir ki; Allah Celle Celaluhu sohbet eden kullarını melekleriyle birlikte zikretmektedir.
Vücudun gıdası nasıl ki, yemeklerdir, ruhun gıdası da ibadetler ve dini sohbetlerdir. Vücudun ihtiyacını gidermezsen, vücut güçsüz düşer gün gelir hasta olur ve sonra… ışte ruhta böyledir, ruhunda gıdasını vermek gerekir.
Sohbetten kasıt, Kâinatın Efendisinden gelen, sahabelerle devam eden, Allah dostları ile günümüze kadar uzayıp gelen Allah, Resûlullah, Kur'an, kısaca ıslam dininin anlatıldığı, konuşulduğu sohbetlerdir.
Bir mümin bir an dahi olsa Allah'ın anılmadığı yada Allah'ın sevmediği şeylerin konuşulduğu mekanlardan uzak durmak gerekir.
Mümin Rabbini hatırlayıp zikrettiği zaman, Rabbi da o kulunu daha güzel bir mecliste, daha hayırlı bir mecliste zikreder.

SOHBETTE UYULMASI GEREKEN KURALLAR

Güzel sözler söyleyip, Rabbimizi zikretmemiz bize çok şey kazandırdığı gibi, bunun akside mümine çok şey kaybettiriyor. Sohbet için toplanılan mekânlarda, boş ve malayani sözlerle, insanların dedikodusunun yapılması mümini günaha sokar.
Bir hadisi şerifte peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
"Kişin dininin güzelliği malayani (boş sözler)terk etmesidir."(1) Bir mümin düşünün ki; konuşurken boş sözler söylemiyor, insanların faydasına olan sözler söylüyor, Allah ve Resulünü anlatıyor, bu durum o kişinin ıslam'ı nefsinde kâmil manada yaşadığına delalete der.
Bir başka hadisi şerifte de şöyle buyrulmuştur:
"Allah–u Teala'nın kulundan yüz çevirmesinin alameti, kulunun malayani (boş sözler) ile meşgul olmasıdır."
Allah–u Telanın zikredildiği, Resulullah'ın anıldığı dini sohbetlerin yapıldığı mekânda dikkat edilmesi gereken hususlar vardır.
1–Sohbet başlamadan önce, katılanlar birbirleri ile musafaha yapar. Hal hatır sorar birbirlerine hayır temennilerde bulunurlar.
2–Sohbet başladıktan sonra kişi anlatılanı dinlemekten başka hiçbir şeyle meşgul olmamalı.
3–Sohbet veren kişinin sözünü kesmemeli.
4–Herhangi bir konuda konuşmak, fıkır beyan etmek için izin istemeli, yada susulmalıdır.
5–Konuşan kişiye doğru yönelmeli. Konuşan zatın yüzüne bakılmalı.
6–Sohbet esnasında, yanında bulunan kişilerle konuşulmamalı.
7–Sohbet çok uzun olmamalı, sohbeti uzatarak insanların sıkmaktan, bunaltmaktan uzak durulmalı.
8–Sohbet eden hatip yada kişinin anlattığına kahkaha veya yüksek sesle gülmemeli, gülünecek bir konu olduysa tebessüm etmeli.
9–Sohbette kimsenin aleyhine konuşulmamalı, gıybet etmemeli, birinin acziyetini ortaya koyacak meseleleri konuşmamak gerekir.
10–Sohbet veren kişi son derece yumuşak huylu ve konuşmalarında edepli hareket etmeli.
11–Her konu sonunda ve sohbetin sonunda muhakkak dua edilmeli.

1. Tirmizi, Zühd: 11 (2318, 2319); Muvatta, Hüsnü'l–Hulk;3 (3,903)
adem şener



Mü'minlerle Sohbetin Adabı...

Allah-u Teala Celle Celaluhu insanlara, birbirlerine karşı merhametle olmalarını, maddi ve manevi işlerimizde birbirimize yardımcı olmamızı emretmektedir. ınsanlara karşı iyi muamele, onların dertleri ile ilgilenmek ıslam dininin tavsiye ettiği faziletli amellerdendir. Müminlerin birbirleri ile sohbet etmesi, yâda bir sohbet meclisinden müminin istifade etmesi kişinin önemli vazifeleri arasındadır.
Mümin için sohbette bulunmanın, sohbet dinlemenin bir takım edepleri vardır. Bu edeplerden bazıları şunlardır:
*Sohbet arkadaşı olanlara birbirlerinin sevinç ve üzüntüsünü paylaşacak.
*Sohbet arkadaşları birbirlerine karşı yardımda bulunmalı, merhametli davranmalıdır. *Sohbet yerinde karşılaşılan sıkıntı yâda eziyeti sabırla karşılamalı, herhangi bir memnuniyetsizlik belirtisi gösterilmemelidir.
*Mümin kardeşinin dert ve üzüntüsünü paylaşmalı, gerekli tesellide bulunmalıdır.
*Müslüman kardeşi üzüntülü bir durumda olduğu zaman onu teselli edip, ferahlatmaya çalışmak.
*Herkese değeri kadar saygı gösterilmeli, saygıda aşırılığa kaçılmamalıdır.
*Zenginlere karşı, zenginliğinden dolayı yaltaklık yapılmamalı.
*Fakir ve düşkünlere karşı kibirlenip böbürlenmemeli.
*Kendisinin övüldüğünü duyduğunda hoşlanmamalı.
*Yaşlı ve âlimlere karşı saygılı davranmalı.
*Güçsüz ve çocuklara karşı özellikle merhamet davranmalı.
*Verdiğimiz sözleri muhakkak yerine getirmeli.
*Kimsenin ayıbını araştırmamalı, yüzüne vurmamalıdır.
*Gizli sohbet eden kimseleri dinlememelidir.
*şaka dahi olsa hiç kimseye korku salmamalı.
*Zalim kimselere yardımda bulunmamalı.
*Yaşlılara karşı güzel muamelede bulunmalı, bir yaşlı ile karşılaştığımızda; "bu adam benden üstündür, çünkü benden daha uzun yaşadığı için Allahu Teala' ya benden daha fazla ibadet yapmıştır," kendisinden küçük kimseleri gördüğü zaman da; "bu genç benden daha faziletlidir. Çünkü benden daha az yaşamıştır ve günahı da daha azdır" düşünmeli ve buna göre tavır sergilemelidir.
*Bir kimseye öğüt vermek istediği zaman son mütevazı davranmalı, kimsenin ayıbını yüzüne vurmadan, yapılan yanlışlıkları genel manada dile getirerek insanlar içinde kimseyi aşağılamamalıdır.
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

10

09.09.2007, 15:45

CAMı ÂDÂBI

ıster vakit namazlarında, ister diğer zamanlarda olsun, camileri sevmek ve oralara gitmeye devam etmek, ıslam'ın en güzel amellerinden biridir. Bir hadis–i şerifte peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem öyle buyurmaktadır.
"Kim, sabah ve akşam mescide devam ederse, Allah–u Teala o kimse için her gidip gelmesine karşılık cennette bir köşk hazırlar."
Cemiye devam eden kişi şu hususlara dikkat etmelidir.
*Camilerin Allah–u Teala'nın evleri (manevi olarak) olduğu düşünmeli ve ona göre saygı, sevgi ve edeple muamele etmeli.
*Allah–u Teala'ya yapacağı ibadet, Allah–u Teala'nın en çok sevdiği mekânda yapılmalı. Allah Teala'nın mübarek ve mukaddes addettiği yerlerin dışında, (Mekke, Medine ve Kudüs) müminler için en hayırlı mekânlar mescitlerdir.
*Müslümanlarla bir arada bulunup, caminin cemaatini artırmaya gayret etmeli.
*Cemaatle namaz kılmanın kuvvetli bir sünnet olduğunu bilmeli ve böylesine önemli bir sünnete yürekten sarılmalı.
*Allah–u Teala'nın rahmetini ümit etmeli. Zira Allah–u Teala'nın rahmetinin daha çok cemaatin üzerine olduğunu bilmeli ve ona göre davranmalı.
*Mescide giren mümin, mescitte her türlü şerden emin olduğuna inanmalıdır.
*Birinci safta yer tutmaya gayret edilmeli.
*ıbadetleri mescitte yaparak daha çok sevap kazanacağını düşünmeli.
*Camiye giderken sükûnet, sessiz sakın bir hal ile yürümeli ve acele edilmemelidir.
*Camiye giderken temiz elbise giyinmeli, özellikle çorapların temizliğine özen gösterilmelidir.
*Ağız kokusuna dikkat etmeli, koku yapacak sarımsak, soğan ve benzeri yiyeceklere dikkat edilmeli. Ağız kokusu yapan yiyecekler yenilmişse, hemen ardından koku giderici maddeler kullanılmalıdır. Ağız kokusu ile camiye girilmemelidir.
*Caminin içinde boş ve fuzuli konuşmalar yapılmalıdır.
*Camide ön saflarda bulunan boş yerlere ulaşmak için, insanların rahatsız etmeden hareket etmeli.
*Camiyi görünce şu duayı okunmalı.
"Ey Allah'ım! Bize camiyi mübarek kıl!"
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

11

09.09.2007, 15:57

ıyiliği emredip
kötülükten nehyetme adabı...


ıyiliği emretmek dinin güzel gördüğü şeyleri insanlara anlatmak, onlara öğretmektir. Kötülükten nehyetmek ise, dinin çirkin gördüğü ve yasakladığı şeyleri insanlara bildirmek ve insanların bu şekilde o kötülüklerden sakınmasını sağlamaktır.
Bir mümin insanlar arasında yaşayan ıslam'a aykırı her hangi bir şey gördüğünde gücü yeterse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalben buğz etmek (kınamak) suretiyle o kötülüğü gidermeye çalışması gerekir. Bu konuda Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
"ıçinizden her kim ıslam'a aykırı bir hareket görürse, eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin! Artık bunu da yapamazsa bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi kadar bir şey bile yoktur."(1)
Bu konuda Allah Celle Celaluhu şöyle buyuruyor:
"Siz insanlık içinde çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. ıyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz. Allah'a da iman edersiniz."(2)
Bu ayetin tefsirinde, bu ümmetin en hayırlı ümmet olmasının sebebi, ümmete yüklenen vasıflardır. Tebliğ yanı iyilik emretmek, kötülükten sakındırmak peygamber mesleğidir. ışte bu ümmet peygamber mesleği ile anıldığı için en hayırlı ümmettir.
Bir başka ayet de "Sizin içinizden iyiliği emreden, kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun. ışte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."(3) buyurulmakta ve iyiliği emredip kötülükten nehyetme vazifesinin farzı kifaye olduğuna işaret olunmaktadır. Yani bu vazife bütün ümmet üzerine farz olmakla birlikte bir kısım Müslümanların yapmasıyla diğer Müslümanların üzerinden bu vazife düşer.
Ancak hiçbir Müslüman bu vazifeyi yapmazsa bütün Müslümanlar günahkâr olur.
ıyiliği emredip kötülükten nehyetme vazifesini yapmanın üç şartı vardır.
1–Allah–u Teala'nın buyruğunu yükseltme gayreti içinde olmak.
2–Anlattığı konuda delilin, dört temel delilden (kitap, sünnet, icma, kıyas) hangisine dayandığını bilmek.
3–Bu görevi yaparken çektiği sıkıntılara katlanmak.
Bu dini vazifeyi yapmanın bir takım usül ve adabı vardı.
1–Son derece yumuşak sözle ikaz etmek. Çünkü sert konuşmak, bağırarak azarlamak nefrete sebep olur. Yapılan ikazın yararı olmaz. Hatta belki de zarara vesile olur.
2–Bu görevi yapacak olan kişinin öncelikle kendi nefsine öğüt vermesi gerekmektedir. Kişinin bir şeyi önce kendisi uygulayıp daha sonra başkasına anlatması halinde, anlatacakları daha tesirli olur.
Bir ayet–i kerime de: "ınsanlara iyiliği emreder de, kendiniz unutur musunuz?"(4) buyurularak, kişinin başkalarına doğruları anlatmazdan önce kendisinin yaşamasının gerekliliği beyan edilmiştir. Yine Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadis–i şeriflerinde:
"Nefsim kabza–i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, elbette iyiliği emredeceksiniz ve mutlaka kötülükten men edeceksiniz. Ya da yakında Allah–u Teala sizlerin üzerine kendi tarafından bir azap gönderecektir. Sonra siz O'na dua edeceksiniz de dualarınız kabul olunmayacaktır."(5) buyurarak bu vazifenin önemini en açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

1. Müslüm, ıman: 78 (49); Ebu Davud; Salatu'l ıydeyn: 248 (1140); Tirmizi, Fiten: 11 (2173); Nesei, 17 (8,111); ıbn–i Mace, Fiten: 20 (4013)
2. Ali ımran: 110
3. Ali ımran: 104
4. Bakara:44
5. Tirmizi, Taberani, Tac: 5/687
Adem şener
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

12

09.09.2007, 17:35

basligi cok güzel yazilarla devam ettirmissiniz.. Allah razi olsun canim.. O sohbet ortamlari.. nurdan ablanin tam isteidgi gibi biryer bulusu geldi aklima.. Mevla bizlerede nasip etsin.. insallah faaliyete gecmenin zamani geldi artik, bu kadar debelenme yeter.. :wink:
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

13

09.09.2007, 17:51

Amin cümlemizden inşAllah
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

14

09.09.2007, 19:15

Abdülkadir Geylani Hazretlerine ait bir sözdü sanırım;
"Edebi, edebsizlerden öğrendim" diyordu... :roll:

15

10.09.2007, 15:31

ecdadımızda edep konusunda çok hassasdı...

Du Lair şöyle der; "Küfürbazlık,öfke ve intikam hissinin müşterek
mahsülüdür. Bu,Hıristiyan memleketlerinde pek yaygın bir şekilde
tamamıyla mevcuttur.Ancak Osmanlıların sokaklarında da evlerinde de
hiç bir küfür sözü işitilmez.Bunun yüzümüzü kızartacak ve bizi
hayrete düşürecek tarafı da,Osmanlıların lisanlarında küfür
kelimelerinin bulunmayışıdır.Onlar yalnız "VALLAHı" şeklinde Allah'a
(cc) yemin ederler."

Nitekim o devre şahit olan insanlar naklederler ki,bir şahsın
kendini kızdıran bir meselede muhatabı için kullandı ı cümleler: "LA
HAVLE VELA KUVVETE ıLLA BıLLAH", "HAY ALLAH DERDıNı
ALSIN!", "FESÜBHANALLAH!", HASBÜNALLAHÜ VE Nı'ME'L-VEKıL!", "YA
SABUR!" gibi güzel ve teskin edici ifadelerden ibarettir. Tekke ve
zaviyelerde de duvarlara asılı levhalarda teselli için; "BU DA
GEÇER", "VAZ GEÇ", ""HOş GÖR YA HU!" sözleri meşhurdur.


Osmanlıların edep, nezaket ve terbiye hususunda kaydettikleri seviye
hiçbir milletle kabil-i kıyas de ildir.Onların muaşeret
adabı,mükemmellik ve incelik arz eder.Bunlar,millet ve mezhep ayrımı
yapılmaksızın bütün insanlara karşı aynen riayet edilen ruhi ve
vicdani bir kanun mesabesindedir.Dolayısıyla Osmanlı demek,
imrenilecek edep ve nezaket timsali demektir.

şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

16

12.09.2007, 21:22

Anne babaya saygı adabı

Anne ve babaya itaat etmek farzdır. Onlara isyan etmek ve kırmak ise haramdır. Bu konuda Allahu Tealâ Celle Celaluhu Kur'anı Kerim'de: "Rabbin kesin olarak şunları ferman buyurdu: Ondan başkasına ibadet etmeyin. Anaya ve babaya iyilik edin. şayet onlardan biri yahut her ikisi senin yanında yaşlanırsa sakın onlara "üf" bile deme ve onları azarlama. ıkisine de güzel ve yumuşak söz söyle. Onlara acıyarak üzerlerine tevazu kanatlarını indir ve de ki:
"Ey Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, sen de onlara rahmet buyur!"(1) buyurarak bize anne ve baba hakkının önemini bildirmektedir.
Bir adam Kâbe'yi tavaf esnasında yaşlı annesini sırtına alıp onu tavaf ettiriyordu. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek sordu:
Ya Resulallah! Acaba anamın hakkını ödeyebildim mi?"
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Selem:
Hayır! Seni karnında taşırken çektiği bir sancının, seni doğururken duyduğu tek bir acının karşılığını bile ödemiş değilsin"(2) diye cevap verdiler.
Anne ve babasına itaat eden kimseye şu müjdeler vardır:
"Bir kimse anne ve babasını kendisinden razı ederek sabahlarsa, onun için Cennetten iki kapı açılır. Akşamlarsa yine iki kapı açılır. Eğer yalnız annesini yahut yalnız babasını razı ederse o zaman bir kapı açılır. Kim de anne ve babasını kızdırarak sabaha kavuşursa onun cehennemden iki kapı açılır. Akşamlarsa (aynı şekilde) yine iki kapı açılır. Eğer yalnız birini öfkelendirmişse sadece bir kapı açılır. Ana babası haksız dahi olsalar, onların gönüllerini kırmamak karşılarında öf bile dememek lazımdır."(3)
Kim anne ve babasına itaat ederse, iyilik ve ikramda bulunursa, kendi evladı da ona itaat eder. Bu konuda bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Siz babalarınıza iyilik ediniz ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler!"(4)

ANNE BABAYA
ASı OLANLAR CENNET KOKUSU ALAMAZ

Anne ve babasına asi olanlar, ne kadar iyiliklerde bulunurlarsa bulunsunlar, cennete girmeleri çok zor olur. Diğer taraftan onlara iyilikte bulunanlar ne kadar kötü amelde bulunurlarsa bulunsunlar, itikadı bir bozukluk içinde değilseler, eğer varsa cehennemdeki cezasını kolay geçer, cennete gider. Bu konuda bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
Cennetin kokusu beş yüz yıllık yoldan rahatça alınır. Fakat anne ve babaya asi olanlar ve akraba ile bağı koparanlar bu kokudan mahrum olurlar. Hadisi şerifte buyuruluyor ki:
"Cennetin kokusu beş yüz yıllık mesafeden duyulur. Ancak onun kokusunu anne ve babaya asi gelen ile akraba bağını koparan alamaz!"(5)
Hazreti Musa Aleyhisselam bir gün Allahu Tealâ'ya münacat ederek şöyle niyazda bulundu:
–Ya Rabbi! Acaba benim cennette arkadaşım kimdir? Allah–u Tealâ Celle Celaluhu:
–Ey Musa! Falan beldeye git, orada bir kasap vardır. ışte senin cennette ki arkadaşın odur, diye cevap verdi.
Bunun üzerine Hazreti Musa Aleyhisselam o beldeye geldi ve tarif edilen kasabın dükkânını buldu. Orada oturup bir müddet kasabın hareketlerini seyretti.
Akşam olunca kasap heybesine bir parça et koyup, dükkânını kapayarak evinin yolunu tuttu. Hazreti Musa Aleyhisselam kasabın yanına yaklaşarak:
–Beni misafirliğe kabul eder misiniz? diye sordu.
Kasap da tebessüm ederek:
–Buyurun, diyerek Musa Aleyhisselam'i evine davet etti.
Eve varınca kasap getirdiği eti kendi eliyle pişirerek çorba yaptı. Sonra evin tavanına asılı olan büyük bir heybeyi aşağıya indirdi ve içinden gayet yaşlı bir kadını çıkardı. Kendi eliyle onu doyurdu, üzerindeki elbiselerini alıp yıkadı ve kuruttuktan sonra onu giydirdi. Sonra tekrar annesini heybeye koyup yerine astı. Tam o sırada kadının dudaklarının kıpırdadığını gördü. Musa Aleyhisselam:
–Bu kadın kimdir? diye sordu.
Kasap da:
–Annemdir, diyerek cevap verdi.
Musa Aleyhisselam:
–Sen onu heybeye koyarken dudakları kıpırdıyordu. Sanki bir şeyler söylüyordu. Acaba ne diyordu?
–O, devamlı olarak şu sözü söyler: "Ya Rabbi! Oğlumu cennete Musa'ya arkadaş yap" işte bu söylediği söz onun duasıdır.
Bunun üzerine Hazreti Musa Aleyhisselam:
–Sana müjdeler olsun! Ben Musa'yım. Sen de benim cennetteki arkadaşımsın, dedi.
Bir kimse annesinin ayağını öperse, cennetin eşiğini öpmüş gibidir. Bu konuda Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuşlardır:
"Kim annesinin ayağını öperse, tıpkı cennetin eşiğini öpmüş gibi olur"(6)
Ashab–ı Kiram'dan Alkame adında bir zat vardır. Bu zat bir gün çok ağır hasta oldu. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Bilal Radıyallahu Anhum hazretlerini onu görmeye gönderdiler. Onlar Alkâme'nin yanına vardıklarında bir de ne görsünler: Alkame'nin dili tutulmuş, bir türlü kelime–i şehadet getiremiyor.
Hemen gelerek durumu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e anlattılar. Sahabeler, Alkame'nin durumunu gözden geçirdiklerinde onda bir kusur bulamadılar Daha sonra hanımı yüzünden annesiyle arasının iyi olmadığını öğrendiler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Alkame'nin annesine haber gönderdi. Kadın Peygamber Efendimiz'in huzuruna gelince Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadına:
–Oğlun ile dargın mısın?" diye sordu.
Kadın:
–Dargınım ya Resulullah)!" diye cevap verdi.
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
–Oğlun çok zahmet çekiyor. Oğlundan razı olmasan bile ona hakkını helal et" dedi.
Kadın:
–Oğlum karısını bana tercih etti. Ben oğlumdan razı olamam, dedi.
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadına ne tavsiye ettiyse kabul etmedi. Nihayet Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
–Nefsim yed–i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, sen ona öfkeli ve dargın bulunduğun sürece ne namazı ne de zekatı fayda vermez.
Daha sonra sahabelere Alkame'yi yakmak için ateş toplamalarını emretti. Bunun üzerine kadıncağız feryad edip;
–Bırakın oğlumu! Allah'ı şahit tutuyorum ki, ben oğlumu bağışladım, ondan razı oldum, ona hakkımı helal ettim, dedi.
Bunun üzerine Alkame'nin dili açıldı ve kolayca kelime–i şehadet getirerek vefat etti.
Bu hadiseden sonra Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Ey Muhacirler ve Ensar topluluğu! Kim hanımını annesine tercih ederse, Allah'ın laneti üzerine olsun. Allah–u Teala o kimsenin ne farz ne de nafile ibadetini kabul etmez."(7)

ÖZETLE ANNE VE BABA
HAKKINDA DıKKAT ETMEMıZ GEREKEN
HUSUSLAR şUNLARDIR

* Allah–u Teala Celle Celaluhu isyanı ve günahı gerektiren hususlar dışında emrettikleri her konuda anneye ve babaya itaat etmek.
* Anne ve babaya nezaketle ve saygı dolu bir dille hitab etmek.
* ıçeri girdikleri zaman hemen toparlanıp ayağa kalkmak.
* Sabah akşam uygun zamanlarda ellerini öpmek.
* Anne ve babanın kişiliklerini, şeref ve itibarını korumak.
* Kendi arzuladığımız şeylerden onlara da ikram edip sunmak.
* Anne ve babaya sık sık dua edip, bağışlanmalarını Allah–u Teala'dan dilemek.
* Bütün dünyevi iş ve amellerinde onların fikirlerine danışmak.
* Anne ve babanın yanında misafir bulunuyorsa kapıya yakın oturup onların verecekleri emirleri yerine getirmede acele etmek.
* Onları sevindirecek işlerde bulunmak ve memnun kalacakları işleri yapmak.
* Karşılarında yüksek sesle konuşmamak.
* Konuşurlarken onları dinleyip, sözlerini kesmemek.
* ızin vermedikleri takdirde evden çıkmamak.
* Uyudukları zaman onları rahatsız etmemeye dikkat etmek.
* Eşi ve çocuklarını onlara tercih etmemek ve her konuda onlara öncelik tanımak.
* Beğenilmeyecek bir iş yaptıkları takdirde onları kınamamak.
* Gülmeyi gerektiren önemli bir etken olmadıkça onların karşısında kahkaha ile gülmemek.
* Sofrada onlardan önce yemeğe başlamamak.
* Anne ve baba huzurunda ayakları uzatmamak, derli toplu oturmak.
* Onların önünden yürümemek, onlardan önce bir eve veya işyerine girmemek.
* Çağırdıkları zaman edeple "Buyur" deyip, hemen yanlarına gitmek.
* Anne ve baba hayatta iken de, vefat ettikten sonra da onların dostlarına saygılı olmak.
* Anne ve babasına kötülük eden kimselerle arkadaşlık yapmamak.
* Onlar için sık sık, özellikle vefatlarından sonra dua etmek. Çünkü Salih evladın ölen anne ve babasına yaptığı dualar kabul olur.
Onlara şu şekilde dua edilmesi güzel olur:
"Ey Rabbim! Anne babam beni küçükken nasıl terbiye ettiler, besleyip büyüttülerse, sen de onlara merhamet et, geniş rahmetine kavuştur!"

Dipnotlar:
1– ısra Suresi 23–24
2– Mecmaul Adab
3– Beyhaki, ıhya
4– Taberani; Terğib ve Terhib, Birr:21
5– Taberani, ıhya
6– Mecmaul Adab
7– Mecmaul Adab
Adem şener
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

17

12.09.2007, 21:39

Selâm'ın Adâbı

Müminler kardeştir. Müminler her nerede karşılaşırlarsa karşılasınlar, birbirlerine selam vermelidirler. Bu ıslam dininin müminlere yüklediği bir sorumluluktur. Ayet–i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Size selam verildiği zaman, verilen selamdan daha iyi bir selam verin yahut aynısı ile mukabele edin."(1) Ayet–i kerime, selamın önemini açıkça bize bildirmektedir.
Kâinatın Efendisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz bir hadis–i şeriflerinde şöyle buyurdular:
"Bizden başkasına benzeyen bizden değildir. Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyin. şüphesiz ki Yahudilerin selamı parmaklarla işaret, Hıristiyanlarınki ise avuçla işaret etmektir."(2)
Müminlerin birbiri ile selamlaşmaları söz iledir.
"Esselamu aleyküm" ya da "Selamun aleyküm"
Müminlerin selamı budur.
Bir mümin "esselamu aleyküm" dediğinde, karşı taraf "ve aleykümüs selamü ve rahmetullah" diye karşılık verir. Eğer ilk selam veren "esselamü aleyküm ve rahmetullah" derse, ona cevap veren mümin "ve aleykümüs selamü ve rahmetullahi ve berekatüh" demelidir.
Eğer mümin "esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh" diyerek selam verirse, ona da aynısı ile selam vermek gerekir. şöyle ki "ve aleykümüs selamü ve rahmetullahi ve berekatüh"
Selamın manası; ebedi mutluluk ve iki cihan selametinin mümin kardeşinin üzerine olsun demektir. Müminlerin birbirleri ile selamlaşırken dikkat edeceği bazı hususlar vardır:
1–Selam veren de selamı alan da seslerini rahatlıkla duyurabilecek şekilde çıkarmalıdır.
2–Selam verilmeyecek kimseler vardır, bunlara riayet edilmelidir. şu gurupta olanlara selam verilmez: ılim öğretim anında âlime, sesli bir şekilde Kur'an okuyana, vaaz–u nasihat eden âlime, mescitte namazı bekleyene, namaz kılana ve yabancı kadınlara selam verilmez.
3–Selam sadece bir yere varıldığında ya da karşılaşıldığında değil, bir meclisten çıkarken de geride kalanlara selam verilmelidir.
4–Mümin rastladığı her insana selam vermelidir. Selam verirken tanıdık olup olunmamasına dikkat edilmemelidir. Zira Peygamber Efendimize en efdal olan ameller sorulduğunda, "Yemek yedirmen ve tanıdığına da tanımadığına da selam vermendir." buyurdular.
5–Binek üzerinde olan, yaya yürüyene; küçük olan büyüğe; sayıca az olan, daha çok olan kimselere selam verir.
6–Selamlaştıktan sonra güzel olan, musafaha yapmaktır.
7–Bir mümin, bir başka mümin kardeşine gıyabında selam gönderebilir. Bu selamı üzerine alan mümin, selamı muhakkak sahibine ulaştırmalıdır.
8–Mümin, evine girdiğinde ev halkına muhakkak selam vermelidir.
9–Mümin, içinde kimse bulunmayan bir eve ya da mekana girdiğinde selam vermelidir. Bu selam diğerinden farklıdır:
"Esselamü aleyna ve ala ibadillahis saihin"
"Selam bize ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun."

1 Nisa Süresi;86
2. Tirmizi, ısti'zan;7 (2695)
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

18

13.09.2007, 09:23

çok önemli bir konu..Allah hepinizden razı olsun :D
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

19

26.07.2008, 00:29

Mürit Topluca şu Edeplere Uymalıdır

Mal, çoluk- çocuk, rütbe, makam ve baş olma sevdasından vazgeçmelidir. Yemeğe ve giymeye düşkün olmamalıdır. Bulduğunu yemeli, eline geçeni giymeli; içini, dışını bir tutmalıdır. Gerçek dahi olsa hal sahibi olduğunu söylememelidir. Olayların gerçek yaratıcısı olan Allah?u Teala?ya ( c.c) tüm işlerinde güvenmek gerekir. Böylece yaratıkların aracılığıyla kalbini bağlamamış olur.
Allah için sevmeli ve nefret etmeli; Sünnet-i Muhammediye uymalı kerametinin olması veya olmaması yanında aynı olmalıdır. Sevinçli halinde kalbi hüzünlü, üzüntülü halinde kalbi rahat olmalıdır. Bunu sağlamak için Cenab-ı Hakk?ın ( c.c) buyurduğu kudsi hadisi düşünmelidir : ? Ben kalbi kırıklarla beraberim.?
Hangi tarikattan olursa olsun temiz ve takva sahibi müritlerin hepsini sevmelidir. Meczup?larla tartışmamalı ve onlarla alay etmemeli ve iyilikleri için Allah-u Teala?ya (c.c) dua etmelidir.
Mürşidine, mürit kardeşlerine ve tüm Müslümanlara özellikle Cuma günü, Ramazan ayında, arife gününde, seher vakitlerinde, hac sırasında, Allah ( c.c) yolunda savaşırken, yağmur yaparken, ezan ile kamet arasında, secdede, iki hutbe arasında dua etmelidir. Duayı yalvararak ve huşuyla yapmalı; korku ve ümit duygularını dengelemeli ve kabul edileceğini ummalıdır. Duanın başında Allah-u Teala?ya ( c.c) hamd etmeli, Peygamberimize salat ve selam getirmeli ve yine duayı aynı şekilde bitirmelidir.
Tüm işlerinde Allah-u Teala?yı ( c.c) unutmamak; alış- veriş sırasında Allah?ın ( c.c) takdirini kabullenmeli; öldükten sonra sevap defterini kabartacak iyi işler yapmalıdır. Allah?u Teala?nın ( c.c) kendisine bağışlamış olduğu nimetlerine tüm bedeniyle ve hareketleriyle şükretmelidir.
Kalbinin hastalıklarını iyileştirmeye uğraşmalı ve aşağılık duygusuna kapılmayarak ruhunu yüce duygularla süslemelidir. Görevlerini titizlikle yapmalı, onların değerini azaltacak davranışlardan kaçınarak gerçek bir çabayla Allah-u Teala?ya ( c.c) yönelmelidir. Zenginliği önemsememeli; yanında toprak ile altın eşit olmalıdır. Zevk ve eğlenceye düşkün olmamalı; olayların kendisini etkilemesine izin vermemeli; aksine olumsuzlukları gidermeye çalışmalıdır.
Yapacağı işleri en güzel biçimde yapmalı; dünyada olan bitenden ders almalı; her zaman Allah-u Teala?ya ( c.c) ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıdır. Allah-u Teala?nın ( c.c) hoşnutluğunu kazanamama korkusundan çocuğunu yitirmiş annenin ağlaması gibi ağlamalıdır. Üzerine gübre döküldüğünden güzel bitkilerle karşılık veren toprak gibi olmaya çalışmalıdır.
Yemeği çabuk ve iştahlı değil; hastanın yemesi gibi yavaş e isteksizce yemelidir.
Mürit bu sayılan edepleri bırakmamalı ve halini devamlı kontrol etmelidir.
ınsan bedenindeki maddi hastalıkları tedavi ettirmezse yok. Aynı şekilde ruhundaki kibir, riya, haset gibi manevi hastalıkla tedavi ettirmezse ahireti yok eder. Maddi doktorlar olduğu gibi manevi hekimler de vardır. Bunlar Allah-u Teala?nın onlara manevi hastalıkların tedavi yöntemlerini ve ilacını bildirdiği Kamil-i Mükemmil Mürşit velilerdir.
Sahte ve yalancı şeyhlerin amacı mal toplamak ve dünya çıkarları sağlamaktır. Bundan dolayı onların sözünü şifa değil, zehirdir; onlarla beraber bulunmak ise felaket ve uğursuzluktur.

ADAB-I FETHULLAH (K.S.)
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir